TEVHİD İLMİ

(علم التوحيد)

Allah’ın zâtı ve sıfatları açısından birliği başta olmak üzere inanç esaslarını genellikle Selef akîdesi çerçevesinde ele alan ilim.

Hz. Peygamber’in vefatından sonra müslümanlar arasında hilâfet konusuyla ilgili farklı görüşler ortaya çıkmışsa da Śaĥîĥ-i Müslim’de kaydedildiğine göre (“Îmân”, 1) itikad alanında ilk tartışma ashap döneminin sonlarına doğru kader hakkında başlamış, Cemel Vak‘ası ve Sıffîn Savaşı’nın ardından bu anlaşmazlıkların kaderle ilgisi sorgulanmıştır. Çoğunluk olayları ilâhî takdire bağlarken Gaylân ed-Dımaşkī ve Ma‘bed el-Cühenî’nin temsil ettiği Kaderiyye mensupları bilhassa kötü fiillerin insan iradesine dayandığını ileri sürmüştür. Ancak başta ashap olmak üzere Selef yolunu temsil edenler Kaderiyye’ye karşı çıkmıştır. Çünkü insanların kendi fiillerini kendilerinin meydana getirdiği inancının benimsenmesi halinde Allah’ın yaratma sıfatının sınırlandırılması, dolayısıyla tevhid ilkesinin zedelenmesi söz konusudur. Ca‘d b. Dirhem ile Cehm b. Safvân ise muhtemelen tevhid ilkesini koruma amacıyla katı bir kaderciliğe dayanan görüşler ortaya koymuş, bu sebeple bir taraftan kulun sorumluluğunu mesnetsiz bırakırken diğer taraftan ilâhî adalet esasını zedelemiştir. Kaynaklarda II. (VIII.) yüzyılın başlarından itibaren cebir (kader) konusunda yazılan bazı eserlerin adları zikredilir (İbnü’n-Nedîm, s. 227, 234, 256).

Allah’ın zâtı ile sıfatları arasındaki münasebet ilk dönemlerden itibaren âlimler tarafından tartışılmıştır. Bu hususta ileri sürülen görüşler Allah’a sıfat nisbet edilmesi ve tevhidin korunması şeklinde iki noktada belirginleşmiş, bunların birincisinde itidalin muhafaza edilmemesinin teşbihe yol açmasından, ikincisinde ilâhî zâtı sıfatlardan tecrit etme (ta‘tîl) anlayışına götürmesinden endişe edilmiştir. Zât-sıfat münasebetine dair aşırı düşüncelerin II. (VIII.) yüzyılın başlarında Ca‘d b. Dirhem ile Cehm b. Safvân’ın ta‘tîl fikrini ileri sürmesiyle başladığı kabul edilir. Ca‘d, tenzihe dayanan tevhid ilkesine ağırlık verip Allah’ın hariçte (zihnin dışında) sıfatlarının bulunmadığını ileri sürmüştür. Onun görüşleri Cehm b. Safvân, Vâsıl b. Atâ, Amr b. Ubeyd gibi Mu‘tezile mensuplarınca benimsenmiştir. Teşbihten kaçınmak amacıyla Allah’a vücûd sıfatını bile atfetmeyen Cehm b. Safvân ehl-i hadîs tarafından tekfir edilmiş ve bir kısım Mu‘tezilîler’ce de dalâletle nitelendirilmiştir (Hayyât, s. 92).

Mu‘tezile âlimlerinin çoğunluğu, tevhid telakkilerinin gereği olarak teşbihten kaçınmakla birlikte ta‘tîl görüşünü benimsemeyen orta bir yol tutmaya çalışmıştır. Onlar Kur’an’da yer alan ve genellikle sıfat kalıbında bulunan kavramların (mânevî sıfatlar) zât-ı ilâhîye nisbetinde tereddüt göstermemiş, fakat bunların kökünü oluşturan mâna sıfatlarını kabule yanaşmamıştır (DİA, XXXVII, 104-105). Yine Mu’tezile, tevhid ilkesini zedelemekten kaçınmak amacıyla rü’yetullah ve halku’l-Kur’ân gibi konularda farklı yaklaşımlarıyla kendilerine karşı yoğun bir muhalefetin meydana gelmesine yol açmıştır (Çelebi, s. 147-177, 254). III. (IX.) yüzyılda Kur’an’a ve Sünnet’e dayalı Selef inancına sahip çıkma gayretiyle daha çok reddiye türünde eserler kaleme alan ehl-i hadîs Cehmiyye’den başlayarak Mu‘tezile’ye karşı ilk reddiyelerini yazmıştır. Ahmed b. Hanbel’in er-Red Ǿale’z-zenâdıķa ve’l-Cehmiyye, Osman b. Saîd ed-Dârimî’nin er-Red Ǿale’l-Cehmiyye ve er-Red Ǿale’l-Bişr el-Merîsî adlı eserleri bunlar arasında sayılabilir. Öte yandan muhafazakâr akîde çerçevesinde bir tevhid ilmi oluşturma bağlamında Kütüb-i Sitte, İmam Mâlik’in el-Muvaŧŧaǿı ve Dârimî’nin es-Sünen’i gibi hadis kitaplarının müstakil bölümlerinde itikadda bid‘attan sakınıp sünnete uyma, iman, kader, kıyamet alâmetleri, âhiret hayatı, cennet ve cehennem gibi konular ele alınmıştır. Bunun yanında akaid hususunda nassın yanı sıra aklî istidlâle de yer veren, II-III. (VIII-IX.) yüzyıllarda yaşayan Mu‘tezile’ye mensup âlimlere çoğunluğu günümüze ulaşmayan Kitâbü’t-Tevĥîd adlı eserler nisbet edilmektedir (İbnü’n-Nedîm, s. 203, 206-208, 214-219, 224, 227, 233, 235). Bu eserlerde daha çok Allah’ın sıfatları, kader ve büyük günah konularında karşı görüşler eleştirilmiştir.

