VEZİR

(الوزير)

İslâm devletlerinde hükümdardan sonra gelen en yetkili yönetici.

Vezîr kelimesinin kökeni hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bazı araştırmacılar, vezirlik kurumunun Sâsânî devlet teşkilâtından alındığı görüşüne dayanarak kelimenin Farsça’dan geldiğini ve daha sonra Arapçalaştırıldığını söylemekte (İA, XIII, 309, 310), diğer bazıları ise kelimenin Araplar tarafından, vezirliğin kurum olarak ortaya çıktığı Abbâsîler döneminden önce de bilindiğini ve Arapça kökenli olduğunu savunmaktadır. Bunlar vezirin Kur’ân-ı Kerîm’de (Tâhâ 20/29; el-Furkān 25/35), hadislerde (Ebû Dâvûd, “Ħarâc”, 4) ve birçok şiirde geçmesini, Hz. Ebû Bekir, Muhtâr es-Sekafî, Ziyâd b. Ebîh gibi şahsiyetlere vezir unvanı verilmesini delil göstermektedir (Sourdel, s. 50 vd.; Goitein, s. 172-173, 194-196). Ayrıca erken dönem Arapça sözlüklerde (Ezherî, IV, 3883; Cevherî, s. 1136) ve kurumlar tarihi kaynaklarında (Mâverdî, Ķavânînü’l-vizâre, s. 61-62) kelime Arapça kökenli diye gösterilmektedir. Sözlüklerde vezir kelimesinin “vezer” (sığınılacak yer), “vizr” (ağır yük, günah) ve “ezr” (güç, kuvvet) kökünden türediği kaydedilmektedir.

Kurumun kökeniyle ilgili tartışmalar da söz konusudur. Araştırmacıların büyük bir kısmı, hilâfetin Emevîler’den Abbâsîler’e geçmesiyle birlikte devlet teşkilâtlanmasında İran etkisinin öne çıktığını dikkate alarak bu kurumun Sâsânî kökenli olduğu konusunda birleşir. Goitein ise vezirliğin Arap kabile geleneğinin bir devamı kabul edilebileceğini belirtir ve kurumun Sâsânî kökenine dayandığını reddetmenin bazı açılardan İranî izler taşıması ihtimalini ortadan kaldırmayacağını söyler (Studies in Islamic, s. 191-193). Goitein’in iddiasına benzer görüşler ileri sürmekle birlikte ilk Abbâsî vezirlerinin İran kökenli olmasından hareketle vezirlik kurumunun Sâsânî etkisinde şekillendiğine daha fazla vurgu yapan Sourdel bunun Sâsânî idare geleneğinin basit bir taklidi sayılmadığını ifade etmekte, dolayısıyla Abbâsîler’in aynı idarî ihtiyaçlara karşı benzer bir kurumsal yapıyla çare bulma arayışı olarak değerlendirilebileceğini yazmaktadır (Le vizirat, s. 59 vd.). Esasen tartışma, Araplar’ın önceden beri bildikleri vezirle (yardımcı) Abbâsîler’de başlayan kurumsal yapının temsilcisi konumundaki kâtip sınıfından gelen vezirin aynı olup olmadığı noktasında yoğunlaşmaktadır. Abdülazîz ed-Dûrî’nin, ilk Abbâsî veziri Ebû Seleme el-Hallâl’in üstlendiği görevlerin son Emevî kâtibi Abdülhamîd el-Kâtib’in görevlerine benzediği ve Abbâsîler’in aslında yeni bir kurum ihdas etmedikleri şeklindeki görüşü dikkat çekicidir. Mes‘ûdî’nin, Abbâsîler’in kâtibi vezir diye adlandırdıkları yolundaki ifadesinin (et-Tenbîh, s. 340) bunu teyit ettiğini belirten Dûrî, Abbâsî idarî yapısının temel unsurları arasında yer


alan vezirlik kurumunun Fars unsurunun da katılmasıyla zaman içerisinde oluştuğunu söylemektedir (el-ǾAśrü’l-ǾAbbâsiyyü’l-evvel, s. 51-52).

Tarihî Gelişim. Abbâsîler. Abbâsîler dönemine kadar vezir unvanını taşıyan yöneticiler bulunmamakla birlikte bu süreçte devlet başkanına yardımcı konumunda kişilerin varlığı bilinmektedir. Hz. Peygamber sahâbe ile istişareyi bir prensip haline getirmişti. Bu istişareler esnasında öncelik verdiği, bazan da görüşü doğrultusunda kararlar aldığı Hz. Ebû Bekir vezir diye nitelendirilmiştir. Ebû Bekir döneminde Ömer, Ömer döneminde Osman ve Ali bu konumda kabul edilmekteydi (İbn Haldûn, I, 295). Emevî halifeleri devlet işlerinde görüşlerine başvurdukları kâtipler tayin etmişse de bunlara resmî anlamda vezir unvanı verilmemiştir. Ancak Emevîler devrinde de bazı kimselerin vezir unvanıyla anıldığı bilinmektedir (Süyûtî, II, 125; Sourdel, s. 53-55). Muâviye zamanında Ziyâd b. Ebîh, Abdülmelik b. Mervân döneminde Ravh b. Zinbâ‘ el-Cüzâmî vezir unvanı taşıyordu. Abbâsîler’e kadar geçen süreçte kâtipler veya halifenin danışmanı konumundaki kişilerin mevcudiyeti bu dönemde vezirliğin bir kurum olarak var olduğunu göstermez. İbnü’t-Tıktakā, vezirlik kurumunun usul ve kaideleri belirlenmiş durumda Abbâsîler devrinde görüldüğünü belirtmekte (el-Faħrî, s. 153) ve ilk Abbâsî Halifesi Ebü’l-Abbas es-Seffâh’a vezirlik yapan Ebû Seleme el-Hallâl’in vezir unvanını taşıyan ilk kişi olduğu kaydedilmektedir (Dîneverî, s. 370; Mes‘ûdî, et-Tenbîh, s. 339; Kudâî, s. 394).

Diğer taraftan vezirlerin bir danışman konumundan çıkarak teşkilâtlı bir kurumun başı haline gelmelerinin Halife Mehdî-Billâh zamanında (775-785) gerçekleştiği bilinmektedir. Nitekim Taberî ilk defa bu halife döneminde vezirden bahsetmeye başlar (Târîħ, VIII, 136, 156 vd.). İlk iki Abbâsî halifesi Ebü’l-Abbas es-Seffâh ile Ebû Ca‘fer el-Mansûr devrinde vezirlik görevine getirilenlerin biri dışında hepsinin ölüm cezasına çarptırılması ve özellikle Mansûr’un idareyi tam anlamıyla kendi kontrolünde tutmak istemesi (İbnü’t-Tıktakā, s. 155-156, 174 vd.) bu kurumun başlangıçtaki gelişimini engelleyen önemli bir etken kabul edilebilir. Siyasî ve idarî istikrarın büyük ölçüde sağlanmasıyla Mehdî-Billâh ve ondan sonra gelen Abbâsî halifeleri devlet yönetimiyle ilgili bütün işleri vezirlere bırakmışlardır. Cehşiyârî’nin Hârûnürreşîd’in veziri Yahyâ b. Hâlid el-Bermekî hakkında yazdıklarından ilk dönem vezirlerinin çok geniş yetkilerle donatıldığı anlaşılmaktadır. Valilerin tayin ve azilleri, vergilerin tesbiti ve toplanması, devlet gelirlerinin denetlenmesi, Dîvânü’r-resâilin idaresi, askerî tekilâtı da ellerinde bulundurmaları bu dönem vezirlerinin nüfuzunu ve geniş yetkilerini göstermektedir (el-Vüzerâǿ, s. 177). Ancak başta Yahyâ olmak üzere Bermekîler, yönetimi tekellerinde tutma gayretleri ve büyük bir servet edinmeleri gibi tepki çeken uygulamaları yüzünden ağır biçimde cezalandırılmıştır. Bu dönemde vezirlerin çoğu devletin kuruluşuna büyük katkı sağlayan Fars asıllılardan seçilmiştir.

Abbâsîler’de Halife Mansûr zamanından itibaren orduda istihdam edilen Türkler’in 232 (847) yılında Vâsiķ-Billâh’ın ölümünden sonra kumandan ve idareci sıfatıyla yönetimde söz sahibi olmalarının ardından vezirlerin nüfuz ve yetkileri azalmaya başlamıştır. Ancak bu durum uzun sürmemiş, III. (IX.) yüzyılın sonlarından itibaren vezirler yeniden güç kazanmıştır. Vezirliğin tekrar önem kazanmasında bu dönemde yöneticilik yeteneği zayıf halifelerin iş başına geçmesinin de önemli rolü vardır. Söz konusu dönemde bu makamı ele geçirebilmek için Benî Furât ile Benî Cerrâh aileleri arasında büyük bir mücadele başlamış, ailelerden birinin vezirlik makamına geçmesiyle önceki vezirin malları müsadere edilmiştir. Ancak bu mücadeleler yüzünden gelirlerin azalması ve bürokrasideki genel bozulma vezirliğin gerilemesini de beraberinde getirmiştir. Vezirlerin parlak dönemi 324’te (936) emîrü’l-ümerâlık kurumunun ortaya çıkmasıyla sona ermiştir. Ardından vezirlerin görevleri, vezir tayin ve azletme yetkisi de kendilerine verilen emîrü’l-ümerâlar tarafından yürütülmüş, vezirlik ise vezâret alâmetleri olan siyah elbise giyip kılıç ve kuşak takınarak hilâfet sarayındaki merasimlere katılmaktan ibaret bir görev haline gelmiştir. 334 (946) yılından 447 (1055) yılına kadar Büveyhîler’in, 447’den 530’a (1136) kadar Büyük Selçuklular’ın nüfuzu altında kalan Abbâsî Devleti’nde Büveyhî ve Selçuklu vezirlerinin yönetimde büyük yetkiye sahip oldukları görülmektedir. VI. (XII.) yüzyılda Abbâsî Devleti’nin bazı bölgelerde otoritesini yeniden tesis etmesiyle birlikte güçlü Abbâsî vezirleri ortaya çıkmıştır. Muktefî-Liemrillâh’ın vezirlerinden Ebü’l-Muzaffer İbn Hübeyre, Müstazî-Biemrillâh’ın vezirlerinden Adudüddin İbnü’l-Müslime Reîsü’r-rüesâ ve son Abbâsî veziri İbnü’l-Alkamî bunlar arasında zikredilebilir.

Mâverdî Abbâsîler’de tefvîz ve tenfîz adlarıyla iki çeşit vezirlik bulunduğunu belirtmektedir. Geniş yetkileri olan, halife adına devletin bütün işlerini yürüten tefvîz vezirleri halifenin nâibi sıfatıyla hilâfet mührünü taşıyordu. Yetkileri daha kısıtlı tenfîz vezirleri ise yalnızca kendileri için belirlenen görev alanlarında söz sahibiydiler; yetkileri yürütme ile sınırlı olup halifenin verdiği emirleri yerine getirirlerdi. Bir tefvîz vezirine karşılık tenfîz vezirlerinin sayısı zamana ve işlere göre değişebiliyordu (el-Aĥkâmü’s-sulŧâniyye, s. 25-32).

Abbâsîler’de vezirliğe tayin yapılırken özel bir merasim düzenleniyordu. Vezirliğe tayini kararlaştırılan kişiye halife tarafından bir mektup gönderilirdi. Mektubu alan vezir adayı kadılar ve inşâ kâtibi gibi ileri gelen kişilerle beraber saraya gider, halifenin huzuruna çıkardı. Daha sonra kendisine cübbe, sarık, kılıç ve divitten ibaret vezirlik alâmetleri verilir, ardından tekrar halifenin katına giderdi. Saraydan ayrılırken süslenen bir ata biner, önündeki devlet adamlarıyla birlikte makamına varırdı. Burada kendisini karşılayanların önünde tayin yazısı (taklid) okunur, böylece vezirlik görevine başlamış olurdu. Kalkaşendî, Kāim-Biemrillâh ile Müsterşid-Billâh’ın vezirleri için yazdırdıkları iki vezâret tayin yazısını kaydetmektedir (Śubĥu’l-aǾşâ, X, 234-242). Vezire daha sonra halife tarafından çeşitli hediyelerin yollandığı rivayet edilir.

Vezirler siyasî, askerî, iktisadî, idarî ve hukukî sahalarda birçok görev üstlenmiştir. Halife Ebü’l-Abbas es-Seffâh’ın cünd ve haraç divanlarının idaresini vezir unvanı taşımamakla birlikte Hâlid b. Bermek’e verdiği, Halife Ebû Ca‘fer el-Mansûr’un vezirlerinden Ebû Eyyûb el-Mûriyânî’nin geniş yetkilere sahip bulunduğu belirtilmektedir (Cehşiyârî, s. 89, 97). Abbâsî vezirleri arasında mutlak yetki bakımından öne çıkanlar Bermekî ailesine mensup vezirlerle Fazl b. Sehl’dir. Hârûnürreşîd, iktidarını borçlu olduğu Bermekî ailesinden Yahyâ b. Hâlid’e sınırsız yetkilerle vezirlik pâyesi vermiş, divanların kontrolünü ona bırakmış, Yahyâ ve oğulları tam anlamıyla devleti yöneten bir aile haline gelmiştir. Me’mûn’un veziri Fazl b. Sehl de siyasî ve askerî yetkilerin tamamını elinde bulunduruyordu. Halife bizzat yazdığı bir tevkī‘ ile ona çok geniş yetkiler vermişti. Yetki bakımından öne çıkan vezirlerden biri de Mu‘temid-Alellah zamanında görev yapan Ebü’s-Sakr İsmâil b. Bülbül’dür. Muktedir-Billâh’ın vezirlerinden Ali b. Îsâ İbnü’l-Cerrâh bu yetkilerin yanı sıra Dîvân-ı Mezâlim’e


başkanlık etmesiyle de meşhurdur. Abbâsîler’in son dönem vezirlerinden Ebü’l-Muzaffer İbn Hübeyre’nin de geniş yetkileri vardı. Son vezir İbnü’l-Alkamî de uzun süren görevi sırasında mutlak yetkiyle devlet işlerini üzerine almış ve dilediği tasarruflarda bulunmuştur.

Abbâsîler’de vezirlerin geliri dönemlere göre değişmektedir. Halife Mansûr’un Bağdat’ı kurduktan sonra şehri dört kısma ayırdığı ve bunlardan birini veziri Ebû Eyyûb el-Mûriyânî’ye iktâ ettiği nakledilmektedir (a.g.e., s. 100). Me’mûn da Irak’taki Sîb bölgesini Vezir Fazl b. Sehl’e vermiştir (a.g.e., s. 306). Muktedir-Billâh zamanında nafakalar hariç vezirlere tahsis edilen iktânın gelirleri 170.000 dinardı (İbn Miskeveyh, V, 229). Vezir İbnü’l-Husaybî’ye 5000, Ali b. Îsâ İbnü’l-Cerrâh’a aylık 7000 dinar maaş bağlanmıştı (a.g.e., V, 225, 229). Muktefî-Liemrillâh’ın veziri Ebü’l-Muzaffer İbn Hübeyre’ye yıllık 100.000 dinar ödendiği tesbit edilmektedir (İbnü’t-Tıktakā, s. 312). Vezirlerin çocuklarına da aylık ve yıllık ödeme yapılırdı.

Önceleri halifenin sarayında bir makamı olan vezirler daha sonra sarayda hâcibe ait başka bir daireye taşınmıştır (Hilâl b. Muhassin es-Sâbî, el-Vüzerâǿ, s. 268). Kaynaklarda Muktedir-Billâh’ın vezirlerinden İbnü’l-Furât el-Âkūlî’nin Muharrim denilen yerde halifenin tahsis ettiği bir ikametgâhından bahsedilmektedir. Kendisinden sonra vezirler tarafından resmî makam olarak kullanılan bu ikametgâh Kāhir-Billâh döneminde satılmış, vezirlere Muktedir-Billâh’ın oğluna ait bir ev ayrılmıştır (İbn Miskeveyh, V, 80, 112, 217, 332). Son dönem Abbâsî vezirlerinin Mu‘temid-Alellah’ın Huld Sarayı’ndan ayrılarak Bağdat’ın doğu yakasında dârülhilâfe diye şöhret kazanan saraya yerleşmesinin ardında bu sarayın karşısındaki Dârülvizâre’de görev yaptıkları anlaşılmaktadır (İbrâhim Selmân el-Kürevî, s. 251). Öte yandan vezirlere çeşitli şeref unvanları ve lakaplar verilmiştir. Me’mûn tarafından veziri Fazl b. Sehl’e verilen, askerî ve siyasî yetkilerine de işaret eden “zü’r-riyâseteyn” unvanı burada zikredilmelidir. Cehşiyârî onun lakap alan ilk vezir olduğunu söyler (el-Vüzerâǿ, s. 305, 306). Vezirlerin daha sonra “veliyyüddevle, amîdüddevle” gibi lakaplar taşıdıkları kaydedilmektedir (Hilâl b. Muhassin es-Sâbî, Rüsûmü dâri’l-ħilâfe, s. 130; ayrıca bk. Tevfîk Sultân el-Yûzbekî, s. 47-49; İbrâhim Selmân el-Kürevî, s. 245-249).

