VEFÂİYYE

(الوفائيّة)

Ebü’l-Vefâ el-Bağdâdî’ye (ö. 501/1107) nisbet edilen bir tarikat.

Ebü’l-Vefâ’nın hayatına dair en önemli kaynak, Şehâbeddin Ahmed el-Vâsıtî’nin Teźkiretü’l-müttaķīn ve tebśıratü’l-muķtedîn adlı Arapça menâkıbnâmesidir. Vefâî geleneğine mensubiyeti yanında aynı zamanda Zeyniyye şeyhi olan Seyyid Velâyet’in isteği üzerine özetlenerek Menâkıb-ı Tâcü’l-ârifîn Seyyid Ebü’l-Vefâ adıyla Türkçe’ye çevrilen eserde belirtildiğine göre Ebü’l-Vefâ’nın soyu İmam Zeynelâbidîn’e ulaşır. Babası Seyyid Muhammed, Irak’ta Zabala bölgesinde yaşamakta iken burada seyyidlerin uğradığı bir takibat yüzünden Kûsan bölgesine kaçarak Benî Nercis adlı Kürt kabilesine sığınmış, bir Kürt kızı ile evlenmiş, Ebü’l-Vefâ 417’de (1026) burada doğmuştur. Ebü’l-Vefâ, Bağdat’ta başladığı tahsilini Buhara’da sürdürdü. Daha sonra Bağdat’a dönüp Irak’ta dönemin en büyük şeyhlerinden biri olarak tanınan Ebû Muhammed Abdullah b. Talha eş-Şenbekî’ye intisap etti. Şeyhi ona vefa ve sadakatinden dolayı Ebü’l-Vefâ unvanını verdi. Ebü’l-Vefâ sülûkünü tamamlayıp icâzet aldıktan sonra irşad faaliyetine başladı, dönemin en önemli şeyhleri arasında yer aldı ve toplumun her kesiminden müridlerinin sayısı bir hayli arttı. Bu müridler arasında on yedi sultanın bulunduğuna ve seyyidliğinden dolayı nüfuzundan çekinen Abbâsî Halifesi Kāim-Biemrillâh’ın kendisini sarayına çağırtarak teftiş ettiğine dair rivayetler abartılı kabul edilse de onun kazandığı güç ve itibarı göstermesi bakımından önemlidir (Ocak, TTK Belleten, LXX/257 [2006], s. 125). “Tâcülârifîn” mahlasını taşıyan ilk kişi olduğu da rivayet edilen Ebü’l-Vefâ hayatının büyük bölümünü Irak’ta geçirdi ve 20 Rebîülevvel 501’de (8 Kasım 1107) burada vefat etti.

Vefâiyye, Ebü’l-Vefâ’nın ölümünün ardından Ali b. Heytî, Ali el-Kürdî, Meâd el-Kürdî, Câkir el-Kürdî, Boğa b. Batu, Abdurrahman b. Dogancı, Muhammed Türkmânî, Şeyh Turhan, Şeyh Tekin, Muhammed b. Belikısa, Matar el-Bedrânî, Ahmed b. Baklî el-Yemenî gibi halifeleri vasıtasıyla Irak ve Suriye’de geniş bir sahaya yayıldı; ardından Anadolu’da faaliyet göstermeye başladı. Ebü’l-Vefâ’nın halifelerinden üçünün “Kürdî” mahlasıyla anılması şeyhin Kürt aşiretleri arasındaki etkin nüfuzunu ortaya koyar. Türkçe isimler taşıyan diğer halifelerinin mevcudiyetinden Ebü’l-Vefâ’nın etkisinin Kürt çevrelerle sınırlı kalmadığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Vefâiyye’nin asıl yayılma sahası olan Irak ve Suriye’deki durumu, buralarda etkisini ne zamana kadar sürdürdüğü konusundaki bilgiler Anadolu’dakine oranla daha azdır. Tarikatın Anadolu sahasındaki tesirini Elvan Çelebi’nin Menâkıbü’l-kudsiyye’si, Âşıkpaşazâde’nin Târih’i ve bazı arşiv belgeleri sayesinde nisbeten daha kolay takip etmek mümkündür. Ancak bu bilgiler de Ebü’l-Vefâ dönemine ve hemen sonrasına ait değildir ve yaklaşık yüzyıl sonra yaşadığı tahmin edilen, belki de Anadolu’daki en önemli temsilcisi Dede Garkın ve halifelerinin faaliyetleriyle sınırlıdır. Muhtemelen Moğol istilâsı yüzünden kaçarak Anadolu’ya gelen Dede Garkın ilk defa Maraş-Elbistan civarına yerleşti.


