ZEYNEB bint ALİ

(زينب بنت علي)

Zeyneb el-Kübrâ bint Alî b. Ebî Tâlib el-Hâşimiyye

(ö. 62/682 [?])

Hz. Ali ile Fâtıma’nın en büyük kızları.

Yaygın kabule göre Şâban 5 (Ocak 627) tarihinde Medine’de doğdu (diğer görüşler için bk. M. Hüseyin el-Hâirî, II, 164). Ağabeyleri Hasan ile Hüseyin’in ve bazı rivayetlere göre ise ölü doğan veya doğduktan hemen sonra ölen Muhassin’in (Muhsin) ardından dünyaya geldi. Bazı kaynaklarda, onun doğumundan kısa süre önce vefat eden teyzesi Zeyneb’in adının bizzat Hz. Peygamber tarafından kendisine verildiği zikredilmekle birlikte Zeyneb’in vefatının 8. yılın Safer ayında (Haziran 629) olduğunun bilinmesi bu rivayeti zayıflatmaktadır. Hz. Ali’nin diğer bir hanımından olup kendisiyle aynı adı taşıyan küçük kardeşinden ayırt edilmesi için Zeyneb el-Kübrâ diye anıldığı gibi ömrü boyunca birçok zorlukla karşılaştığı için “Ümmü’l-mesâib” künyesiyle de anılmıştır (AǾyânü’ş-ŞîǾa, VII, 137).

Hayatına dair bilgiler daha çok menkıbe türündendir. Hz. Fâtıma’nın vefatı esnasında bütün kardeşlerinin bakımını kendisine vasiyet ettiğine dair rivayetlerin, o sırada küçük bir çocuk olan Zeyneb’in daha sonraki dönemlerde aile fertlerinin yaşadığı sıkıntılara katlanıp onları nasıl himaye ettiğini göstermek üzere üretilmiş haberler olduğu söylenebilir. Annesinin ölümünün ardından Hz. Ali’nin Fâtıma’dan sonraki eşlerinin (Ümmü’l-Benîn bint Hizâm, Leylâ bint Mes‘ûd, Esmâ bint Umeys) gözetiminde büyüdü. Eğitimiyle bizzat babası ilgilendi. Onun kontrolü altında tahsilli, akıllı ve basîretli bir genç kız olarak yetiştiğinden kendisine “Akīletü Benî Hâşim” lakabı verildi. Henüz çocukken bile bazı meselelerde verdiği cevaplarla babasını şaşırttığı rivayet edilmektedir. Genç kızlık döneminde özellikle kadınlar sorularına cevap bulmak için kendisine başvuruyordu (Muhammed el-Hassûn-Ümmü Ali Meşkûr, s. 381, 392). Evlilik çağına geldiğinde birçok tâlibi bulunmasına rağmen babası onu amcası Ca‘fer b. Ebû Tâlib’in oğlu Abdullah ile evlendirdi. Abdullah babasının Habeşistan’a hicret ettiği dönemde dünyaya gelmiş cömertliğiyle meşhur bir sahâbî idi. Bu evlilikten Ali, Avn, Muhammed, Abbas ve Ümmü Külsûm adlı çocukları doğdu (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, VII, 133; Süyûtî, s. 6; bazı kaynaklarda Muhammed ve Abbas yerine Ca‘fer ve Ümmü Abdullah adları zikredilmektedir, meselâ bk. Mus‘ab b. Abdullah ez-Zübeyrî, s. 82-83). Avn ile Muhammed, Kerbelâ’da şehid düştü. Ümmü Külsûm’ü dayısı Hz. Hüseyin’in sağlığında Muâviye oğlu Yezîd’e istedi, ancak babası Abdullah bu konudaki kararı Hüseyin’in vermesini istedi. Hz. Hüseyin teklifi kabul etmedi ve Ümmü Külsûm’ü Kāsım b. Muhammed b. Ca‘fer ile evlendirdi (AǾyânü’ş-ŞîǾa, VII, 137).

