TORUN

Torun kelimesinin Arapça’da en bilinen karşılığı sözlükte “hizmet ve yardım etmek, hızlı davranmak” anlamındaki “ĥfd” kökünden türeyen hafîd olup torunun cinsiyeti belirtilmek istendiğinde hafîd/hafîde ayırımı yapılır. Kelime Kur’ân-ı Kerîm’de bir yerde çoğul şekliyle (hafede) geçmekte, insanın evlât ve torun sahibi olmasının Allah’ın nimetlerinden olduğu bildirilmektedir (en-Nahl 16/72). “Soy, kabile” mânasındaki sıbt kelimesi kız-erkek ayırımı yapılmadan torunu karşılamakla birlikte bazan hafîdin erkek çocuktan torunları, sıbtın kız çocuktan torunları ifade ettiği görülür. Bu anlamda Hz. Hasan ve Hüseyin için Peygamber’in sıbtları denilmiştir. Kur’an’da sıbt kelimesinin çoğulu “esbât” Hz. Ya’kūb’un çocukları ve onların neslinden gelen on iki yahudi kabilesi anlamında geçmektedir (bk. ESBÂT). Hadislerde de sıbt ve esbât genelde bu mânada kullanılmıştır (Wensinck, el-MuǾcem, “sbŧ” md.). “Nâfile” kelimesi diğer birçok anlamının yanı sıra torun anlamına da gelir; Kur’ân-ı Kerîm’de bir yerde buna işaret vardır (el-Enbiyâ 21/72). Geniş anlamıyla “veled” kelimesi çocuk ve torunları, “ibn” ve “bint” oğul ve kızları ve onların çocuklarını ifade eder. Ayrıca “fer‘” (çoğulu fürû) kelimesi çocuk ve torunları kapsar. Âyet ve hadislerde, fıkıh literatüründe özellikle miras, mahremiyet ve aile hukuku gibi ahvâl-i şahsiyye alanında torunlarla ilgili hükümler


yer alırken çoğu yerde “ibnü’l-ibn (oğlun oğlu), bintü’l-ibn (oğlun kızı), ibnü’l-bint (kızın oğlu), bintü’l-bint (kızın kızı)” gibi tamlamaların yanı sıra oğul ve kızları kapsayan veled kelimesi kullanılarak “veledü’l-veled (çocuğun çocuğu), veledü’l-ibn (oğlun çocuğu), veledü’l-bint (kızın çocuğu)” gibi terkiplerin yer alması çocukların ve torunların cinsiyetlerine göre farklı hükümlere tâbi olması sebebiyledir.

Mahrem akraba sayılan torunla dede ve ninesi arasında dinî, ahlâkî, hukukî yükümlülükler ve haklar vardır. Torunla dede ve nineleri arasında ebedî evlilik yasağı ve örtünme konusu dahil usul-fürû arasındaki mahremiyetle ilgili hükümler geçerlidir; torunlar erkek ve kız evlât hükmündedir. Mâlikîler dışındaki çoğunluğa göre ihtiyaç durumunda torunla dede ve nine arasında nafaka yükümlülüğü doğmaktadır. Bu sebeple fakihlerin ekseriyetine göre torunla dede ve nine birbirine zekât veremez; Mâlikîler’e göre verebilir. Miras hukuku açısından oğlun oğlu asabe grubundandır; kız kardeşleri, amca kızları ve belli durumlarda halalarıyla birlikte bulunduğunda mirası onlarla ikili birli paylaşır. Kızın oğlu zevi’l-erhâm grubuna dahildir. Doktrinde tartışma bulunsa da çoğunluğa göre bu grup karı-koca dışında belirli pay (farz) sahibidir ve asabenin yokluğu halinde mirasa hak kazanır. Oğlun kızı tek başına mirasçı olursa malın yarısını alır; birden fazla oğul kızı varsa bunlar malın üçte ikisini alır; erkek kardeşleri varsa malı ikili birli paylaşırlar; bir kızla birlikte oğlun kızları varsa kız malın yarısını, oğlun kızları altıda bir hisse alırlar; iki kız, oğlun oğlu ve oğlun kızları varsa iki kızın alacağı üçte ikiden artakalanını ikili birli paylaşırlar; ancak bu son durumda oğlun oğlu yoksa oğlun kızları miras alamaz.