Menâkıbü’l-kudsiyye’de her ne kadar Allah’ın rahmeti onu garkettiği için Garkın adını aldığı söylenmekteyse de (s. 9-13) bunun mensubu bulunduğu Türkmen boyunun adından geldiği bellidir. Dede Garkın, Ortaçağ Anadolusu’ndaki pek çok benzeri gibi hem aşiret reisi hem de bir dinî lider hüviyetindedir. Sonraki dönemde yazılan seyyidlik şecerelerindeki (siyâdetnâme) ifadelerden asıl adının Nûman olduğu kaydedilmektedir (Ocak, Ortaçağ Anadolu’sunda, s. 45-47). Vefâiyye’nin Anadolu’nun bilhassa kırsal kesimlerinde yayılmasında büyük katkısı bulunan Dede Garkın, göçebe Türkmen dervişlerine karşı yakınlığıyla bilinen Sultan Alâeddin Keykubad’ın takdirini kazandı, sultan onu bizzat ziyaret etti ve kendisine on yedi köy vakfetti (Elvan Çelebi, s. 8-9).

Dede Garkın, Çelebi Sultan Mehmed devrine ait 821 (1418) tarihli bir belgede yer alan silsilenâmede Vefâiyye’nin Garkıniyye kolunun kurucusu diye gösterilmektedir. Bu belgedeki şahsiyetlerin Garkınî nisbesini taşımaları ve bu durumun Dede Garkın ocağına mensup dedelerin elindeki siyâdetnâmelerde de tekrarlanması böyle bir tarikatın varlığını ortaya koymaktadır (Ocak, Ortaçağ Anadolu’sunda, s. 55). Dede Garkın, Anadolu’nun güneydoğusunda büyük bir nüfuz kazandı. Göksun, Hısnımansûr, Malatya ve Mardin’de kendisine nisbet edilen zâviyeler mevcuttur. Birkaç yerde ona nisbet edilen kabirler bulunmakla birlikte Mardin Dedeköy’deki türbenin asıl mezarı olması kuvvetle muhtemeldir. Osmanlı döneminde şeyhin adını taşıyan çok sayıda zâviyenin varlığı bu zâviyelerin bazılarının XV. yüzyılda halen faal olması tarikatın kırsal kesimdeki etkisini göstermektedir. Ayrıca günümüzde Dede Garkın’a bağlı bir Alevî ocağının bulunduğu bilinmektedir. Vefâiyye, Anadolu’da daha ziyade Dede Garkın’ın halifeleri vasıtasıyla yayılmıştır.

