YAVUZ ALİ PAŞA

(ö. 1013/1604)

Osmanlı vezîriâzamı.

Aslen Bosnalı olup Malkoviç/Molkoçeviç ailesine mensuptur. Bosna Yeniçeri Ağası Sâlih Ağa’nın kardeşinin oğludur. Sert mizacından dolayı “Yavuz” lakabıyla tanınmıştır. Bosna’dan devşirilerek İstanbul’a getirildi; on iki yıl Galata Sarayı Mektebi’nde eğitim gördü. Zekâsı ve kabiliyetiyle öne


çıktı. 991’de (1583) sancak beyi olarak Manisa’ya gönderilen Şehzade Mehmed’in (III.) maiyetinde yer aldı. Şehzadenin yanında ok atmadaki maharetiyle takdir gördü, onun sayılı adamları arasına girdi. Kısa bir süre sonra şehzadenin silâhtarlığı görevine getirildi. Şehzade Mehmed’in tahta geçmesi üzerine İstanbul’a geldi (27 Ocak 1595). III. Mehmed’in 1596’da çıktığı Eğri seferine katıldı. Haçova Meydan Savaşı’nda gayretleriyle dikkat çekti. 1009’da (1601) silâhtarlıktan Mısır valiliğine tayin edilerek saraydan çıktı. O sırada Mısır’da düzen sarsıldığı için III. Mehmed onu Mısır’da ıslahat yapmak, durumu düzeltmek ve askerî tedbirler almakla görevlendirmişti.

Ali Paşa, padişahın huzuruna kabul edildikten sonra vezirlik pâyesiyle görev mahalline hareket etti. Mısır’a ulaştığında Kara Meydan’da yapılan, ileri gelenlerle halkın katıldığı törende padişahın emirlerini ve hatt-ı hümâyununu okuttu. Başta isyan halindeki Mısır askerini nizam altına almaya çalıştı. İskenderiye’ye geçip otağ kurdu; kaleleri tahrir ettirdi. Halka zulmeden Menûfiye vilâyeti kâşifi Pervîz’i katlettirdi (1010/1601-1602). Halkın, “hidmet-i keşûfiyye” adıyla vergi alındığı ve bunun toplanması için çiftçilere “tulbe” denilen yeni bir vergi yüklendiği, çiftçilerin topraklarını bırakıp donanmaya ve keşşâfa katıldıkları, toprağını işlemeye devam edenlerin ulûfe, alîk ve cerâyelerini zamanında ödeyemediklerinden idarecilerle anlaşmazlık içine düştükleri yolundaki şikâyetleri üzerine 300.000 filori tutarındaki mâl-i keşûfiyye vergisini kaldırdı. Böylece halkın ödeyeceği tulbe de iptal edilerek malî ıslahat gerçekleştirilmiş oldu. Halka zulmeden eski idarecileri görevinden uzaklaştırdı. Haremeyn fakirlerine gelenek icabı yollanması gerekirken uzun süredir gönderilmesi aksatılan buğdayı yeniden sevkettirdi. Nil nehri çevresindeki köyleri dolaştı, teftişlerde bulundu. Yedi sekiz ay içinde eyaletin İstanbul ile bağlantısını kuvvetlendirdi. Süveyş Kaptanı Osman Bey’i İstanbul’a yollayarak Mısır’ın durumunu padişaha arzetti. Bu başarıları sebebiyle padişah tarafından kendisine kılıç ve hil‘atler gönderildi (Kelâmî, s. 11-100).

Valiliği devam ederken Vezîriâzam Yemişçi Hasan Paşa’nın azli üzerine İstanbul’a çağrıldı ve kendisine vezîriâzamlık görevi verildi (27 Rebîülâhir 1012/4 Ekim 1603). Ali Paşa, Mısır’ın iki yıllık geliri olan 1.200.000 altın tutarında meblağla kara yoluyla İstanbul’a hareket etti. Şam ve Halep’ten geçerek Seyyitgazi’ye geldiğinde mühr-i hümâyun kendisine ulaştırıldı. Bu arada III. Mehmed ölmüş, yerine I. Ahmed tahta çıkmıştı. Sadâret makamı iki ay kadar boş kalmıştı; I. Ahmed de babası döneminde alınan karara uyarak onun vezîriâzamlığını kabul etti. Ali Paşa, Diliskelesi’nde Mısır hazinesini ve ağırlıklarını bırakıp kendisine tahsis edilen kadırgalarla Üsküdar’a geldi. Ertesi sabah da bayrak ve sancaklarla süslenmiş Kaptanpaşa Cigalazâde Sinan Paşa’nın kadırgasıyla sarayın iskelesinden karaya çıktı (29 Aralık 1603). Padişahla görüştükten sonra divana gitti, orada vezirler, kazaskerler ve diğer devlet erkânını kabul etti. I. Ahmed’in cülûs bahşişinin dağıtılması ve diğer eğlenceler onun gelişine kadar ertelenmişti. Sadrazam iki konak geriden gelmekte olan hazineyi beklemedi. İç hazineden alınan paralarla cülûs bahşişini aynı gün dağıttırdı. İki üç saatte bu işi tamamlayıp geceleyin Süleymaniye Camii yakınındaki Siyavuş Paşa Sarayı’na veya Ferhat Paşa Sarayı’na yerleşti. Üç gün sonra da Mısır’dan getirdiği hazineyi bizzat iskelede karşılayıp iç hazineye teslim etti.