İslâm miras hukukunda geçerli olan ve yakın akrabanın uzak akrabanın mirastan pay almasını engellemesini ifade eden “hacb” kuralı sonucu fakihlerin büyük çoğunluğuna göre oğul varken torun mirastan pay alamaz. Meselâ üç oğlu bulunan mûrisin bir oğlu kendisinden önce ölmüşse onun çocuğu veya çocukları mirasçı olamaz; zira sağ olan amcaları dedelerine daha yakındır, diğerlerinin miras hakkını önler. Her ne kadar İslâm hukukuna göre hayattaki amcalar velâyet hak ve sorumlulukları gereği yeğenlerinin hukukunu gözetmek ve sorumluluklarını üstlenmek durumunda iseler de “dede yetimi’’ adıyla bilinen bu meselede dede mirasından mahrumiyetin muhtemel sakıncalarını bertaraf etmek üzere bazı İslâm ülkelerinde çıkarılan kanunlarda -mirasçı sayılmayan yakınlara vasiyetin zorunlu (vâcip) olduğunu savunanların da görüşünden yararlanılarak- bu durumdaki torun veya torunların babalarına halef olacağı, yani kendileri lehine onun payı kadar vasiyette bulunulmuş gibi işlem yapılacağı hükmü benimsenmiştir. Mirastan pay alamayan akrabaya vasiyeti emreden âyetteki (en-Nisâ 4/8) emir sîgası büyük çoğunluğa göre nedb, bazı sahâbî ve tâbiîlerle İbn Hazm’a göre vücûb ifade etmektedir. Ancak bu âlimler vasiyet edilecek miktarı belirlememiş ve bunu ilgilinin takdirine bırakmıştır. Günümüzde İslâm ülkelerinin bir kısmında, terekenin üçte birini aşmamak şartıyla babasının hayatta olması durumunda alacağı miktarı dede yetiminin vâcip vasiyet yoluyla alacağı hükmü benimsenmiştir. Şâfiîler dışındaki ekseriyete göre belli durumlarda oğlun oğlu ninesi üzerinde velâyet hakkına sahiptir. Büyük çoğunluğa göre torunla dede ve ninenin birbirleri lehine şahitliği geçersizdir. Süt emme yoluyla torun sayılanlar evlilik yasağı ve mahremiyet açısından neseben torunlarla aynı hükümde, miras ve nafaka hükümleri açısından ise yabancı hükmündedir.

BİBLİYOGRAFYA:

İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, II, 334; Lisânü’l-ǾArab, “ħfd”, sbŧ”, “nfl” md.leri; Fîrûzâbâdî, el-Ķāmûsü’l-muĥîŧ, “ħfd”, sbŧ”, “nfl” md.leri; Sahnûn, el-Müdevvene, I, 298; İbn Hazm, el-Muĥallâ, IX, 310-311; Ebû İshak eş-Şîrâzî, el-Müheźźeb, Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), II, 29; Serahsî, el-Mebsûŧ, tür.yer.; Kâsânî, BedâǿiǾ, tür.yer.; Mutarrizî, el-Muġrib fî tertîbi’l-MuǾrib (nşr. Mahmûd Fâhûrî-Abdülhamîd Muhtâr), Halep 1399/1979, I, 212; Muvaffakuddin İbn Kudâme, el-Muġnî (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî-Abdülfettâh M. el-Hulv), Kahire 1406/1986, IV, 98-99; Kurtubî, el-CâmiǾ, X, 144, 305; Osman b. Ali ez-Zeylaî, Tebyînü’l-ĥaķāǿiķ, Bulak 1315, VI, 230; Ahmed b. Muhammed el-Feyyûmî, el-Miśbâĥu’l-münîr, Bulak 1324/1906, s. 171, 313, 757; Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Şerĥu’s-Sirâciyye, Kahire, ts. (Matbaatü Ferecullah Zekî el-Kürdî), s. 36, 140, 152; Hattâb, Mevâhibü’l-celîl, Beyrut 1398, VI, 30; Şirbînî, Muġni’l-muĥtâc, III, 151; Buhûtî, Keşşâfü’l-ķınâǾ, V, 69; Kalyûbî, Ĥâşiye Ǿalâ Şerĥi Minhâci’ŧ-ŧâlibîn, Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), III, 104, 139, 242; Muhammed b. Ahmed ed-Desûkī, Ĥâşiye Ǿale’ş-Şerĥi’l-kebîr, Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), I, 298; IV, 459-462, 466; Mustafa es-Süyûtî, Meŧâlibü üli’n-nühâ fî şerĥi Ġāyeti’l-müntehâ, Dımaşk 1380/1961, IV, 345, 362; Şevkânî, Fetĥu’l-ķadîr, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), I, 428-429; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr (Kahire), tür.yer.; İbn Âbidînzâde, Ķurretü Ǿuyûni’l-aħyâr, Kahire 1386/1966, VII, 131; Hüseyin Hâmid Hassân, Aĥkâmü’l-vaśiyye, Kahire 1973, s. 221-232; “İbnü’l-ibn”, Mv.F, I, 185; “İbnü’l-bint”, a.e., I, 188-189; “Bintü’l-ibn”, a.e., VIII, 215-216; “Ĥafîd”, a.e., XVII, 327-328.

Mehmet Boynukalın