Anadolu Selçukluları devrinde Vefâiyye’nin etkisi Dede Garkın’la sınırlı kalmamıştır. Sivas Suşehri yakınlarında zâviyeleri olan Şeyh Behlûl b. Hüseyin el-Horasânî ve Şeyh Hüseyin Râî ile (Çoban Baba) Halîl b. Bedreddin el-Kürdî, Şeyh Merzübân ve Dede Garkın’ın halifesi Baba İlyâs-ı Horasânî de bu dönemde tarikatın Anadolu sahasındaki en önemli temsilcileridir. Bunlardan asıl adı Şeyh Mahmûd b. Şeyh Ali el-Hüseynî el-Bağdâdî olan Şeyh Merzübân, Selçuklu iktidarı ile yakın ilişkiler kurdu ve Sultan III. Gıyâseddin Keyhusrev tarafından zâviyesi için 1274 yılında bazı vakıflar tahsis edildi. Bu şeyhler arasında Dede Garkın’ın halifesi Baba İlyas’ın hem yaşadığı dönemde hem de halifeleri vasıtasıyla Osmanlı döneminde Vefâiyye’nin yayılmasında büyük payı vardır. Dolayısıyla onu Dede Garkın’dan sonra Anadolu’da en çok iz bırakan Vefâî şeyhi olarak kabul etmek mümkündür. Baba İlyas’ın bu kadar tanınmasında, Anadolu’nun kırsal kesimindeki müridlerinin çokluğu kadar Anadolu Selçuklu Devleti’ni yıkılışa sürükleyen meşhur Babaîler İsyanı’nı çıkaran şahsiyet olmasının da etkisi vardır. Seyyid Ebü’l-Vefâ ve Dede Garkın gibi Baba İlyas da bilhassa konar göçer Türkmen ve Kürt aşiretleri arasında büyük nüfuz kazanmıştı. Elvan Çelebi’nin rivayetine göre Dede Garkın 400 halifesi arasından Hacı Mihman, Bağdın Hacı, Şeyh Osman ve Aynüddevle’yi genç halifesi ve aynı zamanda torunu olan Baba İlyas’ın emrine vermiş, onları Anadolu’yu irşad etmekle görevlendirmiştir (Menâkıbü’l-kudsiyye, s. 17-19). Şeyhin emrini alan Baba İlyas, Amasya yakınlarındaki Çat köyüne gelerek burada bir zâviye kurdu. Bölgedeki Türkmenler arasında kısa sürede büyük bir taraftar kitlesi edindi; bir süre sonra Anadolu Selçuklu yönetiminden memnun olmayan zümreleri etrafında toplayarak büyük bir isyan hareketine girişti. İsyanı bastırmaya gelen Selçuklu ordusu yenilince Sultan II. Gıyâseddin Keyhusrev başşehri terketmek zorunda kaldı; nihayet paralı Frenk askerlerinin desteğiyle isyan bastırılabildi ve Baba İlyas öldürüldü (Ocak, Babaîler İsyanı, s. 85-139).

İsyanın ardından Vefâiyye mensuplarının sıkı bir takibata uğradığı görülmektedir. Vefâî şeyh ve dervişleri bundan kurtulmak için merkezî otoritenin daha zayıf olduğu uç bölgelerine göç ettiler; Anadolu Selçukluları’nın 1243 Kösedağ yenilgisinin ardından yıkılma sürecine girmesiyle birlikte bağımsızlıklarını ilân eden Dulkadıroğulları ve Eretnaoğulları beyliklerine ait topraklarda faaliyetlerini sürdürdüler. Vefâî dervişlerinin yerleştiği bölgelerden biri de Osmanlı Beyliği topraklarıydı. Bu sahada tarikatın en önemli temsilcisi Osman Bey’in kayınpederi Şeyh Edebâli’dir. Muhtemelen kardeşi Ahî Şemseddin’den dolayı son dönemlere kadar bir Ahî şeyhi olarak gösterilen Şeyh Edebâli’nin Vefâiyye tarikatına mensubiyeti Terceme-i Menâkıb-ı Tâcü’l-ârifîn’de açıkça ifade edilmektedir (vr. 3a). Şeyh Edebâli, Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamasında ilk Osmanlı beylerinin en büyük destekçilerinden oldu, hem Osman Gazi’nin hem de Orhan Gazi’nin takdirini kazandı. Şeyh Edebâli’nin ilk Osmanlı beyleriyle kurduğu akrabalık ilişkisi ve beylerin bazı icraatları üzerinde söz sahibi kabul edilmesi, kendisi için Bilecik’te büyük bir zâviye yaptırılması, Vefâiyye tarikatının Osmanlı Beyliği’nin kuruluşundaki etkisini göstermesi bakımından önemlidir.

Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde Vefâiyye’ye mensubiyeti bilinen bir diğer derviş Geyikli Baba’dır. Emrindeki dervişlerle Bursa’nın fethine katıldığı bilinen Geyikli Baba fetihteki katkısından dolayı Orhan Gazi’nin iltifatını kazandı ve kendisi için bir zâviye yaptırıldı (Lâmiî Çelebi, s. 841). Geyikli Baba’nın şahsında Vefâiyye’nin dönemin gazileri arasında da rağbet gördüğü anlaşılmaktadır. Osman Gazi’nin silâh arkadaşlarından Turgut Alp, Geyikli Baba’nın müridlerindendi. Geyikli Baba ile Orhan Gazi arasındaki ilişkiyi yansıtan en önemli hadise sultanın kendisine iki yük şarap ve iki yük rakı göndermesidir. Geyikli Baba gönderilen rakı ve şarabı kabul etmeyip sultana iade etmiş, tarikatı sorulunca Baba İlyas müridi ve Seyyid Ebü’l-Vefâ tarikatından olduğunu söylemiş, bunun üzerine Turgut Alp’in aracılığıyla takibattan kurtulmuştur (BA, Ali Emîrî, Mûsâ Çelebi Evrakı, nr. 1).