Ali Paşa ilk iş olarak pazar fiyatlarının denetimini ele aldı. Tebdilikıyafetle dolaşıp fiyatları kontrol etti. Mısır’dakine benzer şekilde ramazan ayında bütün dükkânların açık tutulması ve herkesin işinin gücünün başında bulunması kararını aldırdı. Yanında Mısır’dan getirdiği Arap cellâtlarla çarşı pazarları gezdi ve uygunsuz işler yapanlara gözdağı verdi. Vergi toplayan muhassılların eskiden olduğu gibi Altı Bölük Ocağı’nın üst rütbeli emeklilerinden seçilmesini sağladı. Bu sırada Osmanlı ordusu İran ve Avusturya cephelerinde savaş halindeydi. İran cephesine Cigalazâde Sinan Paşa’yı tayin etti. Kendisi de padişahtan aldığı emir üzerine Avusturya cephesine gidecekti. Ancak şahsen cepheye gitmeyi arzulamadığından devlet erkânını topladı; idarî işlerin düzenli yürümesi ve iki cepheye gerekli mühimmatın temini için İstanbul’da kalmasının uygun olup olmayacağı konusunu görüştü. Hazır bulunanlar onun başşehirde kalmasını daha uygun gördüklerini söylediler. Sadrazam alınan kararı bildirdiğinde etrafındakilerinin etkisi altındaki padişahın, “Elbette senin cânib-i küffâra serdar olup askerle gitmen lâzımdır; bahane eylemeyip acele tedarik görüp çıkasın” emriyle karşılaştı (Hasanbeyzâde Ahmed, III, 818; Naîmâ, I, 267). Ali Paşa gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra 30 Mayıs 1604’te İstanbul’dan hareket etti. Yerine Sofu Sinan Paşa’yı kaymakam bıraktı. Kendisi orduyla birlikte Halkalı’da iken Sinan Paşa’nın yerine sadâret kaymakamlığına Hâfız Ahmed Paşa’nın getirildiğini öğrendi. Bunun üzerine iç hazineden sefer için alacağı parayı ileri sürerek Halkalı’da beklemeye başladı. Padişahtan, “Başın sana gerekse elbette yarın kalkıp gidersin” şeklinde bir hatt-ı hümâyun aldı (Hasanbeyzâde Ahmed, III, 821). Padişahtan gördüğü bu sert muameleden dolayı çok üzüldü. Sofya’yı geçtikten sonra hastalandı, arabayla Belgrad’a ulaşabildi. Burada Lala Mehmed Paşa ile görüştükten birkaç gün sonra vefat etti ve Bayram Bey Camii hazîresine gömüldü (28 Safer 1013/26 Temmuz 1604). Yaklaşık yedi ay sadrazamlık yapan Ali Paşa’nın hayatına dair fazla bir şey bilinmemektedir. Kelâmî onun faaliyetlerini konu alan bir eser yazmış, bu eser üzerine yüksek lisans tezi hazırlanmıştır (bk. bibl.).

BİBLİYOGRAFYA:

Mustafa Sâfî, Zübdetü’t-tevârîh (haz. İbrahim Hakkı Çuhadar), Ankara 2003, II, 5; Hasanbeyzâde Ahmed, Târih (haz. Şevki Nezihi Aykut), Ankara 2004, III, 751, 811, 818, 821, 828; Mehmed b. Mehmed er-Rûmî, Nuhbetü’t-tevârîh ve’l-ahbâr (haz. Abdurrahman Sağırlı, doktora tezi, 2000), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 607, 613, 614, 617, 620, 621; a.mlf., Târîh-i Âl-i Osman (a.e. içinde), s. 36; Topçular Kâtibi Abdülkadir (Kadrî) Efendi Târihi (haz. Ziya Yılmazer), Ankara 2003, I, 373, 374, 377, 378, 379, 416, 417; Peçuylu İbrâhim, Târih, II, 257, 258, 295; Kâtib Çelebi, Fezleke (haz. Zeynep Aycibin, doktora tezi, 2007), Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 493; Naîmâ, Târih (haz. Mehmet İpşirli), Ankara 2007, I, 264, 265, 266, 267, 275, 277; Hadîkatü’l-vüzerâ, s. 51, 52, 53; Kelâmî, Vekāyi-i Ali Paşa (haz. Soner Demirsoy, yüksek lisans tezi, 2010), Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; Mufassal Osmanlı Tarihi, İstanbul 1959, III, 1707, 1779; Cengiz Orhonlu, Osmanlı Tarihine Âid Belgeler, Telhisler: 1597-1607, İstanbul 1970, s. 9, 10; Seyyid Muhammed es-Seyyid, “Mısır”, DİA, XXIX, 564.

Soner Demirsoy