ZEYNİYYE

(الزينيّة)

Sühreverdiyye tarikatının Zeynüddin el-Hâfî’ye (ö. 838/1435) nisbet edilen bir kolu.

XV. yüzyılın başlarında Herat’ta kurulup Horasan, Hindistan, Hicaz, Suriye, Mısır, Anadolu ve Rumeli’de yayılan tarikatın silsilesi Zeynüddin el-Hâfî’den itibaren Nûreddin Abdurrahman eş-Şibrîsî (eş-Şirsî) el-Mısrî, Cemâleddin Yûsuf b. Abdullah b. Ömer el-Acemî el-Gûrânî, Hüsâmeddin Hasan Şemşîrî, Necmeddin Mahmûd el-İsfahânî, Nûreddin Abdüssamed Natanzî, Necîbüddin Ali b. Büzgaş vasıtasıyla Sühreverdiyye’nin kurucusu Şehâbeddin es-Sühreverdî’ye (ö. 632/1234) ulaşır. Tarikatın XV. yüzyılın sonlarında İstanbul’da kurulan Vefâiyye şubesinin silsilesinde Necîbüddin Ali b. Büzgaş yer almaz. Şehâbeddin es-Sühreverdî’den sonra silsile bir yolla Hz. Ali’ye, başka bir yolla da Hz. Ebû Bekir’e ulaşır (Lâmiî, s. 560-562). Zeyniyye şeyhlerinden Safiyyüddin el-Kuşâşî, Veysel Karanî üzerinden Hz. Ömer ile birlikte


Hz. Ali’ye ulaşan bir silsile daha kaydeder (es-Simŧü’l-mecîd, vr. 44a-b). Zeynüddin el-Hâfî’nin şeyhi Nûreddin Abdurrahman eş-Şibrîsî, Sühreverdiyye şeyhi olmakla birlikte Zahîrüddin Îsâ el-Mısrî’den Rifâiyye hırkası da giydiği için Zeyniyye, Sühreverdiyye ile Rifâiyye’yi birleştiren bir tarikat kabul edilmiştir (Harîrîzâde, II, vr. 107b). Öte yandan Halvetiyye kaynaklarından Lemezât’ta Zeyniyye silsilesinin Ebü’n-Necîb es-Sühreverdî’de Halvetiyye silsilesiyle birleştiği belirtilmiş (vr. 285b), muhtemelen bu sebeple bazı Zeyniyye şeyhleri kaynakların bir kısmında Halvetiyye ricâli olarak kaydedilmiştir (Sicill-i Osmânî, IV, 491).

Zeynüddin el-Hâfî’nin faaliyetleri sonucu Horasan’ın Herat, Hâf, Bâharz gibi şehir ve bölgelerinde yayılmaya başlayan Zeyniyye, Hâfî’den sonra halifeleri Muhammed Tebâdegânî, Sadreddin Revvâsî, Dervîş Ahmed Semerkandî ve Mahmud Hisârî vasıtasıyla bütün Horasan bölgesinde yayılışını sürdürdü. Hâfî’nin başhalifesi Tebâdegânî’nin müridleri arasında ünlü şair ve devlet adamı Ali Şîr Nevâî, Horasan’ın ileri gelenlerinden Seyyid Hasan Erdeşîr, ulemâdan Mevlânâ Vecîhüddin gibi şahsiyetlerin bulunması tarikatın gücünü daha da arttırdı. 891’de (1486) vefat eden Tebâdegânî’nin Herat’ta bulunan kabrinin yanına bir hankahla mescid ve imaret yaptırıldı, hankahta irşad postuna oğlu Hamîdüddin oturdu. Zeyniyye, Hâfî’nin Hindistanlı halifesi Sirâcüddin el-Mültânî vasıtasıyla Hindistan’ın Gucerât bölgesinde, 130 yıl yaşadığı rivayet edilen Abdülmelik el-Gaznevî ile de Agra’da yayıldı. Zeyniyye’nin Hâfî’den sonra Seyyid Ali el-Hemedânî ile devam eden bir silsilesinde yer alan Şeyh Vecîhüddin de (es-Simŧü’l-mecîd, vr. 33a) XVI. yüzyılın ikinci yarısında Hindistan’da faaliyet gösterdi.