Geyikli Baba’nın Vefâiyye tarikatına mensubiyeti aynı çevreden Abdal Kumral, Abdal Mûsâ, Karaca Ahmed, Abdal Murad ve Postinpûş Baba gibi abdalân-ı Rûm zümresinden dervişlerin de benzer bir bağlantılarının olabileceğini akla getirmektedir. Abdalân-ı Rûm’a mensup zümrelerin Yıldırım Bayezid devrinden itibaren önceki dönemlere oranla daha geri plana çekilmeleri tarikatın etkisinin kırsal kesimle sınırlı kalmasına yol açtı. Vefâiyye’nin etkisinin nisbeten azalmasında, Osmanlı yönetiminin merkezî bir yapı göstermeye


başlamasıyla birlikte tarikatın etkin olduğu Türkmen unsurların ikinci plana itilmesinin ve her geçen gün daha fazla güç kazanan Zeyniyye ve Bayramiyye gibi tarikatların daha çok taraftar bulmaya ve iktidarın desteğini almaya başlamasının etkisinin bulunduğu tahmin edilebilir. Bununla beraber tarikatın tesiri kırsal kesimde ve konar göçer Türkmen grupları arasında süregelmiştir. Şehir merkezlerinde ise belki de tarikatın kurulduğu döneme daha yakın bir anlayışla, Sünnî bir yapı arzederek bir süreliğine varlığını sürdürdüğü görülmektedir. Bu anlayışın Osmanlı topraklarındaki en önemli temsilcileri meşhur Osmanlı tarihçisi Âşıkpaşazâde ile damadı Seyyid Velâyet’tir. Her iki şeyhin aynı zamanda birer Zeynî şeyhi olması, Vefâiyye’nin en azından bu şahıslar tarafından temsil edilen kolunun Sünnîleştiğini göstermektedir. Âşıkpaşazâde eserinde Seyyid Ebü’l-Vefâ ile bağlantısını açıkça belirtir (Târih, s. 1). Hem akrabası Seyyid Ebü’l-Vefâ’nın tarikatını hem de Zeyniyye’yi şahsında birleştiren Seyyid Velâyet’in Vefâiyye tarikatı içerisinde ayrı bir yeri vardır. Âşıkpaşazâde 880 (1475) yılında hacca giderken Mısır’da Seyyid Ebü’l-Vefâ soyundan gelen Seyyid Ebü’l-Vefâ b. Ebû Bekir’den Vefâiyye icâzetnâmesi almış, adı geçen kişinin elindeki iki ciltlik Arapça Seyyid Ebü’l-Vefâ menâkıbnâmesini Türkçe’ye tercüme ettirmiştir.

Anadolu’nun dinî yapısının şekillenmesinde birinci derecede öneme sahip Vefâiyye’nin bu tesiri, başta M. Fuad Köprülü olmak üzere çok sayıda bilim adamı tarafından ileri sürülen Anadolu’daki İslâm anlayışının Orta Asya ve Yeseviyye kökenine dayandığı yönündeki görüşlerine eleştirel bir yaklaşım getirmeyi zaruri kılmaktadır. Dede Garkın başta olmak üzere Baba İlyas, Şeyh Edebâli, Geyikli Baba, Âşıkpaşazâde, Seyyid Velâyet gibi şahsiyetlerin tarikat silsilelerinin Yeseviyye’ye değil Irak coğrafyasında yetişmiş şeyhlere uzanması, Anadolu’da yaygınlaşan İslâm anlayışının köklerinin bir kısmının Türkistan sahasından ziyade Arap coğrafyasına dayandığını göstermektedir.

