YÛSUF İZZEDDİN EFENDİ

(1857-1916)

Sultan Abdülaziz’in oğlu, veliaht şehzade.

11 Ekim 1857’de babası henüz şehzade iken İstanbul’da doğdu. Annesi Dürrinev Başkadınefendi’dir. Şehzadelerin çocuk sahibi olması yasaklandığından doğumu gizlendi ve Mekke Mollası Kadri Bey’in Eyüp’teki evinde gizlice büyütüldü. Ancak Sultan Abdülmecid’in bu doğumdan haberdar olduğu rivayet edilir. Sultan Abdülaziz tahta çıktıktan sonra oğlunun varlığını kamuoyuna duyurdu. İyi bir eğitim gören Yûsuf İzzeddin, Miralay Süleyman Bey, Ömer Efendi, Tophane Müftüsü Ömer Lutfi Efendi, Gazi Ahmed Muhtar Paşa ve Gürcü Şerif Efendi’den ders aldı. Fransızca hocaları padişahın baştabibi Marko Paşa ile Sakızlı Ohannes’in damadı Şarl idi.


Abdülhak Hâmid (Tarhan) onun Fransızca bildiğini, ancak biraz tutuk konuştuğunu belirtir. Fransızca dersleri veliahtlık döneminde de sürdü.

Saltanatı kendi çocuklarına intikal ettirmek isteyen Sultan Abdülaziz bu hususta ağabeyi Sultan Abdülmecid’den daha ileri gitti. Mısır ziyareti dönüşünde Nisan 1863’te seyahatte yanında bulunan henüz altı yaşındaki Yûsuf İzzeddin’i kara kuvvetlerine, diğer oğlu Mahmud Celâleddin’i deniz kuvvetlerine kaydettirerek ileride yapmayı düşündüğü veraset değişikliği için muhtemel itirazlarını önlemeyi amaçladığı güçlerden biri olan askerî bürokrasiyi yanına çekmeye çalıştı. 3 Temmuz 1866’da Hassa Ordusu Beşinci Talîa Taburu binbaşılığına getirilen dokuz yaşındaki Yûsuf İzzeddin, Ekim 1866’da İstanbul’u ziyaret eden Prens Karl von Hohenzollern-Sigmaringen adına düzenlenen tören esnasında taburuna emir verip geçit resmi yaptırdı. 3 Eylül 1867’de kaymakamlık rütbesine yükseltildi, ayrıca Mekteb-i Harbiyye’ye devam etti. 15 Temmuz 1868’de Hassa Ordusu Saf Piyade Alayı miralaylığı, 30 Mayıs 1870’te Hassa Ordusu Birinci ve İkinci Saf Piyade Alayları mirlivâlığı, 3 Kasım 1871’de feriklik rütbesiyle Hassa Ordusu erkân reisliği ve 18 Nisan 1872’de Murassa Mecidî nişanı verilerek Hassa müşirliği rütbelerini aldı. Bu görevleri bir vekil vasıtasıyla yürütmekteydi. Bir yandan rütbeleri yükseltilirken diğer yandan babasının yanında selâmlık törenlerine katılarak kamuoyunun gündeminde tutuluyordu. Sultan Abdülaziz 1867’de çıktığı Avrupa gezisine onu da götürdü. Padişahın oğlunu sürekli ön plana çıkarması, işlerini yürütmek isteyen bazı bürokratların Yûsuf İzzeddin üzerinden (kimi eserini ona takdim ederek, kimi hediye göndererek, kimi de ürettiği hizmeti şehzade adına tescil ettirerek) üst yönetimle irtibat kurmaya çalışmalarına yol açtı. Hassa müşirliğini iyice benimseyen Yûsuf İzzeddin askerî tatbikatlara ve geçit törenlerine katılıyordu. Tophaneyi, askerî birlikleri, Mekteb-i Harbiyye ve Mekteb-i Tıbbiyye’yi denetledi; bu mekteplerde okuyan öğrencilerin derslerine girdi. Zeytinburnu Demir Fabrikası ile Bez Fabrikası’nı gezerek bilgi aldı; İstanbul’da temel atma ve mezuniyet törenleri gibi pek çok faaliyete katıldı.

