TUNCELİ

Doğu Anadolu bölgesinde şehir ve bu şehrin merkez olduğu il.

Doğu Anadolu bölgesinin dört bölümünden biri olan Yukarı Fırat bölümünde Fırat nehrinin kollarından Murat suyuna kavuşan Munzur çayı ile Pülümür çayının birleştiği yerin yakınında kurulmuştur. Deniz seviyesinden 970 m. yükseklikteki Tunceli, tarihî geçmişi olmayan, temeli Cumhuriyet döneminde atılan bir şehirdir. 25 Aralık 1935 tarihinde kabul edilen 2885 sayılı yasa ile (Düstur, Üçüncü tertip, XVII, 171) Tunceli adlı yeni bir vilâyet kurulması kararlaştırılıp bu vilâyete merkez aranırken o tarihe kadar hemen hemen boş kalan ve yakınında Mameki adlı bir köy bulunan alan şehir için seçildi. Bu yerin seçilmesinde başlıca etken Pülümür çayı vadisini izleyerek gelen, Erzurum’u Elazığ ve Malatya gibi merkezlere, bunların aracılığıyla Erzurum’u Akdeniz kıyısında İskenderun Limanı’na bağlayan yol üzerinde bulunmasıdır. Şehrin çekirdeğini oluşturan Mameki köyünün ne zaman ortaya çıktığı hakkında bilgi yoktur. Köyün adı, XX. yüzyılın başlarına ait R. Kiepet haritalarının Erzurum paftasında yer almakta, fakat bu köy günümüzde Tunceli’nin bulunduğu yerde değil yanlışlıkla 9-10 km. kadar güneyde gösterilmektedir (R. Kiepet de Mameki isminin yanına bir soru işareti koyarak köyü yerleştirdiği yerden emin olmadığını belirtmektedir). Mameki köyünün tarihi bilinmese de köyün içinde yer aldığı yörenin tarihi, eskiden bu havalide olup sınırları günümüzdeki Tunceli ilinin sınırlarına tamamen uymayan Dersim’in tarihine paralellik gösterir (bazan sancak, bazan vilâyet, bazan kaza durumunda olan ve sınırları her dönemde değişen, merkezi Hozat’ta bulunan bu idarî birim, bir kısım yayınlarda yanlışlıkla kaydedildiği gibi Tunceli isminin karşılığı değildir ve Tunceli adı yerine kullanılamaz), Yörede yapılan araştırmalar sonucunda höyüklere ve tarih öncesi yerleşmelere tanıklık eden çok sayıda mağaraya rastlanması iskân tarihinin çok erken başladığını ortaya koymaktadır. Höyüklerde gerçekleştirilen kazılarda Tunç çağına ait bilgilere tesadüf edilmiştir.

Murat suyu ile Karasu (Fırat) arasında kalan bu yöre milâttan önce 2000’li yıllarda İşuva adıyla bilinmekteydi. Hurriler’in yörede kurduğu İşuva Krallığı’nın Hititler’le mücadelesi sonunda burası milâttan önce 1600’lü yıllara doğru Hitit egemenliğine geçti. Ardından Urartular’ın hâkimiyetine girdi ve Urartu Devleti’nin batıdaki en uç kesimini oluşturdu. Milâttan önce VII. yüzyılda Medler’in ve VI. yüzyılda Persler’in egemenliğinin ardından Makedonya Kralı İskender’in eline geçti. İskender’in haleflerinin hâkimiyeti esnasında zaman zaman Kapadokyalılar’la Selevkoslar arasında el değiştirdi. Bu dönemi Roma ve Roma’nın ikiye ayrılışından (395) sonra Doğu Roma (Bizans) dönemi izledi. Bizans devrinde Sâsânîler ile Bizans arasında sık sık el değiştiren yöreye Dersim (Farsça Dersîm “gümüş kapı”) adının bu dönemde verildiği tahmin edilmektedir.