Vefâiyye silsilesi Şeyh Ebû Muhammed eş-Şenbekî, Ebû Bekir b. Hevvâr el-Batâihî vasıtasıyla Hz. Ali’ye ulaşır (Harîrîzâde, III, vr. 221a). Bazı araştırmalarda tarikatın Rifâiyye ile ilişkilendirildiği görülür. Bu bağlantı muhtemelen Şeyh Şenbekî’nin diğer halifesi Mansûr el-Batâihî ile alâkalıdır. Zira Mansûr el-Batâihî’nin Seyyid Ahmed er-Rifâî’nin dayısı olduğu ve onun yetişmesinde büyük katkısının bulunduğu bilinmektedir. Bu durum Vefâiyye-Rifâiyye ilişkisine de açıklık getirmektedir. Dolayısıyla Vefâiyye’nin daha geç bir tarihte kurulan Rifâiyye’nin bir kolu gibi gösterilmesinde yahut bazı Vefâî silsilenâmelerinde Ahmed er-Rifâî’nin adının zikredilmesinde başlangıçtaki bu yakınlığın etkili olduğu tahmin edilebilir. Nitekim Harîrîzâde de Vefâiyye, Sühreverdiyye, Rifâiyye ve Ebheriyye’yi Hevvâriyye’nin kolları kabul etmektedir (a.g.e., III, vr. 263a).

Tarikatın en çok tartışılan yönü Sünnî yahut gayri Sünnî bir tarikat olup olmadığıdır. Bu konuya dair kaynaklarda yer alan ifadeler, şeyhlerin hayat tarzlarına dair verilen bilgiler birbiriyle zaman zaman tezat teşkil eder. Tarikatın başlangıcından günümüze kadar uzanan seyri göz önüne alındığında bu konuyla ilgili kesin bir yargıda bulunmak mümkün görünmemektedir. Ebü’l-Vefâ’nın silsilesinde yer alan Şeyh Muhammed eş-Şenbekî, Ebû Bekir b. Hevvâr gibi şahsiyetlerin takvâ ehli ve şer‘î kurallara riayet eden kimseler oldukları vurgulandığı gibi tarikatın diğer silsilesi Hz. Ebû Bekir’e dayandırılır (Terceme-i Menâkıb-ı Tâcü’l-ârifîn, vr. 17b-18a). Ayrıca Ebü’l-Vefâ’nın Sünnîliğin önemli merkezlerinden Bağdat’ta eğitim görmesi, bölgede tanınması, menâkıbnâmede dinî emirlere uyduğuna özellikle vurgu yapılması gibi hususlar tarikatın başlangıçta Sünnî bir yapı arzettiği izlenimi vermektedir. Nitekim menâkıbnâmede şeyhin mezhebi hakkında ehl-i hadîs, Şâfiî ve Hanbelî olduğuna dair rivayetlerin bulunduğu, fakat onun dört mezhepten hangisinin delilleri sağlam ise ona göre amel ettiği belirtilmektedir (a.g.e., vr. 19a). Ancak bu anlayışın Dede Garkın ile birlikte konar göçer Türkmen zümreleri arasında değişmeye başladığı görülmektedir. Tarikatın göçebe Türkmen ve Kürt aşiretlerinde yayılma imkânına kavuşması, yerleşik İslâm hakkında sağlıklı bilgiye sahip bulunmadıkları kolayca tahmin edilebilecek bu zümrelerin tarikata gayri Sünnî yahut İslâm dışı bazı motifler sokmak suretiyle bu değişimde önemli pay sahibi olduklarını gösterebilir. Bu etki Babaîler İsyanı’na katılan Türkmen şeyhlerinin şahsında açıkça görülür. Yine bu tarikata mensup Şeyh Merzübân ve Geyikli Baba gibi şahsiyetlere sınama amaçlı da olsa dönemin hükümdarları tarafından rakı ve şarap gönderilmesi de bu zümreler içerisindeki gayri Sünnî etkiyi ortaya koyar. Günümüzde bu geleneğe mensup Alevî ocaklarının mevcudiyeti tarikatın kırsal kesimde gayri Sünnî bir nitelik taşıdığının bir delilidir.

Vefâiyye kırsal kesimde böyle bir yapı arzederken Elvan Çelebi Zâviyesi’nde yetişen Âşıkpaşazâde ve Seyyid Velâyet, Osmanlı coğrafyasında Vefâiyye’yi iktidarın da desteğini almış Sünnî bir tarikat olan Zeyniyye içerisinde temsil etmişlerdir.