1872 yılı başlarında İstanbul’da Sadrazam Mahmud Nedim Paşa’nın şeyhülislâmdan veraset değişikliğine dair sözlü cevaz aldığı yönünde bir söylenti yayıldıysa da bu söylenti Mahmud Nedim Paşa ve saray tarafından yalanlandı. Ardından şehzadeyi ön plana çıkarma faaliyetleri yine sürdü. İtalya Kralı Vittorio Emanuele’in Veliaht Murad Efendi için General Pralormo aracılığıyla İstanbul’a gönderdiği nişan Abdülaziz’in bir manevrasıyla Yûsuf İzzeddin’e verildi. Ancak şehzadenin her fırsatta ön plana çıkarılması halk ve bürokrasi nezdinde hoş karşılanmıyordu. Öte yandan Sultan Abdülaziz’in, İsmâil Paşa’nın Mısır’da ekberiyet usulüne dayanan veraset sistemini değiştirme isteklerine karşı çıkmaması ve neticede 28 Mayıs 1866 tarihli fermanla veraset usulünü İsmâil Paşa’nın çocukları lehine değiştirmesi, kendisinin Yûsuf İzzeddin lehine yapmayı düşündüğü düzenlemeye kamuoyunu hazırlama operasyonu olarak değerlendirilebilir. Şehzade hakkındaki bu algı sadece iç kamuoyunda değil yabancı diplomat, seyyah ve gazetecilerde de yaklaşık aynı biçimde oluşmuştu. Fransa’nın İstanbul sefiri Kont de Mouy şehzadeyi küstah, sert tavırlı ve gururlu biri diye tanımlar. 1872’de İstanbul’u ziyaret eden Fransız seyyahı Paul Eudel daha da ileri giderek “sararmış, solmuş, zayıf bir genç” olarak nitelediği şehzadenin yüz ifadesini “sersemce” bulur. Paul Fesch ise onun mağrur bir tabiata sahip olduğu sanılsa da bu görünümünün gözlerinin miyopluğundan kaynaklandığını belirtir. Sultan Abdülaziz, Şehzade Yûsuf İzzeddin, Mahmud Celâleddin ve Süleyman efendilerin sünnetlerini İstanbul halkının davetli olduğu büyük bir eğlenceye ve fakir çocuklarının da sünnet edileceği bir sosyal hizmete dönüştürmek istedi; ancak 5 Haziran 1870’te çıkıp 7-8000 evi harap eden ve pek çok kişinin yanarak ölmesine yol açan büyük Beyoğlu yangını yüzünden şenlikler iptal edildi. Neticede 20 Haziran 1870’te şehzadelerin sünnetleri gerçekleştirildi ve bu vesileyle İstanbul’da 14.207 fakir çocuk sünnet ettirildi.

Babasının 1876’da, veraset değişikliğiyle ilgili çabaları bir sonuca ulaştıramadan bir darbe ile tahttan indirilmesi üzerine Yûsuf İzzeddin Efendi’nin eski şaşaalı günleri sona erdi. II. Abdülhamid döneminde maliyenin içinde bulunduğu sıkıntılardan o da nasibini aldı; diğer pek çok hânedan üyesi gibi maaşının ödenmesinde zorluklar çıktı ve aylarca maaş alamadığı zamanlar oldu. Buna rağmen II. Abdülhamid nezdindeki itibarı yüksekti. Padişahın Yûsuf İzzeddin Efendi’ye karşı olan duygularının yabancı gözlemciler tarafından da farkedildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Paul Fesch II. Abdülhamid’in ona diğer şehzadelere göre daha fazla serbestlik tanıdığını, La Westminster Gazette ise Yıldız Sarayı ile ilişkilerinin iyi olduğunu belirtir. Ancak kendisi ve maiyeti diğer hânedan üyeleri gibi hafiyelerin gözetimi altındaydı.