Sâmânîler. Abbâsîler döneminde kurulan diğer İslâm devletlerinde Abbâsî divan teşkilâtı örnek alınmıştır. Sâmânîler’den II. Nasr b. Ahmed’in veziri Ceyhânî’nin yaptığı düzenlemede Dîvân-ı Vezâret diğer divanların üstünde bir konuma getirilmiş, vezirlere büyük yetkiler tanınmıştır. I. Nûh’un veziri Hâkim eş-Şehîd bütün devlet işlerini üstlenmişti. Sâmânîler’in son hükümdarlarından II. Nûh dönemindeki vezirlerin de idarede ve askerî alanda söz sahibi oldukları görülmektedir. II. Nûh’un küçük yaşta tahta çıkması üzerine yönetimi üstlenen Ebü’l-Hüseyin Ubeydullah b. Ahmed el-Utbî ordu kumandanlarının tayin ve azil yetkisine de sahipti. Onun ardından vezirliğe getirilen Abdullah b. Muhammed b. Üzeyr, hükümdarın yönetimde etkin olan annesiyle birlikte hareket ederek ordu kumandanlarını değiştirebiliyordu. Vezirlerden Ceyhânî, Ebü’l-Fazl el-Bel‘amî ve Hâkim eş-Şehîd gibi şahsiyetlerin tarih, fıkıh, inşâ gibi sahalarda eser verenler arasından seçilmesi dikkat çekmektedir.

Endülüs Emevî Devleti. Bu dönemde önceleri Abbâsîler’deki gibi yönetimde ikinci sırada yer alan vezirler (İbn Haldûn, I, 298), II. Abdurrahman dönemiyle (822-852) birlikte bu konumlarını hâcibe terketmek zorunda kalmıştır (Özdemir, s. 130). II. Abdurrahman önceleri tek olan vezir sayısını arttırarak her birini farklı alanlarda görevlendirmiştir. Makkarî’nin Endülüs Emevî Devleti’nde vezirlik görevinin bir kurul tarafından yürütüldüğüne dair ifadeleri muhtemelen II. Abdurrahman dönemi ve sonrasındaki uygulamaya işaret etmektedir. Söz konusu kuruldaki vezirlerin hükümdar tarafından görüşlerine başvurulmak üzere tayin edildiğini söyleyen Makkarî, bunlardan birinin daha çok vezir diye adlandırılan nâib makamına getirildiğini ve ona hâcib unvanı verildiğini söylemekte, kuruldaki vezirlerin belirli ailelere mensup olduğunu, kurul üyeliğinin babadan oğula geçtiğini, bunun mülûkü’t-tavâif dönemine kadar devam ettiğini belirtmektedir (Nefĥu’ŧ-ŧîb, I, 216). Vezirler hâcibin idaresi altında kendilerine verilen görevleri yerine getirirdi. Ancak bu uygulama Murâbıtlar ve Muvahhidler’in Endülüs’te hâkimiyet kurmasıyla değişmiş, vezirler tekrar eski konumlarına kavuşmuşlardır. Nasrîler (Benî Ahmer) zamanında vezirler diplomasi dahil sivil ve askerî idareyi tamamen ellerine almış, hükümdardan sonra en yetkili devlet adamı konumuna yükselmiştir. Vezirler hâcibin gerisinde kalmakla birlikte hâcibler, daha önce vezir unvanı taşıyan kimseler arasından seçildiklerinden önemlerini nisbeten korumuşlardır. Edebî ve idarî sahada bilgili ve tecrübeli kimselerden seçilen vezirler hükümdarın sarayında kendilerine ayrılan bölümlerde görev yaparlardı (İbn Haldûn, I, 298).

Tolunoğulları. Mısır’da vezirlik kurumu Tolunoğulları döneminde ortaya çıkmıştır. Devletin kurucusu Ahmed b. Tolun devrinde Ahmed b. Muhammed el-Vâsıtî önemli bir konuma yükselerek vezirin üstlenmesi gereken görevleri kâtip sıfatıyla yürütmüştür. Ahmed b. Tolun’un Bağdat ve Sâmerrâ’daki tecrübelerine dayanarak vezir tayin etmeyip bütün yetkileri elinde topladığı da belirtilmektedir (Nâsır el-Ensârî, s. 104-105). İbn Tolun’un oğlu Humâreveyh zamanında ise Ebü’l-Hasan Ali b. Ahmed el-Mâzerâî vezir sıfatıyla görev yapmış, daha sonra bölgede kurulan İhşîdîler Devleti’nde de vezirlik uygulaması devam etmiştir. İhşîdîler’de vezirler hükümdarın yardımcısı sayılsa da “müdebbirüddevle” unvanlı Ebü’l-Misk Kâfûr el-İhşîdî hükümdarlardan daha etkiliydi (İbn Miskeveyh, VI, 138, 211, 287). İbn Hinzâbe diye bilinen Ebü’l-Fazl İbnü’l-Furât bu dönemin en önde gelen veziridir (İbn Hallikân, I, 346-347).

Fâtımîler. Fâtımîler’de vezirlik kurumu 358 (969) yılında Mısır’ı ele geçirmelerinin ardından ortaya çıkmıştır. Bu tarihten dört yıl sonra Mısır’a gelen Halife Muiz-Lidînillâh yetki ve otoritesini hiç kimseyle paylaşmak istemediğinden vezir tayin etmeyip devlet işlerini kendisi yürütmüştür (Ebü’l-Kāsım İbnü’s-Sayrafî, s. 19). Mısır döneminin ikinci Fâtımî Halifesi Azîz-Billâh’ın 368’de (979) Ya‘kūb b. Killîs’e “el-vezîrü’l-ecell” lakabını vermesiyle birlikte ortaya çıkan vezirlik unvanı dördüncü Halife Zâhir-Lii‘zâzidînillâh devrinde 418 (1027) yılında Ebü’l-Kāsım el-Cercerâî’nin vezirliğe getirilmesiyle resmî bir görev haline gelmiş ve “rütbe” adıyla anılmıştır. Abbâsîler’de olduğu gibi Fâtımîler’de de iki türlü vezirliğin bulunduğu anlaşılmaktadır. İbnü’t-Tuveyr, Fâtımî vezirlerini mensubiyetlerine göre kalem ve kılıç ehli şeklinde ikiye ayırdıktan sonra yetkilerine göre vezâret-i tâmme ve vezâret-i vesâta diye ikinci bir tasnif yapmakta, vesâtanın Vezâret-i tâmmeden daha aşağı bir pâye olduğunu söylemektedir (Nüzhetü’l-muķleteyn, s. 105). Kalkaşendî ikinci tasnife biraz daha açıklık getirmekte, kalem veya kılıç ehlinden olsun etkin bir konuma sahip vezirlerin kendi zamanlarında sultanlığa denk gelen tefvîz veziri sayıldıklarını, onların vazifeleri için


vezâret, etkinliği sınırlı vezirler için de vesâta kelimelerinin kullanıldığını belirtmektedir (Śubĥu’l-aǾşâ, III, 478-479). Bu iki sınıfa mensup vezirler arasında birçok gayri müslim vardı (M. Hamdî el-Münâvî, s. 38-39, 297-304).

Bedr el-Cemâlî’ye kadar görev yapan Fâtımî vezirleri tenfîz veziri kabul edilir. Bunlar sınırlı yetkilere sahipti ve halife onların bütün işlerini denetlerdi. Halife Müstansır-Billâh’ın 467 (1074-75) yılında bütün yetkilerini devlette düzeni yeniden sağlayan Bedr el-Cemâlî’ye devretmesiyle birlikte vezirlik saltanat makamı yerine geçerek tefvîz vezirliğine dönüşmüştür. Bedr el-Cemâlî ayrıca kādılkudâtlık ve dâidduâtlık gibi büyük önem taşıyan görevlere tayinle de yetkili kılınmış, bu görevleri üstlenenler onun nâibi kabul edilmiştir. Bedr el-Cemâlî’ye ve daha sonra bu göreve getirilenlere vezir ismi terkedilerek “emîrü’l-cüyûş” unvanı verilmiştir. Sultanlara mahsus el-Melikü’l-Efdal, el-Melikü’l-Mansûr gibi unvanlar da taşıyan bu vezirler bağımsız hareket etmiş (Makrîzî, el-Ħıŧaŧ, I, 440) ve mezâlim toplantılarına başkanlık yapmıştır (İbnü’t-Tuveyr, s. 122).

Fâtımî vezirlerine “sicillü’l-vizâre” denilen bir görevlendirme yazısı veriliyordu. Vezirlik alâmetleri genelde cübbe, sarık, kolye, kılıç ve divitti. Asker ve sivil kökenli oluşlarına göre değişmekle birlikte vezirlerin kendilerine has kıyafetleri vardı. Fâtımî vezirleri iktâlar hariç aylık 5000 dinar alıyordu. Çocuklarına ve kardeşlerine 200-300, yardımcılarına ve maiyetine sayılarına göre 300-500 dinar aylık veriliyordu. Vezirlerin görevlerini yaptıkları resmî konakların ilki halifelerin yaşadığı el-Kasrü’l-kebîr civarındaki Dârü’l-vizâreti’l-kübrâ idi. Bedr el-Cemâlî’nin inşa ettirdiği ve görevi süresince kaldığı bu konağı ondan sonra oğlu Efdal b. Bedr ilâvelerle yenilemiştir. Ancak Efdal burada fazla kalmamış, Nil kıyısında yaptırdığı konağa yerleşmiştir. Onun ardından vezirlik makamına getirilen Me’mûn el-Batâihî, Dârü’l-vizâreti’l-kübrâ’ya geri dönmüş, burası Fâtımîler’in yıkılışına kadar vezirlerin resmî makamı olmuştur.

BİBLİYOGRAFYA:

Ezherî, Tehźîbü’l-luġa (nşr. Riyâd Zekî Kāsım), Beyrut 2001, IV, 3883; Cevherî, eś-Śıĥâĥ (nşr. Halîl Me’mûn Şîhâ), Beyrut 2008, s. 1136; Dîneverî, el-Aħbârü’ŧ-ŧıvâl, s. 370; Ya‘kūbî, Târîħ, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), II, 352-353; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), VII, 450; VIII, 136, 156 vd.; X, 19, 21; Cehşiyârî, el-Vüzerâǿ ve’l-küttâb, tür.yer.; Ebû Bekir es-Sûlî, Ķısmün min aħbâri’l-Muķtedir-Billâh el-ǾAbbâsî (nşr. Halef Reşîd Nu‘mân), Bağdad 1999, s. 151, 193-194, 264; Mes‘ûdî, et-Tenbîh, s. 339, 340; Nerşahî, Târîħu Buħârâ (trc. ve nşr. Emîn Abdülmecîd Bedevî - Nasrullah Mübeşşir et-Tırâzî), Kahire 1385/1965, s. 18, 46, 137, 142; İbn Miskeveyh, Tecâribü’l-ümem (nşr. Ebü’l-Kāsım İmâmî), Tahran 2001, III, 504, 519, 521 vd.; V, 80, 82, 96, 112, 149, 217, 223, 225, 229, 260-261, 332; VI, 138, 211, 287; Hilâl b. Muhassin es-Sâbî, Rüsûmü dâri’l-ħilâfe (nşr. Mîhâîl Avvâd), Beyrut 1406/1986, s. 91, 130; a.mlf., el-Vüzerâǿ ev Tuĥfetü’l-ümerâǿ fî târîħi’l-vüzerâǿ (nşr. H. F. Amedroz), Leiden 1904, s. 268, 325; Mâverdî, el-Aĥkâmü’s-sulŧâniyye, Beyrut 1405/1985, s. 25-32; a.mlf., Ķavânînü’l-vizâre (nşr. Fuâd Abdülmün‘im Ahmed - M. Süleyman Dâvûd), İskenderiye 1398/1978, s. 61-62; Kudâî, Târîħu’l-ĶudâǾî: Kitâbü ǾUyûni’l-maǾârif ve fünûni aħbâri’l-ħalâǿif (nşr. Cemîl Abdullah M. el-Mısrî), Mekke 1415/1995, s. 394; Ebü’l-Kāsım İbnü’s-Sayrafî, el-İşâre ilâ men nâle’l-vizâre (nşr. Abdullah Muhlis), Kahire 1923, s. 19, 21, 59, 63; İbnü’l-Cevzî, el-Muntažam (Atâ), XIV, 49-50; XVIII, 166-170, 246-247; İbnü’t-Tuveyr, Nüzhetü’l-muķleteyn fî aħbâri’d-devleteyn (nşr. Eymen Fuâd Seyyid), Stuttgart 1412/1992, s. 47, 105, 106, 107, 110, 120-122; Yâkūt, MuǾcemü’l-üdebâǿ (nşr. İhsan Abbas), Beyrut 1993, V, 2317-2319; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VIII, 403, 404, 459; X, 88-89; İbn Hallikân, Vefeyât, I, 346-347; II, 195; VI, 232, 233; İbnü’t-Tıktakā, el-Faħrî, s. 153, 155-156, 174 vd.; 268, 312, 319-321, 337-339; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, XV, 292; XXIII, 361-362; İbn Haldûn, el-Ǿİber (nşr. Halîl Şehhâde), Beyrut 2001, I, 295-296, 298; Kalkaşendî, Śubĥu’l-aǾşâ, III, 347, 478-479, 525; X, 234-242; Makrîzî, el-Ħıŧaŧ, I, 402-403, 438, 440, 483; II, 155; a.mlf., el-Mukaffa’l-kebîr (nşr. Muhammed el-Ya‘lâvî), Beyrut 1411/1991, III, 43; Süyûtî, Ħüsnü’l-muĥâđara, II, 125, 193 vd.; Makkarî, Nefĥu’ŧ-ŧîb, I, 216; C. Zeydân, Târîħ, I, 151, 152; D. Sourdel, Le vizirat Ǿabbāside de 749 a 936, Damas 1959-60, tür.yer.; S. D. Goitein, Studies in Islamic History and Institutions, Leiden 1968, s. 168, 172-173, 191-196; Tevfîk Sultân el-Yûzbekî, el-Vizâre: Neşǿetühâ ve teŧavvürühâ fi’d-devleti’l-ǾAbbâsiyye, Bağdad 1390/1970, tür.yer.; M. Hamdî el-Münâvî, el-Vizâre ve’l-vüzerâǿ fi’l-Ǿaśri’l-Fâŧımî, Kahire, ts.; Muhammed Misfir ez-Zehrânî, Nižâmü’l-vizâre fi’d-devleti’l-ǾAbbâsiyye, Beyrut 1406/1986, s. 71 vd., 119 vd.; İbrâhim Selmân el-Kürevî, Nižâmü’l-vizâre fi’l-Ǿaśri’l-ǾAbbâsiyyi’l-evvel, İskenderiye 1989, tür.yer.; Vefâ Muhammed Ali, el-Ħilâfetü’l-ǾAbbâsiyye fî Ǿahdi tasalluŧi’l-Büveyhiyyîn, İskenderiye 1991, s. 83-102; Hasan İbrâhim Hasan, Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi (trc. İsmail Yiğit v.dğr.), İstanbul 1991-92, II, 137; III, 72, 452-453; IV, 188; a.mlf. - Ali İbrâhim Hasan, en-Nüžumü’l-İslâmiyye, Kahire, ts. (Mektebetü’n-nehdati’l-Mısriyye), s. 113, 114; M. Ziyâeddin er-Reyyis, İslâm’da Siyasî Düşünce Tarihi (trc. İbrahim Sarmış), İstanbul 1995, s. 241; Abdülazîz ed-Dûrî, el-ǾAśrü’l-ǾAbbâsiyyü’l-evvel, Beyrut 1997, s. 51-52; Nâsır el-Ensârî, el-Mücmel fî târîħi Mıśr, Kahire 1997, s. 104-105, 114-115; Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları: Medeniyet Tarihi, Ankara 1997, s. 130; Mehmet Aykaç, Abbâsi Devleti’nin İlk Dönemi İdarî Teşkilâtında Dîvânlar: 132-232/750-847, Ankara 1997, s. 21; Adam Mez, Onuncu Yüzyılda İslâm Medeniyeti: İslâmın Rönesansı (trc. Salih Şaban), İstanbul 2000, s. 113, 114, 116, 118; Fatih Yahya Ayaz, Memlükler Döneminde Vezirlik: 1250-1517, İstanbul 2009; Mahmûd Hilmî, “el-Vizâre fi’d-devleti’l-İslâmiyye”, Mecelletü’l-Baĥŝi’l-Ǿilmî ve’t-türâŝi’l-İslâmî, I, Mekke 1398/1978, s. 156-163; R. A. Kimber, “The Early Abbasid Vizierate”, JSS, XXXVII/1 (1992), s. 66, 68; Cengiz Kallek, “Mâverdî’nin Ahlâkî, İçtimaî, Siyasî ve İktisadî Görüşleri”, Dîvân: İlmî Araştırmalar, sy. 17, İstanbul 2004, s. 227; “Vezîr”, İA, XIII, 309, 310, 311; Muhammad Qasim Zaman, “Wazīr”, EI² (İng.), XI, 185, 186.

Fatih Yahya Ayaz




Müslüman Türk Devletlerinde Vezirlik. Karahanlılar. Karahanlılar’da hükümdarın vekili sıfatıyla devlet işlerini yürüten vezirin (yuğruş) başlıca görevleri ülkede dirlik ve düzeni, halkın huzur içinde yaşamasını sağlamak, devletin hâkimiyet sahalarını genişletmek, hazineyi zenginleştirmek, devlet hizmetinde çalışanlara karşı iyi davranmak, onların sadakatle görev yapmalarını temin etmektir. Yûsuf Has Hâcib vezirin hükümdarın eli olduğunu, kanun çıkarırken daima halkın yararını düşünmesi gerektiğini belirtir (Kutadgu Bilig, beyit nr. 4140). Vezir akıllı, hesap bilir, dürüst, tok gözlü, dindar, becerikli, bilgili ve heybetli olmalıdır. Asil bir aileden gelmelidir. Halka âdil davranmalı, hükümdarın güvenini zedeleyecek tutum ve davranışlardan sakınmalıdır (a.g.e., beyit nr. 2184-2262). Karahanlı devri kaynaklarında kadılık, nâiblik ve vezirliğin önemine işaret edilmiş, bunların kötü kimselerin eline geçmesi halinde halkın işlerinin de kötüye gideceği vurgulanmıştır (Genç, s. 40, 165). Büyük divana (Meclis-i Âlî) vezirin başkanlık ettiği, vezire bağlı olarak çalışan Dîvân-ı İstîfâ’nın başında ağıçı (müstevfî = hazinedar), Dîvân-ı İnşâ ve Tuğrâ’nın başında bitikçi, ılımga ile tamgaçının (mühürdar) bulunduğu, ayrıca Dîvân-ı Arz görevini yürüten bir kurumun varlığı bilinmektedir (a.g.e., s. 173). Vezirlik görevine getirilen kişiye unvan, mühür, tuğ, davul, zırh, hil‘at, eyer takımı, at, siyah ipekten bir çetr ve dirlik verilirdi (Yûsuf Has Hâcib, beyit nr. 1036, 1766; Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, III, 41). Bulundukları bölgeleri hükümdar adına yöneten hânedan mensuplarının da birer veziri (kethüdâ) vardı.