Tarikat, Zeynüddin el-Hâfî’nin önde gelen halifelerinden Ebü’l-Fütûh Nûreddin Ahmed ve Abdülmu‘tî el-Mağribî vasıtasıyla Hicaz bölgesine girdi. Faaliyetlerini uzun süre Mekke’de sürdürdüğü için “şeyhü’l-Harem” unvanıyla anılan Abdülmu‘tî el-Mağribî, Osmanlı âlimlerinden Sahn-ı Semân müderrisi, “Ahaveyn” lakaplı Mevlânâ Muhyiddin’in şeyhidir. Zeynüddin el-Hâfî’nin diğer halifesi Ebü’l-Fütûh Nûreddin Ahmed ise daha çok Medine’de faaliyet gösterdi. Hâfî’nin yanı sıra diğer tarikat şeyhlerinden de hırka giyen Nûreddin Ahmed ile birlikte Zeyniyye tarikatında Tâceddin Abdurrahman b. Mes‘ûd, Seyyid Gazanfer b. Ca‘fer, Ahmed b. Ali eş-Şinnâvî, Safiyyüddin el-Kuşâşî, İbrâhim b. Hasan el-Kûrânî, Muhammed b. Ahmed İbn Akīle el-Mekkî (ö. 1150/1737) şeklinde devam eden bir silsile meydana geldi (Harîrîzâde, II, vr. 106b). Bu silsilede yer alan şeyhler daha çok Medine’de bulundu. Herat’ta faaliyet gösteren Muhammed Tebâdegânî’nin yanında yetişen ve yarım asırdan fazla Arabistan’da kaldığı belirtilen Mevlânâ Muhammed Horasânî çalışmalarını Mekke ve Medine ile Suriye’nin Halep şehrinde sürdürdü. Muhammed Horasânî’den önce Zeyniyye’nin Halep’te yayılmasını Zeynüddin’in halifelerinden Şeyh Abdülkerîm b. Abdülazîz sağladı. Vefatında (ö. 884/1479) 100 yaşını aşkın olduğu kaydedilen Şeyh Abdülkerîm, Kınnesrîn Kasrı denilen yerdeki Muhassab adlı eski bir mescidi tekkeye dönüştürerek irşad faaliyetine başladı, müridlerin sayısı artınca 855’te (1451) yanına ilâve bir bina (Kerîmiye Camii) yaptırdı.

Zeyniyye, Mısır’da muhtemelen Zeynüddin el-Hâfî’nin halifesi Seyyid Safiyyüddin el-Îcî tarafından yayıldı. Safiyyüddin’in ardından yerine oğlu Seyyid Muînüddin es-Safevî geçti, ondan 904 (1498-99) yılında Medine’de hilâfet alan Ahmed b. Mûsâ en-Nebtînî faaliyetlerini çoğunlukla bu şehirde sürdürdü. Seyyid Muînüddin’in kızından torunu Seyyid Îsâ da (Şeyh Kutbüddin Îsâ) Nebtînî’den icâzet aldı, bir müddet Medine’de kaldıktan sonra 939 (1532-33) yılı civarında Şam’a giderek burada hem tedrîs faaliyetinde bulundu hem de Zeyniyye’yi yaydı. İki defa Anadolu’ya seyahat ettiği belirtilen Seyyid Îsâ bu sırada Kanûnî Sultan Süleyman ile görüştü. İlk görüşmesinde padişahın kendisine Mısır hazinesinden 50 akçe maaş bağlattığı, ikincisinde buna 20 akçe daha ilâve ettiği, ayrıca nesli kesilinceye kadar çocuklarına 24 akçe maaş bağladığı belirtilmektedir (Gazzî, II, 233-234). Seyyid Îsâ faaliyetlerini daha sonra Mısır’da sürdürdü. Şam’da ise halifesi Muhammed el-Îcî, Sâlihiye bölgesinde kurduğu tekkede tedrîsle meşgul oldu, bu arada Zeyniyye’yi yaymaya devam etti, halkın yanı sıra ilmiye mensuplarından da geniş bir çevre edindi (a.g.e., III, 13, 125-126).

Tarikatın Mısır’da yayılmasında Zeynüddin el-Hâfî’nin halifelerinden Zülbânî (İbn Zülbânî) diye tanınan Ahmed b. Fakīh Ali ed-Dimyâtî’nin önemli katkılarının olduğu anlaşılmaktadır (Sehâvî, II, 32). Dimyâtî’den sonra silsile, her biri döneminin önde gelen âlimlerinden sayılan ve birçoğunun daha başka tarikatlardan da hilâfeti bulunan şu isimlerle devam etti: Zekeriyyâ el-Ensârî, Necmeddin Muhammed el-Gaytî, Sâlim b. Muhammed es-Senhûrî, Muhammed b. Alâeddin Bâbilî, Ahmed en-Nahlî el-Mekkî, Muhammed b. Ahmed İbn Akīle el-Mekkî. Bu silsileyi kaydeden Harîrîzâde, Zekeriyyâ el-Ensârî ile Necmeddin el-Gaytî arasında Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî’nin yer aldığına dair bir rivayetin olduğunu belirtir (Tibyân, II, vr. 106a-b). Zekeriyyâ el-Ensârî faaliyetlerini Salâhiye Dergâhı yanında, Mısır’ın birçok hankahında sürdürürken (Süyûtî, Nažmü’l-Ǿiķyân, s. 113) Necmeddin el-Gaytî, Salâhiye Dergâhı ile Siryakosa Dergâhı’nda görev yaptı (Gazzî, III, 51-53). Mâlikîler’in Mısır başkadısı olan Sâlim es-Senhûrî, vakfiyelerinde Şâfiî âlimlerine şart koşulduğu için bu iki dergâhın dışında bir yerde faaliyet göstermek zorunda kaldı. Senhûrî’nin ardından gelenlerin çalışmalarını daha çok Mısır dışında Hicaz bölgesi ve civarında sürdürdüğü tahmin edilmektedir (Öngören, Tarihte Bir Aydın Tarikatı: Zeynîler, s. 64-65).

