VEYSÎ

(ويسى)

(ö. 1037/1628)

Daha çok nesriyle tanınan divan şairi.

969 (1561-62) yılında Manisa Alaşehir’de doğdu. Asıl adı Üveys olup “Veysî” mahlasıdır. Kadı Mehmed Efendi’nin oğlu ve şair Makālî’nin yeğenidir. Alaşehir’de başladığı eğitimini daha sonra gittiği İstanbul’da sürdürdü ve Molla Sâlih Efendi’den mülâzım olarak kadılığa yöneldi. Mısır’da Benî Harâm, Ferre ve Reşîd kadılıklarında bulundu. Mehmed Şerif Paşa 1004 (1595-96) yılında Mısır’a vali tayin edilince Veysî ona divan kâtipliği yaptı. Ardından Akhisar, Tire ve Alaşehir kadılıkları, Aydın ve Saruhan’da emvâl-i hâssa müfettişlikleriyle görevlendirildi. 1012’de (1603-1604) Siroz kadılığına getirildi. Bu görevinin ikinci yılının başlarında Ali Paşa’nın Macaristan seferi sırasında Ordu-yı Hümâyun kadılığına tayin edildi, ancak Ali Paşa’nın şehid düşmesi üzerine görevden alındı ve İstanbul’a döndü. Rodosçuk kadılığına gönderilmesine rağmen görevine başlamadan 1013’te (1604-1605) Üsküp kadısı oldu. 1015 Muharreminde (Mayıs 1606) azledildi; ardından ikinci defa Üsküp ve 1019 Saferinde (Mayıs 1610) Tırhala kadılığına tayin edildi. İnebahtı ve Eğriboz’da emvâl-i hâssa müfettişliği yaptı. 1022 Rebîülâhirinde (Haziran 1613) üçüncü defa Üsküp kadılığıyla görevlendirildi. 1024 Recebinden (Ağustos 1615) itibaren birkaç defa daha bu göreve getirildi. 1034 Cemâziyelevvelinde (Şubat 1625) yedinci defa Üsküp kadılığı yaparken 1036 Muharreminde (Ekim 1626) bu son görevinden de azledildi. Üsküp’te uzun yıllar kadılık yaptığı için adı bazı kaynaklarda Veysî-i Üskübî şeklinde geçer. 14 Zilhicce 1037’de (15 Ağustos 1628) Üsküp’te vefat etti. Mezarı şehrin dışında Hacılar yolu diye bilinen Komanova caddesi üzerindedir. Ölümüne düşürülen tarihlerin en meşhuru Nev‘îzâde Atâî’nin, “Veysî ki olmuş idi tegazzülde bî-bedel/Ta‘yîn-i sâl-i fevtine târîhtir gazel” beytidir. Şairin mezar taşında ise, “Dedi ahbâbın biri târîhini/Cân-ı Veysî gitti bâb-ı cennete” beyti yazılıdır.

Veysî edebî alandaki şöhretini şiirlerinden çok nesrine borçludur. Onun nesri, bu alandaki bir diğer isim olan Nergisî’nin nesrine oranla daha sade ve canlı kabul edilmekle birlikte yine de uzun cümlelerde Arapça ve Farsça tumturaklı kelimelerle zincirleme tamlamaları, birleşik isim ve sıfatları çokça kullandığı görülür. Anlatmak istediğini dolaylı bir şekilde dile getirmesi, ifadelerinde mecaz, teşbih, istiare, cinas, tevriye gibi sanatlara yer vermesi sebebiyle nesri güçlükle anlaşılabilmektedir. Aynı zamanda hicve yatkın olan Veysî başta bu tür eserleri olmak üzere birçok şiirinde ve Hâbnâme gibi eserlerinde dönemin sosyal bozuklukları ve aksaklıklarına dikkat çekmiş, bu konuda devlet ileri gelenlerini uyarmıştır. Bu husus, onun hiciv ve eleştiri alanındaki ustalığının yanı sıra haksızlığa karşı çıkan bir kişiliğe sahip olduğunu da gösterir. Türk edebiyatında sanatlı nesir alanında en güçlü isimlerinden kabul edilen ve Babinger tarafından Osmanlı nesrinin Bâkî’den sonraki en parlak ismi diye gösterilen Veysî’nin güçlü şiirleri de vardır. Ancak şairliği nâsirliğinin gölgesinde kalmıştır. Veysî’nin gazellerindeki dil kasidelerine oranla daha sadedir. Şiirlerinde aşk, tabiat tasvirleri, övgüler ve hikemî tarzda söyleyişler yanında eleştirilere de yer vermiş, bu arada deyimlerle atasözlerini de çokça kullanmıştır.

