ZARURİ

(الضروري)

Zorunlu, kaçınılması imkânsız olan anlamında mantık ve felsefe terimi.

Sözlükte “ihtiyacın zorunlu kıldığı şey, insanın mecbur kaldığı, yapma veya yapmama hususunda seçme imkânına sahip olmadığı durum” anlamına gelen zarûrî kelimesi mantık, felsefe, kelâm gibi ilimlerde “herhangi bir çaba harcamadan kendiliğinden meydana gelen tasavvur, bilgi, hüküm” diye açıklanır ve “kıyas, istidlâl, istikrâ gibi yöntemlere başvurup zihnî çaba harcamak suretiyle edinilen bilgi” anlamındaki nazarî ve kesbînin karşıtı olarak kullanılır. Fahreddin er-Râzî (ö. 606/1210) sonrasında zaruri yerine daha çok bedîhî terimine yer verilmiştir. Ancak bedîhî kavramının bazan -sezgi, tecrübe gibi başka bilgi kaynaklarının etkisinin bulunduğu zaruri bilgilerin dışında- özellikle aklın bu tür kaynaklarla ilgi kurmadan sadece doğrudan kavradığı apaçık bilgiler için kullanılması da söz konusudur. İnsan zihninin sıcaklık ve soğukluk tasavvuru, yine bir şeyin hem doğru hem yanlış olamayacağına ilişkin hükmü böyledir (et-TaǾrîfât, “Bedîhî” md.; Tehânevî, I, 158).

Mantığın en temel kavramlarından olan zaruri Fârâbî’ye göre “değişmesi ve yanlışa dönüşmesi imkânsız olan, başlangıçta olumlu veya olumsuz biçimde zihinde belirdiği şekliyle sürekli var olan şey” demektir (el-Burhân, s. 21). İbn Sînâ’ya göre zaruri “mutlak veya şarta bağlı şekilde sürekli var olmayı hak eden, olmaması düşünülemeyen” anlamına gelir (eş-Şifâǿ el-Manŧıķ [4], s. 169, 170). Bir başka tanıma göre zaruri elde edilmesi irade ve çaba gerektirmeyen, dolayısıyla kendiliğinden zihinde var olan bilgilerdir. Bu sebeple Gazzâlî kavram ve önermelerin, “bir talep ve teemmül olmadan doğrudan kavrananlarla ancak bir taleple idrak edilenler” diye ikiye ayrıldığını belirtir ve birinciye varlık, şey gibi kavramlar hakkındaki tasavvurlarla ikinin birden çok olduğuna, bir şeye eşit olanların birbirine de eşit olacağına dair hükümleri, ikinciye de ruh,


melek, cin gibi metafizik varlıklar hakkındaki tasavvurlarla âlemin yaratılmışlığı, cesetlerin haşri ve amellerin karşılığı gibi konulara ilişkin tasdikleri örnek gösterir (Maķāśıdü’l-felâsife, s. 5). Duyu izlenimleriyle sevinç ve acı gibi psikolojik bilgiler, sebep-sonuç ilişkisiyle alâkalı hükümler, bir hükmün ya doğru veya yanlış olacağı (üçüncü şıkkın imkânsızlığı) yönündeki bilgi gibi herhangi bir sebebe bağlı olmadan insan zihninde yer alan bilgiler zaruri bilgilerdir. Bunlar aklî gerçekler olup çelişkiye düşmeden inkâr edilmesi mümkün değildir.