Zeynüddin el-Hâfî, 824 (1421) yılında Kahire’de iken kendisine intisap eden önemli âlimlerden Kemâleddin İbnü’l-Hümâm ile Emînüddin Aksarâyî, Mısır’da ilmî faaliyetlerinin yanı sıra tarikat faaliyetlerinde de bulundu. İbnü’l-Hümâm yaklaşık dört yıl Eşrefiyye medrese ve hankahının müderrislik ve şeyhliğini yaptı, buradan ayrılınca yerine Emînüddin Aksarâyî getirildi. İbnü’l-Hümâm ayrıca 847-858 (1443-1454) yılları arasında Şeyhûniyye Hankahı’nın meşihatını yürüttü. Yetiştirdiği halifelerden meşhur âlim Seyfeddin İbn Kutluboğa da bir müddet Müeyyediyye Dergâhı’nda şeyhlik yaptı, ardından vefatına kadar Şeyhûniyye Hankahı’nın şeyhliğini sürdürdü. Emînüddin Aksarâyî’nin Eşrefiyye Medrese ve Hankahı’nda görev almadan önce Sargıtmeşiyye Medresesi ile Bâbülvezîr’in dışındaki Emîr Koca Türbesi’nin yer aldığı dergâhın şeyhliğini üstlendiği, Eşrefiyye’den sonra da Medresetü’l-Ayniyye’nin müderrislik ve şeyhliğini yürüttüğü belirtilmektedir (Sehâvî, VIII, 127-130; IX, 173-175, 261; X, 240-242; Süyûtî, Ĥüsnü’l-muĥâđara, I, 474, 478; Nažmü’l-Ǿiķyân, s. 177-178).

Zeyniyye’nin Anadolu’da yayılması Zeynüddin el-Hâfî’nin halifelerinden Ayasuluklu Şeyh Mehmed, Merzifonlu Abdürrahîm-i Rûmî ve Kudüslü Abdüllatîf el-Kudsî (el-Makdisî) gibi şeyhler vasıtasıyla gerçekleşti. Yetiştirip icâzet verdikleri arasında ǾUyûnü’t-tefâsîr’in müellifi Şehâbeddin Sivâsî’nin de yer aldığı Şeyh Mehmed, muhtemelen Anadolu’nun bazı


şehirlerinde faaliyet gösterdikten sonra Sivâsî ile birlikte Ayasuluk’a (bugünkü Selçuk) gidip vefatına kadar burada kaldı (Taşköprizâde, s. 31; Hoca Sâdeddin, II, 415). Zeynüddin el-Hâfî’nin kendisi için, “Bir aşk kütüğünü yaktık, diyâr-ı Rûm’a attık” dediği Abdürrahîm-i Rûmî, 832’de (1428-29) Horasan’dan memleketi Merzifon’a gelerek tekkesini kurdu, buradaki faaliyetleri sırasında II. Murad’dan maddî destek gördü. İstanbul ve Edirne gibi şehirleri dolaştığı anlaşılan Abdürrahîm-i Rûmî’nin müridleri arasında, Osmanlı âlimlerinden Hayâlî lakaplı Şemseddin Ahmed ile Kutbüddinzâde İznikî de bulunmaktadır. Taşköprizâde, Abdürrahîm-i Rûmî’nin Ali isimli bir halifesiyle birlikte fetihten önce İstanbul’a giderek Ayasofya’daki rahiplerle dinî münazaralar yaptığını, bunun sonucunda gizlice Müslümanlığı benimseyen kırk rahipten altısının fetih sırasında hayatta olduğunu söyler (eş-Şeķāǿiķ, s. 122-123).