27 Nisan 1909’da II. Abdülhamid’in tahttan indirilip Mehmed Reşad’ın tahta çıkarılmasının ardından Yûsuf İzzeddin Efendi “veliahd-ı saltanat” oldu. Aynı tarihte alınan bir kararla 1876’dan itibaren II. Abdülhamid adına padişahın emlâkine aktarılan bütün arazi, imtiyaz ve taşınmazlar maliye hazinesine devredildi. Bunların arasında, babasının döneminde Yûsuf İzzeddin adına tapu ile kayıtlı olan Tophane’deki seksen yedi dükkânla Hekimbaşı ve Çavuşbaşı çiftlikleri de vardı. Veliaht bu karar üzerine dükkânların altmış dördünü askeriyeye bağışladı; geri kalan yirmi üçünü de kendi adına tescil ettirdi. Bir belgeden Süleymaniye mahallesi Küçükçiftlik sokağında Yûsuf İzzeddin Efendi adına tarla, bostan, bir köşk ile bir dükkânın bulunduğu anlaşılmaktadır. Şehzadenin asıl ikametgâhı Zincirlikuyu Köşkü’ydü. Ayrıca Nişantaşı’nda Cumhuriyet döneminde Işık Lisesi olarak kullanılan konak da ona aitti. Yine Çamlıca’da bir köşkü ve bu köşke ait geniş arazisi vardı.

Yûsuf İzzeddin Efendi veliaht olarak resmî protokollerde daha fazla yer alıyordu.


15 Kasım 1909’da Çırağan Sarayı’nda gerçekleştirilen Meclis-i Meb‘ûsan’ın ikinci devre açılış merasimine, her yıl ramazan ayının on beşinde yapılan hırka-i şerif ziyaretine, 21 Mart 1910 günü de Sultan Mehmed Reşad’ın ilk hükümdar misafiri olan Bulgar Kralı I. Ferdinand ile Kraliçe Eleanor’u karşılama törenine katıldı. Ayrıca Kral Ferdinand maiyetiyle birlikte veliahdı dairesinde ziyaret etti. 3 Nisan’da İstanbul’a gelen Sırbistan Kralı Petar da yanındaki heyetle veliahdın dairesinde misafir edildi. 23 Temmuz 1910’da Meşrutiyet’in ilânının ikinci yıl dönümü münasebetiyle Osmanlı donanmasının Haydarpaşa önlerinde yapılan geçit resmini padişah ve diğer davetlilerle birlikte Ertuğrul yatından şehzade de izledi. 28 Ağustos’ta Osmanlı Donanma Cemiyeti yararına Moda’da düzenlenen kayık yarışlarına Ertuğrul yatıyla gitti ve gece şenliklerini takip etti. 27 Ekim’de Kırklareli’nin Seyyitler bölgesinde Balkan devletlerine gözdağı vermek amacıyla yapılan manevraya padişahla birlikte katıldı. Ertesi gün Selimiye Camii’ndeki cuma selâmlığına ve 14 Kasım’da yapılan Meclis-i Meb‘ûsan’ın üçüncü dönem açılış merasimine de iştirak etti. İlk olarak 1869’da İstanbul’a gelen Fransa İmparatoru III. Napolyon’un eşi Eugenie, 29 Haziran 1910’da özel yatıyla tekrar İstanbul’a geldiğinde bizzat onun isteği üzerine padişahla görüşmesinde Yûsuf İzzeddin de yer aldı. Hatta imparatoriçenin yatına giderek iâde-i ziyarette bulundu.