Dersim yöresi Hz. Ömer zamanında 639 yılında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun birçok yeri gibi müslüman Araplar’ın eline geçti. Fakat bu hâkimiyet kısa sürdü. Müslümanlarla Bizans arasında da birkaç defa el değiştirdi ve 1071 Malazgirt zaferinden itibaren Türkler’in kontrolü altına girdi. Bir ara Bizans kumandanlarından Ermeni asıllı Philaretos Brakhamios yöreye egemen oldu. Ancak buna Harput merkezli Çubukoğulları Beyliği’nin kurucusu


Çubuk Bey son verdi. Artuklular’ın Harput kolu, Mengücüklüler’in Kemah-Erzincan kolu hâkimiyeti altında da bulunan yöre ardından Anadolu Selçukluları’nın, bu devletin 1243’te Moğollar’a yenilmesinden sonra Moğollar’ın idaresine girdi. Dersim Akkoyunlu egemenliğinde de kaldı ve XIV. yüzyılda bir müddet Erzincan Beyi Mutahharten’in hâkimiyeti altına girdi. Timur’un orduları tarafından yağmalandıktan sonra Akkoyunlular’ca yeniden ele geçirildi. Fâtih Sultan Mehmed’in 1473’te Akkoyunlular’ı mağlûp etmesi üzerine yörede Osmanlı varlığı hissedilmeye başlansa da Osmanlı topraklarına katılması Yavuz Sultan Selim döneminde Çaldıran Savaşı’nın (1514) ardından gerçekleşti. Fakat buranın haşin ve engebeli coğrafî yapısı, devlet denetiminin uzağında zaman zaman mahallî idarecilerin elinde kalmasına yol açtı. Bunlar merkezî idarelerin zayıf dönemlerinde isyankâr durum sergilediler. Bu da Osmanlılar’ın son dönemiyle Cumhuriyet dönemi başlarında (sonuncusu Eylül 1938’de bastırıldı) Dersim isyanları adı altında bilinen bir dizi isyanla devleti meşgul eden, çevre halkına da rahatsızlık veren olaylara sebep oldu. Esasen Osmanlı idaresinde 1847’de Dersim (merkezi Hozat) adlı bir sancağın kurulması (bu tarihe kadar Dersim coğrafî bir yöre adıydı), Cumhuriyet döneminde de Tunceli adıyla bir vilâyetin (merkezi olan Kalan yerleşmesine daha sonra Tunceli denmeye başlandı) ihdas edilmesinin gerekçesi, mahallî idarecileri ve onların devlete karşı direnişe sürüklediği yöre halkını kontrol altına almaktı.

Tunceli şehrinin kurulduğu boş alan, Osmanlı idaresinin başlangıçtaki idarî bölünüşünde Diyarbekir beylerbeyiliğinin sınırları içinde bulunuyordu. Bu dönemde söz konusu eyalet içinde Dersim adlı bir idarî bölüme rastlanmasa da günümüzdeki Tunceli şehrinin yerinin, eski Diyarbekir eyaletinin bölümlerinden ilk akla gelen ihtimal olan Harput sancağı içinde yer almadığına göre (Ünal, s. 75; Elibüyük, I/2 [1990], s. 34’teki harita) livâ-i Palu sınırları içinde kalması mümkündür (Göyünç, sy. 23 [1969], s. 28). Dersim sancağı (Dersim bazan coğrafî, bazan idarî birim adı oldu, fakat hiçbir dönemde bir şehrin veya kasabanın adı olmadı) Erzurum eyaletine bağlıydı. Günümüzdeki Tunceli şehrinin kurulduğu mevki de Erzurum eyaletinin Dersim sancağının Mazgirt kazası sınırları içinde bulunuyordu. Bu dönem içinde 1877, 1885, 1892, 1907, 1911, 1914 ve 1916 yılı isyanları vuku buldu. Birinci isyanın hemen ardından Dersim sancağı Erzurum’dan alınarak merkezi Hozat olan bağımsız bir vilâyet durumuna getirildi. İleride yeniden inşa edilecek olan Tunceli şehrinin nüvesini ve ilk mahallesini teşkil eden Mameki köyü de Dersim vilâyetinin Mazgirt kazasının sınırları içindeydi. Ancak bu değişiklik uzun sürmedi. 1879-1886 (bazı yayınlarda 1880-1888) yıllarını kapsayan bu dönemden sonra Dersim tekrar sancak durumuna getirilip Ma‘mûretülazîz vilâyetine bağlandı. Millî Mücadele devrinde bir defa daha vilâyet durumuna getirilen Dersim, Cumhuriyet dönemine bu haliyle girdi. 1926’da kaza oldu, Elaziz vilâyetine bağlandı. Mameki köyü de Mazgirt ilçesinden Dersim kazasının sınırları içine alındı.