Tarikatın Anadolu’da etki alanını genişletmesi ve Rumeli bölgesinde yayılması daha ziyade Abdüllatîf el-Kudsî ve yetiştirdiği halifelerinin gayretiyle gerçekleşti. Abdüllatîf el-Kudsî şeyhinden icâzet aldıktan sonra önce memleketi Kudüs’e gitti ve oradan Anadolu’ya geçti. II. Murad döneminde üç yıl kaldığı Anadolu’dan tekrar Kudüs’e, 840’tan (1436-37) sonra da Kahire’ye gitti, Memlük Sultanı el-Melikü’z-Zâhir Çakmak’tan umduğu desteği bulamayınca uzlete çekildi (Sehâvî, IV, 327-328). Kahire’den Şam yoluyla ikinci defa Anadolu’ya gelen Kudsî, Zilkade 851 (Ocak 1448) tarihinde vardığı Konya’da bir süre Sadreddin Konevî Zâviyesi’nde kaldı, Receb 855’te (Ağustos 1451) Konya’dan ayrılarak Bursa’ya gitti ve Rebîülevvel 856’da (Nisan 1452) burada vefat etti (Lâmiî, s. 550, 552). Abdüllatîf el-Kudsî’den sonra kabrinin yanına İranlı tüccar Hoca Bahşâyiş zâviye, mescid ve abdesthane yaptırdı; zâviyede posta Kudsî’nin halifesi Tâceddin İbrâhim Karamânî (Tâceddin Halife) oturdu. Bazı vakıfların tayin edildiği bu zâviye ve mescid için Fâtih Sultan Mehmed’in Yıldırım Camii’ne giden sudan bir hat bağlattığı nakledilir. Öte yandan Tâceddin Halife’nin Uludağ’da inzivaya çekildiği mahalde Kastamonulu Hoca Rüstem derviş hücreleri yaptırdı, yakınında bulunan hamam ve çevresinde inşa edilen binalarla birlikte burası halk arasında “Sûfîler yaylağı” diye anıldı.

Tâceddin Halife’ye mürid olanlar arasında kazaskerlerden Veliyyüddinzâde Ahmed Paşa ve Fâtih Sultan Mehmed’in çocukluğunda hocalığını yapan Bursalı Mevlâ Ayas gibi isimler vardır. Bursa’daki dergâhta Tâceddin Halife’den sonra yerine halifesi Abdullah Kastamonî geçti. Hacı Halife diye anılan Abdullah Kastamonî zamanında Bursa Zeyniyye Dergâhı’nın Hacı Halife Zâviyesi diye anılmaya başlanması, müridleri içinde II. Bayezid dönemi sadrazamlarından İbrâhim Paşa, kazaskerlerden Alâeddin Fenârî, kadılardan Şücâeddin İlyas Çelebi, Fâtih Sultan Mehmed’in hocalarından Hocazâde Muslihuddin Efendi’nin oğlu müderris Mehmed Efendi gibi şahsiyetlerin bulunması şeyhin halk, devlet adamları ve ilmiye mensupları nezdindeki etkisini ve şöhretini göstermektedir. Abdullah Kastamonî’nin ardından posta halifelerinden Bolulu Çelebi olarak tanınan Muhyiddin Mehmed oturdu. Kastamonî’nin Muhyiddin Esved diye bilinen diğer bir halifesi Bursa’da Karanfilli Bayır denilen yerde kurduğu tekkesinde (Karaca Muhyiddin Zâviyesi) faaliyet gösterdi. Kendisinden sonra posta Kastamonî’nin bir başka halifesi Abdülganî Efendi, ardından Abdülganî Efendi’nin müderris oğlu Mehmed Çelebi geçti. Bursa’daki merkez dergâhta Bolulu Çelebi’nin ardından Zeyniyye silsilesi Safiyyüddin Mustafa, Hocazâde Muslihuddin Mustafa, Tosyalı Şeyh Nasuh, Muallimzâde Muslihuddin Mustafa, Seyyid Ali, Mehmed Çelebi, Şeyh Abdülaziz, Şeyh Abdullah, Şeyh Mehmed b. Abdullah, Şeyh Mehmed b. Sa‘dî, Şeyh Kemâleddin, Şeyh Mehmed b. Kemal, Şeyh Mehmed b. Mehmed, Şeyh Sâdeddin, Şeyh Mustafa, Şeyh Ahmed (ö. 1189/1775) şeklinde devam etti. Şeyh Ahmed’den sonra dergâh Zeyniyye mensuplarının elinden çıktı.

Öte yandan Tosyalı Şeyh Nasuh’un Tireli halifesi Mustafa Efendi tarikat faaliyetlerini memleketinde kurduğu tekkesinde sürdürdü. Burada Mustafa Efendi’nin ardından posta kimin oturduğu bilinmemekle beraber tekkenin XVII. yüzyılda faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır (Mehmed b. Sa‘dî, vr. 4b). Nasuh Efendi’nin bir başka halifesi olan Seyyid Ali (Emîr Ali), Bursa’daki merkez dergâhta posta oturmadan önce bir müddet Tosya’da irşad faaliyetinde bulundu (Baldırzâde Mehmed Efendi, vr. 107a). Ayrıca Bursa’da Ali Paşa Tekkesi adıyla da bilinen Kāsım Subaşı Zâviyesi’nin Zeyniyye’ye mahsus olduğu ve bu tarikata ait Bursa Orhaneli ile Bursa’nın komşu şehri Bilecik’te de birer tekkenin yer aldığı bilinmektedir. Bilecik’teki tekkede Resul Efendi faaliyet gösterdi, onun yanında yetişen Abdülganî Efendi ise Bursa’da Kāsım Subaşı Zâviyesi’nde posta oturdu. Abdülganî Efendi’nin damadı ve halifesi Ankaralı Ahmed Kilimî (ö. 1057/1647) Kāsım Subaşı Zâviyesi’nin son Zeyniyye şeyhidir (a.g.e., vr. 57a-b; Belîğ, s. 183-184; Mehmed Şemseddin, s. 464-465). Tekke daha sonra başka tarikat mensuplarının tasarrufuna geçti.

