YEGŪS

(يغوث)

Kur’ân-ı Kerîm’de Nûh kavminin taptığı belirtilen ve Câhiliye döneminde de tapınılan putlardan biri.

Kelimenin “yardım etmek” anlamındaki gavs kökünden türediği, kendisinden yardım istendiği için putun bu adla anıldığı, “yağmur yağdırmak” anlamındaki gays köküyle de bağlantı kurularak “yağmur yağdıran” mânası da verildiği (İbn Düreyd, s. 96, 153; Yâkūt, V, 439) ve menşeinin Güney Arabistan olduğu ifade edilmektedir (Jeffrey, s. 291-292). Ancak kelimenin aslının İbrânîce’den veya ona yakın bir dilden yahut Tevrat’ta adı geçen ve Edomiler’in atası olan Yeuş’tan geldiği de söylenmektedir (Mustafavî, XIV, 257; Elmalılı, VIII, 355; Smith, s. 43, 226). Kur’ân-ı Kerîm’de “yegūs” kelimesi Nûh kavminin taptığı putlar arasında zikredilir ve Nûh kavminden inkârcıların, “Sakın ilâhlarınızı, hele Ved, Süvâ‘, Yegūs, Yeûk ve Nesr’i asla terketmeyin” dedikleri belirtilir (Nûh 71/23).

Rivayete göre Ved, Süvâ‘, Yegūs, Yeûk, Nesr dindar ve sâlih kişilerdi. Fakat bunların hepsi aynı ayda ölünce akrabaları çok üzülmüş, Kābil oğullarından biri, “Size onların şeklinde beş put yapayım mı? Yalnız ruhlarını veremem” deyince onlar da yapmasını söylemiş, o kişi de onlara benzeyen beş put yaparak dikmiştir. Bunun üzerine akrabaları putların yanına gelip onlara saygı göstermeye ve etraflarında dönmeye başlamış, bu âdet bir kuşak boyunca sürmüştür. Ardından gelen kuşak bunlara öncekilerden daha fazla saygı göstermiş, üçüncü kuşak daha da ileri giderek putlara saygıyı tapınmaya dönüştürmüştür Öte yandan bu olayın Hz. Nûh’un dedesinin dedesi Yared zamanında vuku bulduğu yahut bunların Nûh kavminden, hatta Âdem’in çocuklarından olduğu da nakledilmektedir (Buhârî, “Tefsîrü’l-Ķurǿân”, 71; İbnü’l-Kelbî, s. 32; Taberî, XXIX, 98-99; İbn Kesîr, XIV, 142-143). Allah onlara İdrîs peygamberi göndermiş, fakat onlar bu peygamberi yalanlamışlardır. Bu durum Hz. Nûh zamanına kadar devam etmiştir. Tûfan putları sürükleyip Cudda bölgesinde karaya fırlatmış ve putlar kum altında kalmıştır.

Adı geçen putları Araplar arasına ise Amr b. Lühay getirmiştir. Kâhinlik yapan Amr’ın dostu olan cinlerden birinin kendisine Cudda kıyısına gitmesini ve orada bulacağı putları getirip Araplar’ı onlara tapmaya davet etmesini söyleyince Amr da putları getirip Araplar’a dağıtmıştır. Bunlardan Yegūs, Murâd kabilesinden


En‘um b. Amr’a verilmiş, o da putu Yemen’deki Cüreş şehrinde Mezhic tepesine dikmiş, Mezhic kabileler topluluğu ve Cüreş halkı bu puta tapmıştır (İbnü’l-Kelbî, s. 8, 36). Yegūs’un, Sebe bölgesinde Curuf’ta yaşayan Murâd kabilesinin, daha sonra da Benî Guteyf’in putu olduğu da nakledilmektedir (Taberî, XXIX, 98-99).

Bir rivayete göre Murâd kabilesinden En‘um ile aileleri diğer kabilelerin Yegūs’u ellerinden alacaklarını duyunca onu kaçırarak Benî Hâris yurduna götürmüş, putu geri almak isteyen Benî Murâd ile Benî Hâris b. Kâ‘b arasında “yevmü’r-rezm” (redm) denilen ve Bedir Savaşı ile aynı tarihlere (2/624) rastlayan bir savaş olmuş, Benî Murâd yenilince Yegūs, Benî Hâris’e kalmıştır. Diğer bir rivayete göre ise çatışma Murâd kabilesinden Benî En‘um ile Benî Gutayf arasında cereyan etmiş ve Yegūs, Benî Hâris’in bir kolu olan Benî Nûr yurduna kaçırılmıştır (Cevâd Ali, VI, 260-261). Kabileler, savaşlarda galip gelmek için bu putu da beraberlerinde götürüyorlardı. Bundan dolayı putun adıyla bu inanç arasında bağ kurulmakta ve Yegūs’un “yardım etmek” anlamındaki “gavs” kökünden geldiği söylenmektedir (a.g.e., VI, 261). Yegūs’un aslan şeklinde tasvir edildiği nakledilmektedir (Zemahşerî, VI, 218; Smith, s. 43, 226; ERE, I, 663). Yegūs ismi Tevrat’ta (Tekvîn, 36/5, 14), ayrıca on iki İsrâil kabilesinin soy kütüğünde (I. Tarihler, 7/10; 8/39) ve Semûd yazıtlarında (Fahd, s. 192; Smith, s. 43) geçmekte, Yegūs ile Hintliler’in Vüyasa’sı arasındaki benzerliğe dikkat çekilmektedir (bk. NESR). Câhiliye döneminde erkek isimleri arasında Abdüyeğūs adına Mezhic, Kureyş, Tağlib ve Hevâzin kabilelerinde rastlanmakta, bu da adı geçen kabilelerde Yegūs’a tapınıldığını göstermektedir (Cevâd Ali, VI, 262).

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “ġvŝ” md.; Mustafavî, et-Taĥķīķ, XIV, 256-257; İbnü’l-Kelbî, Kitâbü’l-Eśnâm (nşr. Ahmed Zeki Paşa), Ankara 1969, s. 8, 32, 36; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, XXIX, 98-99; İbn Düreyd, el-İştiķāķ, s. 96, 153; Zemahşerî, el-Keşşâf (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd v.dğr.), Riyad 1418/1998, VI, 218; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, V, 439; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿâni’l-Ǿažîm (nşr. Mustafa Seyyid Muhammed v.dğr.), Cîze 1421/2000, XIV, 142-143; J. Wellhausen, Rest arabischen Heidentums, Berlin 1897, s. 19-22; A. Jeffery, The Foreign Vocabulary of the Qur’ān, Baroda 1938, s. 291-292; Elmalılı, Hak Dini, VIII, 355-356; T. Fahd, Le panthéon de l’Arabie centrale à la veille de l’hégire, Paris 1968, s. 191-194; Cevâd Ali, el-Mufaśśal, VI, 260-262; W. R. Smith, The Religion of the Semites, New York 1972, s. 43, 226; Th. Nöldeke, “Arabs (Ancient)”, ERE, I, 663.

Ömer Faruk Harman