Millî Mücadele yıllarındaki Koçgiri isyanı (yörenin dışında olmasına rağmen), 1925’teki Şeyh Said isyanı ve 1930’lu yıllarda patlak veren bazı isyanlar güvenliği sağlamak için yeni bir vilâyetin kurulmasını gündeme getirdi ve 25 Aralık 1935’te Tunceli vilâyeti kuruluş kanunu kabul edildi. Korgeneral rütbesinde bir askerî vali tayin edildi. Fakat valinin oturacağı vilâyet merkezi yoktu; bu sebeple yeni bir şehrin temelleri atıldı. Önceleri bu yerleşmeye bir aşiretin adından hareketle Kalan denildi. Kalan’ın inşası devam ederken vali komşu ilin merkezi Elaziz’de oturdu. Böylece Elazığ şehri bir süre iki valinin oturduğu, Türkiye’de bir örneğine rastlanmayan bir uygulamaya sahne oldu (DİA, X, 553). 1 Ocak 1947 tarihinden itibaren vali Tunceli’nin merkezi Kalan’ın inşası tamamlandığından buraya geçti.

Yeni şehrin inşası on bir yıllık bir dönemi kapsamıştı. Bu sırada kışla gibi askerî binalar, devlet daireleri ve memur lojmanlarına öncelik verildi. Kalan kasabası önceleri tek mahalleden ibaretti (Mameki mahallesi), nüfusu da şehrin temelinin atılmasından sonraki ilk sayımda (1940) henüz 1000 kişiyi bulmuyordu (837), hatta bir sonraki sayımda (1945) biraz daha düşmüştü (762); 1949 yılında tek mahalleli durumu devam ediyordu (Belediyeler Yıllığı, II, 412). 56 hektarlık bir alanı kaplayan bu küçük kasabaya Kalan denilmeye devam edildi. Nüfusu da 1950 sayımında henüz 2000’i bulmamıştı (1883). Şehrin yerleşme alanı önceleri Munzur’un tek yakasında bulunurken öteki yakaya da atlayınca 1965’te nüfus 5825’e ulaştı. 1967’de mahalle sayısı üçe çıktı (Alpdoğan, Mameki, Siğank). İlin merkezi üç mahalleli iken aynı yılda ile bağlı ilçe merkezlerinden Hozat’ta da üç mahalle vardı; Çemişgezek dört mahalleli, Pertek ise altı mahalleli bir kasaba durumundaydı. Şehrin nüfusu ilk defa 1975 sayımında 10.000’i aştı (11.637), mahalle sayısı da altıya yükseldi (Akdoğan, Alibaba, Yenimahalle, Atatürk, Cumhuriyet, Esentepe). Şehrin doğu yakasındaki mahallelerde toprak kayması tehlikesi belirdiğinden Yenimahalle ile Esentepe mahallelerinin bir kesimine inşa yasağı kondu. 1990’da


25.000’e yaklaşan (24.513) şehrin nüfusu 2000’de bu sayıyı aşarak (25.041) 2009 yılında 31.599’a ulaştı. Fakat 31 Aralık 2010 tarihinde yapılan son sayımda gerileyerek 30.000’in altına düştü (26.410).

Tunceli’nin içinden geçen ve Erzurum’u Malatya’ya bağlayan başlıca ulaşım ekseni Munzur çayına (Munzur Köprüsü’nü geçtikten sonra) paralel uzanır. Şehir dar bir vadide yerleştiğinden söz konusu cadde dışında geniş bir caddeye rastlamak mümkün değildir. Topografyanın özel durumu sebebiyle mahallelere yönelen yollar inişli yokuşludur. Bir memur şehri olarak kurulan Tunceli’de bu özellik, memur lojmanlarının kamu dışında çalışanlara ait meskenlerden daha fazla oluşuyla dikkati çeker. Şehirde sanayi gelişmemiştir. Çevresindeki turistik yerler (Munzur vadisi, Munzur dağları) ziyarete açıldığı takdirde Tunceli şehri buraları görmeye gelenler için bir turistik merkez niteliğini kazanabilir. Tunceli şehrinin merkez olduğu Tunceli ili Bingöl, Elazığ ve Erzincan illeriyle çevrilmiştir. Merkez ilçeden başka Çemişgezek, Hozat, Mazgirt, Nazımiye, Ovacık, Pertek ve Pülümür adlı yedi ilçeye ayrılır. 7432 km² genişliğindeki Tunceli ilinin sınırları içinde, 2010 yılı verilerine göre 76.699 kişi yaşıyordu, nüfus yoğunluğu on idi. Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait 2007 yılı istatistiklerine göre Tunceli’de il ve ilçe merkezlerinde yirmi, kasabalarda bir ve köylerde seksen üç olmak üzere toplam 104 cami bulunmaktadır. İl merkezindeki cami sayısı üçtür.