Zeyniyye, Abdüllatîf el-Kudsî’nin bir diğer halifesi Pîr Mehmed b. Kutbüddin el-Hûyî vasıtasıyla Eğridir ve civarında yayıldı. İran’dan Hamîd-ili’ne gelip yerleştiği için “Hamîdî” nisbesiyle de anılan ve halk arasında Pîrî Halife diye bilinen Pîr Mehmed tarikat faaliyetlerini, kayınpederi Şeyhülislâm Berdaî adına XV. yüzyılın ilk yarısında Hamîd-ili Valisi Hızır Bey tarafından Eğridir’de yaptırılan zâviyede sürdürdü. Kendisinden sonra yerine oğlu Mehmed Çelebi geçti, onun ardından bir müddet boş kalan tekkede Mehmed Çelebi’nin kızı tarafından torunu Burhâneddin Efendi posta oturdu. Müridleri arasına katılan Kanûnî Sultan Süleyman’ın sadrazamlarından Rüstem Paşa’nın ricası üzerine İstanbul’da Küçük Ayasofya Zâviyesi’nde bir yıla yakın irşad faaliyetinde bulunan Burhâneddin Efendi tekrar Eğridir’e döndü, bu sırada padişah tarafından kendisine Eğridir gölü içerisinde yer alan Nis adasındaki gayri müslimlerin haracından 30 akçe maaş bağlandı. Burhâneddin Efendi’nin ardından tekkenin meşihatını bir müddet için halifelerinden Uluborlulu Abdülvehhâb Efendi’nin üstlendiği anlaşılmaktadır. Şeyh Abdülvehhâb, Burhâneddin Efendi’nin küçük oğlu Ahmed Efendi’yi yetiştirip hilâfet verdikten sonra makamını ona bıraktı (Şerîf Efendi, vr. 5b-12b, 31b-32a, 34a, 42a, 46a-47b). Burhâneddin Efendi’nin bir diğer halifesi Şeyh Velî, tarikat faaliyetlerini Hamîd-ili’ne bağlı memleketi Ağras kasabasındaki zâviyesinde sürdürdü (Atâî, s. 605).

Pîr Mehmed ile başlayıp oğlu Mehmed Çelebi ile devam eden silsile vasıtasıyla Zeyniyye Hamîd-ili’nde yaygınlaşırken Pîr Mehmed’in bir başka halifesi Muhyiddin Kocevî (ö. 885/1480) vasıtasıyla da İstanbul’a uzandı. Fatih’te Âşıkpaşa mahallesinde Karanlık Mescid adıyla bilinen mescidi yaptıran ve yanına zâviyesini kurarak tarikat faaliyetlerini başlatan Muhyiddin Kocevî’nin ardından makamına Gündüz/Gündüzlü Muslihuddin diye anılan halifesi Muslihuddin Mustafa geçti (Taşköprizâde, s. 248, 537; Ayvansarâyî, I, 173). Bu dönemde Fatih’te en az iki Zeyniyye tekkesi daha kuruldu. Bunlardan Vefa semtindeki