Gazneliler. Gazneliler’de birkaç divandan oluşan hükümet teşkilâtının başında vezir (hâce-i büzürg) bulunurdu. Dîvân-ı Vezâret (Dîvân-ı Hâce, Dîvân-ı Vezîr), Dîvân-ı Risâlet, Dîvân-ı Arz, Dîvân-ı İşrâf, Dîvân-ı Vekâlet, Dîvân-ı İstîfâ, Dîvân-ı Berîd, Dîvân-ı Âb ve Dîvân-ı Müsâdere vezire bağlı olarak görev yapardı. Divan başkanları, kumandanlar ve hâcibler vezirin emrinde çalışırdı. Vezirler göreve başlamadan


önce sultanla, hangi şartlar altında görev yapacaklarına dair bir muahede imzalardı. Gazneli Mahmud’un babası Sebük Tegin her işin ehline verilmesi gerektiğini, aksi davranışın bir zulüm olduğunu belirtmektedir. Ayrıca bir kimsenin yeteneğine bakılmaksızın sırf babasının mevkii dikkate alınarak vezir tayin edilmemesi, vezirlikte önce asalete, ardından kabiliyete öncelik verilmesi istenmektedir (Merçil, VI/1-2 [1975], s. 229, 231; Palabıyık, s. 99). Vezirler sultanın tevkīini taşıyan bir menşurla atanırdı. Sultan Mesud’un ileri gelen devlet erkânıyla görüştükten sonra vezir tayin ettiği bilinmektedir.

Vezir göreve başlayacağı zaman huzura kabul edilir, sultan, kendisine isminin yazılı olduğu bir yüzük (mühür) verir, yapılan törenin ardından göreve başlardı. Sultan devlet işlerinde kendi fermanından sonra vezirin fermanının geçerli sayıldığını belirtir, böylece onun sınırsız yetkilerle donatıldığını gösterirdi. Sultanla vezir arasındaki irtibatı sâhib-dîvân-ı risâlet sağlardı. Vezirlik alâmetleri arasında hil‘at, yüzük, divit, sarık, serâperde (çadır) ve kılıç bulunurdu. Vezir sultandan divan görevlilerinin, nâib ve müşriflerin güvenilir kişilerden seçilmesini ve onların kendisine karşı sorumlu tutulmasını talep ederdi (Nuhoğlu, s. 234). Beyhakī’nin kayıtlarından anlaşıldığına göre hazineye gelir temini vezirlerin öncelikli görevlerindendi. Maaşların miktarı ve ödeme zamanı vezir tarafından tesbit edilirdi. Vezir ayrıca orduları sevk ve idare ederdi. Nitekim 426’da (1035) Belh ve Tohâristan’da çıkan isyanları Vezir Ahmed b. Abdüssamed bastırmıştır. Öte yandan vezirlik, yetki ve sorumluluğuyla paralel olarak tehlikeli bir makamdı. Zira vezirler, kumandan ve devlet adamlarını kontrol altına alabilmek için bazı tedbirlere başvurduğundan onu gözden düşürmek amacıyla entrikalar çevrilirdi. Meymendî bundan dolayı Sultan Mesud’un vezirlik teklifini kabul etmemiş, fakat hükümdarın ısrarı karşısında razı olmuş, ancak sultandan aleyhindeki tahriklere kapılmayacağına dair söz almıştır. Dîvân-ı Arz’ın başkanıyla birlikte vezir orduyu denetleyip her an savaşa hazır durumda bulundururdu. Bunun yanında genelde hükümdarın yolculuklarında ona refakat eder, sultanın Hindistan seferleri sırasında bazan da ona vekâleten Horasan’da kalırdı. Vezirler göreve başlarken hükümdara ihanet etmeyeceklerine dair bir yemin metni (sevgendnâme) imzalardı. Suç işleyen vezirler emîr-i hares tarafından cezalandırılırdı.

Büyük Selçuklular. Büyük Selçuklular’da Abbâsî, Sâmânî ve Gazneli etkisinin en açık şekilde görüldüğü kurum vezirliktir. Bunun başlıca sebebi Selçuklular’ın da vezirlerini İran asıllılardan seçmiş olmalarıdır. Tuğrul Bey’in başlattığı bu uygulama daha sonraki dönemlerde devam etmiştir. Devlet işlerinin görüşülüp karara bağlandığı büyük divana (Dîvân-ı A‘lâ/Dîvân-ı Vezâret) vezirler başkanlık eder, bu divana müstevfî, tuğrâî, müşrif, ârızu’l-ceyş de katılırdı. Sultan Melikşah, bütün devlet işlerini veziri Nizâmülmülk’e havale etmiş ve dilediği gibi davranabileceğini söylemiştir (İbnü’l-Esîr, X, 79-80). Vezirler bu makama gelmeden önce tuğrâîlik ve müstevfîlik gibi görevlerde bulunanlar arasından seçilirdi. Muhammed Tapar’ın veziri Sa‘dülmülk-i Âbî daha önce müstevfîlik yapmıştı; Sencer’in veziri Muhtassülmülk Muînüddîn-i Kâşî, Muhammed Tapar’ın hanımı Gevher Hatun’un veziriydi. Mahmûd b. Melikşah’ın veziri Tâcülmülk de Melikşah’a müstevfîlik ve annesi Terken Hatun’a vezirlik yapmıştır. Mes‘ûd b. Muhammed Tapar’ın veziri Müeyyidüddin Merzübân da tuğrâî idi. Enûşirvân b. Hâlid-i Kâşânî ârızu’l-ceyş olarak göreve başlamış, Muhammed Tapar’ın vezir nâibliğini ve hazinedarlığını yaptıktan sonra Mahmûd b. Muhammed Tapar ve kardeşi Mesud ile Halife Müsterşid-Billâh’ın veziri olmuştur. Eazzülmülk Ebü’l-Muhâsın ed-Dihistânî âmidlikten sonra Sultan Berkyaruk’un vezirliğine tayin edilmiştir. Öte yandan Togan Bey el-Kâşgarî gibi tüccarlıktan, II. Tuğrul’un veziri Sadreddin gibi kadılıktan gelenler de vardı (Bündârî, s. 272). Nizâmülmülk eserinde vezirin devlet hayatındaki önemli rolüne işaret eder ve tarihte ün kazanmış birçok hükümdarın şöhretlerini vezirlerine borçlu olduğunu söyler. İyi bir vezirin döneminde ülkenin mâmur hale geleceğini, ordunun güçleneceğini, reâyânın huzur ve rahata kavuşacağını, hükümdarların da gönlünün ferahlayacağını yazar (Siyâsetnâme, s. 30). Vezirin yetkilerinin başında Dîvân-ı A‘lâ başkanlığı geliyordu. Bu yetkilerle donatılmış vezirin başlıca görevleri halifeler ve yabancı hükümdarlarla olan ilişkileri düzenlemek, hazinenin gelir ve giderlerini tanzim etmek, vergi miktarlarını halkın durumuna göre belirleyip toplamak, maliyede israfı önlemek, olağan üstü durumlar için gerekli tedbirleri almak, memurların maaşlarını, hükümdarın maiyetindekilerin erzakını tesbit etmek ve iktâ tevcih etmekti. Memurların görevlerini yerine getirip getirmedikleri vezirin nâibleri vasıtasıyla kontrol edilirdi. Vezir törenlerde, vasal hükümdarlarla yapılan görüşmelerde, Dîvân-ı Mezâlim’de sultanın vekili sıfatıyla yer alırdı. Bu bakımdan Selçuklu vezirliği vezâret-i tefvîz idi.

Vezirler sarayın ve ordunun harcamalarını kontrol ederdi; bu durum vezire orduyu denetleme imkânı da verirdi. Vezirler hazineye gelir sağlanmasıyla yakından ilgilenmiştir. İlk Selçuklu veziri Bûzcânî temin ettiği 50.000 dirhemi Tuğrul Bey’e vermiş, o da devletin doğudaki problemlerini halletmesi için Çağrı Bey’e göndermişti. Vezirler bunun için müsadereye de başvururdu. Kündürî, Tuğrul Bey’in maiyetindekilerden 500.000 dinar (İbnü’l-Cevzî, s. 112; Taneri, V/8-9 [1967], s. 107), Nizâmülmülk de Alparslan’ın kız kardeşi Gevher Hatun’un mallarını müsadere ettirmişti (a.g.e., V/8-9 [1967], s. 176). Nizâmülmülk gibi güçlü vezirler tâbi hükümdarların ve önemli görevlilerin tayininde de rol oynardı. Nitekim Mervânî Emîri Nizâmeddin, Nizâmülmülk’ün iradesiyle emîr ilân edilmiş, yine Nizâmülmülk, Sa‘düddevle Cevherâyin’i Bağdat şahneliğine, Kündürî de Dâmegānî’yi kādılkudâtlığa getirmiştir. Nizâmülmülk’ün Nizâmiye Medresesi’ne kendi imzasını taşıyan menşurla tayinler yaptığı bilinmektedir. Nitekim Ebû Abdullah et-Taberî, Ebû Muhammed eş-Şîrâzî ve Gazzâlî onun menşuruyla Nizâmiye müderrisliğine getirilmişti (İbnü’l-Esîr, X, 185; İbn Hallikân, IV, 217). Kazanılan zaferleri de fetihnâmelerle halifelere ve mahallî hükümdarlara vezirler bildirirdi. Ayrıca imar faaliyetleriyle de yakından ilgilenirlerdi. Nizâmiye medreselerinin tesisi gibi Vezir Muhtassülmülk Muînüddin de çeşitli şehirlerde mescid ve medreseler yaptırmıştır.

Yüksek dereceli devlet memurlarıyla kumandanlar hakkındaki şikâyetler sultanın başkanlık ettiği Dîvân-ı Mezâlim’de karara bağlanırdı. Vezirler de halkın memurlarla ilgili şikâyetlerini dinlerdi. Nizâmülmülk, oğlu Fahrülmülk’e yazdığı bir mektupta sarayının kapısını mazlumlar için daima açık tutmasını ve haftanın bir gününü halkın şikâyetlerini dinlemeye ayırmasını söyler (Seyfeddin Hacı b. Nizâm Akīlî, s. 214). Devlet adamlarını, ulemâyı ve diğer ileri gelenleri yargılayan vezirler idam cezası verme yetkisine de sahipti. Şahne, muhtesib ve sâhibü’ş-şurtanın, müderris, kadı ve kādılkudâtların tayin yetkisi de vezire aitti. Vezirler ferman/menşur da çıkarabilirdi. Amîdülmülk el-Kündürî tevkī‘leri bizzat kendisi kaleme alırdı.


Bündârî, Nizâmülmülk’ün çıkardığı fermanların gereğinin hemen yapıldığını kaydeder. Hândmîr de Vezir Dergüzînî’nin emirlerinin âdeta “Tanrı buyruğu gibi” yerine getirildiğini belirtir (Düstûrü’l-vüzerâǿ, s. 204).

Vezirlere hükümdar tarafından verilen kılıç onların askerî yetkilerle donatılmış olduğunu gösteriyordu. Selçuklu vezirleri zaman zaman orduya bizzat kumandanlık eder, bazan da sultanın yanında seferlere katılırlardı. Nizâmülmülk, Alparslan’ın Malazgirt Savaşı dışındaki bütün seferlerine katılmıştır. Sa‘dülmülk de Bâtınîler’le mücadele etmiş ve Şahdîz Kalesi’ni fethetmiştir. Müeyyidülmülk, Sultan Berkyaruk’un Rey yakınlarında Tutuş ile yaptığı savaşta bulunmuştur. Ahmed b. Nizâmülmülk de Muhammed Tapar ile Seyfüddevle Sadaka arasında 501’de (1108) cereyan eden savaşa iştirak etmiş, 503 (1109) yılında Alamut’u muhasara eden Selçuklu ordusuna kumandanlık yapmıştır. Vezirlerin kendilerine bağlı gulâmlardan meydana gelen askerleri vardı. Nizâmülmülk’ün Melikşah’tan sonra Berkyaruk’un tahta çıkmasını sağlayacak askerleri olduğu bilinmektedir. Vezirler ordunun teşkili ve asker sayısının arttırılması gibi konularda sultana teklifte bulunurlardı. Sultan Melikşah davranışlarını beğenmediği 7000 askeri ordudan uzaklaştırmak isteyince Nizâmülmülk bunların daha sonra problem teşkil edebileceğini söylemiş, ancak sultan onu dinlememişti; neticede bu askerler Tekiş’e katılarak isyan etmişlerdi. Vezirlerin asker üzerinde büyük nüfuzları vardı. Sultanlar geniş yetkilerle donattıkları vezirleri denetler, bir suç işlediklerinde onları yargılar ve idama kadar varan cezalar verirlerdi. Nitekim Sa‘dülmülk zındıklık ve ihanetle suçlanıp idam edilmiştir. Sultan Melikşah, Nizâmülmülk’ün ulemâya her yıl 300.000 dinar dağıtarak hazineyi zarara uğrattığına dair iddialar üzerine onu sorguya çekmiş, vezirin kendisini ikna etmesi üzerine yetkilerini daha da arttırmıştır.

Sultanın katıldığı bütün merasimlerde yer alan vezir bazı seyahatlerinde de yanında bulunurdu. Kündürî Tuğrul Bey’in Hemedan, Nizâmülmülk Sultan Melikşah’ın Bağdat seyahatlerinde kendilerine refakat etmişlerdi. Vezir bazan merasimlerde sultanı temsil eder, hilâfet makamına yeni geçen halifeye sultan adına biat ederdi. Nitekim İzzülmülk b. Nizâmülmülk, Sultan Berkyaruk adına Halife Müstazhir-Billâh’a biat etmişti (İbnü’l-Esîr, X, 231). Sultan ve kumandanların halife tarafından kabul merasiminde vezirler önemli rol üstlenirdi. 479’da (1086) Sultan Melikşah ve emîrleri Halife Muktedî-Biemrillâh tarafından kabul edilince onları halifeye Nizâmülmülk takdim etmişti (Bündârî, s. 81-82). Vezirlerin zaman zaman elçilik görevi yaptıkları da bilinmektedir. Selçuklu vezirleri Abbâsî halifelerinin vasal devletlerle ilişkilerinde aracılık yapardı. Nizâmülmülk, Selçuklu-Abbâsî münasebetlerinin bozulmaması için büyük gayret sarfetmiştir. Ayrıca sultanın ve hânedan mensuplarının nikâh merasimlerinde rol oynarlardı. Meselâ Kündürî, Tuğrul Bey’in halifenin kızıyla, halifenin de Çağrı Bey’in kızıyla evliliklerinde, Nizâmülmülk de Alparslan’ın kızıyla Halife Kāim-Biemrillâh’ın veliahdı Uddetüddîn’in Nîşâbur’da yapılan nikâh merasiminde hazır bulunmuştur. Ziyâülmülk, Muhammed Tapar’ın kız kardeşi Seyyide Hatun ile Halife Müstazhir-Billâh’ın nikâhlarında kız tarafını temsil etmiştir (502/1108). Öte yandan sultanların yanı sıra hatunların ve meliklerin de vezirleri vardı. Tâcülmülk, Sultan Melikşah’ın hanımı Terken Hatun’un, Kemâlülmülk es-Sümeyremî, Muhammed Tapar’ın hanımı Gevher Hatun’un, Ebû Tâhir Şerefeddin el-Kummî de Sencer’in annesi Seferiyye Hatun’un vezirliğini yapmıştır.

Vezirlik alâmetleri arasında hil‘at-i vezâret, mühür, altın divit takımı, kılıç, mesned-i vezâret, nevbet, minder ve çadır önemli yer tutardı. Vezirler sultanın menşuru ile göreve başlayınca kendilerine verilen mühre tevkī‘lerini hakkettirirlerdi. Bu tevkī‘lerde daha çok “el-hamdülillâhi alâ niamihi (ale’n-niam)” ibaresinin yazılı olduğu görülmektedir. Vezirler günde üç defa nevbet çaldırabilirlerdi. Büyük Selçuklu vezirleri sâhib, sâhib-i ecel, müeyyed, mansûr, muzaffer, hâce, hâce-i büzürg, sadr, destûr, sâhib-i dîvân-ı devlet, sâhib-i dîvân-ı saltanat, nâdiren de sadr-ı a‘zam (a.g.e., s. 15) unvanlarıyla Amîdülmülk, Nizâmülmülk, Kıvâmülmülk, Mecdülmülk, Tâcülmülk, Eazzülmülk, Hatîrülmülk, Ziyâülmülk ve İzzülmülk gibi lakaplar kullanırlardı (Özaydın, Prof. Dr. Işın Demirkent Anısına, s. 431-433). Nizâmülmülk eserinde lakapların önemine işaret ettikten sonra vezirlerin, sonu “mülk” ile biten lakaplar kullanması gerektiğini söyler (Siyâsetnâme, s. 192). Abbâsî halifeleri de Selçuklu vezirlerine unvan ve lakaplar tevcih ederdi. Halife Kāim-Biemrillâh Kündürî’ye Seyyidü’l-vüzerâ, Hasan b. Ali b. İshak et-Tûsî’ye Nizâmülmülk Kıvâmüddevle ve’d-dîn ve Razî Emîri’l-mü’minîn lakaplarını vermiştir. Selçuklu vezirlerinin görev yaptığı yerlere dârü’l-vizâre, dergâh-ı vezâret, saray ve serâperde (çadır) denilirdi (Taneri, V/8-9 [1967], s. 147).