BİBLİYOGRAFYA:

Cuinet, II, 384, 388, 396; Düstur, Üçüncü tertip, Ankara 1936, XVII, 171; Ömer Kemal Ağar, Tunceli-Dersim Coğrafyası, İstanbul 1940; Besim Darkot, “Tunceli Üzerine Coğrafî Görüşler”, Üçüncü Üniversite Haftası, İstanbul 1943, s. 114-128; Belediyeler Yıllığı, Ankara 1949, II, 412; Mahmut Sarıbeyoğlu, Aşağı Murat Bölgesinin Beşerî Coğrafyası, İstanbul 1951, s. 80; Tunceli İli Kültür ve Turizm Envanteri 1987, Tunceli 1987; Mehmet Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Harput Sancağı (1518-1566), Ankara 1989, s. 75; Ümit Serdaroğlu, “Öntarihten İslâm Döneminin Başlangıcına Kadar Elazığı Kuzeyinde Kültürel Hareketler”, Fırat Havzası Sanat Tarihi Sempozyumu, Elazığ 1992, s. 11, 14; Ergün Dayan, Tunceli ve Çevresi (proje çalışması, 1992), Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Coğrafya bölümü, İSAM Ktp., nr. 192594; Mehmet Zülfü Yolga, Dersim (Tunceli) Tarihi (haz. İbrahim Yılmazçelik-Ahmet Halaçoğlu), Ankara 1994; Tuncer Baykara, Anadolu’nun Tarihî Coğrafyasına Giriş I: Anadolu’nun İdarî Taksimatı, Ankara 1998, s. 129, 138, 141; Dersim: Jandarma Genel Komutanlığı’nın Raporu, İstanbul 1998, s. 78; Osmanlı Belgelerinde Dersim Tarihi: Osmanlıca Türkçe 50 Adet Orijinal Belge (haz. Ahmet Hezarfen-Cemal Şener), İstanbul 2003, s. 4, 5, 6; Serkan Erdoğan, Yerli ve Yabancı Kaynaklara Göre Dersim ve Çevresindeki Arkeolojik Araştırmalar -I, Ankara 2004, s. 91, 109-114, 133; Nejat Göyünç, “Diyarbekir Beylerbeyliği’nin İlk İdarî Taksimatı”, TD, sy. 23 (1969), s. 27, 28; Ufuk Esin, “Tepecik ve Tülintepe Kazıları”, TTK Bildiriler, VIII (1979), s. 67-68; Mesut Elibüyük, “Türkiye’nin Tarihî Coğrafyası Bakımından Önemli Bir Kaynak: Mufassal Defterler”, Coğrafya Araştırmaları, I/2, Ankara 1990, s. 34; Gülay Öğün Bezer, “Harput’ta Bir Türkmen Beyliği Çubukoğulları”, TTK Belleten, LXI/230 (1997), s. 82, 83; M. Bazin, “Tunғјeli”, EI² (Fr.), X, 675; Metin Tuncel, “Elazığ”, DİA, X, 553.

Metin Tuncel




MİMARİ. Tunceli yöresinde ilk yerleşimin tarih öncesi döneme kadar indiği tesbit edilmiştir. Burada yazılı tarih milâttan önce 2200’lerde Hurriler’le başlamıştır. Hurriler’den sonra Hitit, Muşkili, Urartu, Med, Roma, Bizans, Sâsânî, Emevî ve Abbâsîler bölgede söz sahibi olmuş, ancak bu dönemlere ait herhangi bir mimari yapı günümüze ulaşmamıştır. Türkler’in bölgedeki yerleşimi 1071 Malazgirt Savaşı’nın ardından başlamıştır. Bu yörede daha sonra Mengücük, Çubukoğulları, Artuklular ve Anadolu Selçukluları ile başlayan Türk-İslâm hareketi sırasında birçok mimari eser yapılmıştır. Bunlardan biri olan Mazgirt Elti Hatun Camii (650/1252) kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen bir plana sahiptir. Girişi doğu cephesinde bulunan cami, dikdörtgen harim ve bunun kuzeyine bitişik dört yönden kapalı son cemaat yerinden oluşmaktadır. Tamamı kesme taş ve kaba yontu taş malzemeyle inşa edilen caminin üst örtüsü içten beşik ve çapraz tonoz, dıştan düz dam şeklindedir. Yapının kuzey cephesine bitişik çeşmesi vardır. Yine bu döneme ait Mazgirt Elti Hatun Türbesi (XII. yüzyıl sonu-XIII. yüzyıl başı) tek katlı, sekizgen gövdeli ve piramidal külâh örtülüdür. Tamamen kesme taş malzemeyle inşa edilen yapının kuzeyinde bulunan girişi eyvan biçimindedir. Orta Asya Türk sanatında görülen bu biçimin Anadolu’da ortaya çıkması dikkate değer bir özelliktir.