Hz. Ali’nin hilâfeti döneminde Zeyneb kocası Abdullah’la birlikte Kûfe’ye yerleşti. Abdullah, Sıffîn Savaşı’nda Hz. Ali’nin kumandanlarındandı. Muâviye’nin, oğlu Yezîd için halktan biat aldığı dönemde Yezîd’e biat etmemesine rağmen her ikisinin de kendisine saygı gösterdiği zikredilmektedir (Âişe Abdurrahman, s. 36-37). Kerbelâ Vak‘ası’ndan önce birçok yakını gibi Abdullah b. Ca‘fer de Hz. Hüseyin’i Kûfeliler’in davetine icabet etmemesi konusunda uyarmış, ancak sonuç alamamıştı (İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 40-41). Kerbelâ Vak‘ası’nda Abdullah, Medine’de kaldığı halde Zeyneb’in kocasını bırakıp iki oğluyla birlikte Hüseyin’in yanında nasıl yer alabildiği konusu tam olarak vuzuh kazanmamıştır. Bu hususta iki ihtimalden söz edilmiştir. İlkine göre Abdullah, Zeyneb’i bu tarihten önce boşamıştır. Tarihi tesbit edilememekle birlikte Abdullah’ın Zeyneb’i boşadıktan sonra onun küçük kardeşi Zeyneb es-Suğrâ ile evlendiği bilinmektedir (İbn Hazm, s. 33; Âişe Abdurrahman, s. 43; Mûsâ M. Ali, s. 118-119). Bazı kaynaklarda kaydedilen ikinci ihtimale göre ise o tarihte Zeyneb’in henüz boşanmamış olduğu ve kocasının izniyle Hz. Hüseyin’in yanında yer aldığı zikredilmektedir (AǾyânü’ş-ŞîǾa, VII, 137).

Zeyneb, Sünnî kültürüne nisbetle Şiî kültüründe daha çok ön plana çıkmıştır. Kendisi bilhassa Kerbelâ Vak‘ası’nda ve sonrasındaki rolü bakımından önem arzetmektedir; zira bu olayda Hz. Hüseyin en önemli kişi ise Zeyneb de en önemli kadındır. Yezîd’in askerlerinin onları kuşatıp çatışmalar başladığında yaralananların tedavi ve bakım işini ailenin en yaşlı kadını sıfatıyla Zeyneb yönetmiş, kadın ve çocukları o korumuştur. Kerbelâ Vak‘ası sırasında hastalığı dolayısıyla çatışmalara katılamayan, kendisini çadırında öldürmek isteyen askerlerin saldırısından Ömer b. Sa‘d’ın gayretiyle kurtulan Zeyneb, huzuruna getirilenler arasında Zeynelâbidîn’in de bulunduğunu anlayan Kûfe Valisi Ubeydullah b. Ziyâd’ın onu öldürtmek istemesi üzerine yeğeninin üstüne kapanmış, bunun için önce kendisini öldürmesi gerektiğini söylemiş, böylece valinin azmini kırmış ve Zeynelâbidîn’i kurtarmıştır (Taberî, III, 337). Kûfe’de ve ardından götürüldüğü Dımaşk’taki benzer davranışları sebebiyle Zeyneb bazı kaynaklarda Hz. Peygamber’in soyunu yok olmaktan koruyan kişi olarak da zikredilmektedir (D’Souza, XVII/1 [1998], s. 45).

Zeyneb ve yanındakiler Dımaşk’ta birkaç gün tutuldu, ardından Nu‘mân b. Beşîr’in himayesinde Medine’ye dönmelerine izin verildi. Zeyneb, Medine’ye döndükten sonra kendilerine yol boyunca eşlik eden ve onlara iyi davranan Nu‘mân b. Beşîr’e üzerlerindeki bütün takıları hediye etmek istemiştir. Zeyneb’in, Medine’ye dönmesine izin verildiği sırada Kerbelâ’da şehid edilen aile fertlerinin Dımaşk’a getirilen kesik başları Kerbelâ’da defnedilmedikçe oradan ayrılmak istemediğine dair yorumlar ve geleneksel kabuller (a.g.e., s. 46-47) ihtiyatla karşılanmalıdır. Şehidlerin vücutlarının Kerbelâ’da defnedildiğinde şüphe bulunmamakla birlikte başlarının nereye gömüldüğü kesin olarak bilinmediğinden Zeyneb’in onları Kerbelâ’da defnettirmeyi başardığını kabul etmek mümkün değildir.