Vezirlerin gelir kaynakları sultanın menşuruyla tahsis edilen maaş (Sultan Alparslan’ın bir menşurunda Vezir Nizâmülmülk’e iktâsına ilâveten 50.000 dinar yıllık maaş bağlandığı kaydedilmektedir), iktâlardan elde edilen gelir, ganimetlerden alınan pay, hediyeler, gayri meşrû gelirler, rüşvet ve müsâdereler şeklinde sıralanabilir (Şemsülmülk Osman b. Nizâmülmülk vezir olan kardeşi Ziyâülmülk’e kendisini Enûşirvân b. Hâlid’in yerine vezir yapması için 2000 dinar vermişti; Müeyyidülmülk de Berkyaruk’un annesi Zübeyde Hatun’u boğdurmadan önce kendisine 5000 dinar ödeyeceğine dair bir senet almıştı). Görev süreleri birkaç ay ile yirmi dokuz yıl arasında değişen vezirlerin on altısı İran, biri Türk kökenli (Togan Bey), biri fellâh olup beşinin kökeni bilinmemektedir. Yedi vezir suikast sonucu öldürülmüş, beşi idam edilmiş, dördü başka yerlerde görevlendirilmiş, ikisi eceliyle ölmüş, biri de (Togan Bey) azledilmiştir (a.g.e., V/8-9 [1967], s. 175-186).

İhtiraslı emîrlerle olan ilişkilerinde vezirler büyük sıkıntılar çekmiştir. Nizâmülmülk’ün ölümüne kadar vezirler emîrlerden daha nüfuzluydu. Daha sonra gelen yeteneksiz vezirler vezâret makamının eski gücünün azalmasına yol açmıştır. Henüz müstevfî iken Müeyyidülmülk’ü azlettirip Fahrülmülk’ü vezir tayin ettirmeyi başaran, böylece divana hâkim olan Mecdülmülk vezirliğe gelince emîrleri kontrol altına almaya başlamış, bu durum emîrlerin işine gelmemiştir. Emîr Üner, Mecdülmülk’ün bu davranışı yüzünden isyana kalkışmış, bir süre sonra katledilmiş, fakat vezire karşı girişilen muhalefet devam etmiştir. Nihayet Mecdülmülk parçalanarak katledilmiştir. Enûşirvân b. Hâlid, özellikle fetret devrindeki vezirlerin kabiliyetsizliklerini Fütûru zamâni’ś-śudûr ve śudûru zamâni’l-fütûr adlı eserinde ayrıntılı biçimde ele alır (Bündârî, tür.yer.; krş. Özaydın, Sultan Berkyaruk, s. 147-154).

Başlangıçta vezirler doğrudan sultanın huzuruna girebilirdi. Nizâmülmülk’ten sonra emîr-i hâcib hükümdarla vezir arasında aracı olmuştur. Vezirler sultan tarafından kabul edildiklerinde yer öperlerdi. Sultan gerekli gördüğünde devlet işlerini görüşmek üzere veziri çağırır ve ona danışırdı; ayrıca yeteneksiz vezirlerin icraatını tayin ettiği nâiblerle kontrol ederdi. Nitekim Sultan Muhammed Tapar, Enûşirvân b. Hâlid’i veziri Hatîrülmülk’e nâib tayin


ederek onu kontrol ettirmiş, vezir de bundan rahatsız olmuştu (Bündârî, s. 108-109). Vezirle üst düzey devlet görevlileri arasında bir anlaşmazlığın çıkması halinde sultan buna müdahale edip sorunun çözülmesini isterdi. 453 (1061) yılında meydana gelen bazı olaylar yüzünden Vezir Amîdülmülk Kündürî hakkında şikâyetler gelince halife vezire meselelerin güzellikle halledilmesini emretmişti (İbnü’l-Cevzî, VIII, 220) (Kirman Selçukluları, Suriye Selçukluları ve Irak Selçukluları’nın merkez teşkilâtı da Büyük Selçuklu devlet teşkilâtı esas alınarak oluşturulduğu için ayrıca incelenmemiştir).

Anadolu Selçukluları. Anadolu Selçukluları’nda da vezirlik kurumu daha önceki devletler örnek alınarak oluşturulmuştur. Yine geniş yetkilere sahip olan vezirin en önemli görevi Dîvân-ı A‘lâ’ya başkanlık etmekti. Bu divana inşâ, istîfâ, işrâf ve arz divanları sahipleriyle nâib-i saltanat, beylerbeyi, atabeg ve pervane katılırdı. Vezir hükümdar adına ferman çıkarabilir, yabancı devlet elçileriyle görüşebilir, suçluları yargılar ve cezalarını belirlerdi. Bazan Dîvân-ı Mezâlim’e de başkanlık eden vezir örfî davaları sonuçlandırırdı. Devlet bütçesini düzenler, gerekli yerlere tahsisat ayırır, iktâ tevcihatı yapardı. Meselâ Ziyâeddin Karaarslan, Hârizmli beylerin lideri Kayır Han’a ve onun emrindeki beylere Erzurum’u iktâ etmiş (İbn Bîbî, I, 431), Doğu Anadolu’ya yaptığı bir yolculuk sırasında çiftçileri bazı vergilerden muaf tutmuştur. Öte yandan vezirler ilâve vergiler de koyabilirdi. Vezir Sâhib Ata Fahreddin Ali, 684 (1285) yılında Geyhatu Anadolu’ya gelince İlhanlılar için yeni vergiler koymuş, ancak bu vergileri yeterli görmeyen Moğollar hazineyi yağmalamıştır. Ordunun sevk ve idaresini sultandan sonra hânedan mensupları ile vezir üstlenirdi. Bazı kaynaklarda vezirden “mühr-i vezâret ve emâret sahibi” diye bahsedilerek onun askerî yetkilerine işaret edilmiştir (Göksu, s. 274).

Kösedağ Savaşı’nın (1243) ardından sultanların otoritesi zayıfladığından vezirlerin yetkisi daha da artmıştır. Ancak bu defa vezirler İlhanlı hükümdarına hesap vermek, onların isteklerini yerine getirmek zorunda kalmıştır. Çoğu İran asıllı olan vezirler, Moğol hâkimiyetinden sonra İlhanlı hükümdarının menşuruyla vezâret makamına tayin edilirdi. İlhanlı Hükümdarı Gāzân Han’ın Şemseddin Ahmed b. Osman-ı Lâkûşî’yi Anadolu Selçuklu Devleti’ne vezir tayiniyle ilgili bir menşurda Ahmed Lâkûşî’nin hem Anadolu Selçukluları’nın veziri hem de İlhan’ın Anadolu’daki nâibi olduğu ifade edilmiş, Anadolu’daki bütün devlet işlerinin ona bırakıldığı belirtilmiştir. Ancak onun bu yetkileri Selçuklu veziri sıfatıyla değil İlhan’ın nâibi olarak aldığı anlaşılmaktadır.

Anadolu Selçukluları’nda başlıca vezirlik alâmetleri altın divit takımı, kılıç, mühür, sarık, hil‘at, mesned, çadır, tuğ, sancak ve nevbetten ibaretti. Vezirler hâce, sâhib, sâhibü’l-a‘zam ve’l-vezîrü’l-muazzam, düstûrü’l-muazzam, Nizâmülmülk ve Kıvâmülmülk gibi unvan ve lakaplar kullanırlardı. Başlıca gelir kaynakları hükümdarın temlik ettiği arazi ve iktâ gelirleriydi. I. Kılıcarslan veziri Ziyâeddin Muhammed’e Elbistan’ı, II. Gıyâseddin Keyhusrev Şemseddin İsfahânî’ye Kırşehir’i iktâ etmiştir. Tokat, Muînüddin Süleyman Pervâne’nin iktâı idi. Vezirlerin ayrıca maaş ve tahsisatları vardı. Vezir Mühezzibüddin Ali’nin devletten yılda 40.000 dirhem maaş aldığı kaydedilmektedir. Savaş ganimetlerinden gelen paylar da vezirlerin gelir kaynaklarındandı. Birçok vezirin büyük servete sahip olduğu ve bunları hayır işlerine vakfettiği bilinmektedir.

Vezirler bazan devletin mukadderatını etkileyen önemli işlere müdahale etmişlerdir. II. Kılıcarslan’ın veziri İhtiyârüddin Hasan, Eyyûbîler’le çıkması kuvvetle muhtemel bir savaşı önlemiş, I. İzzeddin Keykâvus’un idarî işlerini de yürüten hocası Mecdüddin İshak, I. Alâeddin Keykubad gibi güçlü bir hükümdarın iş başına gelmesini sağlamıştır. Mühezzibüddin Ali, Kösedağ Savaşı’ndan sonra İlhanlılar’la bir anlaşma yaparak devletin çöküşünü önlerken Fahreddîn-i Kazvînî ve daha sonra gelen bazı vezirler çöküşü hızlandırmıştır. İmar faaliyetlerinde de bulunan vezirler Anadolu’nun muhtelif şehirlerinde bugün de ayakta olan çok sayıda cami, medrese, kervansaray, han, hamam, çeşme ve türbe inşa ettirmiştir.

Anadolu Selçuklu vezirlerinden on biri İran, biri Türk (Ziyâeddin Karaarslan), biri Ermeni (İhtiyârüddin Hasan) kökenlidir, birinin (Nizâmeddin Hurşîd) kökeni ise tesbit edilememiştir. Vezirlerin on biri ilmiye, üçü askeriye sınıfındandır. Dört vezir eceliyle ölmüş, biri suikasta kurban gitmiş, üçü idam edilmiş, ikisi taht kavgaları sırasında hayatını kaybetmiş, biri başka bir göreve tayin edilmiş, biri istifa etmiştir; ikisinin âkıbeti bilinmemektedir. Bir vezir (Sâhib Ata Fahreddin Ali) yirmi beş, biri on dört yıl, ikisi yedişer yıl, biri beş, biri dört, üçü üçer yıl, üçü de birkaç ayla bir yıl arasında görev yapmıştır (Taneri, sy. 7-8 [1977], s. 52-54; ayrıca bk. Refik Turan, s. 117-121).

Hârizmşahlar. Devlet teşkilâtında büyük ölçüde Selçuklular’ı örnek alan Hârizmşahlar’da da merkezî idarenin başında vezir (hâce-i cihân) bulunurdu. Hükümdarın mutlak vekili olan vezir sadece sultana karşı sorumluydu; melikler, kumandanlar, kâtipler onun emrinde devlet işlerini yürütürdü. Vezir seferde ve seyahatlerde Hârizmşahlar’a refakat eder, bazan kendisi orduları sevk ve idare ederdi; vezirin şahsına bağlı askerî birlikler de mevcuttu. Bu durumda vezirler nazarî olarak vezâret-i tefvîz yetkisine sahipti. Nitekim Hârizmşah Alâeddin Tekiş, Nizâmülmülk Sadreddin Ali b. Mes‘ûd el-Herevî’yi geniş yetkilerle vezir tayin etmiştir (Nâsırüddin Münşî-i Kirmânî, s. 94-95). Vezirler hükümdar adına ferman çıkarabilirdi. Şerefülmülk’ün Celâleddin Hârizmşah’ın hazinesine gelir temin etmek için ferman yayımladığı bilinmektedir (Muhammed b. Ahmed en-Nesevî, Ar. metin, s. 214). Hârizmşah Alâeddin Muhammed b. Tekiş’in, veziri Nizâmülmülk Nâsırüddin Muhammed b. Sâlih’i görevden aldıktan sonra onun yetkilerini altı kişilik bir heyete devretmesi (Horst, II/2-3 [1964], s. 318) bazı sıkıntılara yol açmış, neticede devlet işleri tekrar vezirin yönetimine bırakılmıştır.

Yüksek rütbeli devlet memurları Dîvân-ı A‘lâ’da yargılanırdı. Celâleddin Hârizmşah’a karşı isyan eden Atabeg Özbek’in taraftarları Tebriz’de Vezir Şerefülmülk’ün huzurunda yargılanmış, vezir kadıya danıştıktan sonra ikisinin idam edilmesine karar vermiş, diğerleri de çeşitli cezalara çarptırılmıştır. Kendilerine bağlı birlikleri sevk ve idare eden vezirler sultanın emriyle seferlere katılır ve orduya kumanda ederlerdi. Askerlerin iktâ ve maaşları vezir tarafından karşılanırdı. Vezir Nizâmülmülk Mesud, Bâtınîler ve Karmatîler’e karşı yaptığı başarılı seferleriyle tanınır. Şerefülmülk de Tiflis’i merkez edinip Gürcüler’e karşı seferler düzenlemiştir. Hârizmşahlar’da da vezâret alâmetlerinin başında mühür gelirdi. Hârizmşah Alâeddin Tekiş ve Alâeddin Muhammed b. Tekiş döneminde vezirler altın mızrak taşırdı. Üç tuğa sahip olan vezirlerin kendilerine has destarları, hil‘at, çadır, sancak ve kılıçları vardı. Kapılarında günde üç defa nevbet çaldırma hakkına sahipti. Vezirler Nizâmülmülk, Şerefülmülk, İmâdülmülk, Bahâülmülk, Ziyâülmülk, Muînülmülk lakaplarını, hâce-i cihân ve hâce-i büzürg unvanlarını kullanırlardı. Vezirlerin kendilerine mahsus alâmet ve tevkī‘leri vardı.


Şerefülmülk ferman ve belgelere “el-Hamdülillâhi’l-azîm, Dîvânü’l-a‘lâ ve i‘timâd künend” kaydını düşerdi. Vezirin nâibi bizzat Hârizmşah tarafından tayin edilir, genellikle sâhib-dîvân-ı inşâ ve tuğralardan seçilirdi.

Maaş ve masraf tazminatı adı altında vezirlere bir ödeme yapılır, bu husus vezârete tayin menşurunda belirtilir ve kaç bin dinar tahsisat alacağı kaydedilirdi. Vezirlerin kendi iktâ bölgelerinden elde ettikleri gelirler yanında ülkenin çeşitli yerlerindeki topraklardan, hatta sultana ait emlâk ve araziden de a‘şâr alırlardı. Şerefülmülk’ün Irâk-ı Acem’den yıllık 70.000 küsur dinar gelir sağladığı bilinmektedir (Muhammed b. Ahmed en-Nesevî, Ar. metin, s. 171). Hârizmşahlar’da da vezirler rüşvet ve tehdit yoluyla haksız kazanç temin ediyordu. Meselâ Nizâmülmülk Nâsırüddin, Hanefîler’in reisi Burhâneddin’den 100.000 dinar rüşvet almıştı (Taneri, sy. 7-8 [1977], s. 44). Nizâmülmülk Mesud altı yıl, oğlu Sadreddin Ali on yıl, Nizâmülmülk Nâsırüddin altı-yedi yıl, Şerefülmülk altı yıl vezirlik yapmıştır. Vezirlerden ikisi başka bir göreve getirilirken üçü azledilmiştir. Nizâmülmülk Mesud, Bâtınîler tarafından öldürülmüş, Şerefülmülk de Celâleddin Hârizmşah’ın emriyle idam edilmiştir. Hârizmşah vezirlerinden dokuzunun ismi tesbit edilebilmiştir (Gürbüz, s. 75). Vezirlerden üçü ilmiyeden, üçü askeriyeden olup birinin mesleği belli değildir (Taneri, sy. 7-8 [1977], s. 51-54). Hârizmşahlar’da eyaletlerde de birer vezirin görev yaptığı anlaşılmaktadır. Meselâ Hârizmşah Alâeddin Muhammed devrinde Zahîrüddin Mes‘ûd Nesâ’da, Şerefülmülk ve Muînülmülk Nîşâbur’da vezirdi. Hârizmşah Celâleddin’in veziri Şerefülmülk daha önce Cend, Nesevî ise Nesâ’da vezirlik yapmıştı. Ayrıca şehzadelerin bulundukları yerlerde vezirleri vardı. Şehzade Gıyâseddin Pîrşah’ın vezirliğine Kerîmüddin Şerîf en-Nîsâbûrî, Celâleddin’in vezirliğine ise Şehâbeddin Alp Herevî getirilmişti (Gürbüz, s. 178-180).