Veliaht Yûsuf İzzeddin bazı sivil toplum kuruluşlarında da aktif görev almıştır. 1908’de kurulan Türk Derneği’nin hâmisi ve fahrî başkanıydı. Osmanlı Donanma Cemiyeti’ne yardım ediyordu. Ayrıca Ortaköy İttihat ve Teâvün Kulübü’nün fahrî başkanlığını yaptı. Yine veliaht sıfatıyla Sultan Mehmed Reşad’ın yurt içi gezilerine katıldı. 2 Eylül 1909’da Ertuğrul yatıyla padişahın yanında Mudanya’ya gidip oradan trenle geçtikleri Bursa’daki türbeleri, camileri ve padişahın seyahati şerefine açılan sergiyi ziyaret etti. 27 Ekim 1909’da yine padişahla birlikte trenle İzmit’e gitti ve geceyi İzmit’e gönderilen Ertuğrul yatında geçirdi. 9 Mart 1911 tarihinde Sultan Mehmed Reşad’ın himayesi altında yeniden oluşturulan Osmanlı Hilâliahmer Cemiyeti’nin fahrî başkanlığına getirildi. Balkan Savaşı esnasında 4 Kasım 1912’de askerleri şevke getirmek için bir heyetle birlikte trenle Çatalca’ya gitti; ancak mektep arkadaşı Nâzım Paşa’nın aç ve perişan askerlerin nasihat dinleyecek durumda olmadığını söylemesi üzerine trenden inmeden geri döndü. Temmuz 1913’te Edirne’ye, Temmuz 1915’te savaşın sürdüğü Çanakkale’ye ve Gelibolu’ya gitti.

Yurt dışında da devleti temsil eden Yûsuf İzzeddin Efendi 6 Mayıs 1910’da ölen İngiltere Kralı VII. Edward’ın cenaze törenine olağan üstü bir heyetle katıldı. Heyet, dönüş yolunda Belgrad ve Sofya’ya uğrayıp daha önce Sırp ve Bulgar krallarının İstanbul’a yapmış oldukları ziyaretleri iade etti. İngiltere’nin yeni kralı George’un 22 Haziran 1911’de yapılan taç giyme merasiminde bulundu. Westminster Katedrali’nde yapılan törene ve bu münasebetle gerçekleştirilen diğer törenlere iştirak etti; Kral George kendisine Victoria nişanı verdi. Londra’ya giderken Paris’te Fransa Cumhurbaşkanı Clément Armand Fallières’le görüştü. Londra’dan Roma’ya geçti; İtalya kralı tarafından istasyonda karşılanıp Quirinale Sarayı’nda iki gece misafir edildi ve 11 Temmuz’da Viyana üzerinden İstanbul’a döndü. Alman İmparatoru II. Wilhelm, 1 Eylül 1911’de yapılacak askerî tatbikatı izlemesi için Veliaht Yûsuf İzzeddin’i Berlin’e davet etti. Veliaht Mecidiye kruvazörüyle Köstence’ye gitti ve Romanya kralının Sinaya’daki yazlık köşkünde şerefine verilen ziyafete katıldı. Almanya’daki görevini tamamlayan heyet 12 Eylül’de İstanbul’a döndü.