Zeyneb’in vefat tarihi ve yeri konusunda da ihtilâf vardır. 14 Receb 62 (29 Mart 682) tarihinde veya 65 (684) yılında Kahire’de, Dımaşk’ta yahut Medine’de vefat ettiğine dair rivayetler mevcuttur (Ahmed Şerebâsî, s. 69; AǾyânü’ş-ŞîǾa, VII, 140; DİA, XXXVIII, 46). Onun 14 Receb’de vefat ettiğini kabul eden Şiîler her yılın bu gününde kendisini anmak üzere tâziye meclisleri akdetmektedir (Mûsâ M. Ali, s. 64; Dâǿiretü’l-maǾârifi’l-İslâmiyyeti’ş-ŞîǾiyye, XIII, 107). Çeşitli kaynaklarda mezarının Kahire’de veya Dımaşk’ta olduğu zikredilmekle


beraber Dımaşk’ın güneydoğusunda yer alan ve önceleri Râviye köyü, günümüzde Seyyide (Sitti) Zeyneb mahallesi adını alan yerde ona nisbet edilen kabrin aslında küçük kardeşi Zeyneb’e (Mûsâ M. Ali, s. 119), Kahire’de Kanâtıru’s-sibâ‘ ismiyle bilinen yerde bulunduğu zikredilen mezarın ise (Kehhâle, II, 99) Zeyneb bint Yahyâ’ya ait olduğu, gerçekte ise onun kabrinin Medine’de bulunması gerektiği de söylenmektedir (AǾyânü’ş-ŞîǾa, VII, 140-141). Zeyneb’in Medine’ye döndükten sonra bir daha buradan ayrılıp ayrılmadığı tesbit edilemediğinden kabrini Medine dışında gösteren rivayetler ihtiyatla karşılanmalıdır. Kahire’de ve özellikle Dımaşk’taki makamı önemli bir ziyaretgâhtır.

Fesahat ve belâgatta babasına benzetilen Zeyneb’in Kûfe’de valinin yanına götürülürken halka hitaben, ayrıca Ubeydullah b. Ziyâd’ın huzurunda yaptığı konuşmalar ve ardından götürüldüğü Dımaşk’ta Yezîd b. Muâviye ile arasında cereyan eden muhâverede söylediği sözler meşhurdur (Taberî, III, 339; İbn Asâkir, LXIX, 176-177). Kûfeliler’e hitabında ana tema onların Hz. Ali’ye ve Hüseyin’e ihanetleridir. Yezîd’in huzurunda söylediği sözler ise kendi soyunun Yezîd’in soyuna göre üstünlüğü ve davalarının haklılığıyla ilgilidir. Bu sözlerinin Şiîler nezdinde aşure günü yapılan merasim kadar önemli bir merasimle anıldığı zikredilmektedir (Hyder, s. 164). Aileye liderlik yapacak yetişkin bir erkeğin kalmadığı o dönemde Zeyneb’in bu faaliyetleri onu Ehl-i beyt’in önderi konumuna yükseltmiştir.