Delhi Sultanlığı. Delhi Türk Sultanlığı’n-da da hükümdarlardan sonra en yetkili şahıs vezirdir. Devletin bütün işleri vezîr-i memâlik (vezîr-i memleket, vezîr-i mülk) denilen vezirin başkanlığında toplanan Dîvân-ı Vezâret’te (Dîvân-ı A‘lâ) karara bağlanırdı. Fahreddin Mübârek Şah veziri hükümdarın ortağı diye niteler, onun yetkilerinin kısıtlanmamasını ister (Âdâbü’l-ĥarb, s. 128). Berenî de akıllı bir vezirden mahrum kalan hükümdarın başarısız olacağını söyler (Fetâvâ-yı Cihândârî, s. 10). Vezirler önceleri kalem erbabından seçilirdi; Alâeddin Halacî devrinden itibaren askerî sınıftan emîr ve melikler de vezir tayin edilmiştir. Hükümdar sefere çıktığında vezir onun nâibi olurdu; vezirlerin de nâibleri vardı. Vezirlere genellikle iktâ tevcih edilirdi. Vezire bağlı olarak çalışan başlıca divanlar şunlardı: Dîvân-ı Risâlet, Dîvân-ı İnşâ, Dîvân-ı Arz, Dîvân-ı İşrâf-ı Memâlik, Dîvân-ı Berîd, Dîvân-ı Mezâlim, Dîvân-ı Müsâdere (Dîvân-ı Müstahrec). Dîvân-ı Vezâret’te de vezir nâibi, müşrif-i memâlik, müstevfî-i memâlik görev yapardı. Ayrıca çok sayıda kâtip, muhasebeci, âmil, mutasarrıf ve muhassıl bulunurdu. Dîvân-ı Vezâret’in güvenliği şahne-i dîvân-ı vezâret tarafından sağlanırdı (geniş bilgi için bk. Kortel, s. 226-273).

BİBLİYOGRAFYA:

Karahanlılar. Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, III, 41; Yûsuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig (trc. Reşid Rahmeti Arat), Ankara 1988, beyit nr. 1036, 1766, 2184-2262, 4140; Muhammed b. Hüseyin el-Beyhakī, Târîħ (nşr. Halîl Hatîb Rehber), Tahran 1368 hş., I-III, bk. İndeks; V. V. Barthold, Moğol İstilâsına Kadar Türkistan (haz. Hakkı Dursun Yıldız), Ankara 1990, s. 273-340; Reşat Genç, Karahanlı Devlet Teşkilâtı, Ankara 2002, s. 40, 165, 168-182, ayrıca bk. İndeks; Ekber N. Necef, Karahanlılar, İstanbul 2005, tür.yer.; Ömer Soner Hunkan, Türk Hakanlığı: Karahanlılar (766-1212), İstanbul 2007, tür.yer. Gazneliler. Muhammed b. Hüseyin el-Beyhakī, Târîħ (nşr. Halîl Hatîb Rehber), Tahran 1368, I-III, bk. İndeks; Nâsırüddin Münşî-i Kirmânî, Nesâǿimü’l-esĥâr (nşr. Celâleddin Hüseynî Urmevî), Tahran 1959, s. 39-47; Seyfeddin Hacı b. Nizâm Akīlî, Âŝârü’l-vüzerâǿ (nşr. Celâleddin Hüseynî Urmevî), Tahran 1337 hş., s. 150-195; C. E. Bosworth, The Ghaznavids: Their Empire in Afghanistan and Eastern Iran: 994-1040, Edinburgh 1963, s. 57-61; Hasan-ı Enverî, Iśŧılâĥât-ı Dîvânî Devre-yi Ġaznevî ve Selcûķī, Tahran 2535 şş., bk. İndeks; Güller Nuhoğlu, Beyhaki Tarihine Göre Gaznelilerde Devlet Teşkilâtı ve Kültür (doktora tezi, 1995), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 228-286; M. Hanefi Palabıyık, Valilikten İmparatorluğa Gazneliler Devlet ve Saray Teşkilatı, Ankara 2002, s. 91-92, 99, 109, 116, 118, 153, 166, 167, 173-195, 200, 203-204, 214; Erdoğan Merçil, “Gazneliler Divan Teşkilatına Kısa Bir Bakış”, Prof. Dr. Ramazan Şeşen Armağanı (ed. Emine Uyumaz - Süleyman Kızıltoprak), İstanbul 2005, s. 77-80; a.mlf., “Sebüktegin’in Pendnâmesi”, İTED, VI/1-2 (1975), s. 202-232; a.mlf., “Meymendî”, DİA, XXIX, 504; Cihan Piyadeoğlu, “Gazneli Veziri Ahmed b. Abdüssamed’in Sultan Mesud ile Münasebetleri”, TD, sy. 43 (2006), s. 1-36. Büyük Selçuklular. Nizâmülmülk, Siyâsetnâme (trc. Mehmet Altay Köymen), Ankara 1982, bk. İndeks; Müntecebüddin Bedî‘, Atebetü’l-ketebe (nşr. Muhammed Kazvînî - Abbas İkbâl), Tahran 1329 hş., tür.yer.; İbnü’l-Kalânisî, Târîħu Dımaşķ (Zekkâr), bk. İndeks; Beyhakī, Târîħ (Hüseynî), s. 91, 125-136, 170, 193, 358, 363, 365, 383, 386, 395, 404, 436, 461, ayrıca bk. İndeks; İbnü’l-Cevzî, el-Muntažam, VIII-IX, tür.yer.; Râvendî, Râhatü’s-sudûr (Ateş), I-II, bk. İndeks; Ahbârü’d-devleti’s-Selcûkıyye (Lugal), bk. İndeks; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IX-XII, tür.yer.; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirǿâtü’z-zamân (nşr. Ali Sevim), Ankara 1968, bk. İndeks; Bündârî, Zübdetü’n-Nusra (Burslan), bk. İndeks; İbn Hallikân, Vefeyât, I-VIII, bk. İndeks; Reşîdüddin Fazlullāh-ı Hemedânî, CâmiǾu’t-tevârîħ (nşr. Ahmed Ateş), Ankara 1960, s. 29, 66-67, 78, 103, 109, 112, 135, 139, 153, 175, ayrıca bk. İndeks; Hindûşah es-Sâhibî, Tecâribü’s-selef (nşr. İkbâl-i Âştiyânî), Tahran 1357 hş., s. 256-282; Seyfeddin Hacı b. Nizâm Akīlî, Âŝârü’l-vüzerâǿ (nşr. Celâleddin Hüseynî Urmevî), Tahran 1337 hş., s. 203-266; Hândmîr, Düstûrü’l-vüzerâǿ (nşr. Saîd-i Nefîsî), Tahran 2535 şş., s. 204; İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, İstanbul 1953, s. 136-150, ayrıca bk. İndeks; Abbas İkbâl, Vezâret der ǾAhd-i Selâŧîn-i Büzürg-i Selcûķī (nşr. M. Takī Dânişpejûh), Tahran 1338 hş.; H. Horst, Die Staatsverwaltung der Grosselğūqen und Ħorazmšāhs (1038-1231), Wiesbaden 1964 (özet trc. Mehmet Altay Köymen, “Selçuklu Devri Türk Tarihi Araştırmaları II”, TAD, II/2-3 [1964], s. 302-380); Hüseyin Emîn, Târîħu’l-ǾIrâķ fi’l-Ǿaśri’s-Selcûķī, Bağdad 1385/1965, s. 186-201, ayrıca bk. İndeks; Hasan-ı Enverî, Iśŧılâĥât-ı Dîvânî Devre-yi Ġaznevî ve Selcûķī, Tahran 2535 şş., bk. İndeks; Mehmet Altay Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı, İstanbul 1976, s. 93-111; a.mlf., Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, Ankara 1979-92, I-II, bk. İndeks; III, 155-230; Muhammed Mahmûd İdrîs, Rüsûmü’s-Selâciķa, Kahire 1983, s. 81-90; Coşkun Alptekin, Dimaşk Atabegliği (Togteginliler), İstanbul 1985, bk. İndeks; A. K. S. Lambton, “The Internal Structure of the Saljuq Empire”, CHIr., V, 203-282; a.mlf., “Atebetü’l-Ketebe’ye Göre Sancar İmparatorluğu’nun Yönetimi” (trc. N. Kaymaz), TTK Belleten, XXXVII/147 (1973), s. 365-394; Erdoğan Merçil, Kirman Selçukluları, Ankara 1989, s. 170-177, 232, ayrıca bk. İndeks; Abdülkerim Özaydın, Sultan Muhammed Tapar Devri Selçuklu Tarihi (498-511/1105-1118), Ankara 1990, bk. İndeks; a.mlf., Sultan Berkyaruk Devri Selçuklu Tarihi (485-498/1092-1104), İstanbul 2001, s. 147-154, 193-198, ayrıca bk. İndeks; a.mlf., “Büyük Selçuklular’da Unvan ve Lakaplar”, Prof. Dr. Işın Demirkent Anısına (haz. Abdülkerim Özaydın v.dğr.), İstanbul 2008, s. 431-433; Salim Koca, “İlk Müslüman Türk Devletlerinde Teşkilat”, Türkler (nşr. Hasan Celal Güzel v.dğr.), Ankara 2002, V, 147-162; G. M. Kurpalidis, Büyük Selçuklu Devletinin İdarî Sosyal ve Ekonomik Tarihi (trc. İlyas Kamalov), İstanbul 2007, s. 84-103, ayrıca bk. İndeks; H. Bowen, “Notes on Some Early Seljuqid Viziers”, BSOAS, XX (1957), s. 105-110; Aydın Taneri, “Büyük Selçuklu İmparatorluğunda Vezirlik”, TAD, V/8-9 (1967), s. 75-186; “Vezîr”, İA, XIII, 313-314; C. E. Bosworth, “Nižāmiyya”, EI² (İng.), VIII, 81-82. Anadolu Selçukluları. Râvendî, Râhatü’s-sudûr (Ateş), I-II, tür.yer.; İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-Alâiyye: Selçuknâme (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 1996, I-II, bk. İndeks; Hasan b. Abdülmü’min el-Hûî, Ġunyetü’l-kâtib ve münyetü’ŧ-ŧâlib (nşr. Adnan Sadık Erzi), Ankara 1963; Aksarâyî, Müsâmeretü’l-ahbâr (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 2000, tür.yer.; Eflâkî, Menâķıbü’l-Ǿârifîn, I-II, bk. İndeks; Müneccimbaşı, Câmiu’d-düvel: Selçuklular Tarihi (nşr. ve trc. Ali Öngül), İzmir 2001, II, bk. İndeks; Uzunçarşılı, Medhal, s. 87-98; Spuler, İran Moğolları, tür.yer.; Nejat Kaymaz, Pervâne Muînüddin Süleyman, Ankara 1970,


s. 31-32, 37, 77, 85, 107, 134, 173; a.mlf., Anadolu Selçuklu Sultanlarından II. Gıyasü’d-din Keyhüsrev ve Devri, Ankara 2009, s. 46, 50-51, 56, 103-104, 128, 130-131, 137, 138, 164; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1971, tür.yer.; a.mlf., Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar, Ankara 1988, Farsça metin, s. 1-6, Giriş, s. 1-3; Aydın Taneri, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş Döneminde Vezîr-i A’zamlık, Ankara 1974, s. 105-107; a.mlf., Türkiye Selçukluları Kültür Hayatı, Konya 1977, tür.yer.; a.mlf., “Selçuklu-Osmanlı Çizgisinde Harezmşahlar Vezâreti”, TED, sy. 7-8 (1977), s. 51-54; Cl.Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler (trc. Yıldız Moran), İstanbul 1979, bk. İndeks; V. Gordlevski, Anadolu Selçuklu Devleti (trc. Azer Yaran), Ankara 1988, s. 249-269; Refik Turan, Türkiye Selçuklularında Hükümet Mekanizması, İstanbul 1995, tür.yer.; Ali Sevim - Erdoğan Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi: Siyaset, Teşkilât ve Kültür, Ankara 1995, tür.yer.; Selim Kaya, I. Gıyâseddin Keyhüsrev ve II. Süleymanşah Dönemi Selçuklu Tarihi (1192-1211), Ankara 2006, s. 175-176; Erkan Göksu, Türkiye Selçukluları’nda Ordu, Ankara 2010, s. 25, 274, 278, 293-294, 315. Hârizmşahlar. Müntecebüddin Bedî‘, Atebetü’l-ketebe (nşr. Muhammed Kazvînî - Abbas İkbâl), Tahran 1329 hş., tür.yer.; Muhammed b. Müeyyed el-Bağdâdî, et-Tevessül ile’t-teressül (nşr. Ahmed Behmenyâr), Tahran 1315, s. 75-78, 90-118, 120-121; Râvendî, Râhatü’s-sudûr (Ateş), I-II, bk. İndeks; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, bk. İndeks; Muhammed b. Ahmed en-Nesevî, Sîretü’s-Sulŧân Celâliddîn Mengübertî (nşr. O. Houdas), Paris 1891, tür.yer. (Farsça trc. Anonim, nşr. Müctebâ Mînovî), Tahran 1344 hş., tür.yer.; Cüveynî, Târîh-i Cihângüşâ (Öztürk), tür.yer.; Nâsırüddin Münşî-i Kirmânî, Nesâǿimü’l-esĥâr (nşr. Celâleddin Hüseynî Urmevî), Tahran 1959, s. 94-97; Seyfeddin Hacı b. Nizâm Akīlî, Âŝârü’l-vüzerâǿ (nşr. Celâleddin Hüseynî Urmevî), Tahran 1337 hş., bk. İndeks; H. Horst, Die Staatsverwaltung der Grosselğūqen und Ħorazmšāhs (1038-1231), Wiesbaden 1964 (özet trc. Mehmet Altay Köymen, “Selçuklu Devri Türk Tarihi Araştırmaları II”, TAD, II/2-3 [1964], s. 302-380); Ghulam Rabbani Aziz, A Short History of the Khwarazmshahs, Karachi 1978, bk. İndeks; İbrahim Kafesoğlu, Harezmşahlar Devleti Tarihi, Ankara 1984, tür.yer.; V. V. Barthold, Moğol İstilâsına Kadar Türkistan (haz. Hakkı Dursun Yıldız), Ankara 1990, bk. İndeks; Meryem Gürbüz, Harizmşahlar’da Devlet Teşkilâtı, Ekonomik ve Kültürel Hayat (doktora tezi, 2005), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 64-90, 178-180; Aydın Taneri, “Selçuklu-Osmanlı Çizgisinde Harezmşahlar Vezâreti”, TED, sy. 7-8 (1977), s. 17-54; M. Fuad Köprülü, “Hârizmşâhlar”, İA, V/1, s. 279-280. Delhi Sultanlığı. Fahreddin Mübârek Şah, Âdâbü’l-ĥarb ve’ş-şecâǾa (nşr. Ahmed Süheylî Hânsârî), Tahran 1346 hş., tür.yer.; Cûzcânî, Ŧabaķāt-ı Nâśırî, I, 454-456, 459; II, 13, 58, 83, 86; Berenî, Fetâvâ-yı Cihândârî: The Political Theory of the Delhi Sultanate (trc. Mohammad Habib - Afsar Umar Salim Khan), New Delhi, ts., tür.yer.; a.mlf., Târîħ-i Fîrûzşâhî (nşr. Seyyid Ahmed), Osnabrück 1981, s. 94-95, 307, 526, 583, 588; İbn Battûta, Seyahatnâme (trc. A. Sait Aykut), İstanbul 2004, I-II, bk. İndeks; S. Haluk Kortel, Delhi Türk Sultanlığı’nda Teşkilât (1206-1414), Ankara 2006, s. 226-273.

Abdülkerim Özaydın




Eyyûbîler. Fâtımîler’in özellikle son dönemlerinde güçlü ve etkin vezirlerin iş başına geldiği, bunlardan bir kısmının halifeleri ikinci planda bırakacak kadar yönetime hâkim olduğu bilinmektedir. Fâtımî Devleti’nin son veziri Selâhaddîn-i Eyyûbî kurduğu Eyyûbî Devleti’nde vezir unvanlı bir görevliye yer vermemiştir. Kendisi Fâtımîler’in veziri iken sır kâtibi ve Dîvân-ı İnşâ başkanı olan Kādî el-Fâzıl’ı yeni devlette de aynı konumunda tutmuştur. Bunda Selâhaddin’in Fâtımî vezirliği döneminde bizzat yaşadığı tecrübenin etkisi vardır (EI2 [İng.], XI, 190). Kaynaklarda, Safî b. Kābız ve İmâdüddin el-Kâtib el-İsfahânî’nin Selâhaddin’in vezirleri diye gösterilmesi, birincisinin sultanın Dımaşk’taki emvâlinin idaresiyle görevlendirilmesi, İmâdüddin’in Dîvân-ı İnşâ’nın başına getirilmesiyle ilgilidir. Selâhaddîn-i Eyyûbî her ne kadar kendisine bir vezir tayin etmemişse de tâbi meliklerin vezirleri bulunuyordu. Kardeşi el-Melikü’l-Âdil Seyfeddin ve onun oğlu el-Melikü’l-Kâmil Nâsırüddin Muhammed’in meşhur veziri Safiyyüddin b. Şükr bunlar arasında sayılabilir. İleriki dönemlerde bu uygulama devam etmiş, Eyyûbîler’in Mısır ve Suriye kollarında ayrı ayrı vezirler görevlendirilmiştir.

Eyyûbîler’de vezirlik Abbâsîler ve Fâtımîler’de görülenden farklı değildir. Vezir burada da sultanın en önemli yardımcısı ve bürokrasinin başı konumundadır; Dîvân-ı İnşâ’nın yönetimini de elinde tutuyor, zaman zaman Dîvânü’l-ceyş üzerinde tasarrufta bulunuyordu. Büyük sultana tâbi melikliklerde de Safiyyüddin b. Şükr’e yakın yetkilere sahip birçok vezire rastlamak mümkündür. Bunlar arasında yakınlıkları sebebiyle sultanlar üzerinde büyük tesiri bulunanlar, yaşı küçük sultanlar adına idareyi üstlenenler, güçlü bir emîrle birlikte yönetimi paylaşanlar, barış görüşmelerini ve yazışmaları yürütenler ve sefere çıkanlar vardı. Kalkaşendî’nin naklettiği Eyyûbîler zamanına ait bir vezâret tevkīinde orduların hazırlanmasında da vezirin yetkili olduğuna işaret edilmektedir (Śubĥu’l-aǾşâ, XI, 40). Kaynaklarda askerî sınıfa mensup vezirlerden Muînüddin ile Fahreddin b. Şeyhüşşüyûh’un savaşlarda orduya kumanda ettikleri belirtilmektedir.

