YÜZÜK

(الخاتم)

Arapça’daki karşılığı hâtemdir (mühür). Arapça’da hem el hem ayak parmaklarına takılabilen taşsız yüzüklere fetpa veya halka (halaka) denilir (Buhârî, “Libâs”, 45; Müsned, I, 138). Farsça’da yüzük için engüşter, yüzük ve yüzük şeklindeki mühür için nigîn kelimeleri kullanılır. Okçuların yayı çekerken sağ ellerinin baş parmaklarına incinmemesi için taktıkları genellikle kemikten halka şeklindeki yüzüğe zihgîr adı verilir. Serçe parmağı ile orta parmak arasındaki yüzük takılan parmağa “yüzük parmağı” denir.

Altın ve gümüş gibi çeşitli madenlerden yapılan yüzük Mezopotamya, Mısır, İran, Arap, Yunan ve Roma kültürlerinde süs öğesi ve statü göstergesi olmanın yanı sıra tabiat üstü güçler taşıyan ve kendisiyle temasın özel ritüel gerektirdiğine inanılan objelerin başında gelir. Dönemin modasını da yansıtan ve yüzüğe takılan taşın rengi, bünyesinde yer aldığı düşünülen büyülü işlevin belirtisi olarak kabul edilirdi. Kaşına yerleştirilen değerli taşla birlikte iyileştirici ve koruyucu özelliğe sahip olduğuna dair inanç yüzüğün bütün kültürlerde yaygınlaşmasına yol açmıştır. Bazan kıymetli taşların yerine cam kullanılmıştır. Başta aslan olmak üzere her birinin ayrı bir anlamının bulunduğuna inanılan çeşitli hayvanların sûretleri de yüzüklerin kaşlarına çizilirdi. Kitâb-ı Mukaddes’te Benî İsrâil peygamberlerinden Dânyâl’in, kaşında iki aslanın ortasında bir insan figürü bulunan yüzüğü olduğu anlatılır. Bu yüzüğü Hz. Ömer’in Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’ye verdiği rivayet edilmektedir (Taberî, IV, 93). Yüzüklerde kullanılan desenler ve üzerine konan figürler sürekli değişse de ana malzemesi daima madenlerden olmuştur. Kalkolitik dönemden itibaren altın ve gümüş yanında çeşitli metallerden, akik gibi yarı kıymetli taşlardan, fildişi ve pişmiş topraktan yapılmış yüzükler üstü çeşitli şekillerde hazırlanmış mühür biçimindeydi. Bunlar birilerinin mülkünü işaretlemek, yetkisini belirtmek ve bazı objelerin kişiye özel olmasını sağlamak için yaygınlaşmıştır. Öte yandan insanların büyük çoğunluğu okuma yazma bilmediğinden mühür işlevi gören yüzük kişinin yegâne kimlik işaretiydi.

Eski Ahid’de de yüzüğün mühür olarak kullanıldığına dair çok sayıda kayıt vardır (Tekvîn, 41/42; Ester, 8/2, 8, 10; Çıkış, 28/11, 21; 39/6, 14, 30). Bu yüzüklerin en meşhuru Hz. Süleyman’a isnat edilen, mûcizevî niteliği yanında Allah’ın ona bahşettiği pek çok özelliği taşıyan, kaşında altı köşeli yıldız bulunan yüzüktür (bk. MÜHR-i SÜLEYMAN). Yüzük kullanımı Roma İmparatorluğu döneminde yaygınlaşarak aşağı seviyedeki insanlar tarafından da kullanılmıştır. Anadolu’da Roma dönemine ait buluntulardan, sivil ve askerî kesime mensup insanlar arasında çeşitli madenlerden yapılmış kaşlı yüzüklerle kaşına bir çekmece veya kutunun minik anahtarı eklenmiş tunçtan yüzüklerin kullanıldığı anlaşılmaktadır. Arkeolojik kazılarda Urallar’da bulunan yeşim Çin yüzükleri yüzüğün Doğu’da da yaygın olduğunu göstermektedir. Türk kültüründe yüzük süs eşyası, nişan ve hâkimiyet belirtisi olarak hem İslâmiyet’ten önce hem İslâmiyet’ten sonraki dönemlerde büyük önem taşımıştır. Uygur Türeyiş, Oğuz Kağan ve Dede Korkut destanlarında yüzük bu işlevleriyle sıkça yer alır.