Birçok yönden de annesi Fâtıma’ya benzetilen Zeyneb’in, kocası Abdullah gibi cömert olduğu, eline geçen her şeyi yoksullara dağıttığı ve gecelerini nâfile ibadetle ihya ettiği kaydedilmektedir. Hz. Fâtıma, Hz. Ali, Hasan, Hüseyin ve Esmâ bint Umeys’ten rivayetleri bulunan Zeyneb’den kocası Abdullah b. Ca‘fer yanında, Abdullah b. Abbas, Muhammed b. Amr, Atâ b. Sâib, Abbâd el-Âmirî ve yeğeni Fâtıma bint Hüseyin gibi isimler hadis rivayet etmiştir. Zeyneb, Şiî kültürünün önemli unsurlarından olan muharrem meclislerinde ve Kerbelâ şehidlerinin anıldığı “tâziye”lerde adı zikredilen başlıca karakterlerden biridir. Onun Dımaşk’ta bulunduğu süre zarfında ikamete tâbi tutulduğu evde Kerbelâ’da vuku bulan hadiseleri anlatmak için yaptığı konuşmalar ve ölmüş aile fertleri için yas tutması, sonraki Şiî kültürünün önemli bir parçası haline gelen ve “meclis” diye adlandırılan tâziye toplantılarının ilk örneği olarak gösterilmektedir (D’Souza, XVII/1 [1998], s. 46). Zeyneb hakkında gerek Sünnî gerek Şiî literatüründe mensur ve manzum birçok eser telif edilmiştir (geniş bir liste için bk. Abdülcebbâr er-Rifâî, VI, 75-81; Muhammed el-Hassûn-Ümmü Ali Meşkûr, s. 398-400). Batı dillerinde de onun İslâm toplumunda kadının yeri bakımından temsil ettiği konumla bugünkü Şiî kültüründeki yerini özellikle sosyal ve tarihsel açıdan inceleyen tez, kitap ve makale türünden çok sayıda çalışma yapılmıştır (meselâ bk. The women of Karbala: ritual performance and symbolic discourses in modern Shi’i Islam, ed. Kamran Scot Aghaie, Austin: University of Texas Press, 2005).

BİBLİYOGRAFYA:

Mus‘ab b. Abdullah ez-Zübeyrî, Nesebü Ķureyş (nşr. E. Lévi-Provençal), Kahire 1982, s. 82-83; Taberî, Târîħ, Beyrut 1407/1987, III, 305-342; İbn Hazm, Cemhere (nşr. E. Lévi-Provençal), Kahire 1948, s. 33; İbn Asâkir, Târîħu Dımaşķ (Amrî), LXIX, 174-178; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 37-41, 56, 58-59, 79, 81-82, 85-86; a.mlf., Üsdü’l-ġābe, VII, 132-133; Süyûtî, el-ǾAcâcetü’z-zernebiyye fi’s-sülâleti’z-Zeynebiyye (nşr. Saîd Muhammed el-Lahhâm), Beyrut 1417/1996, s. 6; Kehhâle, AǾlâmü’n-nisâǿ, II, 91-99; AǾyânü’ş-ŞîǾa, VII, 137-141; Âişe Abdurrahman, es-Seyyide Zeyneb baŧaletü Kerbelâǿ, [baskı yeri yok], 1392/1972 (Dârü’l-hilâl), s. 36-37, 43; M. Hüseyin el-Hâirî, Terâcimü aǾlâmi’n-nisâǿ, Beyrut 1407/1987, II, 164-165; Ahmed Şerebâsî, Ĥafîdetü’r-resûl: Nefeĥât min sîreti’s-Seyyide Zeyneb, Kahire, ts. (Dârü’l-kavmiyye), s. 69; Mûsâ M. Ali, ǾAķīletü’ŧ-ŧuhr ve’l-kerem es-Seyyide Zeyneb, Beyrut 1405/1985, s. 63-89, 118-119; Muhammed el-Hassûn-Ümmü Ali Meşkûr, AǾlâmü’n-nisâǿi’l-müǿminât, [baskı yeri yok], 1411 (İntişârât-ı Üsve), s. 380-400; Abdülcebbâr er-Rifâî, MevsûǾatü meśâdiri’n-nižâmi’l-İslâmî: el-Merǿe ve’l-Ǿüsre fi’l-İslâm, Kum 1375/1417, VI, 75-81; Syed Akbar Hyder, “Sayyedeh Zaynab: The Conqueror of Damascus”, The Women of Karbala (ed. Kamran Scot Aghaie), Austin 2005, s. 161-181; Diane D’Souza, “The Figure of Zaynab in Shî‘î Devotional Life”, The Bulletin, XVII/1, Hyderabad 1998, s. 31-53; Ethem Ruhi Fığlalı, “Abdullah b. Ca‘fer b. Ebû Tâlib”, DİA, I, 89; Hilal Görgün, “Sükeyne bint Hüseyin”, a.e., XXXVIII, 45-46; Dâǿiretü’l-maǾârifi’l-İslâmiyyeti’ş-ŞîǾiyye (haz. Hasan el-Emîn), Beyrut 1423/2002, XIII, 106-107.

Halit Özkan