Zaruri terimi mantık, metafizik ve fizik gibi alanlarda kullanılır; ilgili bulunduğu alanın kesin ve değişmez, genel geçer ilkelerinin var olduğu kabulüne ve bu ilkelerin yokluğunu düşünmenin imkânsızlığı temeline dayanır. Bu anlamda zaruri fikri bir olgunun, bir olayın veya bilginin gerçekleşmesindeki zorunluluğunu, başka türlü olmasının imkânsızlığını dile getirir. Mantıktaki bir tanımıyla kipi zorunlu olan önermeleri ifade eden zaruri temelde bir önermede yüklemin özneye ihtiyaç duymasını, öznesiz kalamayacağını belirtir. Zaruri, zihinde en önce beliren kavramlardandır; eğer zaruri apaçık olmasaydı bedîhî önermelerin doğruluğuna güvenilmezdi (İbn Sînâ, Kitâbü’ş-Şifâǿ: Metafizik, I, 27; eş-Şifâǿ el-Manŧıķ [4], s. 169; Fahreddin er-Râzî, el-Manŧıķu’l-mülaħħaś, s. 157). “Değişmesi mümkün olmayan” şeklindeki yaygın tanımıyla zaruri, yüklemin öznesini değiştirmesinin veya yüklemin özneden kopmasının imkânsızlığını ifade eder. Fârâbî (el-Burhân, s. 21-22) ve İbn Rüşd (Tefsîru Mâ BaǾde’ŧ-ŧabîǾa, II, 519-522) zaruriyi vâcibin, diğer bir ifadeyle yokluğu imkânsız olanın karşıtı olarak kullanır. Ancak bu görüşü reddeden İbn Sînâ böyle düşünmenin yanlışlara yol açacağını söyler. Ona göre vâcip ve mümteni zarurinin dışında ve ona denk kipler değil zarurinin iki alt ve karşıt bölümleridir (eş-Şifâǿ el-Manŧıķ [4], s. 166-167; en-Necât, s. 34). Vücûd kavramı gibi zaruri de ortak (müşekkek) bir kavram olup kaplamına göre sınıflara ayrılır. Zaruretin kaplamını oluşturan şey yüklemin özneden kopmasının imkânsızlığını belirleyen süredir. Bu sebeple zaruri ve dâimî kavramları bazan birbirinin yerine kullanılmış, bazan biri diğeriyle tanımlanmış ve süre olmadan zaruretin kavranamayacağı ileri sürülmüştür (İbn Sînâ, Kitâbü’ş-Şifâ: II. Analitikler, s. 190-191; Tûsî, s. 290; Kutbüddin er-Râzî, s. 269).

Fârâbî, Aristo’nun zaruriyi mutlak ve şartlı diye ikiye ayırdığını, daha sonra Aristo yorumcularının şartlı zaruriyi de kendi içinde ikiye ayırıp zaruriyi üçe çıkardıklarını söyler (Şerĥu’l-Ǿİbâre, s. 95). İbn Sînâ ise bunlara üç zaruri daha ekleyerek altı zaruri sınıfından söz eder (el-İşârât ve’t-tenbîhât, s. 32-33). Sonraki mantıkçılar, zarurinin her bir sınıfına değişik adlar vermekle birlikte İbn Sînâ’nın tasnifini sürdürmüşlerdir (meselâ bk. Şehrezûrî, I, 128-136). Zarurinin sınıfları şunlardır: 1. Ezelî ve ebedî olarak yüklemin öznede bulunması. Bu zarurilik öznenin varlığının ezelî ve ebedî olmasındandır. Mantıkçılar zarurinin bu sınıfına “mutlak, el-ıztırârü’l-hakîkî, ezelî” gibi isimler verirler. Bunlar, “Allah mevcuttur, Allah alîmdir” gibi yüklemin öznede bütün zamanlarda bulunduğunu bildiren önermelerdir (Fârâbî, Şerĥu’l-Ǿİbâre, s. 18-19; İbn Sînâ, en-Necât, s. 35; Şemsüddin Muhammed b. Eşref, I, 78). Diğer beş sınıf ise şartlı zaruridir. 2. Öznenin varlığı devam ettiği sürece yüklemin öznede bulunması; “İnsan canlıdır” örneğinde görüldüğü gibi. İnsanın canlı olması ezelî ve ebedî olarak değil insan hayatta bulunduğu sürece zaruridir. Buna “bi-hasebi’z-zât, bi-hasebi’l-mevzû zarûrî” denir. 3. Vasfa veya unvan şartına bağlı zaruri. Yüklemin öznede bulunma zarureti bazan öznenin varlığından değil bir vasfından dolayı olur. “Her hareket edenin değişen olması zaruridir” örneğinde görüldüğü üzere öznenin hareket ettiği sürece değişmesi zaruridir. 4. Belirli bir zamana bağlı zaruri. Belirli bir zamanda güneş, dünya ve ay belli bir konuma gelince ayın tutulması örneğinde olduğu gibi bazan yüklemin öznede bulunması belirli bir zamanda zaruri olur. Buradaki zaruret öznenin kendi zatı ve niteliğinden doğmayıp öznenin dışında zamana bağlı şartlardan kaynaklanır. 5. Yüklemin öznede bulunması belirli olmayan bir zamanda da zaruri olur. “İnsana soru sorulması zaruridir” önermesi gibi. İnsana soru sorulması zaruri olmakla birlikte bunun zamanı belli değildir; farklı zamanlarda olabilir. Bu sebeple bazı mantıkçılar zarurinin bu çeşidine “münteşire” adını verirler. 6. Zaruret yüklemin kendisinden de kaynaklanabilir. “Yüklem olduğu sürece onun bir özneyi gerektirmesi zaruridir” denilir (Ahmet’in yürüdüğü sürece yürüyen [özne] olmasının zarureti gibi). Ancak bazı mantıkçılar bunun bir zaruri sınıfı sayılamayacağını, zira diğer bütün zaruri sınıfları için de geçerli olduğunu söyler (İbn Sînâ, Kitâbü’ş-Şifâ, s. 67-69).