Dolayısıyla tarikatın kırsal kesimde gayri Sünnî, şehirlerde Sünnî bir karakter arzettiği, Sünnîleşmenin Osmanlı topraklarında Âşıkpaşazâde tarafından gerçekleştirildiği söylenebilir. Bu süreci, Baba İlyas müridleri gibi vaktiyle devlete karşı gelmiş bir sûfî çevresinin Anadolu’da artık Osmanlı hâkimiyetinin yerleştiği XV. yüzyılda bu şaibeli geçmişinin hâtırasını silmeye yönelik gayretiyle ilişkilendirmek de mümkündür (Ocak, TTK Belleten, LXX/257 [2006], s. 142). Garkınîler, Dede Garkınlılar, Babaîler, Geyikliler gibi Türkmen aşiretlerinin Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde mevcudiyeti ve arşiv belgelerinde yer alan kayıtlar Vefâiyye’nin Anadolu’daki nüfuz sahasını göstermesi bakımından önemlidir. Tarikatın Suriye ve Irak’taki seyrine dair çalışma bulunmamaktadır. Şeyh Vefâ adıyla tanınan Zeyniyye şeyhi Muslihuddin Mustafa’nın (ö. 896/1491) tarikat silsilelerinden birinin Ebü’l-Vefâ’nın şeyhi Muhammed eş-Şenbekî ve Ebû Bekir el-Hevvârî’ye ulaşması oldukça ilginçtir (Lâmiî Çelebi, s. 686). Bu bağlantı, Âşıkpaşazâde ve Seyyid Velâyet gibi Vefâî geleneğine mensup şeyhlerin Anadolu’da yaygın diğer tarikatlar varken neden özellikle aynı kökten gelen Zeyniyye’yi tercih ettiklerini daha anlamlı hale getirmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Terceme-i Menâkıb-ı Tâcü’l-ârifîn, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2427, tür.yer.; İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-ǾAlâǿiyye, s. 498-504; Elvan Çelebi, Menâkıbü’l-kudsiyye, tür.yer.; Âşıkpaşazâde, Târih, s. 1; Lâmiî Çelebi, Nefehâtü’l-üns: Evliyâ Menkıbeleri (haz. Süleyman Uludağ - Mustafa Kara), İstanbul 1995, s. 683-687, 841-842; Harîrîzâde, Tibyân, III, vr. 221a, 263a; Abdülbâki Gölpınarlı, Yunus Emre: Hayatı, İstanbul 1936, s. 55-62; J. S. Trimingham, The Sufi Orders in Islam, Oxford 1971, s. 49-50, 281; Halil İnalcık, “How to Read Ashik Pashazâde’s History”, Studies in Ottoman History in Honour of Professor V. L. Ménage (ed. C. Heywood - C. Imber), İstanbul 1994, s. 139-156; Haşim Şahin, “Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Döneminde Adı Geçen Önemli Bir Derviş: Geyikli Baba”, Uluslararası Türk Dünyası İnanç Önderleri Kongresi Bildirileri: 23-28 Ekim 2001, Ankara 2002, s. 787-800; a.mlf., Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Döneminde Dinî Zümreler (doktora tezi, 2007), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Reşat Öngören, Tarihte Bir Aydın Tarikatı: Zeynîler, İstanbul 2003, s. 126-159; Ahmet Yaşar Ocak, Babaîler İsyanı, İstanbul 2009, s. 85-139, 168-187; a.mlf., Ortaçağ Anadolu’sunda İki Büyük Yerleşimci (Kolonizatör) Derviş Yahut Vefâiyye ve Yeseviyye Gerçeği: Dede Garkın-Emîrci Sultan (13. Yüzyıl), Ankara 2011, s. 26-75; a.mlf., “Türkiye Selçukluları Döneminde ve Sonrasında Vefâî Tarikatı (Vefâiyye)”, TTK Belleten, LXX/257 (2006), s. 111-154; a.mlf., “Ebü’l-Vefâ el-Bağdâdî”, DİA, X, 347-348; Hasan Yüksel, “Selçuklular Devrinden Kalma Bir Vefâî Zaviyesi (Şeyh Marzuban Zaviyesi)”, VD, XXV (1995), s. 235-250; a.mlf., “Bir Babaî (Vefâî) Şeyhi Zaviyesi (Şeyh Behlül Baba)”, Osm.Ar., sy. 21 (2001), s. 97-105; a.mlf., “Kim Bu Dede Garkın?”, MÜTAD, sy. 20 (2008), s. 147-162; Muhammed Beşir Aşan, “Fırat Havzasında Tespit Edilen Vefâî Silsilenâmesi ve Bazı Düşünceler”, TTK Bildiriler, XIV (2005), II/2, s. 1517-1524.

Haşim Şahin