Câhiliye döneminden kalma, on parmağa yüzük takma âdetinin örneklerine nâdiren de olsa İslâm’dan sonra da rastlanmaktadır (Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, I, 230-231). İslâmiyet’in ilk döneminden itibaren başta altın ve gümüş olmak üzere çeşitli madenlerden yapılan yüzükler hem mühür hem de ziynet eşyası olarak kullanılmıştır. Resûl-i Ekrem yabancı devlet başkanlarına İslâmiyet’e davet mektupları yazmaya karar verince kaşında aşağıdan yukarıya doğru üstte lafza-i celâl bulunacak şekilde istif halinde “Muhammed Resûlullah” ibaresinin yer aldığı ve serçe parmağına taktığı bir gümüş mühür-yüzük edinmiştir (Buhârî, “Libâs”, 52, 55, “Ħumus”, 5; Müslim, “Libâs”, 56, 58). Resûl-i Ekrem’e Hayber’de bulunduğu sırada takdim edilen ve daha sonra Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman tarafından kullanılan bu yüzük 30 (650) yılında Medine’deki Eris Kuyusu’na düşerek kaybolmuş, buna üzülen Hz. Osman aynı ibareyi taşıyan yeni bir yüzük yaptırmıştır. Topkapı Sarayı Müzesi Mukaddes Emanetler Dairesi’nde sergilenen, kaşında “Muhammed Resûlullah” yazılı yüzüğün Hz. Osman tarafından yaptırılan yüzük olduğu tahmin edilmektedir.

Hz. Peygamber zamanında yüzüğün taşlı ve taşsız iki çeşidi de genellikle ziynet eşyası olarak kullanılıyordu. Hadis ve siyer kaynaklarında, Resûl-i Ekrem’in mühür gibi kullandığı yüzüklerinin çeşitli maden ve taşlardan yapıldığı, üzerinde yazı veya şekillerin bulunduğu kaydedilir. Resûl-i Ekrem de kendisi için bir yüzük yaptırmıştı (Buhârî, “Salât”, 64, “BüyûǾ”, 32, “Libâs”, 46; Müslim, “Libâs”, 56; M. Abdülhay el-Kettânî, I, 327-331; II, 132-134). Bu dönemde Habeşistan’da çıkarılan değerli taşların yüzükler için sanatkârane işlenip (İbn Mâce, “Libâs”, 41) demir üzerine gümüş kaplama yüzükler yapılması kuyumculuk sanatının gelişmişliğini ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber’in erkekler tarafından kullanılan gümüş yüzüklerin 1 miskalden (4,722 gr.) daha ağır olmaması hususundaki tavsiyesi (Ebû Dâvûd, “Ħâtem”, 4; Tirmizî, “Libâs”, 43), bu türden yüzüklerin kafes tabanları oyularak imal edilmesini beraberinde getirmiştir.

Hz. Âişe’nin ayaklarına taşsız yüzük takması ve Mescid-i Nebevî’de Resûlullah’ın sohbetine katılan hanımların ayak parmaklarında bu türden yüzüklerin bulunması (Ebû Dâvûd, “Zekât”, 4; Abdürrezzak es-San‘ânî, XI, 74) kadınların elleri gibi ayak parmaklarına da yüzükler taktıklarını göstermektedir. Nitekim Ümmü Habîbe de Resûl-i Ekrem’in evlilik teklifini kendisine getiren câriye Ebrehe’ye ayak parmaklarındaki gümüş yüzükleri de


hediye etmişti (İbn Sa‘d, VIII, 77). Resûl-i Ekrem zamanında mehir olarak belirlenen miktarın içerisinde mutlaka yüzük de yer alıyordu. Evlenmeyi teşvik eden Resûl-i Ekrem mehir için bir demir yüzüğün bile yeterli sayılacağını söyleyerek çeyizde bulunması gereken şeylerin taraflara külfet yüklememesini istemiştir (Buhârî, “Nikâĥ”, 14). 7. yılın başında (Mayıs 628) Hz. Peygamber’in İslâm’a davetini kabul eden Necâşî Ashame’nin hediye olarak yolladığı Habeşistan taşıyla süslü altın yüzüğü Hz. Peygamber kızı Zeyneb’den torunu Ümâme bint Ebü’l-Âs’a vermiştir (İbn Mâce, “Libâs”, 40).