tekkede Abdüllatîf el-Kudsî’nin halifesi Şeyh Vefâ olarak bilinen Muslihuddin Mustafa faaliyet gösterdi. Haydar mahallesinde kurulan diğer tekkenin meşihatını ise Kudsî’nin diğer halifesi tarihçi Âşıkpaşazâde üstlendi. Şeyh Vefâ, daha önce Karamanoğlu İbrâhim Bey’in Konya Meram’da onun adına inşa ettirdiği cami ve hankahta şeyhlik yaptı. Muhtemelen 868’den (1464) sonra İstanbul’a gelerek Fâtih Sultan Mehmed tarafından adına nisbetle Vefa diye anılacak semtte yaptırılan cami-tekkede faaliyetini sürdürdü. Müridleri arasına Sinan Paşa, Molla Lutfi, Bursalı Ahmed Paşa, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi gibi ilim ve devlet adamlarının; Sinoplu Safâyî, Balıkesirli Zâtî, Edirneli Sabâyî, Rumelili Şem‘î, Hattat Kāsım, Hattat Abdülmuttalib b. Seyyid Murtazâ gibi şair ve sanatkârların katıldığı Şeyh Vefâ’dan sonra Zeyniyye tarikatında Vefâiyye diye anılan bir kol meydana geldi, bu kol Ali Dede, Dâvud Vefâî Rûmî, Abdüllatîf Vefâî Rûmî gibi şeyhlerle devam etti (DİA, XXXI, 269-270). Fatih Haydar’daki tekkede faaliyet gösteren Âşıkpaşazâde’nin ardından yerine damadı ve halifesi Seyyid Velâyet geçti. Onun ardından silsile oğlu Derviş Mehmed, diğer oğlu Mustafa Çelebi ve damadı Gazzâlîzâde Abdullah Efendi ile sürdürüldü. Tekkeye bazı ihtiyaçları için Cemâziyelâhir 907 (Aralık 1501) tarihinde II. Bayezid’in kızı Fatma Sultan’ın vakıflar tahsis ettiği görülmektedir (İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953 [1546], s. 275-276). Bu dönemde İstanbul Sarıgazi köyünde de Zeyniyye’ye ait bir zâviyenin bulunduğu anlaşılmaktadır (Öngören, Tarihte Bir Aydın Tarikatı: Zeynîler, s. 163-164).

Zeyniyye Rumeli’de Edirne ve Ferecik (bugün Yunanistan’da) zâviyeleri vasıtasıyla yayıldı. Edirne’deki zâviyede “Debbâğlar imamı” diye bilinen Muslihuddin Halife posta oturdu. Ferecik’te ise Abdüllatîf el-Kudsî’nin halifelerinden Sinan/Sinâneddin Ferevî faaliyet gösterdi. Aynı zamanda zâviyenin kurucusu olan ve pek çok müridi olduğu belirtilen Sinan Ferevî, etkili duası ve sohbetleri dolayısıyla Fâtih Sultan Mehmed tarafından birkaç defa sefere götürüldü. Bu zâviyede Sinan Efendi’nin oğlu Şeyh Ali de şeyhlik yaptı. Aynı dönemde Anadolu’nun İzmit ve Muğla şehirlerinde de Zeyniyye zâviyelerinin kurulduğu anlaşılmakta, daha önce adı geçenlerin yanı sıra Molla Fenârî, Musannifek, Fenârî Hasan Çelebi gibi dönemin üst düzey âlimlerinin de tarikata intisap ettiği görülmektedir.

XV. yüzyılın başlarında Herat’ta kuruluşunun ardından geniş bir coğrafyada yayılan Zeyniyye XVI. yüzyıldan itibaren etkisini yitirmeye başladı. Kuruluş döneminde şeriat ilimlerine de vâkıf âlim şeyhler tarafından temsil edildiği için ulemâ ve yöneticileri cezbeden tarikatın sonraki dönemlerde bu niteliklere sahip şeyhler çıkaramadığından eski itibarını koruyamadığı söylenebilir. Öte yandan Horasan ve çevresinde Ubeydullah Ahrâr ile temsil edilen Nakşibendiyye’nin etkili olması, Osmanlı coğrafyasında birtakım siyasal ve sosyal gelişmeler sonucu Halvetiyye, Bayramiyye ve Nakşibendiyye gibi tarikatların öne çıkması Zeyniyye’yi geri plana itmiştir denilebilir. Bazı kayıtlardan Hicaz bölgesiyle Suriye, Mısır ve çevresinde Zeyniyye silsilelerinin XIX. yüzyılın başlarına kadar etkisini sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Ayrıca 1890’lı yıllarda Kuzey Afrika ülkelerinde yapılan sosyolojik-etnolojik çalışmalar sırasında Cezayir’de faaliyeti tesbit edilen on iki tarikattan birini 3000 müridiyle Zeyniyye’nin teşkil etmesi tarikatın bu coğrafyada sürdüğünü ve Kuzey Afrika’nın değişik ülkelerine yayıldığını göstermektedir. Anadolu’daki Zeyniyye tekkeleri içinde diğerlerine göre daha uzun ömürlü olduğu anlaşılan Bursa dergâhı ancak XVIII. yüzyılın ortalarına kadar devam edebildi, bu tarihten sonra başka tarikatların tasarrufuna geçti.