Çeşitli olaylar yanında veliaht olduktan sonra İttihatçılar tarafından çevresine yerleştirilen yaver ve teşrifatçı gibi özel görevlilerin üzerinde kurdukları baskı Yûsuf İzzeddin’i ruhsal açıdan yıprattı. Önce kalp hastası olduğu vehmine kapıldı; ancak yapılan tetkikler sonucu kalp hastası olmadığı ortaya çıktı. Bir süre sonra gırtlak kanserinden şüphe etmeye başladı. 1911 yılının sonlarına doğru Vahîdeddin Efendi’nin ikinci veliahtlığa tayin edilme arzusu ve bu konudaki girişimleri şüphelerinin daha da artmasına yol açtı. Padişahın böyle bir niyet taşımadığını bildirmesine rağmen vehimleri devam etti. Hükümet, kanser konusunda doktorların ve çevresinin ikna çabalarının sonuç vermemesi üzerine veliahdı tedavi için İsviçre’ye göndermeye karar verdi. 9 Ağustos 1912’de Köstence üzerinden Viyana’ya ulaşan Yûsuf İzzeddin ve yanındakilerin düşüncesi buradan İsviçre’ye geçmekti. Fakat veliahdı muayene eden İmparator Franz Joseph’in hekimi Hermann Schlesinger hastalığın kanser değil sinir bozukluğu olduğunu belirtti; bunun üzerine Viyana yakınlarındaki bir sanatoryumda tedavisinin yapılması kararlaştırıldı. Doktor Schlesinger tedavi neticesinde veliahdın şikâyetlerinin azaldığını, ancak depresif ruh halinin bir süre daha devam edebileceğini söyledi. Heyet 7 Ekim’de İstanbul’a döndü.

Hastalık vehminin şiddetlendiği 1912 yılından sonra Yûsuf İzzeddin Efendi’nin çevresindeki doktorlara ve devlet adamlarına rahat vermediği, sürekli onları tâciz ettiği dosyasında mevcut onlarca rapor ve mektuptan anlaşılmaktadır. Bunlar arasında özel hekimleri Nuri Kenan Paşa, Tıp Fakültesi hocalarından Celâl İsmâil ve Hilmi Kadri’nin raporları, hocası Gazi Ahmed Muhtar Paşa’nın mektupları ile Abdülhak Hâmid’in manzum tavsiyeleri sayılabilir. Bu kişiler yeminlerle veliahdı ikna etmeye çalıştılarsa da başarılı olamadılar. 1914 ilkbaharında hastalığın biraz daha artması üzerine tekrar Avrupa’ya gönderilmesine karar verildi. Bu arada veliahtlıktan düşürülmeyeceğine dair teminat vermesi için padişahı sıkıştırmaktan geri kalmadı. Sultan Mehmed Reşad böyle bir şey düşünmediğini ona kesin bir dille bildirdi. Fakat I. Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine Avrupa gezisi ertelendi. Halid Ziya (Uşaklıgil) hastalık ilerledikçe veliahdın vehimlerinin sorguya dönüştüğünü, karşılaştığı kişilere hastalığı konusunda yeminler ettirerek canından bezdirdiğini kaydeder. Yûsuf İzzeddin Efendi, 31 Ocak 1916 günü konağından çıkıp Aksaray Pertevniyal Vâlide Sultan Camii’nde namaz kıldıktan sonra oradaki mezarlıkta yatan babaannesinin, ilk eşi Çeşmiâhû ile oğlu Mehmed Bahâeddin’in kabirlerini ziyaret etti. Ertesi gün tedavi için Avrupa’ya gitmesi planlanmıştı; ancak buna istekli değildi. Neticede o gece sol kolunun bileğindeki damarları ustura ile keserek intihara teşebbüs etti ve çağrılan doktorların bütün müdahalesine rağmen kan kaybından öldü. El yazısıyla bıraktığı mektupta içinde bulunduğu duruma tahammül edemediğini, maddî sıkıntı çektiğini, intiharın kötü bir şey olduğunu bildiğini ve Allah’ın affına sığındığını belirtmekte, mektubunu, “Cenâb-ı Hak kusurumu affetsin” sözüyle bitirmektedir. Mezarı II. Mahmud Türbesi’ndedir.