Akaid veya akaid ilmi, İslâm dininin iman esaslarından bahseden ilmin genel adı olmakla birlikte özel anlamda, tartışmaya girmeden bu esaslardan kısaca söz eden ilmin adı şeklinde de kullanılmıştır. Bu sebeple bazı âlimler kelâmla akaidi birbirinden ayırmıştır. Kelâmda iman esasları incelenirken nasların yanı sıra aklî istidlâle de başvurulur, “vesâil” diye isimlendirilen yardımcı kültür ve malzemeler kullanılır. Muhaliflerin ileri sürebileceği itirazlar tartışılır, bunlar aklî ve naklî delillerle çürütülmeye çalışılır. Akaid ilmi dinin aslî hükümlerinden bahsettiği için “usûlü’d-dîn”, en önemli konusunu Allah’ın birliği ve sıfatları teşkil ettiği için “ilmü’t-tevhîd ve’s-sıfât” adlarıyla da anılmıştır. Ebû Hanîfe genel anlamda fıkhı “kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesi” şeklinde tarif etmiş ve akaid konularını fer‘î hükümlerden ayırmak için bu ilme “el-fıkhü’l-ekber” demiştir.

II. (VIII.) yüzyıldan itibaren Sünnî akaide zemin hazırlayan telif faaliyetlerinin sistematik bir içerik taşımadığı; İslâm’ın inanç esaslarının tamamını değil, daha çok Allah’ın birliği, sıfatları, tekfir ve kader meselelerini naslara dayanarak işleyen, ayrıca bid‘at fırkalarını eleştirmeyi hedef alan, hadis ve fıkıh âlimleriyle mutasavvıfların itikadî görüşlerini aksettiren risâleler halinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu risâleler genellikle “akîde, risâletü’t-tevhîd, el-fıkhü’l-ekber, kitâbü’l-îmân” gibi başlıklarla kaydedilmiştir. Bu durumda Sa‘deddin et-Teftâzânî’nin de belirttiği gibi (Şerĥu’l-ǾAķāǿid, s. 51-52) tevhid ilmi konu ve metot bakımından “muhafazakâr akaid ilmi” tanımına girmektedir. İbn Huzeyme ile İbn Mende’nin Kitâbü’t-Tevĥîd adlı eserlerini


bu açıdan örnek olarak zikretmek mümkündür. Mâtürîdî’nin Kitâbü’t-Tevĥîd’i ise kelâm yönteminin hem ilk çalışması hem de temel eseridir.

BİBLİYOGRAFYA:

Tehânevî, Keşşâf, I, 26; Hasan-ı Basrî, Risâle fi’l-ķader (nşr. Muhammed İmâre, Resâǿilü’l-Ǿadl ve’t-tevĥîd içinde), Kahire 1971, I, 83, 85; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd), s. 203, 206-208, 214-219, 224, 227, 233-235, 256; Hayyât, el-İntiśâr, s. 92; Teftâzânî, Şerĥu’l-ǾAķāǿid (nşr. M. Adnân Dervîş), Beyrut 1411/1991, s. 51-52; İlyas Çelebi, İslâm İnanç Sisteminde Akılcılık ve Kadı Abdülcebbar, İstanbul 2002, s. 147-177, 254; a.mlf., “Kitâbü’s-Sünne”, DİA, XXVI, 116; a.mlf., “Sıfat”, a.e., XXXVII, 104-105; Ahmet Saim Kılavuz, “Akaid”, a.e., II, 213-214; Yusuf Şevki Yavuz, “Kelâm”, a.e., XXV, 196; Emrullah Yüksel, “Kitâbü’t-Tevhîd”, a.e., XXVI, 116-117; a.mlf., “Kitâbü’t-Tevhîd”, a.e., XXVI, 119; Bekir Topaloğlu, “Kitâbü’t-Tevhîd”, a.e., XXVI, 118-119; a.mlf., “Mâtürîdî”, a.e., XXVIII, 156.

Mustafa Sinanoğlu