Zaruri sadece yüklemli önermelerde değil şartlı önermelerde de söz konusudur. Bitişik şartlı önermelerde zaruret çoğunlukla “lüzûmiyye”, bazan da “hakīkiyye” lafzıyla ifade edilir. Yüklemli önermelerdeki zaruri yerine bu önermelerde “lüzûm” kullanılır (Fârâbî, el-Burhân, s. 27-28). Mantıkta ayrıca, “Her A B’dir; bazı C’ler A’dır; öyleyse bazı B’ler de C’dir” örneğindeki gibi kıyasın tanımında görülen ve, “Zaruri olarak lâzım gelir” ifadesiyle dile getirilen sûrî (formel) zaruret vardır. Bazı mantıkçılar -sûrî zarureti îmâ edercesine- zaruriyi zihnî ve hâricî diye ikiye ayırmış, zihnî zaruriye bedîhî (önsel) önermeleri örnek göstermiştir. Bu tür önermelerde zihin, özne ve yüklemi tasavvur etmekle zarureti kendi tabiatının gereği olarak doğrudan meydana getirir; hüküm vermek için özne ve yüklemi kavramasının dışında başka bir şart aramaz (Fahreddin er-Râzî, s. 156-157).

Kelâmcılara göre gerek zaruri gerekse kesbî veya iktisâbî kavramı sonradan edinilen (hâdis) bilgilerle ilgili olup Allah’ın ilmi kadîm olduğundan ne zaruret ne de kesb ile nitelenebilir. Mantıkçılar da bilgiyi zaruri ve kesbî/nazarî diye ikiye ayırmakla birlikte Allah’ın ilminin zaruri bilgi olduğunu söyler (Tehânevî, II, 880). Fizik ve metafizikte zaruri sebep-sonuç arasındaki ilişkinin zorunluluğunu, uygun sebep veya sebeplerin bulunması halinde sonucun önlenemez oluşunu ifade eder. İbn Rüşd, zaruri ve imkânın birer kip halinde mantığın konusuna girmekle birlikte, zaruri ile imkânın arasını ayırmayı bilimsel düşünmenin ilk ve en temel şartı olarak görmüş, bu ayırımı yapmamanın insanı bilim yerine safsataya götüreceğini ifade etmiştir (Tefsîru Mâ BaǾde’ŧ-ŧabîǾa, I, 75, 82); bu düşünce bilimsel gelişmede ufuk açıcı bir değer taşımaktadır (bk. DETERMİNİZM; İLLİYYET).