Eyyûbî vezirleri öncelikle maliyeden sorumluydu. Kalkaşendî’nin kaydettiği tevkī‘de vergilerin tahsili, gelir getiren yerlerin teftişi gibi hususlara özellikle vurgu yapılmaktadır. Diğer kaynaklarda da buna dair bilgiler vardır. el-Melikü’s-Sâlih Necmeddin Eyyûb idarî ve malî divanların kontrolünü veziri Muînüddin b. Şeyhüşşüyûh’a bırakmıştır. Muînüddin’in, Mısır’daki hıristiyanların yolsuzluk yaptığını iddia ettikleri patriklerini görevden uzaklaştırmak üzere düzenledikleri toplantıya yanına maliye bürokratlarını alarak katılması ve neticede patriğin para cezası ödeyerek görevini sürdürmesi yolunda alınan kararı bizzat uygulaması (Mekîn, XV [1955-57], s. 142) vezirlerin malî görevlerine dair örnekler arasındadır. Eyyûbîler’in Dımaşk kolu sultanlarından el-Melikü’s-Sâlih İmâdüddin İsmâil’in hazineye aktarılan gelirlere ait kayıtlardaki tutarsızlık hususunda veziri Emînüddevle’den açıklama istemesi de burada zikredilmelidir. Safiyyüddin b. Şükr’ün Dîvânü’l-emvâl’in başındaki görevlilere uyguladığı baskılar ve gerçekleştirdiği müsaderelere dair örneklere sıkça rastlanması da bu bağlamda dikkat çekicidir. Vezirlerin büyük çoğunluğu kalemiyeye veya ulemâ sınıfına mensuptu; bu sebeple onlar için “es-sâhib” lakabı kullanılmıştır. Bu vezirler arasında, Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin kardeşi el-Melikü’l-Âdil Seyfeddin’in vezirlerinden Sanîatülmülk İbnü’n-Nahhâl ve Dımaşk kolu sultanlarından Ebü’l-Hayş el-Melikü’s-Sâlih İmâdüddin İsmâil’in veziri Emînüddevle gibi mühtedîler de mevcuttur.

Memlükler. Memlükler de kurumlarını oluştururken kendilerinden önceki müslüman devletlerden, özellikle de Eyyûbîler’den büyük ölçüde faydalanmıştır. Kalkaşendî’nin Eyyûbîler ve Memlükler’in idarî teşkilâtını ayırım yapmadan anlatması (Śubĥu’l-aǾşâ, IV, 5 vd.) bu iki devletin kurumları arasındaki bağlantıyı teyit eder. Nitekim ilk Memlük vezirleri Şerefeddin Hibetullah b. Sâid el-Fâizî ve Tâceddin b. Bintü’l-Eaz, Eyyûbîler devrinde malî divanlarda önemli görevler üstlendiklerinden vezirlik kurumunu bilen kimselerdi. Ancak Memlükler devrinde saltanat nâibliğinin devamlı bir statüye dönüşmesiyle vezirlik kurumu ikinci planda kalmış, askerî bir yapıya sahip Memlük Devleti’nde vezirlerin yetki alanı daralmış ve genelde maliye ile sınırlı hale gelmiştir. Fâizî, Bahâeddin b. Hinnâ, İbnü’s-Sel‘ûs ile bazı asker kökenli vezirler hariç Memlük vezirleri ümerânın üstünde bir güç elde edememiş, kendi görev alanları dışındaki idarî sisteme müdahalede bulunamamıştır. Daha sonra üç dönem geçiren vezirlik her dönemde biraz daha önemini yitirmiştir. Devletin kuruluşundan Muhammed b. Kalavun’un ikinci saltanatının sonuna kadar gelen (1250-1309) ilk dönemin vezirleri haleflerine nisbetle daha etkin görev yapmıştır. Kalavun’un tahta çıkmasından


kısa bir süre sonra sır kâtipliği ihdas edilerek (679/1280) vezirlerin Dîvân-ı İnşâ’yı yönetme görevi ellerinden alınmışsa da henüz has nâzırlığı ortaya çıkmadığından sultanın has arazilerini ve ticaret mallarından elde edilen gelirleri idare etmek, vezâret divanının gelir ve harcamalarıyla ilgilenmek, bu divandan elde edilen gelirlerle ümerâ, sultan memlükleri ve devlet görevlilerinin maaşlarını ödemek, sultanın her türlü harcamalarını karşılamak gibi geniş bir alana yayılan malî görevler üstlenmişlerdir.

Muhammed b. Kalavun’un üçüncü saltanatından Burcî (Çerkez) Memlükleri devrine kadar süren ikinci dönemde (1309-1382) has nâzırlığının kurulması üzerine has arazileri ve ticaret mallarıyla bu kurum ilgilenmiş, vezirlik büyük ölçüde güç kaybetmiştir. Hatta Muhammed b. Kalavun zamanında vezirlik 1313-1323 ve 1329-1341 yıllarında iki defa lağvedilmiş, görevleri nâzırü’d-devle ve şâddü’d-devâvîn tarafından yürütülmüştür (Ayaz, Memlükler Döneminde Vezirlik, s. 68-69, 75-77). Onun vefatından sonra vezirlik yeniden ihdas edilmişse de eski konumuna yükselememiştir. Bu devirde asker kökenli vezirlerin artması dikkat çekicidir. İlk dönemde bunların sayısı beş iken daha sonra dokuza çıkmıştır. Bu durum, söz konusu dönemde sultanların çoğunun küçük yaşta tahta çıkması dolayısıyla bazı güçlü emîrlerin idareyi ele geçirmesine bağlanabilir. İkinci dönemde kısa aralıklarla vezirliğin el değiştirmesi, bazı vezirlerin üç dört defa bu göreve getirilmesi, maiyetleri arasında bulunan ve askerî sınıftan tayin edilen şâddü’d-devâvînin kısa bir süre için vezirin âmiri konumuna yükseltilmesi gibi olaylar vezirliğin konumunu daha da geri plana itmiştir. Akrabalık ilişkileri dolayısıyla İbn Zenbûr gibi geniş yetkilere sahip vezirlerin görev yapması istisnaî bir durumdur.

Memlük vezirliğinin üçüncü safhasını teşkil eden Burcî Memlükleri devrinde ise (1382-1517) Dîvân-ı Müfred’in ihdas edilmesiyle vezirlik daha aşağı bir seviyeye düşmüştür. Bu dönemin ilk sultanı el-Melikü’z-Zâhir Berkuk önceden vezirlerin üstlendiği, sultan memlüklerinin maaşlarını ödeme vazifesini bu divana bağlamış ve bir kısmı Dîvân-ı Vezâret’e ait birçok beldenin gelirlerini bu yeni divana tahsis etmiştir. Dîvân-ı Müfred’in başkanı üstâdüddârın (üstâdâr) önemi artmış, buna karşılık hem görev alanı daralan hem de gelirleri azalan vezir önemsiz bir duruma gelmiştir. Artık vezirler Dîvân-ı Vezâret’e ait birkaç bölgeden ve “meks” denilen gayri şer‘î (örfî) vergilerden elde edilen gelirleri emîrler, sultan memlükleri ve devlet görevlileri için harcamakla yükümlü tutulmuş, genelde üstâdüddârların kontrolünde çalışmıştır. Üstâdüddâr veya başka bir görevli, vezirliğe nezaret etmek üzere müşir tayin edilmiş, böylece vezirlerin yetkisi daha da sınırlandırılmıştır. Makrîzî’nin ifadesiyle bu dönemde vezirlik ancak üstâdüddârlıkla birlikte yürütüldüğünde önem kazanabilmiştir (el-Ħıŧaŧ, II, 223).

Aynı devirde vezâret divanı, gelirlerinin azalmasıyla açık verdiğinden vezirler zor durumda kalmış, açıkları kapatmak için haksız uygulamalara başvurmuş, bu da vezirliğin halk nazarında itibarını düşürmüştür. Memlükler’in son döneminde sultan memlükleri istihkaklarının aylarca ödenememesi yüzünden sık sık isyan çıkarmış, vezirlerin evlerini yağmalayıp onları ölümle tehdit etmiştir. Vezirliğin bu duruma düşmesi yüzünden kimse görev almak istememiş, bazı vezirler görevi tehdit yoluyla kabul etmek zorunda kalmıştır. Ancak bunlar da bir süre sonra ya istifa etmiş ya da kaçarak gizlenmiştir. Cemâleddin Yûsuf ez-Zerâzîrî örneğinde görüldüğü gibi bazıları istifalarının kabul edilmesi için büyük miktarda para ödemiştir. Sonuçta liyakatsiz kişilerin vezirliğe getirilmesi yoluna gidilmiştir. Memlükler devrindeki asker kökenli otuz altı vezirden yirmi ikisi bu devirde görev yapmış, bunların sayısı dönemin sonuna doğru artmıştır. Vezirlik Yeşbek min Mehdî, Akberdî min Alibay, Kertbay el-Ahmer, Ebû Saîd Kansu, Tomanbay ve Kansu Gavrî gibi büyük emîrlerin devâtdârlık ve üstâdüddârlık görevlerinin yanında sıradan bir vazife haline gelmiştir. Yeşbek min Mehdî vezirliği uzunca bir süre nâibleri vasıtasıyla yürütmüş, aynı devirde bazıları mükerreren vezirlik yapmış ve kısa aralıklarla vezirler tayin edilmiştir. Burcî Memlükleri döneminin başlarında göreve getirilen Kâtibü Arlân ve Emîr Muhammed es-Sakrî’nin vezirlikleri ise birer istisna kabul edilmelidir. Zira bunlar, kurumun bozulan yapısını düzeltmek için vezirliğe tayin edilirken birtakım şartlar ileri sürmüş, dolayısıyla iktidarın tam desteğiyle görev yapmıştır.

Vezirlere sultan tarafından vezâret alâmeti olarak taklid, hil‘at ya da teşrîf, divit ve katır verildiği kaydedilmektedir. Kaynaklarda yer alan bilgilerden vezirliğe resmen tayinin ancak taklid ve hil‘at verilmek suretiyle gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Hitap şekilleri ve lakapları zamanla değişmekle birlikte taklidle tayin âdeti devam etmiştir. Bu taklidler umuma açık bir yerde okunarak halka ilân edilirdi. Vezirlerin maiyetinde nâibü’l-vezîr, vezîrü’s-sohbe, nâzırü’d-devle, şâddü’d-devâvîn, müstevfi’s-sohbe, müstevfi’d-devle, nâzırü beytilmâl gibi yardımcılar vardı. Ayrıca hâcib, devâtdâr, hâmilü mizre vezirlerin şahsî hizmetindeki görevlilerdi. Memlükler döneminde toplam 100 vezir görev yapmıştır. Bunların otuz altısı askerî sınıftan, biri tavâşî, altmış üçü de sivil bürokrasidendir. Tâceddin b. Bintü’l-Eaz, Bedreddin es-Sincârî, Burhâneddin es-Sincârî ve Takıyyüddin b. Bintü’l-Eaz aynı zamanda başkadılık görevini de yürütmüş ilmiye sınıfına mensup kimselerdir. Vezirlerin tamamı müslüman olmakla birlikte otuz sekizi Kıptî asıllıdır.

BİBLİYOGRAFYA:

İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, XII, 77; Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirǿâtü’z-zamân, VIII/1, s. 413-414, 434; VIII/2, s. 677, 744, 789; Mekîn, Aħbârü’l-Eyyûbiyyîn (nşr. Cl. Cahen, BEO içinde), XV (1955-57), s. 131, 142, 157, 165-166; İbn Vâsıl, Müferricü’l-kürûb, III-V, tür.yer.; Ebü’l-Fidâ, el-Muħtaśar fî aħbâri’l-beşer (nşr. M. Zeynühüm M. Azeb v.dğr.), Kahire 1999, III, 110, 211; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XXIX, 268, 459; XXX, 141-142; İbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlik (Eymen), s. 54-55, 59, 60; Kütübî, Fevâtü’l-Vefeyât, II, 193-196; İbnü’l-Furât, Târîħ (nşr. Neclâ İzzeddin K. Züreyk), Basra 1967, IX/2, s. 327-328; İbn Haldûn, Muķaddime, II, 674, 679; Kalkaşendî, Śubĥu’l-aǾşâ, III, 453; IV, 5 vd., 14, 28-29; XI, 40, 274, 316; Makrîzî, el-Ħıŧaŧ, II, 222, 223, 224, 227, 371-373; a.mlf., es-Sülûk, I/2, s. 323, 326; III/2, s. 486-487, 500, 565, 727-728; IV/1, s. 478; İbn Hacer el-Askalânî, İnbâǿü’l-ġumr (nşr. Hasan Habeşî), Kahire 1998, I, 272, 277, 333, 401; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire, VII, 293; XII, 145-146; W. Popper, Egypt and Syria Under the Circassian Sultans, 1382-1468 A.D., Berkeley 1955, s. 93, 97-98; Uzunçarşılı, Medhal, s. 362, 385; M. C. Şehabeddin Tekindağ, Berkuk Devrinde Memlûk Sultanlığı, İstanbul 1961, s. 144-145; Hassanein Rabie, The Financial System of Egypt A.H. 564-741/A.D. 1169-1341, London 1972, s. 138-139; Ramazan Şeşen, Salâhaddin Eyyûbi ve Devri, İstanbul 2000, s. 247, 248, 253; a.mlf., Salahaddin’den Baybars’a Eyyûbîler-Memluklar (1193-1260), İstanbul 2007, s. 280, 287-290; B. Martel-Thoumian, Les civils et l’administration dans l’état militaire mamlūk (IXe/XVe siècle), Damas 1991, tür.yer.; Fatih Yahya Ayaz, Memlükler Döneminde Vezirlik: 1250-1517, İstanbul 2009, tür.yer.; a.mlf., “Memlükler Dönemi Vezirlerinden İbnü’s-Selûs (ö. 693/1294)”, Çukurova Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, V/1, Adana 2005, s. 91-122; a.mlf., “Sır Kâtibi”, DİA, XXXVII, 116; D. Ayalon, “The System of Payment in Mamluk Military Society”, JESHO, I/3 (1958), s. 279 vd.; Mounira Chapoutot-Remadi, “Le vizirat en Egypte à l’époque mamluke 650-741 h./1250-1340 j-c”, Revue tunisenne de sciences sociales, XII/40-43, Tunis 1975, s. 87-120; Ahmad Abd ar-Rāziq, “Le vizirat et les vizirs d’Egypte au temps des mamlūks”, AIsl., XVI (1980), s. 183-239; Hamûd b. Muhammed en-Necîdî, “et-Teŧavvurü’l-vizârî fî Mıśri’l-Memlûkiyye”,


Mecelletü CâmiǾati’l-İmâm Muĥammed b. SuǾûd el-İslâmiyye, sy. 23, Riyad 1419/1998, s. 261-350; I. Daisuke, “The Establishment and Development of al-Dīvān al-Mufrad: Its Background and Implications”, Mamluk Studies Review, X/1, Chicago 2006, s. 117-139; H. L. Gottschalk, “Dīwān”, EI² (İng.), II, 330; Anne-Marié Eddé, “Wazīr”, a.e., XI, 190-191.

Fatih Yahya Ayaz




İlhanlılar. İlhanlılar zamanında da merkezî idarenin başında kendisine “sâhib-dîvân” denilen vezir bulunurdu. Ancak İlhanlılar’da kurumun yapısında ciddi bir değişim meydana gelmiş, zaman zaman iki ayrı vezir aynı anda görev yapmıştır. Diğer bir değişim ise İran asıllı bürokratların yanında asıl gücü ellerinde tutan bazı Moğol emîrlerinin de vezirlik yetkisine sahip olmasıdır. Bu durum, Emîr Boğa ve Nevrûz Bey’de görüldüğü gibi emîrlerin devlet içerisinde aşırı güç kazanmasına yol açtığından Emîr Nevrûz’un Gāzân Han tarafından 696’da (1297) idamıyla uygulamadan vazgeçilmiş, Moğol öncesi geleneklere dönülmüş ve askerî sınıftan vezir tayin edilmemiştir.

Vezirlerin başlıca görevleri ülkede idareyi düzenlemek ve resmî görevlileri tayin etmek, bürokrasinin işleyişini denetlemek, malî ve idarî bütün devlet işlerini yürütmekti. İlhanlı hükümdarları da vezirlere geniş yetkiler tanımıştır. Ülkenin idaresinden sorumlu olan büyük divan vezirin başkanlığında toplanırdı. Askerî görevliler dışındaki bürokrat ve yöneticiler vezir tarafından tayin edilir ve ona bağlı olarak görev yaparlardı. Fermanlara hükümdarın adından sonra “sâhib-dîvân sözü” ifadesiyle birlikte vezirin adı da yazılırdı. Kaynaklarda, özellikle Gāzân Han’dan önceki hükümdarların ülkenin idaresini tamamen emîr ve vezirlerin eline bıraktığı, hatta elçilere verilecek cevabı dahi onların belirlediği zikredilmektedir. Devletteki idarî kadroların yanında mahallî idareler ve tâbi devletlerdeki önemli görevlere yapılacak tayinler de genelde vezirin yetkisindeydi (Aksarâyî, s. 209-210, 242-243, 247, 253, 279). Vezirlerden sonra nâibler gelirdi (Spuler, s. 235).