Yüzük Ortaçağ İslâm devletlerinde hâkimiyet alâmetlerinden biriydi. Yine mühür olarak da kullanılan bu yüzüklere halife, sultan ve hükümdarların soylarının sembolleri kazınıyordu. Hükümdar yüzükleri altından yapılır, yakut, fîrûze ve zümrüt gibi kıymetli taşlarla süslenirdi. Semboller yüzük mühür gibi kullanılacaksa ters, yalnız yüzük olarak kullanılacaksa düz işlenirdi. Hulefâ-yı Râşidîn sırasıyla yüzüklerine, “Allah en yüce kudret sahibidir”; “Ey Ömer! Vâiz olarak sana ölüm yeter”; “Ya sabretmeli ya da pişman olmalı”; “Güvenim Allah’adır, O bana yeter” ibarelerini yazdırmışlardı. Hârûnürreşîd’in yaz seferine çıkarken yerine vekil olarak bıraktığı oğlu Me’mûn’a uğur getirmesi için bıraktığı Mansûr’un yüzüğünün kaşında, “Güvenim Allah’adır, O’na inandım” ibaresi nakşedilmişti (Taberî, VIII, 320). Ortaçağ’da bazı âlimler Abbâsîler’in sembolü olan siyah ile Ehl-i beyt sevgisini temsil eden beyaz taşlardan kaşlı yüzük taşırlardı (Bîrûnî, s. 215). Tılsım amacıyla da kullanılan ve uğur getireceğine inanılan yüzüklerin üzerine çeşitli ibareler yazılırdı. Timur dönemi hattatlarından Ömer-i Aktâ’nın, mühür yüzüğünün yuvasına sığabilecek kadar küçük gubârî hatla mushaf yazdığı nakledilmektedir (DİA, XXXI, 252).

Abbâsîler döneminde değerinin 100.000 dinar olduğu söylenen “cebel” ve “burc” adlı yüzükler halifelerin yanlarında bulundurdukları hükümdarlık alâmetlerindendi (İbnü’l-Esîr, VI, 107; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, XI, 12). Nûreddin Mahmud Zengî’nin yüzüğünün adı da cebeldi (a.g.e., XI, 304-305). Selçuklular’da da hükümdarlık sembollerinden olan yüzük halk masallarında “yüzük vermek/göndermek” ve “sihirli yüzük” motifleriyle yer alır. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah öldüğünde karısı Terken Hatun onun yüzüğünü Kürboğa’ya vermiş, bu sayede başşehir İsfahan’daki kalenin kendisine teslim edilmesini sağlamıştı (Özaydın, s. 191). Sultan Sencer’in parmağından yüzüğünü çıkarıp alan bir Bâtınî fedâisi sultan tarafından yollandığını söyleyip yanına girdiği vezir Fahrülmülk’ü öldürmüştü (Bündârî, s. 241). Mağrib hânedanlarında da yüzük hükümdarlık alâmetlerinden sayılmıştır. Bu yüzükler tam ayar altından dökülür, yakut, fîrûze ve zümrüt gibi kıymetli taşlarla süslenirdi (İbn Haldûn, II, 48). Osmanlı padişahları da benzer yüzükler kullanmışlardır. Padişah, iç hazineden çıkan meblağları mühr-i hümâyun niyetiyle kullandığı parmağındaki yüzüğün zümrüt taşıyla mühürlerdi. Fâtih Sultan Mehmed’in Nakkaş Sinan Bey veya Şiblîzâde Ahmed Çelebi tarafından yapılan, gül koklayan bağdaş kurmuş portresinde serçe parmağında mühür yüzüğü, baş parmağında ise okçu yüzüğü görülmektedir (TSMK, Hazine, nr. 2153, vr. 10a). Yavuz Sultan Selim, Mısır seferi esnasında dedelerinden kalan saltanat yüzüğünü Nil nehrine düşürmüş ve aramalar sonucunda bulunamayınca çok üzülmüştü (İbn İyâs, V, 183; Emecen, s. 301). Yavuz’un bir mühür yüzüğü günümüze ulaşmıştır (TSMK, Hazine, nr. 4819).