BİBLİYOGRAFYA:

Tehânevî, Keşşâf, I, 158; II, 880-883; Fârâbî, el-Burhân (el-Manŧıķ Ǿinde’l-Fârâbî içinde, nşr. Mâcid Fahrî), Beyrut 1987, s. 21-22, 27-28, 44; a.mlf., Şerĥu’l-Ǿİbâre (nşr. W. Kutsch-S. Marrow), Beyrut 1986, s. 18-19, 95, 163-164, 176; a.mlf., el-Ǿİbâre (el-Manŧıķ Ǿinde’l-Fârâbî içinde, nşr. Refîk el-Acem), Beyrut 1985, I, 157-158, 162; İbn Sînâ, eş-Şifâǿ el-Manŧıķ (4), s. 166-167, 169, 170; a.mlf., en-Necât (nşr. M. Takī Dânişpejûh), Tahran 1364 hş./1985, s. 29, 34-36, 546; a.mlf., el-İşârât ve’t-tenbihât: İşâretler ve Tembihler (trc. Ali Durusoy v.dğr.), İstanbul 2005, s. 30-33; a.mlf., Kitâbü’ş-Şifâ: II. Analitikler (trc. Ömer Türker), İstanbul 2006, s. 13-14, 67-69, 97, 190-191; a.mlf., Kitâbü’ş-Şifâ: Metafizik (trc. Ömer Türker-Ekrem Demirli), İstanbul 2004, I, 27; Gazzâlî, Maķāśıdü’l-felâsife (nşr. Muhyiddin Sabrî), Kahire 1331, s. 5, 132; Ömer b. Sehlân es-Sâvî, el-Beśâǿirü’n-Naśîriyye fi’l-manŧıķ (nşr. Refîk el-Acem), Beyrut 1993, s. 112, 227;


Sühreverdî el-Maktûl, Ĥikmetü’l-işrâķ (MecmûǾa-i Muśannefât-i Şeyħ-i İşrâķ içinde, nşr. H. Corbin), Tahran 1380/2001, II, 29-30; İbn Rüşd, Tefsîru Mâ BaǾde’ŧ-ŧabîǾa, I, 75, 82; II, 515-523; a.mlf., Telħîśü’l-Ǿİbâre (Telħîśu Manŧıķı Arisŧû içinde, nşr. Cîrâr Cihâmî), Beyrut 1982, I, 98, 118; Fahreddin er-Râzî, el-Manŧıķu’l-mülaħħaś (nşr. Ehâd Ferâmerz Karâmelîkî-Âdîne Asgarînizhâd), Tahran 1381, s. 151-152, 156-157, 167-169, 230-231, 235-236; Hûnecî, Keşfü’l-esrâr Ǿan ġavâmiżi’l-efkâr (nşr. Hâlid er-Rüveyhib), Tahran 1389/2010, s. 93-97; Nasîrüddîn-i Tûsî, Şerĥu’l-İşârât ve’t-tenbîhât (nşr. Süleyman Dünyâ), Kahire 1974, s. 158-159, 260, 263-266, 270, 290, 432-433, 437; Muhammed b. Mahmûd eş-Şehrezûrî, Resâǿilü’ş-şecereti’l-ilâhiyye fî Ǿulûmi’l-ĥaķāǿiķi’r-rabbâniyye (nşr. M. Necip Görgün), İstanbul 2004, I, 128-136; Şemsüddin Muhammed b. Eşref es-Semerkandî’nin Kıstâsu’l-efkâr fî tahkīki’l-esrâr Adlı Eserinin Tahkiki, Tercümesi ve Değerlendirmesi (nşr. ve trc. Necmettin Pehlivan, doktora tezi, 2010), AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, I, 78-79; Kutbüddin er-Râzî, Taĥrîrü’l-ķavâǾidi’l-manŧıķıyye fî şerĥi’r-risâleti’ş-Şemsiyye (nşr. Muhsin Bîdârfer), Tahran 2004, s. 269, 279, 458-459; Cemîl Salîbâ, el-MuǾcemü’l-felsefî, Beyrut 1982, I, 759-760.

Ali Durusoy