Kösedağ Savaşı’ndan (1243) sonra Tunceli ilini de içine alan bölge Moğol hâkimiyeti altına girmiştir. XIV. yüzyılın ilk yarısında Anadolu’da, dolayısıyla Tunceli’de Moğol hâkimiyeti zayıflayınca bölgede Türkmen beylerinin etkinliği hissedilir. Bu döneme ait Çemişgezek Yelmâniye Camii (1396-1404) kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen mekânlı harimiyle merkezî plan şemasına sahiptir. Caminin harimi kubbeli orta mekân ve bunu dört yönde saran beşik tonozlu kısımlardan oluşmaktadır. Köşelerde kalan boşluklar daha alçak tutulan birer tonozla kapatılmıştır. Caminin batı cephesindeki ana kapısı üzerine alçak kabartma şeklinde işlenen bitkisel ve geometrik motifler Türk süsleme sanatında önemli bir yere sahiptir. Ayrıca güney duvarındaki kesme taş üzerine çini kaplamalı mihrabı dikkate değer. Çemişgezek Eski Hamamı (XV. yüzyıl) yine kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen plan arzeder


ve soğukluk, ılıklık, sıcaklık, külhan bölümlerinden meydana gelir. Sade bir plana sahip olan yapıda kesme taş ve kaba yontu taş malzemeyle birlikte yer yer tuğla malzeme kullanılmıştır.

Bölge en parlak dönemini Osmanlı Devleti zamanında yaşamıştır. Bu dönemde çeşitli mimari eserler inşa edilmiş, bunların bir kısmı günümüze ulaşmış, bir kısmı da Keban baraj gölü suları altında kalmıştır. Çemişgezek Süleymaniye (Kale) Camii (XV. yüzyıl sonları-XVI. yüzyıl başları) dış ölçüler bakımından dikdörtgen bir alanı kaplamakta, kuzeyde dört tarafı kapalı son cemaat yeri ve harim kısmından meydana gelmektedir. Mihraba paralel üç nefli bir düzenlemeye sahip harim içten beşik tonoz, dıştan düz damla örtülüdür. Caminin yarım silindirik mihrabı ve minberi beyaz kesme taş malzemeden olup orijinaldir. Caminin kuzeydoğusunda tuğla malzemeyle inşa edilen silindirik gövdeli minare yer almaktadır.

Pertek Sağman Camii (1565-1570) kare planlı harim ve kuzey cephesinde üç gözlü son cemaat yerinden oluşmaktadır. Son cemaat yerinin sağlı sollu iki yanında eyvan ve hücreler mevcuttur. Harimin batısında sekizgen gövdeli, piramidal külâhlı türbe bulunmaktadır. Cami ve türbe kesme taş malzemeyle inşa edilmiştir. Pertek Çelebi Ali Camii (1569-1570) kare planlı, tek kubbeli harimle kuzey cephesinde yanları kapalı üç gözlü son cemaat yeri, batısında kuzey-güney doğrultusunda uzanan eyvan biçimli ek mekân ve bunun kuzeybatı cephesine bitişik çeşmeden meydana gelmektedir. Yapının harimi ve ek mekânın beden duvarları kaba yontu taş, son cemaat yeri kesme taş malzemeyle inşa edilmiş olup kubbeler kurşun kaplamadır. Pertek Sungur Bey Camii (1577) kare bir harim, kuzey cephesinde üç gözlü son cemaat yeri ve kuzeybatıdaki minareden oluşmaktadır. Yapının son cemaat yeri ve minaresi kesme taş, diğer kısımlar kaba yontu taş malzemeyle inşa edilmiştir. Çemişgezek Tekya Türbesi (1572) blok kaya üzerine sekizgen gövdeli ve iki katlı olarak yapılmıştır. Üst örtü piramidal külâh şeklindedir. Tamamı kesme taş malzemeyle inşa edilen yapıya üst kata giriş kuzey cephesinden sağlanmaktadır. Mazgirt Çoban Baba Türbesi’nin (XV-XVI. yüzyıl) büyük bir kısmı günümüzde harap durumdadır ve kalan izlerden anlaşıldığı kadarıyla sekizgen gövdeli plana sahiptir. Pertek Besime Hatun Türbesi (XV-XVI. yüzyıl) üst katı tamamen tahrip edilmiş, sekizgen gövdeli ve iki katlı bir yapıdır. Çemişgezek Ferruhşad Türbesi (XV-XVI. yüzyıl) sekizgen planlı olup tamamı kesme taş malzemeyle yapılmıştır.