Aynı zamanda görevlendirilen iki vezirin yetki ve görev alanının, bunların birbirine karşı durumunun tesbiti oldukça güçtü; ayrıca iki vezirin eşit düzeyde olmadığı anlaşılmaktadır. Gāzân Han’ın tayin ettiği iki vezirden Sa‘deddin Muhammed-i Sâvecî’nin maliye ve ekonomiyle ilgili işleri, Reşîdüddin Fazlullāh-ı Hemedânî’nin ise idarî ve hukukî işleri yürüttüğü belirtilmektedir (İA, IX, 706-707). Sa‘deddîn-i Sâvecî, kendisine 700 (1301) yılında al tamga verilmesi ve bazı önemli devlet işlerinin uhdesine bırakılması ile daha da güç kazanmıştır. Reşîdüddin Fazlullah eserinde Sa‘deddîn-i Sâvecî’ye verilen yetkinin daha fazlasının tasavvur edilemeyeceğini söyler (Târîħ-i Mübârek-i Ġāzânî, s. 154-155). Olcaytu Han döneminde ise Reşîdüddin Fazlullah ön plana çıkmış ve Sâvecî’yi 711’de (1312) bertaraf etmeyi başarmıştır.

Yönetim gelenekleri son derece katı kurallara dayanan İlhanlı Devleti’nde vezirlik tehlikeli bir makamdı. Tâceddin Alişâh-ı Gîlânî dışında İlhanlı vezirlerinin tamamı çeşitli suçlamalarla idam edilmiştir. Bunlar arasında Şemseddin Muhammed-i Cüveynî, Emîr Buğa, Sa‘düddevle b. Safî, Cemâleddîn-i Destgerdânî, Emîr Nevrûz, Sadreddin Ahmed-i Zencânî, Sa‘deddîn-i Sâvecî, Reşîdüddin Fazlullah ve Gıyâseddin Muhammed sayılabilir. Vezirler geniş iktâlara ve önemli gelirlere sahipti. XIV. yüzyıl Memlük müellifi İbn Fazlullah el-Ömerî, İlhanlı vezirlerinin yıllık maaşlarının 150 tümeni (1,5 milyon dinar) bulduğunu, ancak onların bu meblağın on katıyla dahi yetinmediklerini söyler (Mesâlikü’l-ebśâr, s. 155). Bazı vezirlerin yetkilerini kötüye kullanıp yolsuzluklara karıştıkları bilinmektedir.

İlhanlılar’a tâbi devletlerle mahallî idarecilerin vezirleri de merkezden tayin edilirdi. Tebrizli Şemseddin Ahmed b. Osmân-ı Lâkûşî’nin Anadolu Selçuklu Devleti’ne vezir tayiniyle ilgili bir menşur sûreti, İlhanlı merkezinden tayin edilen vezirlerin son derece geniş yetkilerle donatıldıklarını ve İlhanlı hükümdarının tâbi devletlerdeki nâibi konumunda bulunduklarını göstermektedir (Turan, s. 4).

Vezirlik kurumu, devlet teşkilâtının esas itibariyle İlhanlılar’a dayandığı Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletlerinde de önemini korumuştur. Karakoyunlu Devleti’nde divan mührü vezir tarafından muhafaza edilmekteydi ve başkanı olduğu Dîvân-ı Vezâret’te bütün mülkî işler görüşülürdü. Merkezî bürokraside birden fazla vezirin görev yaptığı Akkoyunlu Devleti’nde belgelerin ön yüzüne hükümdarın, arka yüzüne divanın ve vezirlerin mühürlerinin basıldığı anlaşılmaktadır. Akkoyunlu Devleti’nde merkezdeki vezirlerin yanı sıra eyaletlerdeki şehzadelerin de vezirleri vardı. Uzun Hasan’ın oğlu Halîl’in idaresindeki Fars eyaletinde iki vezir görev yapmaktaydı (Uzunçarşılı, s. 295).

Timurlular. İdarî sahada umumiyetle Çağatay geleneklerini devam ettiren Timurlular zamanında vezirlik kurumu önceki İslâm devletlerine göre daha farklı bir görünüm arzetmektedir. Devlet idaresinde mirza ve emîrlerin ön plana çıktığı bu dönemde vezirin görev alanının genelde maliye ve muhasebe ile sınırlandığı, yetkilerinin ise önceki dönemlere göre daraldığı görülmektedir. Vezir unvanı bu devirde, merkezî bürokraside yer alan iki divandan biri olan Dîvân-ı Mâl’de İran asıllı yüksek bürokratlara verilmiştir. Merkezî bürokraside Dîvân-ı Emâret-i Tuvaciyân (Dîvân-ı Büzürg-i Emâret) adı verilen ikinci divanda çalışan Türk asıllı bürokratlara ise “nüvîsendegân-ı Türk” (bahşiyân) deniyordu. Vezirler hiyerarşide emîrden ve sadrdan sonra, diğer sivil memurlardan önce gelmekteydi (Herrmann, Proceedings, s. 264; Akbıyık, XIV [2005], s. 106). Timurlular devrinde önceleri iki vezir aynı zamanda görev yapmış, Ebû Said Mirza Han ve Hüseyin Baykara döneminde merkezî bürokraside görev yapan vezirlerin sayısı beşe kadar çıkmıştır. Bu da vezirlerin rekabet ve güç mücadelesine girmelerine yol açmıştır. Bu mücadele yanında vezirlerle asıl gücü ellerinde bulunduran emîrler arasında da rekabet yaşanmıştır. Timurlular’ın son dönemlerinde sayıları artan vezirlerden biri müşrif-i vüzerâ tayin edilir, bu görevde başarı gösterenler daha sonra emirliğe yükseltilirdi. Ayrıca eyaletlerde valilerin, emîrlerin ve mirzaların vezirleri vardı. Vezirler bu dönemde de sık sık yolsuzlukla itham edilerek yargılanmış ve işkenceye tâbi tutulmuş, kimi zaman da idam edilmiştir. Hâce Muizzüddîn-i Şîrâzî, Hâce Vecîhüddin Mahmûd b. İsmâil-i Simnânî, Hâce Ali es-Sânî ve Hâce Seyfeddin Muzaffer-i Şebânkâreî idam edilen vezirler arasındadır.

Safevîler. Safevî teşkilâtında vezirlik kurumu ilk dönemlerde güçlü Türkmen beyleri, emîrler ve sadrın yanında ikinci planda kalmıştır. Şah İsmâil zamanında vezirlik görevinin vekil unvanı taşıyan bir kişi tarafından yerine getirildiği anlaşılmaktadır. Şah I. Abbas döneminden itibaren daha merkezî bir yönetim sisteminin benimsenmesiyle vezirlik kurumu öne çıkmış, vezirler devlet idaresinde tekrar önemli rol oynamaya başlamıştır. Safevîler’de günlük işlerin yürütüldüğü divanın başkanlığını vezîriâzam yapardı. Çok sayıdaki vezirden başka vak‘anüvisin de bulunduğu divanda vezîriâzamdan sonra korucubaşı, eşik ağasıbaşı ve kullar ağasıbaşı yer alırdı. Vezirlerin idaredeki etkin rolü Kaçarlar döneminde de sürmüştür. Vezirlik alâmeti İlhanlı, Timurlu, Karakoyunlu,


Akkoyunlu ve Safevî devletlerinde de altın divitti. Kaynaklarda, İlhanlılar devrinde hükümdarlar tarafından vezirlere altın tamgalı tayin menşuru ile (yarlıg) murassa‘ kemer, tabl, nakkāre ve sancak verildiği, Timurlular döneminde umumiyetle hil‘at giydirildiği zikredilmektedir. Ayrıca Timurlu vezirlerinin vezirlik mührünü parmaklarına taktıkları bilinmektedir (Hândmîr, s. 369, 391).

BİBLİYOGRAFYA:

Cüveynî, Târîh-i Cihângüşâ (Öztürk), tür.yer.; Reşîdüddin Fazlullāh-ı Hemedânî, Târîħ-i Mübârek-i Ġāzânî (nşr. K. Jahn), London 1940, s. 154-155, 239, 245, 247, 298-299; a.mlf., Sevâniĥu’l-efkâr (nşr. M. Takī Dânişpejûh), Tahran 1358 hş., tür.yer.; Aksarâyî, Müsâmeretü’l-aħbâr, s. 209-210, 242-243, 247, 253, 279; Nâsırüddin Münşî-i Kirmânî, Nesâǿimü’l-esĥâr (nşr. Celâleddin Hüseynî Urmevî), Tahran 1364 hş., s. 112-115; Vassâf, Târîħ (nşr. M. İsfahânî), Tahran 1338 hş., s. 185-187, 262, 347, 419-420, 614; İbn Fazlullah el-Ömerî, Mesâlikü’l-ebśâr: Das Mongolische Weltreich (nşr. ve trc. K. Lech), Wiesbaden 1968, s. 155; Hândmîr, Düstûrü’l-vüzerâǿ (nşr. Saîd Nefîsî), Tahran 2535 şş., s. 312-317, 369, 377, 391; Şems-i Münşî, Destûrü’l-kâtib (nşr. Abdülkerim Alioğlu Alizâde), Moskva 1964-76, I-II, tür.yer.; Uzunçarşılı, Medhal, s. 223-229, 294-300; J. van Ess, Der Wesir und seine Gelehrten, Wiesbaden 1981, tür.yer.; B. Spuler, Die Mongolen in Iran, Leiden 1985, s. 235-240; Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar, Ankara 1988, metin, s. 1-6; A. K. S. Lambton, Continuity and Change in Medieval Persia, London 1988, s. 49-68; a.mlf., “Wazīr”, EI² (İng.), XI, 192-194; Mîrzâ Ali Nakī-yi Nasîrî, Elķāb ve Mevâcib-i Devre-yi Selâŧîn-i Śafevî (nşr. Yûsuf Rahîmlû), Meşhed 1372 hş., tür.yer.; G. Herrmann, “Zum Wesirat im Timuridenreich von Herat”, Proceedings of the Second European Conference of Iranian Studies (ed. B.G. Fragner v.dğr.), Roma 1995, s. 263-276; a.mlf., “Zum persischen Urkundenwesen in der Mongolenzeit: Erlasse von Emiren und Wesiren”, l’Iran face à la domination mongole (ed. D. Aigle), Téhéran 1997, s. 321-331; Osman Gazi Özgüdenli, Moğol İranında Gelenek ve Değişim: Gâzân Han ve Reformları (1295-1304), İstanbul 2009, tür.yer.; Mustafa Uyar, “İlhanlı Devleti’nde Yahudi Bir Vezir: Sa‘duddevle”, TAD, XXI/33 (2003), s. 125-142; Hayrunnisa Alan Akbıyık, “Timurlularda Vezîrlik Müessesesi”, TTK Bildiriler, XIV (2005), I, 97-106; Zeki Velidi Togan, “Reşîd-üd-dîn Tabîb”, İA, IX, 705-712; “Vezîr”, a.e., XIII, 312; Tufan Gündüz, “Safevîler”, DİA, XXXV, 455.

Osman Gazi Özgüdenli




Osmanlılar. Osmanlı kaynaklarında paşa, sahip, âsaf, vekil, nâzır ve lala gibi kelimeler vezirle eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Dîvân-ı Hümâyun’da en üst dereceli vezâreti temsil eden, birinci vezir konumundaki vezîriâzama aynı zamanda sadrazam denilmektedir. XIV. yüzyılda Osmanlı sultanlarının, vezirlerini çoğunlukla ulemâ kökenlilerden ya da kadılardan seçtikleri görülmektedir. Orhan Bey’in Rebîülâhir 749 (Temmuz 1348) tarihli temliknâmesinde şahitler arasında ilk defa zikredilen Hacı Paşa’nın vezir olduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı Beyliği’nin teşekkülünde büyük önem taşıyan İslâm müesseseleri ve İslâm hukuku hakkındaki derin bilgilerinden dolayı vezirler ulemâdan seçilmekteydi. İlk vezirler arasında Alâeddin Ali Paşa, Ahmed b. Mahmûd Paşa, Hacı Paşa ve Sinâneddin Yûsuf gibi isimler bulunmaktadır. Osmanlı vekāyi‘nâmelerindeki kaydın aksine ilk Osmanlı veziri Sultan Orhan’ın kardeşi değil ulemâ sınıfından gelen bu Alâeddin Paşa’dır. Çandarlı Kara Halil Hayreddin’in 787’de (1385) tam yetkiyle sadrazam tayin edilmesinden önceki döneme ait altı vezirin isimleri Hüseyin Hüsâmeddin tarafından tesbit edilmiştir. 1385-1453 yılları arasında Çandarlı ailesi mensupları Osmanlı Devleti’nde vezirlik ve sadrazamlık yapmıştır. Bu aileden gelen bütün vezirlerin ilk dönemlerinde kadılık görevinde bulundukları bilinmektedir. Ailenin bazı mensupları da Dîvân-ı Hümâyun’da vezir ya da kazaskerdi. Erken dönem Osmanlı kaynaklarında asker kökenli vezirlerle ulemâ kökenli vezirler arasındaki dâimî rekabete işaret edilmektedir. Bu dönemde Rumeli ve Anadolu beylerbeyileriyle askerî sınıftan gelen vezirler Dîvân-ı Hümâyun’da yer almaktaydı. İki grup arasındaki çekişmenin en dikkat çekici örneği 1443-1453 yıllarında Çandarlı Halil ile Şehâbeddin paşalar arasında yaşanmış ve Halil’in düşüşüyle neticelenmiştir (İnalcık, Fatih Devri, s. 1-53).

Kudretli sadrazam Çandarlı Halil’in Fâtih Sultan Mehmed’in emriyle tutuklandığı ve idam edildiği, onun yerine kul sisteminden asker kökenli kişilerin getirildiği 857 (1453) yılında vezirlik müessesesinde devrim niteliğinde bir değişim meydana gelmiştir. Ancak bu tarihten itibaren de kalemiye ya da ilmiye sınıfından gelen, malî meselelerde veya nişancılıkta tecrübesi olanlar arasından vezir tayinine devam edilmiştir. Bu kategoride bulunan ve sadrazamlık yapan Karamanî Nişancı Mehmed Paşa, Fâtih Sultan Mehmed’in ölümünün ardından 886’da (1481) yeniçeriler tarafından katledilmiştir. Onun yerini asker kökenli rakibi İshak ve Gedik Ahmed paşalar almış, ilmiye ve kalemiye mensupları geri plana itilmiştir. Özellikle âsi yeniçeriler bundan böyle sultanın vezirlerini “kul taifesi”nden seçmesini istemiştir. Ancak II. Bayezid, Çandarlı ailesinden İbrâhim Paşa’yı tekrar vezirliğe getirmiş ve kardeşi Cem’in oluşturduğu tehdide karşı tahtını sağlama alma endişesiyle vezirlik görevini ya Bâbüssaâde (Kapu) ağasına ya da güvenini kazanan saray ehline vermiştir.

Netice itibariyle klasik dönemdeki (1453-1600) vezirlerin genelde askerî kökenden geldiği söylenebilir. Benzeri şekilde İbn Haldûn, Mısır’daki Memlük sultanlarının idarede erbâb-ı kalemin yerine erbâb-ı seyfi tercih ettiğini belirtir. Bir vezirin tayinini ya da terfiini sultana tavsiye etmek sadrazamın yetkisi dahilindeydi. Ancak kapı ağası, vâlide sultan, musâhib gibi padişahın yakınında bulunanlar da vezirlerin tayin ve terfiinde önemli rol oynamıştır. Bu tayin bizzat sultan tarafından hatt-ı hümâyunla yapılırdı. Vezir seçilirken onun belirli bir alanda uzmanlık kazanmış olmasına dikkat edilirdi. Mahmud Paşa, Fâtih Sultan Mehmed’in Sırbistan’la ilgili planları için özellikle seçilirken Makbul İbrâhim Paşa da Kanûnî Sultan Süleyman’ın Avrupa seferleri dikkate alınarak tayin edilmiştir. Asker kökenli vezirlerin sayısı savaş zamanlarında çoğalmaktaydı.

Abbâsî, Selçuklu ve İlhanlı dönemlerinde görüldüğü gibi inşâ kâtipliğinden gelme vezirlere, oldukça gelişmiş Osmanlı bürokrasisinin ortaya çıktığı XV. yüzyılın ikinci yarısında fazlaca rastlanmaktadır. Bu dönemde “küttâb” temelli vezirler yüksek edebî muhitten veya ulemâ ailelerinden gelmekteydi. Osmanlı inşâ usulünü tesis ettiği öne sürülen, II. Bayezid devrinde ikinci vezirliğe kadar yükselen ve sadrazam adayı olan İran menşeli Cezerî Kasım Paşa asker kökenli vezirlerin baskısıyla sürgün edilmiştir. Her hâlükârda, maliye ve inşâ alanında ihtisas sahibi kâtipler terfi ederek zamanla vezirliğe ve sadrazamlığa kadar yükselebiliyordu. XVI. yüzyılın sonlarındaki buhranlı ortamlarda ikinci vezirin sadrazamlığa terfi edeceği şeklindeki kural sıkça ihlâl edilmiş ve üçüncü ya da dördüncü vezir, hatta beylerbeyi, yeniçeri ağası, divan dışındaki silâhdar da sadrazamlığa getirilmiştir.

Vezirlerin etnik menşeine gelince klasik dönemdeki vezirlerin çoğu kul kökenliydi. Meselâ Arnavutluk’a birçok sefer düzenlenmesi sebebiyle oradan ve Balkanlar’ın yoksul dağlık bölgelerinden devşirme toplandığı için 1430-1550 yılları arasında Arnavut ve Slav kökenli birçok vezir ve sadrazamın görev yaptığı tesbit edilmektedir (Jorga, III, 162-189). Aynı sebeple 983 (1575) yılına doğru vezirler genelde Hırvat, Macar ya da Alman kökeninden gelmektedir. Saray hizmetinde bulunduktan


ve eyaletlerdeki hiyerarşiye tâbi tutulduktan sonra yüksek başarı gösterenler Dîvân-ı Hümâyun’a vezir olarak geri dönmekteydi. Saraydaki okullarda Lutfi Paşa gibi yetenekli kimseler iyi bir Türkçe eğitimi alırken devşirme kökenli birçok öğrenci sadece harp sanatı konusunda kendilerini geliştirmekteydi. Bazıları okuma yazma bilmezdi ya da çok zor Türkçe konuşurdu. Bunlar, kapılarında görev yapan, yazışmalardan sorumlu musâhiblere ve kâtiplere güvenmek durumundaydı.