Zeyniyye tarikatında benimsenen usul ve âdâb büyük ölçüde Zeynüddin el-Hâfî’nin eserlerine, özellikle de el-Veśâya’l-Ķudsiyye’ye ve Menhecü’r-reşâd’a dayanmaktadır. Zeyniyye’nin bağlı bulunduğu Sühreverdiyye’nin kurucusu Şehâbeddin es-Sühreverdî’nin ǾAvârifü’l-maǾârif’i ile Ehl-i sünnet inançlarını kaydettiği İǾlâmü’l-hüdâ ve Ǿaķīdetü erbâbi’t-tüķā adlı eseri de Zeyniyye’nin âdâb ve prensipleri için temel kaynaklardandır. Tarikatta adı geçen eserlerin okutulması sebebiyle şeriat-hakikat birlikteliği sağlanmış, Sünnî çizgi bozulmadan sürdürülebilmiştir. Zeyniyye’de uygulanan zikir şekli, Sühreverdiyye’de olduğu gibi oturarak (kuûdî) ve sesli (cehrî/celî) olarak kelime-i tevhid çekmekten ibarettir. Vefâiyye kolunda devran zikri de uygulanmıştır. Öte yandan Zeynüddin el-Hâfî’nin derlediği evrâd (Gümüşhânevî, II, 612-615) gün boyu belirli zamanlarda okunmakta, ayrıca müridlerin ilmî faaliyetleri için belli vakitler tahsis edilmektedir. Tasavvuf eğitiminde şeyhe kalbî bağlılığın (râbıta) ve şeyhin ruhaniyetinden yardım beklemenin (istimdat) gerekliliğini vurgulayan Hâfî, tasavvufta dünya nimetlerine ve imkânlarına hiç sahip olmama ya da sahip olup sevgisini gönle sokmama şeklinde anlaşılan zühd prensibinden birincisini tercih etmiş, müridlerin mal mülk edinmemeleri ve seyrüsülûk sırasında evlenmemeleri esasını tarikatın bir prensibi şeklinde ortaya koymuştur (Risâle, vr. 84a-87b). Ayrıca Zeynüddin el-Hâfî’nin ileri gelen halifesi Abdüllatîf el-Kudsî ile birlikte Zeyniyye’ye “def‘i zarar, celb-i menfaat, ihvâna yardım, düşmana mukabele için teveccüh” prensiplerinin girdiği, Kudsî’nin bu prensipleri Hâfî’den önceki şeyhi Abdülaziz Fernevî’den aldığı belirtilmektedir. Zeyniyye tarikatında on iki terkli taç kullanılmıştır. Mahmûd b. Nefes eş-Şa‘bânî, Asr-ı saâdet’te dal taç, arakiye benzeri örme taç, tek terkli taç ve on iki terkli taç olmak üzere dört çeşit kalensüve giyildiğini, bunlardan dal tacı Halvetîler’in, tek terkli tacı Bektâşîler’in, on iki terkli tacı Zeynîler’in tevarüs ettiğini belirtmektedir (Risâle-i Tâciyye, vr. 20b). Zeyniyye’nin Vefâiyye kolunda ise yirmi dört dilimli taç giyilmiştir (Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin, s. 75-76).

BİBLİYOGRAFYA:

Zeynüddin el-Hâfî, Menhecü’r-reşâd, Süleymaniye Ktp., İsmihan Sultan, nr. 283, vr. 4b-77a; a.mlf., el-Veśâya’l-Ķudsiyye, Süleymaniye Ktp., Murad Buhârî, nr. 210, vr. 2b-44b; a.mlf., Risâle, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1391, vr. 84a-87b; Kutbüddinzâde İznikî, et-TaǾbîrü’l-münîf ve’t-teǿvîlü’ş-şerîf, Süleymaniye Ktp., Hasan Hayri, nr. 112, vr. 195a, 207a; Âşıkpaşazâde, Târih, s. 264-266; Ahmet Paşa Divanı (nşr. Ali Nihat Tarlan), Ankara 1992, s. 41-42; Eğirdir Zeynî Zâviyesi ve Şeyh Mehmed Çelebi Divanı: Hızırnâme (haz. Mehmed Necmeddin Bardakçı), Isparta 2008, hazırlayanın girişi, s. 15-44; Sehâvî, eđ-Đavǿü’l-lâmiǾ, tür.yer.; Ali Şîr Nevâî, Nesâyimü’l-mahabbe min şemâyimi’l-fütüvve (haz. Kemal Eraslan), İstanbul 1979, s. 9, 396-398, 400-406; a.mlf., Mecâlisü’n-nefâyis (haz. Hüseyin Ayan v.dğr.), Erzurum 1995, s. 28, 153; Reşehât Tercümesi, s. 155, 350-351; Süyûtî, Ĥüsnü’l-muĥâđara, I, 474, 478; a.mlf., Nažmü’l-Ǿiķyân (nşr. Philip K. Hitti), Beyrut, ts. (el-Mektebetü’l-ilmiyye), s. 113, 177-178; Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 528-529, 534, 549-556, 559-562, 578, 682; Safâyî, Manzûme-i Vesâyâ-yı Şeyh Vefâ, Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2154, vr. 17b, 18b; İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953 (1546), s. 159, 275-276; Taşköprizâde, eş-Şeķāǿiķ, tür.yer.; Mahmûd b. Nefes eş-Şa‘bânî, Risâle-i Tâciyye fî tarîkı’s-sûfiyyeti’s-sâfiyyeti’l-Mustafaviyye, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 2395, vr. 20b; Radıyyüddin İbnü’l-Hanbelî, Dürrü’l-ĥabeb fî târîħi aǾyâni Ĥaleb (nşr. Mahmûd Hamed el-Fâhûrî-Yahyâ Zekeriyyâ Abbâre), Dımaşk 1973, I/2, s. 839-840; Mecdî, Şekāik Tercümesi, s. 129-130, 259; Hoca Sâdeddin, Tâcü’t-tevârîh, İstanbul 1280, tür.yer.; Âlî Mustafa Efendi, Künhü’l-ahbâr, İÜ Ktp., TY, nr. 5959, vr. 379a; Atâî, Zeyl-i Şekāik, s. 63-64, 77-78, 80, 605; Şerîf Efendi, Menâkıbü’l-evliyâ, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 4552, vr. 5b-12b, 31b-34a,