Yüzük haberleşme, hediyeleşme, toplum içinde tanınma gibi amaçlar için de kullanılmıştır. Hz. Peygamber, kızı Zeyneb’i getirmesi için Mekke’ye gönderdiği Zeyd b. Hârise’ye bir yüzük vermişti (Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, III, 331). Güzel giyinmeyi seven sahâbî İmrân b. Husayn’ın, kaşına kılıç kuşanmış bir insan resmi nakşedilen bir yüzük taktığı belirtilmektedir (İbn Sa‘d, VII, 7; Zehebî, II, 510). Hârûnürreşîd, Arap dili ve edebiyatı âlimi Mufaddal ed-Dabbî’ye, söylediği güzel bir sözden dolayı 1600 dinar değerinde bir yüzük hediye etmişti (Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, X, 229).

Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasına dair fetva veren Şeyhülislâm Kadızâde Mehmed Tâhir Efendi bu cesur davranışından dolayı elmas bir yüzükle ödüllendirilmişti. Surre ile birlikte Mekke ve Medine’ye gönderilen “ferâşet” çantasında gümüş yüzük mutlaka bulunurdu.

Altın yüzük veya yüzüğün üzerindeki kıymetli taş onu takan kişinin ekonomik durumunun ve sosyal statüsünün bir göstergesiydi. Hulefâ-yi Râşidîn döneminde altın yüzük takan dihkanlardan en yüksek miktarda (48 dirhem) cizye alınması kararlaştırılmıştı (Belâzürî, s. 388). Yüzük bazan rehin olarak bırakılırdı (Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, XXII, 168). 755 yılında zimmîlerin müslüman toplum içinde tanınmalarını sağlamak üzere getirilen şartlar arasında kurşun yüzük kullanmaları da bulunuyordu. Bir kimseye eman verildiği takılan bir yüzük veya giyilen bir elbise ile belirli duruma getirilebilirdi. Ebû Müslimnâme’de geçen “eman yüzüğü” ifadesi bu geleneğin sürdüğüne işaret etmektedir. I. Alâeddin Keykubad, Erzurum’a hâkim olduktan sonra Celâleddin Hârizmşah ile ittifak yapan şehrin hâkimi Rükneddin Cihan Şah’a affedildiğine dair bir eman yüzüğü vermişti (İbn Bîbî, I, 413). Sosyal statüyle ilgili sembollere de temas eden İbn Battûta, Çinli tâcirlerden beş kalıp altına sahip olanın parmağına tek yüzük, on kalıp altını olanın ise iki yüzük taktığını kaydeder (Tuĥfetü’n-nüžžâr, II, 719). Roma döneminde olduğu gibi daha sonra da bazı


yüzüklerin kaşları başta güzel koku olmak üzere bir miktar sıvının muhafaza edilmesine imkân vermekteydi. Hz. Peygamber yüzüğünün kaşına misk koyan bir kadının kokusunu övmüştü (Nesâî, “Zînet”, 33, 76). Kirman Selçukluları’nın kurucusu Kavurd Bey’in idam edilmesinden sonra halkın tepki göstermesini önlemek için yüzüğündeki zehri içerek intihar ettiği duyurulmuştu. Ankara Savaşı’nda Timur’a yenilip esir düşen Yıldırım Bayezid’in yüzüğünde bulunan zehri içerek intihar ettiği rivayet edilmektedir.

İbnü’n-Nedîm, gizli ilimlerin icra şekillerinden birinin de yüzüğün üzerine birtakım semboller yazılarak gerçekleştirildiğini kaydeder (el-Fihrist, s. 369). Tılsımlı yüzüğün şifa verici, uğurlu ve koruyucu olduğuna inananlar vardı. Ayrıca yüzüğün çeşitli figürlerin işlendiği kaşına bakılınca kederlerin yok olacağına inananlar mevcuttu (Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, XI, 206). Kâşgarlı Mahmud, kaş adlı beyaz taşla kaşı yapılan bir yüzük taşıyanların susuzluktan ve yıldırım düşmesinden emin olacaklarına inanıldığını kaydeder (Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, III, 22, 152). Akiğin mübarek sayıldığı ve bu taştan yüzük kullanmanın fakirliği giderdiği, gümüş başta olmak üzere bazı madenlerden yapılan yüzükler takıldığında şeytanın kişiden uzaklaşacağı gibi Hz. Peygamber’e nisbet edilen, sıhhatleri tartışmalı rivayetler akik kaşlı gümüş yüzüğün ilgi görmesine yol açmıştır (İbn Hacer, X, 323; Müttakī el-Hindî, VI, 663-664).