Yeni sultanın tahta geçmesi divanda köklü bir değişikliğe yol açmaktaydı. Çünkü yeni sultanın şehzadelik döneminde sancak valiliği yaparken ona hizmet edenler, daha önceki sultanın vezirlerinin ve üst düzey görevlilerinin yerini alma beklentisi içindeydi. Fâtih Sultan Mehmed’in, II. Bayezid’in, Yavuz Sultan Selim’in, II. Selim’in ve III. Murad’ın tahta geçişinde yaşandığı gibi, yeni gelenlerin hükümeti tamamen kontrollerine almak için oluşturdukları rekabet ve entrika ortamı çoğunlukla idarede ciddi krizlere yol açmaktaydı. Şehzadelerin sancağa çıkma âdetine III. Mehmed döneminde son verilmesinin ardından yeni sultanın ve onun vezirlerinin kim olacağı konusunda ekseriyetle saraydaki hizipler etkili olmaktaydı. XVII. yüzyılda küçük yaşta tahta geçen sultanların idaresinde vâlide sultanlar aynı zamanda vezirlerin seçiminden sorumluydu. Yeniçerilerle birlikte hareket eden Kösem Sultan’ın uzun niyâbet devrinde kayırmacılık, istismar ve rüşvet yüzünden vezirler sıkça azledilmekteydi. Çağdaş müellifler, bu dönemdeki karışıklığın başlıca sebebini vezirlerin otoritelerini kaybetmesine bağlamaktadır. 1066 (1656) yılında eşine ender rastlanan kritik bir dönemde saray, kendisini büyük yetkiler ve güçle donattığı Köprülü Mehmed Paşa’nın şahsında vezirin otoritesini yeniden canlandırmanın gerekliliğini farketmiştir. Köprülü Mehmed Paşa, onun oğlu ve akrabaları rakiplerini etkisizleştirmek için genelde ulemâ ile ittifak yaparak yaklaşık yarım asır boyunca iktidarda kalmışlardır.

Osmanlı vezâretinin niteliğiyle vezirlerin menşei Karlofça Antlaşması’nın (1699) ardından köklü biçimde yeniden değişmiştir. Viyana bozgunundan sonraki savaşlar döneminde (1683-1699) Osmanlılar askerî bağımsızlıkların rolüyle tam bir kriz yaşamış, hatta saray Anadolu’daki Celâlî liderlerinden yardım istemek durumunda kalmıştır. Bunlardan biri olan Türkmen menşeli Bozoklu Mustafa Paşa sadrazamlığa getirilmiştir (1693-1694). Savaşın ardından barış antlaşmasının mimarı, sadârete bağlı dış ilişkilerden sorumlu birimin başı durumundaki Reîsülküttâb Râmi Mehmed Efendi’ye sadrazamlık verilmiştir (1703). Osmanlılar, devletin bekası için diplomasinin önemini kavrayıp XVIII. asırda vezirlerin çoğunu reîsülküttâblardan seçmişlerdir (Nişancı İsmâil Paşa, Yağlıkçızâde Mehmed Emin Paşa, Ebû Bekir Râsim Paşa, Muhsinzâde Mehmed Paşa, Hamza Hâmid Paşa, Halil Hamîd Paşa). 1730 ihtilâlini takip eden dönemde Dîvân-ı Hümâyun toplantıları yapılmaz olmuştur. Harem-i Hümâyun’un siyah hadım ağalarından büyük nüfuz sahipleri vezirlerin ve sadrazamların tayininde etkiliydi. Aynı yüzyılın ikinci yarısında Râgıb Paşa gibi bürokratlar vezirliğin eski nüfuzunu ve saygınlığını iade etmeyi başarmış, sadrazamın kapısı hükümetle ilgili bütün işlerin merkezi haline gelmiştir. Bu asırda ayrıca yeniçeri ağaları, kaptân-ı deryâlar, valiler de doğrudan sadrazam olarak tayin edilmekteydi. Öte yandan vezirlerin ve sadrazamların çoğu, oğulları sarayın yüksek dereceli görevlilerine intisap eden Türk ailelerden gelmekteydi. İntisap, patronaj ve himaye siyaseti vezirlerin seçiminde önemli rol oynamıştır. Böylece bu dönemde yüksek rütbeli saray görevlilerine mensup Gürcü ve Çerkez köleler vezirlik makamına yükselmiş (Siyavuş Paşa, Kara İbrâhim Paşa, Ali Paşa, Koca Yûsuf Paşa, Hasan Paşa ve Kör Yûsuf Ziyâ Paşa), sadrazamın hânesindeki kethüdâ ve mektupçu da bir çeşit vezirlik rolünü üstlenmiştir. 1795’te vezirliği sadece valilere münhasır kılacak şekilde ıslahat yapılmıştır. Bürokratik kontrol XIX. yüzyılda daha belirgin hale gelmiştir. 1836’da nezâretlerin kurulmasıyla birlikte vezir ve paşa gibi unvanlar nâzırlar için sadece teşrifat derecesini ifade etmeye başlamıştır. Bu dönemde vezîriâzam birçok yetkisini kaybederek başvekil unvanını almıştır (Akyıldız, s. 25-35). Tanzimat döneminde Mustafa Reşid Paşa, Âlî ve Keçecizâde Fuad paşalar hükümette birbirinin yerini alırken aralıklarla mevkilerini kumandanlara veya sarayın gözde isimlerine bırakıyordu. Bununla birlikte devleti “Şark meselesi” diye anılan çeşitli dış gailelere karşı savunan bürokratların ve özellikle hariciye bürokrasisinin önemi artmıştır.

Görevleri. İlk İslâm devletlerinde vezirler ayrı divanların başı ve bir çeşit özerklik sahibi iken Osmanlı Devleti’nde başta vezirler, defterdarlar, nişancılar ve kazaskerler olmak üzere bütün erkân-ı devlet teoride sultanın riyâsetinde, fiilî olarak ise birinci vezirin ya da vezîriâzamın başkanlığı altında görev yapıyordu. Sultanın otoritesinin bütünlüğü Osmanlı idaresinin en önemli prensibi kabul edildiği için devletin yetkileri doğrudan ve tamamen birinci vezir tarafından kullanılmakta ve bunun bir ifadesi olarak mühr-i hümâyun, sultanın mührü kendisine verilmekte, diğer vezirler ise onun danışmanları gibi hareket etmekteydi. Bununla birlikte potansiyel olarak her vezir ilk vezir kadar yetkili sayılırdı. Vezâretle ilgili bir kanunnâmeye göre bir vezir kaymakam (kāimmakam), serdar veya müfettiş tayin edildiğinde diğer vezirlere göre üstün bir statü kazanırdı. Böylece her türlü örfî meseleyi çözmek, sultanın adına ferman buyurmak, tayinleri yapmak ve bütün meselelerde karar almak suretiyle sadrazamla aynı yetkileri kullanır bir konuma yükselirdi. Fakat gerçekte bu kadar geniş yetkilerle donatılan kaymakam paşalar sadrazamın yokluğunda onun yerini almaya çalışırdı. Bunun yanında bir eyalete vali ya da serdar tayin edilen vezir, görev mahalline giderken sultanın tebaasına karşı işlenen zulümleri bertaraf etmek amacıyla davaları dinlemek ve buyuruldular çıkarmak için divanı toplamaya yetkiliydi. Teftişle görevli vezir durum gerektirdiğinde yerel yöneticileri azledip yeni tayinler yapabilirdi. Özel görevi sona erse de İstanbul’a dönünceye kadar aynı yetkileri kullanabilirdi.

Vezir göreve geldiğinde bütün İslâm devletlerinde vezirliğin sembolü olan divit ile başka hediyeler alırdı. Savaşa katıldığı zaman üç tuğu, üç odalı çadırı (sâyeban) ve “kandilli sokağı” bulunurdu (diğer seremonik pâyeler için bk. Tevkiî Abdurrahman Paşa, s. 498-500). Bu kategorideki vezirler üç tuğlu vezir ve tuğra sahibi vezir diye anılırdı. 1640’larda yazılan bir lâyihada (Hırzü’l-mülûk, vr. 5a-10b) ideal bir vezirin dindar, âdil, dürüst, tok gözlü olması, meseleleri Arapça ve Farsça kaynaklara başvurarak çözme kabiliyetini taşıması gerektiği belirtilmektedir. Bunun yanında sadrazam karar almadan önce diğer vezirlere mutlaka danışmalıdır. Eserin adı bilinmeyen yazarı sadrazamın daima fakir halkın ve gariplerin yanında bulunması, rüşvet almamaya özen göstermesi, kamu arazilerini kendi mülküne katmaması ve kendi adamlarına mansıb dağıtma telâşında olmaması gerektiğini ısrarla vurgular. Sadrazam, divan toplantılarında davaların çoğunu tarafsız şekilde incelenmesi için ikinci vezire havale etmelidir.

Divanın toplantı günleri cumartesiden salıya kadar dört gündü. Sultana arz


günleri ise salı ve cumartesiydi. XVII. yüzyılın son dönemlerinde divan günleri arz günleriyle sınırlanmıştır. Divan toplantılarında vezirler sadrazamın sağında vezâretteki kıdemlerine göre otururlardı. Sadrazamın danışmanları olarak memleket meselelerini onlarla tartışırlardı. 1536’da idam edilen Sadrazam İbrâhim Paşa vezirlerle istişareyi ihmal etmekle suçlanmıştır. Vezirler sultana arz günlerinde sadrazama eşlik ederlerdi. Sultanın karşısında ancak sadrazam söz alabilir ve meselelerle ilgili görüşlerini ona aktarabilirdi. Bir vezir hazırladığı raporu ancak sadrazam aracılığıyla takdim edebilirdi. Vezirlere karşı şikâyetleri sadrazam, şeyhülislâm ve iki kazaskerden oluşan bir heyetle görüşür ve karara bağlardı. Dîvân-ı Hümâyun’un yanı sıra sadrazam, daha az önemli konuları görüşmek üzere kendi makamında ikindi divanı adı verilen bir divan toplardı. Paşa kapısı (Bâbıâli) adı verilen bu mekân XVII. asrın ikinci yarısında ülke meselelerinin görüşüldüğü asıl divan halini almıştır. Bir vezirin imtiyazlarından biri sadrazama ve nişancıya fermanlara tuğra çekme konusunda yardımcı olmaktır ki bu imtiyaza sahip vezire tuğra sahibi denirdi. Tuğra çekmek sultanın emrini geçerli kılma anlamına geldiği için vezirleri sultanın yetki verdiği temsilciler haline getiriyordu. Osmanlılar’dan önce vezâret-i tuğrâ Selçuklular’da en yüksek idarî birimlerden biriydi.

Mûtat olduğu üzere ikinci vezir sadrazamlık için en önemli adaydı. Fakat bazan pratik sebeplerden dolayı daha düşük dereceli bir vezir sadrazamlığa tayin edilebilirdi. Bu kuralın ihlâli nâdiren siyasî krize yol açmıştır. Klasik dönemde Dîvân-ı Hümâyun’a katılan vezirlerin sayısı, dünyanın dört köşesini veya Hulefâ-yi Râşidîn’i çağrıştıran dört sayısı ile sınırlanmıştı. Bazı durumlarda bu sayı dördün üstüne çıkmaktaydı. Daha iyi bir istişare için sayının çoğaltılması tavsiye edilmiştir (Hırzü’l-mülûk, vr. 26b-30b). XVI. yüzyılda Mısır, Bağdat, Habeş, Yemen ve Budin gibi uzakta bulunan geniş eyaletlerin valilerine şartlar gerektirdiğinde bağımsız karar alabilmeleri için vezir unvanı verilmiş ve o sırada yedi rakamı kural haline gelmiştir. Zamanla iki vezir kategorisi ortaya çıkmıştır: İstanbul’daki Dîvân-ı Hümâyun’da olan ve dâhil ya da kubbe veziri (Kubbenişîn) adı verilenlerle eyaletlerde yer alan, hâriç veya eyalet veziri ismi alanlar. 1578’de Safevîler’le başlayan uzun savaş döneminde kubbe vezirlerinin sayısı dokuza, hâriç vezirlerinin sayısı on altıya çıkarılmıştır. Uzak ve hassas uç bölgeleri, doğuda Tebriz, Şirvan, Erzurum ve Anadolu, batıda Budin, Bosna ve Belgrad eyaletleri tam yetkili vezir-valilerin idaresine bırakılmıştı. Bu vezir-vali âcil bir durumda komşu eyaletlerin valilerini yardıma çağırma yetkisine sahipti. Kanûnî Sultan Süleyman döneminde donanma hayatî önem kazanınca kaptân-ı deryâ kubbe vezirleri arasından seçilmiş ya da donanma reisine bu unvan tevcih edilmiştir. Yine XVI. yüzyılda vezir unvanı defterdar, nişancı, yeniçeri ağası gibi yüksek mansıb sahipleri için de kullanılmıştır. XVIII. asrın ilk dönemlerinde silâhdar, rikâbdar veya çavuşbaşı saray ağalarına bu unvan verildiği için koltuk (namzet) vezirler ortaya çıkmıştır. Aynı dönemde vezir unvanı eyaletlerdeki nüfuzlu kimselere tevcih edilecek kadar eski azametini kaybetmiştir.

Bir vezirin terfi şansı yüzlerce kişiden meydana gelen kapı halkının gücüyle yakından ilgiliydi. Osmanlı toplumunun en zengin üyeleri olan vezirlerin sultanların saraylarıyla boy ölçüşebilecek derecede geniş sarayları vardı. Asıl maaşları eyaletlerdeki has arazilerden gelse de hediye ve rüşvet gibi ek gelirlerle ikiye katlanmaktaydı. XVI. asırda bir vezirin yıllık geliri 16.000 ile 18.000 altın düka arasında tahmin edilirken sadrazamın yıllık geliri bunun yaklaşık iki katı idi. 1525’te ikinci vezir Mustafa Paşa’nın 700 kulu ve 70.000 altın dükası, üçüncü vezir Ayas Paşa’nın 600 kulu ve 60.000 altın dükası bulunuyordu. 1580’lerde emekli bir vezir arpalık denen ve 200.000 ile 300.000 akçe arasında değişen emekli aylığı alıyordu. Sadrazamın ise yarım milyon akçe ya da yaklaşık 8300 altın düka emekli aylığı vardı. Vârisi olmayan kul kökenli vezirlerin malları hazineye intikal ederdi.

BİBLİYOGRAFYA:

Tevârîh-i Âl-i Osmân (nşr. F. Giese), Breslau 1922, tür.yer.; Kānunnâme-i Âl-i Osmân (nşr. Mehmed Ârif, TOEM ilâvesi), İstanbul 1329, tür.yer.; Tevkiî Abdurrahman Paşa, Osmanlı Kānûnnâmeleri (MTM, I/3 [1331] içinde), s. 498-501; Lutfi Paşa, Âsafnâme, İstanbul 1326; Hırzü’l-mülûk (nşr. Yaşar Yücel, Osmanlı Devlet Teşkilâtına Dair Kaynaklar içinde), Ankara 1988, vr. 5a-10b, 12b-30b; Kitâb-ı Müstetâb (a.e. içinde), s. 27-35; Âlî Mustafa Efendi, Nushatü’s-selâtîn: Muśŧafā ǾĀlī’s Counsel for Sulŧans of 1581 (nşr. ve trc. A. Tietze), Vien 1979-82, I-II, tür.yer.; Koçi Bey, Risâle (Aksüt), tür.yer.; Hadîkatü’l-vüzerâ; Zinkeisen, Geschichte, III, 59-116; Cevdet, Târih, V, 65; N. Jorga, Geschichte des Osmanischen Reiches, Gotha 1910, III, 167-189; Uzunçarşılı, Merkez-Bahriye, s. 186-213; a.mlf., Çandarlı Vezir Ailesi, Ankara 1974; a.mlf., “Osmanlılarda İlk Vezirlere Dair Mütâlea”, TTK Belleten, III/9 (1939), s. 99-106; Halil İnalcık, Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar I, Ankara 1954, s. 1-53; a.mlf., The Ottoman Empire: The Classical Age: 1300-1600 (trc. C. Imber), London 1973, s. 89-103; C. V. Findley, Bureaucratic Reform in the Ottoman Empire: The Sublime Porte 1789-1922, Princeton 1980, tür.yer.; a.mlf., Ottoman Civil Officaldom: A Social History, Princeton 1989, tür.yer.; Ahmet Mumcu, Hukuksal ve Siyasal Karar Organı Olarak Divan-ı Humayun, Ankara 1986; Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilâtında Reform: 1836-1856, İstanbul 1993, s. 21-176; Hüseyin Hüsâmeddin, “Alâeddin Bey”, TTEM, XIV/5 (1340), s. 307-318; XIV/6 (1340), s. 380-384; XIV/8 (1340), s. 128-133; XIV/9 (1340), s. 200-210; B. A. Lalor, “Promotion Patterns of Ottoman Bureaucratic Statesmen from the Lâle Devri Until the Tanzimat”, GDAAD, I (1972), s. 77-92; R. Abou-el-Haj, “The Ottoman Vezir and Paşa Households, 1683-1703”, JAOS, XCIV (1974), s. 438-447.

Halil İnalcık