Yûsuf İzzeddin Efendi’nin trajik ölümü daha sonra pek çok söylentiye ve senaryoya malzeme teşkil etmiştir. Hakkında yazı yazanların bir kısmı onun intihar ettiğini, bir kısmı da İttihatçılar tarafından öldürülüp intihar süsü verildiğini ileri sürmüştür. Yûsuf İzzeddin’in vatan sevgisine, yönetim anlayışına, kadının toplum içindeki yerine, Osmanlı milletinin yöneticilerine karşı itaatkâr sabrına, matbuat ve sansüre, demokrasinin (usûl-i meşveret)


erdemlerine, şairlerin ilim ve maarifteki konumuna, panislâmizme, adalet sistemine ve adliyelere, deniz kuvvetlerinin önemine, kapitülasyonlara, eğitime ve sosyal hayata dair görüşlerini ihtiva eden notlar bugüne ulaşmıştır. 1900 yılında kaleme aldığı bu yazılar kendisini iktidara hazırlama çalışmalarının bir yansıması şeklinde değerlendirilebilir. L’Echo de Paris gazetesi Yûsuf İzzeddin Efendi’yi zeki ve dürüst; La Neue Freie Presse babası Abdülaziz gibi aşırı özgüven sahibi; A. Vambery iyi bir asker; teyzesinin torunu Leylâ Açba kısa boylu, kumral saçlı, yeşil-elâ gözlü hoş bir insan; İsmail Baykal dış görünüşü sert, ancak nazik, hatır bilir, muhabbeti hoş, vücutça sağlam, hâfızası güçlü, kültürü geniş, asil, açık sözlü ve yardım sever; gazeteci Ahmed İhsan Bey matbuatı ve gelişmeleri takip eden aydınlık fikirlere sahip biri olarak onu tanımlar. Buna karşılık Mâbeyin başkâtibi Halid Ziya ise vücudunun en küçük zerresine kadar kibir, azamet ve gururla dolu olduğunu, titiz, huysuz, kesik, tutuk ve hafakana tutulmuşçasına kısa cümlelerle konuştuğunu belirtir. Altı defa evlenen Yûsuf İzzeddin Efendi’nin ilk eşi Çeşmiâhû Hanımefendi 1883’te doğup aynı yıl ölen Şehzade Mehmed Bahâeddin Efendi’nin annesidir. Daha sonra sırayla evlendiği Câvidan, Emine Nâzikedâ, Fâika Tâzende ve Ebrû-niyaz hanımlardan çocuğu olmadı. Son eşi olan Leman Hanımefendi’den 24 Şubat 1906’da Hatice Şükriye Sultan, 10 Ocak 1909’da Mehmed Nizâmeddin Efendi ve 30 Mayıs 1916’da Mihriban Mihrişah Sultan doğdu. Bunların dışında Mülevven ve Bedricemal adlı iki gözdesi vardı.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, A.MKT.MHM, 291/4; 354/18; 354/66; 359/93; 390/44; 396/34; BA, BEO, 157/11727; 739/55406; 1465/109863; 2016/151153; 3471/260279; 3748/281054; 3748/281068; 3785/283824; 3793/284434; 3826/286884; 3441/258022; 3855/289068; 3881/291038; 3889/291651; 3929/294646; 3930/294738; 3947/296018; 4073/305456; 4073/305457; 4108/308065; 4202/315090; BA, Hanedan Defteri, nr. 1, s. 3, 10, 40; BA, HAT, 1648/10; BA, İ.DH, 474/31801; 521/35527; 548/38186; 551/38328; 552/38403; 566/39394; 570/39752; 578/40253; 589/40991; 612/42662; 621/43196; 640/44558; 649/45108; 649/45109; 649/45138; 838/67408; 964/76246; 978/77262; 986/77853; BA, İ.HUS, 