Yüzük Türk ve Fars edebiyatlarında çeşitli mecazi anlatımlara konu olmuştur. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, üzerinde padişahın isminin nakşedildiği bir yüzükle süslemesiz bir altın yüzük arasında bir tartışma düzenleyerek mensur bir münazara örneği vermiştir. Buna göre iktidarı temsil eden yüzüğün ele geçirilebilmesi için her biri yüzüğe benzeyen bir halka olan bilgi, oruç ve aşk öğelerinin bir araya gelmesi gerekir (Fîhi mâ fîh, s. 116, 217). Eski Türk edebiyatında hâle el veya parmağa takılan altın yahut gümüş yüzüktür. Fincanların altına yüzük saklayarak oynanan yüzük oyunu Türk edebiyatında mecaza en çok konu olan hususlardandır. Bektaşî geleneğinde Hz. Peygamber’in Hz. Ali’ye hediye ettiği ileri sürülen yüzük de çeşitli menkıbelere konu teşkil etmiştir.

Türkler, İslâm öncesi dönemlerden itibaren yüzüğü nişan alâmeti olarak kullanmıştır. Türkçe’de nişanlanmak için “yüzük takmak”, nişanı bozmak için de “yüzüğü atmak” tabirleri geçer. Söz kesildikten sonra oğlan evinden kız evine, kurdelelerle süslenmiş bir tabla veya sepet içerisinde nişan yüzüğünün de konduğu bir bohçanın gönderilmesi bir Osmanlı-Türk geleneğidir. Osmanlılar’da padişah tarafından damatlığa seçilen kimsenin gelin sultan için yolladığı ağırlıklar arasında mutlaka değerli taşlarla süslenmiş bir yüzük bulunurdu. IV. Mehmed’in kızı Hatice Sultan’ın çeyizinde 4000 kuruş değerinde bir adet elmas yüzük vardı.

BİBLİYOGRAFYA:

Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, III, 18, 22, 152; Lisânü’l-ǾArab, “ftħ”, “ħtm”, “ĥlķ” md.leri; Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muśannef (nşr. Habîbürrahman el-A‘zamî), Beyrut 1403/1983, I, 68, 346-348; III, 279-280; V, 278; X, 393-396; XI, 74; Müsned, I, 138; II, 94; III, 225; Buhârî, “Libâs”, 45-57; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt (nşr. M. Abdülkādir Atâ), Beyrut 1410/1990, I, 364-370; VII, 7, 13; VIII, 77; Belâzürî, Fütûh (Fayda), s. 388; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), IV, 93, 282-283; VIII, 219, 232, 320, 603, 616; IX, 348; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, el-Eġānî, I, 230-231; V, 220; VII, 102; XXII, 168; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd), s. 369; Bîrûnî, el-Cemâhir fî maǾrifeti’l-cevâhir, Haydarâbâd 1355, s. 90, 215; Râvendî, Râhatü’s-sudûr (Ateş), I, 206; İbnü’l-Arabî, Fuśûś (Afîfî), s. 116, 173, 199, 217; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VI, 107, 198; IX, 485; XI, 304-305; Bündârî, Zübdetü’n-Nusra (Burslan), s. 241; İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-Alâiyye: Selçuknâme (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 1996, I, 413; Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Fîhi mâ fîh (trc. Ahmed Avni Konuk, haz. Selçuk Eraydın), İstanbul 1994, s. 116, 173, 181, 217; Dedem Korkud’un Kitabı (haz. Orhan Şaik Gökyay), İstanbul 1973, s. 36, 54-55, 106; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, II, 510; III, 213, 403; V, 314, 338; VIII, 113; XV, 495; İbn Battûta, Tuĥfetü’n-nüžžâr, I, 64-65, 267; II, 719; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye (nşr. Ali Abdüssâtir v.dğr.), Kahire 1408/1988, III, 331; V, 236; X, 229; XI, 12, 115, 206, 304-305; XII, 181; İbn Haldûn, el-Muķaddime (nşr. Abdüsselâm eş-Şeddâdî), Dârülbeyzâ 2005, II, 45-48; İbn Hacer, Fetĥu’l-bârî (Hatîb), X, 315-323; İbn İyâs, BedâǿiǾu’z-zühûr, V, 183; Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, VII, 523-532; Müttakī el-Hindî, Kenzü’l-Ǿummâl, VI, 663-666, 682-687; Abdî, Surnâme (haz. Mehmet Arslan, Osmanlı Saray Düğünleri ve Şenlikleri içinde), İstanbul 2011, V, 537; Koray Konuk-Melih Arslan, Anadolu Antik Yüzük Taşları ve Yüzükleri, Ankara 2000; Abdülkerim Özaydın, Sultan Berkyaruk Devri Selçuklu Tarihi (485-498/1092-1104), İstanbul 2001, s. 191; Yıldız Akyay Meriçboyu, Antikçağ’da Anadolu Takıları, İstanbul 2001, s. 228-239; M. Abdülhay el-Kettânî, Hz. Peygamber’in Yönetimi: et-Terâtîbu’l-idâriyye (trc. Ahmet Özel), İstanbul 2003, I, 327-331; II, 129-130, 132-134; Feridun M. Emecen, Zamanın İskenderi, Şarkın Fâtihi: Yavuz Sultan Selim, İstanbul 2010, s. 301; M. Zeki Kuşoğlu, Tılsımdan Takıya, İstanbul 1998, s. 96-99; Muhittin Serin, “Mushaf”, DİA, XXXI, 252.