Çemişgezek Yeni Hamamı (1701-1702) doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlıdır ve soğukluk, ılıklık, sıcaklık, külhan bölümlerinden oluşmaktadır. Yapının eyvan şeklindeki kapısı üzerinde kabartma tekniğinde bitkisel ve geometrik motifler yer almaktadır. Çemişgezek Sividin ve Levendik köprüleri (XVI. yüzyıl) tek kemer gözlü basit yapılardır. Çemişgezek Yûsuf Ziyâ Paşa (Tağar) Köprüsü (1807) tek gözlü, sivri kemer açıklıklıdır. Yapının kemer açıklığı kesme taş, beden duvarları kaba yontu taş malzemeyle inşa edilmiştir. Çemişgezek Hamidiye Medresesi (1861-1862) doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen bir plana sahiptir ve sekiz odalıdır. Tamamı kesme taş malzemeyle yapılan medresenin giriş kapısındaki motifler dikkat çekicidir. Cephedeki pencereler ikili düzenlerde olup yuvarlak kemerlidir. Tunceli’de bunlardan başka hemen hemen her sokakta sanatsal özellikler taşıyan çeşmeler mevcuttur. Sivil mimari örneklerinden evler bilhassa Çemişgezek ve Pertek’te bulunmaktadır. Arnavut kaldırımlı dar sokaklar, iki katlı cumbalı evler bu beldelere tarihî ve mistik bir görünüm kazandırmaktadır. Tunceli’deki mimari eserlerde genellikle düzgün kesme taş, kaba yontu taş ve yer yer tuğla malzeme kullanılmıştır. Örtü sistemleri kubbe ve tonozdur. Geçiş öğesi olarak tromp ve pandantiflerden yararlanılmıştır. Yapılarda iki renkli taş işçiliği ve kabartmalarla süsleme görülmektedir. Kabartmalarda geometrik ve bitkisel motifler yoğunluktadır. Bununla birlikte mihraplarda, sütun başlıklarında ve şerefe altlarında mukarnaslar göze çarpmaktadır. Mezarlıklarda koç heykelleri yaygın biçimde kullanılmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, Tapu Defteri, nr. 998, s. 168-175; VGMA, Dosya, nr. 200/1099; Belâzürî, Fütûh (Fayda), s. 303; Ömer Kemal Ağar, Tunceli-Dersim Coğrafyası, İstanbul 1940, s. 42; Cevdet Çulpan, Türk Taş Köprüleri, Ankara 1975, s. 76, 189-190, 230; O. Cezmi Tuncer, Anadolu Kümbetleri: I, Selçuklu Dönemi, Ankara 1986, s. 251-256; a.mlf., a.e.: Beylikler ve Osmanlı Dönemi, Ankara 1990, III, 202-207; Muhammet Beşir Aşan, Elazığ, Tunceli ve Bingöl İllerinde Türk İskân İzleri (XI-XIII. Yüzyıllar), Ankara 1989, tür.yer.; Kenan Güven, Tabiat Güzellikleri ve Kültürel Değerleri ile Tunceli, Ankara 1991, s. 35-76; Ertuğrul Danık, Koç ve At Şeklindeki Tunceli Mezar Taşları, Ankara 1993, s. 13-14; Hakkı Önkal, Anadolu Selçuklu Türbeleri, Ankara 1996, s. 111-114; Bünyamin Kara, Tunceli’deki Türk Dönemi Mimari Eserleri (yüksek lisans tezi, 2000), Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; Metin Sözen, “Çemişgezek’deki Mimari Eserler ve Yelmaniye Camii”, STY, IV (1971), s. 29-47.

Bünyamin Kara