42a-b, 46a-47b; Baldırzâde Mehmed Efendi, Vefeyâtnâme, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1381, tür.yer.; Gazzî, el-Kevâkibü’s-sâǿire, tür.yer.; Mehmed b. Sa‘dî, Bursa Vefeyâtı (nşr. Kadir Atlansoy, “Edebiyat Tarihi Kaynağı Olarak Bursa Vefeyâtnâmeleri I”, Osm.Ar., XVIII [1998] içinde, s. 51-67), vr. 3a-4b; Hulvî, Lemezât-ı Hulviyye, Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 281, vr. 285b; Kuşâşî, es-Simŧü’l-mecîd fî telķīni’ź-źikr li-ehli’t-tevĥîd, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1197, vr. 33a-b, 44a-b, 62a-b; Sarı Abdullah Efendi, Semerâtü’l-fuâd, İstanbul 1288, s. 140-141; Evliya Çelebi, Seyahatnâme (haz. Orhan Şaik Gökyay), İstanbul 1996, I, 165; Muhibbî, Ħulâśatü’l-eŝer, II, 204, 243-244; IV, 39-40; Belîğ, Güldeste, s. 97-107, 171-172, 183-184, 246-247; Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 154, 173; Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin, Traktat Über die Derwischmützen: Risāle-i Tāciyye (nşr. H. Anetshofer-Hakan T. Karateke), Leiden 2001, s. 75-76; Harîrîzâde, Tibyân, II, vr. 59b-60a, 102a, 106a-107b; Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî, MecmûǾatü’l-aĥzâb, [baskı yeri ve tarihi yok], II, 612-615; Sicill-i Osmânî, IV, 491, 609; Mehmed Şükrü, Silsilenâme-i Sûfiyye, Hacı Selimağa Ktp., Hüdâyî Efendi, nr. 1098, vr. 53-54; Osmanlı Müellifleri, I, 90, 114; II, 17; M. Râgıb et-Tabbâh, İǾlâmü’n-nübelâǿ bi-târîħi Ĥalebe’ş-şehbâǿ, Halep 1344/1925, V, 301-302, 304; Hüseyin Vassâf, Sefîne, I, 263-264, 266-269; Abdülhay el-Hasenî, Nüzhetü’l-ħavâŧır, III, 77-78; IV, 217; Rıfkı Melûl Meriç, Edirne’nin Tarihi ve Mimari Eserleri Hakkında, İstanbul 1963, s. 37, 45, 50; Konyalı, Konya Tarihi, s. 552-556; Mustafa Kara, Bursa’da Tarikatlar ve Tekkeler, Bursa 1990, I, 108; Mehmed Şemseddin [Ulusoy], Bursa Dergâhları: Yâdigâr-ı Şemsî (nşr. Mustafa Kara-Kadir Atlansoy), Bursa 1997, s. 365-380, 464-465, 479; Reşat Öngören, Tarihte Bir Aydın Tarikatı: Zeynîler, İstanbul 2003, tür.yer.; a.mlf., “Muslihuddin Mustafa”, DİA, XXXI, 269-270; a.mlf., “Sühreverdiyye”, a.e., XXXVIII, 42-45; H. J. Kissling, “Einiges über den Zejnîje Orden im Osmanischen Reiche”, Isl., XXXIX (1964), s. 143-179; Kadir Özköse, “Başlangıcından Günümüze Kadar Afrika’da İslâm ve Tasavvuf”, Tasavvuf, sy. 7, Ankara 2001, s. 161-162; Semih Ceyhan, “Osmanlı Tâcnâme Literatürüne Göre Derviş Tacı ve Abdullah Salâhaddîn-i Uşşâkī’nin Cevâhir-i Tâc-ı Hilâfet Risâlesi”, İslâm Araştırmaları Dergisi, sy. 25, İstanbul 2011, s. 122, 141; M. Baha Tanman, “Âşık Paşa Külliyesi”, DBİst.A, I, 366.

Reşat Öngören