Mustafa Sabri Küçükaşcı




FIKIH. Süs, alâmet, nişan olarak ve mühür, uğur, sağlık gibi gerekçelerle hem kadınlar hem erkekler tarafından kullanılan yüzük fıkıhta yapıldığı maden ve kullananın erkek veya kadın olması gibi bazı açılardan tartışma konusu yapılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’in çeşitli âyetlerinde yeryüzündeki her şeyin insanlar için yaratıldığı, iyi ve temiz şeylerin helâl, kötü ve çirkin şeylerin haram kılındığı, şâriin istisnaî bir yasaklaması bulunmadığı sürece insanoğluna bahşedilen nimetlerin helâlliğinin asıl olduğu belirtilmiş (el-Bakara 2/29; el-Mâide 5/4-5; el-A‘râf 7/32, 157; Yûnus 10/59); buna karşılık dünya malına tamah etme, dünya malı ile övünme, lüks ve israfa kaçma gibi davranışlar birçok âyette kınanmıştır (Âl-i İmrân 3/14; Tâhâ 20/13; et-Tekâsür 102/1-2). Bu genel hükümler dışında Kur’an’da yüzükle ilgili özel bir hüküm yer almamakla birlikte hadis kaynaklarında yüzüğe dair Hz. Peygamber’den ve sahâbeden gelen rivayetlerin hayli fazla olduğu görülür (Buhârî, “Libâs”, 45-56; Müslim, “Libâs”, 51-65; Ebû Dâvûd, “Ħâtem”, 1-5; Tirmizî, “Libâs”, 13-17, 43-44; Nesâî, “Zînet”, 42-53; İbn Mâce, “Libâs”, 39-43). Resûl-i Ekrem’in devlet başkanlarına gönderdiği İslâm’a davet mektuplarında mühür gibi kullandığı altın bir yüzüğünün bulunduğu, fakat bir süre sonra sahâbeden birçok kişinin altın yüzük yaptırması üzerine bu yüzüğü çıkarıp attığı ve hutbeye çıkarak bir daha onu kullanmayacağını açıkladığı rivayet edilir. Daha sonra gümüşten bir yüzük edinerek hayatının sonuna kadar mühür olarak onu kullanmış, ardından gelen üç halife de aynı yüzüğü mühür gibi kullanmayı sürdürmüştür. Hz. Peygamber bu yüzüğü kaşı avuç içine gelecek biçimde sağ veya sol elinin serçe parmağına takardı. Mühür yetkisi bulunmayanların bu şekilde mühür yaptırmasını da yasaklamıştır (Buhârî, “Libâs”, 46, 50-52; Müslim, “Libâs”, 53-58; Ebû Dâvûd, “Ħâtem”, 1, 3, 5; ayrıca bk. MÜHÜR). Hadis kaynaklarında Resûlullah’ın helâya girerken yüzüğünü çıkardığı (Tirmizî, “Libâs”, 16; Nesâî, “Zînet”, 53); gümüş bir yüzük taktığı, ancak insanların onu taklit edip gümüş yüzük edinmelerinden rahatsızlık duyduğu ve yüzüğü


çıkarıp attığı (Buhârî, “Libâs”, 47; Müslim, “Libâs”, 59); Habeş kralından gelen hediyeler arasındaki bir altın yüzüğe elini sürmeden onu kız torununa verdiği (İbn Mâce, “Libâs”, 40); gümüş dışında demir, bakır, tunç gibi madenlerden yapılmış yüzüklerin takılmasını müşrik âdeti sayarak çirkin gördüğü ve gümüşten yapılan yüzüğün 1 miskali geçmemesini istediği rivayetleri de vardır (Ebû Dâvûd, “Ħâtem”, 4; Tirmizî, “Libâs”, 43). Diğer bir rivayette ise Hz. Peygamber’in, evlenmek isteyen fakir bir sahâbîden mehir olarak başka bir şey bulamıyorsa demirden bir yüzük getirmesini söylediği nakledilir (Buhârî, “Libâs”, 49).