103/1320/Z-045; 9/1310/Ş-3; BA, İ.MBH, 2/1328/Ca-025; BA, ML.d, nr. 1175; BA, YEE, 15/118; Mir’ât-ı Hakîkat (Miroğlu), I, 95-96; Cevdet, Tezâkir, II, 146-147; Lutfî, Târih, X, 13-14, 89, 92; XI, 51; XII, 94-97; XIII, 53; XIV, 22; XV, 23; Lütfi Simâvi, Sultan Mehmed Reşad Han’ın ve Halefinin Sarayında Gördüklerim, İstanbul 1340, I-II, tür.yer.; Operatör Hâzım Paşa, Hatıralar (Canlı Tarihler: 2 içinde, nşr. Türkiye Yayınevi), İstanbul 1945, s. 14-16; Halid Ziya (Uşaklıgil), Saray ve Ötesi, İstanbul 1981, tür.yer.; Vasfi Şensözen, Osmanoğulları’nın Varlıkları ve II. Abdülhamid’in Emlâki, Ankara 1982, s. 71-72; Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Ankara 1984, s. 119-120; Yusuf Sarınay, Türk Milliyetçiliğinin Tarihî Gelişimi ve Türk Ocakları: 1912-1931, İstanbul 1994, s. 95; Abdülhak Hâmid’in Hatıraları (haz. İnci Enginün), İstanbul 1994, s. 232-234, 331-334, 336-339; P. Fesch, Abdülhamid’in Son Günlerinde İstanbul (trc. Erol Üyepazarcı), İstanbul 1999, s. 170-172, 174-176; Selahittin Özçelik, Donanma-yı Osmanî Muavenet-i Milliye Cemiyeti, Ankara 2000, s. 186, 224; Arzu T. Terzi, Hazine-i Hassa Nezareti, Ankara 2000, s. 151-153; Hakan T. Karateke, Padişahım Çok Yaşa: Osmanlı Devleti’nin Son Yüzyılında Merasimler, İstanbul 2004, s. 20-23; Ercüment Ekrem Talu-Ziya Şakir, Şehzade Yusuf İzzeddin Öldürüldü mü? İntihar mı Etti? (haz. Tahsin Yıldırım), İstanbul 2005; Leyla Açba, Bir Çerkes Prensesinin Harem Hatıraları, İstanbul 2010, tür.yer.; Basîret, nr. 33, İstanbul 1286, s. 1; nr. 37, s. 1; nr. 93, s. 2-4; nr. 94, s. 2-3; nr. 95, s. 1-2; nr. 101, s. 1-2; nr. 103, s. 1-2; nr. 1342, s. 1; nr . 1411, s. 1; nr. 1414, s. 1; nr. 1415, s. 1; nr. 1423, s. 1-2; nr. 1479, s. 1; nr. 1484, s. 1; nr. 1574, s. 1; nr. 1592, s. 1; nr. 1587, s. 1; SF, nr. 911 (1324), s. 3; nr. 968 (1325), s. 82-83; nr. 981 (1326), s. 297; nr. 983 (1326), s. 333; nr. 986 (1326), s. 376; Necmeddin Erim, “Yusuf İzzeddin’e Dair Yeni Vesikalar”, Tarih Dünyası, I/3, İstanbul 1950, s. 125-127; İsmail Baykal, “Veliaht Yusuf İzzeddin Efendi Nasıl İntihar Etti?”, a.e., II/12 (1950), s. 487-491; II/13 (1950), s. 531-535; II/14 (1950), s. 579-582; II/15 (1950), s. 623-626; II/16 (1950), s. 663-666, 703; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Veliaht Yusuf İzzettin Efendinin İntiharı”, Resimli Tarih Mecmuası, sy. 54, İstanbul 1954, s. 3150-3154; Bedi Şehsuvaroğlu, “Veliahd Yusuf İzzeddin Efendi’ye Dâir”, Hayat Tarih Mecmuası, I/5, İstanbul 1974, s. 13-16; Cengiz Göncü-Üzeyir Karataş, “Veliahd Yusuf İzzeddin Efendi’nin Toplumsal Yaşama İlişkin Görüşleri ve Yaşamının Son Yıllarında Ruhsal Durumuna İlişkin Belgeler”, Milli Saraylar, Belgeler, sy. 1, İstanbul 2007, s. 118-151.

Ali Akyıldız