Eserleri. 1. Dürretü’t-tâc* fî sîreti sâhibi’l-mi‘râc. Şairin en meşhur eseri olup daha çok Siyer-i Veysî diye anılır. Dilinin ağırlığına rağmen gerek konusu ve menkıbelerinin çekiciliği gerekse canlı tasvirleri sebebiyle hem Veysî’ye hem de onun nesir tarzına büyük şöhret kazandırmıştır. Veysî’nin tamamlayamadığı esere Nev‘îzâde Atâî ve Nâbî birer zeyil yazmış, eser birçok defa yayımlanmıştır (Bulak 1245, 1248, 1284; İstanbul 1286). Dürretü’t-tâc üzerine Nuran Yılmaz (Öztürk) doktora çalışması yapmıştır (Türk Edebiyatında Siyer Türü ve Siyer-i Veysî: Dürretü’t-tâc fî sîreti Sâhibi’l-Mi‘râc, doktora tezi, 1997, EÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü). 2. Hâbnâme (Bulak 1252; İstanbul 1263, 1284 [Münşeât-ı Azîziyye fî Âsâr-ı Osmâniyye’nin sonunda], 1286 [Siyer-i Veysî, Münşeât ve Şehâdetnâme ile beraber], 1293). Vâkıanâme ve Rü’yânâme adlarıyla da bilinen eser döneminin tipik bir nesir örneği olup I. Ahmed ile Büyük İskender’in rüyada karşılıklı konuşmalarına dayanır. Veysî 1017’de (1608) yazdığı eseri I. Ahmed’e sunmuştur. Hz. Âdem’den beri yapılagelen kötülüklerin hikâyelerle anlatıldığı eserde şair, devletin gerilemesine üzülen padişahı bir yandan teselli ederken bir yandan da devlet memurluklarına ehil kişilerin getirilmesi halinde ülkenin kötü durumundan kurtulacağını belirterek ona yol gösterir. Bu yönüyle bir tür nasihatnâme veya siyâsetnâme sayılan eserin dili şairin


siyer ve münşeatına göre daha sadedir. 3. Münşeât. Veysî’nin hayatına, yaşadığı döneme ve yakın dostlarına ilişkin bilgilerle bazı mektup ve yazılarını içermektedir (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3330; İstanbul 1286). 4. Divan. Eserde iki na‘t, yirmi yedi kaside, iki terkibibend, bir terciibend, bir tesdîs, beş tahmîs, altmış altı gazel, yirmi beş beyit ve yedi kıta bulunmaktadır. Eser üzerine Zehra Toska (Veysî: Divanı, Hayatı, Eserleri ve Edebî Kişiliği, 1985, İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) ve Fadıl Hoca (Veysî Divanı Tahlili, 2002, İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) tarafından yüksek lisans tezi hazırlanmıştır. 5. Merace’l-baĥreyn fî ecvibe Ǿalâ iǾtirâżâti’l-Cevherî. Ķāmûsü’l-Muĥîŧ adlı sözlüğüyle tanınan Fîrûzâbâdî’nin Śıĥâĥu’l-luġa müellifi Cevherî’ye yönelttiği eleştirilere verilen cevaplardan meydana gelmektedir. Veysî’nin birçok kaynağa başvurarak kaleme aldığı bu tamamlanmamış Arapça eserin müellif nüshası Râgıb Paşa Kütüphanesi’ndedir (nr. 1415). Sedat Şensoy eser üzerine bir yüksek lisans tezi hazırlamıştır (Veysî ve Eseri Merace’l-Bahreyn’in Tahkiki, yüksek lisans tezi, 1995, SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü). 6. Düstûrü’l-amel. Şehâdetnâme adıyla da bilinen eserde dinî konularla bazı menkıbelere yer verilmektedir (Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 4043; İstanbul 1283). 7. Fütûh-ı Mısr. Mısır’ın fethine dair hacimli bir eser kaleme almaya başlayan Veysî eserini tamamlayamamış, sadece Amr b. Âs’ın Mısır’ı fethini anlatan kısmı yazabilmiştir (Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 900). 8. Gurretü’l-asr fî tefsîri sûreti’l-Asr (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3635). 9. Ĥicviyye (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2309). Otuz iki beyitlik bu Farsça manzumenin son beyti Türkçe’dir.

BİBLİYOGRAFYA:

Kınalızâde, Tezkire, II, 1051-1052; Atâî, Zeyl-i Şekāik, s. 713-716; Kâtib Çelebi, Fezleke, II, 17, 107; Keşfü’ž-žunûn, I, 738-739; II, 1653; İsmâil Belîğ, Nuhbetü’l-âsâr (haz. Abdulkerim Abdulkadiroğlu), Ankara 1999, s. 458-465; Sicill-i Osmânî, IV, 619-620; Osmanlı Müellifleri, II, 477-479; Gibb, HOP, III, 208-218; Vasfi Mahir Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara 1964, s. 487; “Veysî”, Büyük Türk Klâsikleri, İstanbul 1987, s. 90-92; Metin Kayahan Özgül, Türk Edebiyatında Siyasî Rûyâlar, Ankara 1989, s. 11; Hüseyin Gazi Yurdaydın, “Alaşehir Kadısı Veysî Efendi’nin İlginç Bir Fetvası”, Ciépo Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Araştırmaları Uluslararası Komitesi VII. Sempozyumu Bildirileri, Ankara 1994, s. 269-271; Halil İbrahim Haksever, Eski Türk Edebiyatında Münşeâtlar ve Nergisî’nin Münşeât’ı (doktora tezi, 1995), İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; a.mlf., “Veysî ve Nergisî’nin Karşılıklı Mektupları”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, II/2, Afyon 2001, s. 179-184; Salih Asım, Üsküp Târihi ve Civârı (s.nşr. Süleyman Baki), İstanbul 2004, s. 43-44; Nuran Yılmaz (Öztürk), “Hâbnâme-i Veysî”, Bir: Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, sy. 9-10, İstanbul 1998, s. 651-659; Kāmûsü’l-a‘lâm, VI, 4713-4714; M. Kanar, “Veysî”, İA, XIII, 308-309; Th. Menzel - [E. G. Ambros], “Weysī”, EI² (İng.), XI, 204-205; “Veysî”, TDEA, VIII, 531-532.

Bayram Ali Kaya