Bu rivayetler ışığında konuyu değerlendiren âlimlerin çoğunluğu erkek ve kadınlar için yüzük takmayı mubah kabul etmiştir. Bunun yanında yüzük takmayı sünnet kabul edenler bulunduğu gibi Resûl-i Ekrem’in yüzüğü mühür gibi kullanmasını esas alıp mühür yetkisi olmayanların yüzük takmasını, ayrıca erkeklerin süs amacıyla yüzük takmasını mekruh sayanlar da vardır (İbn Receb, s. 21-28). Hadislerde genel olarak altından yapılmış süs eşyasını kullanmayı erkeklere yasaklayan rivayetlerin yanı sıra özel olarak altın yüzük takmanın yasaklandığını bildiren rivayetler de vardır (Müslim, “Libâs”, 3, 31, 51). Buna karşılık ashaptan altın yüzük kullanımını haram görmeyen veya Hz. Peygamber’in hediye etmiş olması sebebiyle buna ruhsat tanındığı kanaatini taşıyanların da bulunduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Hz. Ömer’in Suheyb’i altın yüzük taktığı için uyarması üzerine Suheyb’in, “Bunu senden daha hayırlı olan Resûlullah gördü de bir şey demedi” karşılığını verdiği (Nesâî, “Zînet”, 42), altın yüzük kullanımını yasaklayan hadisin râvisi Berâ b. Âzib’in de elindeki altın yüzüğü çıkarmasını söyleyenlere bu yüzüğü bizzat Hz. Peygamber taktığından onu çıkaramayacağını söylediği nakledilir (Müsned, IV, 294).

Sahâbe döneminde böyle bir görüş farklılığı bulunsa da sonraki dönem âlimleri arasında kadınların altın ve gümüş yüzük, erkeklerin ise sadece gümüş yüzük takabilecekleri şeklinde genel bir kanaat ortaya çıkmıştır. Öte yandan erkeklerin altın yüzük takmasının haramlığı hususunda yaygın bir kabul bulunmakla birlikte bu hükmün illeti konusunda görüş birliği yoktur. Haram hükmünün taabbüdî olduğunu savunanların yanı sıra birçok âlim altının israf ve övünme vasıtası olmasını haramlığının illeti sayar. Altın ve gümüş kap kacağın genelde yasaklanması da bu görüşü desteklemektedir. Günümüzde nişan ve evlilik için takılan altın yüzüğün mubah olduğunu söyleyenler sahâbeden bazılarının altın yüzük kullandığına dair rivayetleri, ulemânın az miktarda altın ve ipeğin kullanımına izin vermesini ve evlilik için bir alâmet olmak üzere kullanılmasının süslenme amacı taşımayacağı gibi hususları delil getirirler. Altın yüzüğün erkeklere haram olmakla birlikte nişan için mubah olduğunu ileri süren Kâmil Miras, gerekçe olarak İmam Muhammed’in övünme kastı bulunmadan altın ve gümüş kapların kullanımını câiz gördüğünü, altının bollaşması sebebiyle nişan yüzüğünün gösteriş vesilesi kabul edilemeyeceğini ve nişan yüzüğü kullanmanın örfen zaruret haline geldiğini ileri sürer (Tecrîd Tercemesi, IV, 287-289).

Demir, kurşun, bakır gibi madenlerden yapılan yüzükler konusunda ise farklı görüşler vardır. Hanefîler’de, Mâlikîler’de ve Hanbelîler’de tercih edilen görüşe göre hem kadın hem erkekler için bu tür yüzükler mekruhtur (İbn Receb, s. 41; Hattâb, I, 181; İbn Âbidîn, IX, 517). Şâfiîler’e göre demir ve kurşundan yapılmış yüzüğü takmak mubahtır; gümüş yüzük takmak ise erkekler için sünnet, kadınlar için mubahtır (Hatîb eş-Şirbînî, I, 461, 579). Akik, yakut, zümrüt gibi kıymetli taşlardan yapılan veya kaşında bu tür taşlar kullanılan yüzükler de farklı görüşler bulunmakla birlikte genelde mubah kabul edilir (İbn Âbidîn, IX, 518; Abîr bint Ali el-Müdeyfir, II, 636-640). Konuyla ilgili Hz. Peygamber’den nakledilen rivayetlerin genel perspektifine bakıldığında diğer süs eşyalarında görüldüğü gibi temel vurgunun dünya malına tamahtan, kibir, gurur, lüks ve israftan kaçındırmaya yönelik olduğu, ayrıca gayri müslimlere benzememe, kadın ve erkeğin karşı cinse benzememesi prensiplerinin dikkate alındığı görülmektedir. Yüzüğün bilhassa erkekler için örfen israf sayılacak bir miktara veya değere ulaşmaması gerektiğinin özellikle belirtilmesi de bu sebepledir.

Yüzüklere süsleme yapılması ve yazı yazdırılması, bu çerçevede âyet, zikir cümlesi veya isim nakşedilmesi mubah kabul edilmiştir. Resim yaptırılması ilke olarak uygun sayılmamakla birlikte sahâbîlerden bazılarının kaşında hayvan resmi bulunan yüzük taşımaları, bu tür resimlerin küçük olması sebebiyle canlı resmine dair yasağın sakıncalarını taşımadığı şeklinde anlaşılabilir (İbn Receb, s. 59-80). Kaynaklarda ayrıca yüzüğün sağ ele takılmasını tercih eden ve Hz. Peygamber’den gelen rivayetler gereği serçe parmağı dışındaki parmaklara yüzük takılmasını mekruh sayan görüşlere de rastlanır (bk. a.g.e., s. 83-97; M. Abdülazîz Amr, s. 489-492). Bunların yanında abdest ve gusül esnasında parmaktaki yüzüğün oynatılarak altına su girmesinin sağlanmasına, sol elde ise veya üzerinde zikir ibaresi bulunuyorsa helâya girerken çıkarılmasına dair görüş ve tavsiyeler de burada kaydedilebilir (çeşitli fıkhî konularla ilgili ayrıntılı bir inceleme için bk. İbn Receb, s. 101-145).

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, IV, 294; İbn Ebû Şeybe, el-Muśannef (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Riyad 1409/1989, V, 190-196; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt (nşr. M. Abdülkādir Atâ), Beyrut 1410/1990, I, 364-369; III, 22, 106, 158, 165, 294, 315; IV, 133, 211; VII, 117; Tahâvî, Şerĥu MeǾâni’l-âŝâr, IV, 259-266; İbn Receb, Aĥkâmü’l-ħavâtîm ve mâ yeteǾallaķu bihâ (nşr. Abdullah el-Kādî), Beyrut 1407/1987, s. 21-55, 59-80, 83-97, 101-145; Tecrîd Tercemesi, IV, 287-289; Hattâb, Mevâhibü’l-celîl (nşr. Zekeriyyâ Umeyrât), Beyrut 1423/2003, I, 181-183; Hatîb eş-Şirbînî, Muġni’l-muĥtâc (nşr. M. Halîl Aytânî), Beyrut 1418/1997, I, 461, 579; Meclisî, Ĥilyetü’l-müttaķīn fi’l-âdâb ve’s-sünen ve’l-aħlâķ (trc. ve nşr. Halîl Rızk el-Âmilî), Beyrut 1414/1994, s. 53-74; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr (nşr. Ali M. Muavvaz-Âdil Ahmed Abdülmevcûd), Beyrut 1415/1994, IX, 516-520; M. Abdülazîz Amr, el-Libâs ve’z-zîne fi’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye, Beyrut 1405/1985, s. 478-497; M. Abdülhakîm el-Kādî, el-Libâs ve’z-zîne mine’s-sünneti’l-muŧahhara, Kahire 1409/1989, s. 138-171; Ali Yardım, İslâm’da Altın Yüzük Kullanımı, İstanbul 1998, s. 13-15, 22-39, 52-58; Abîr bint Ali el-Müdeyfir, Aĥkâmü’z-zîne, Riyad 1423/2002, II, 609-631, 636-646, 673; “Teħattüm”, Mv.F, XI, 21-32.

İsmail Yalçın