TELFÎK

(التلفيق)

İki veya daha çok hadisi bir hadis gibi rivayet etme anlamında terim.

Sözlükte “birleştirmek” mânasına gelen telfîk, terim olarak farklı isnadlardan gelen ve farklı lafızlarla rivayet edilen bir hadisin isnad ve metinlerinin birleştirilmesini ifade eder. Buna telfîku’r-rivâyât adı da verilir. Birbiriyle çelişkili gibi görünen hadisleri te’vil edip uzlaştırmaya telfîku’l-hadîs dendiği gibi fıkhî mezheplerin görüşlerini birleştirme işi için de telfîk terimi kullanılmaktadır. Telfîk bir musannifin birçok kaynaktan hadis aldığını, hadisin birçok tarikini bildiğini ve rivayetleri birbiriyle karşılaştırdığını göstermesi açısından önemlidir. Hadiste telfîke başvurmanın faydalı yönleri olduğu gibi zararlı yönleri de vardır. Faydalı yönleri arasında ihtisar, mütâbaat, tesebbüt, şeyhlerden birinden duyulan lafızların unutulması yüzünden diğeriyle takviye edilmesi, farklı kimseler tarafından anlatılan megāzî ve siyerle ilgili hadislerdeki eksikliğin tamamlanması gibi hususlar yer alır. Sika olmayan râviyi gizleme, vicâde ve icâzet gibi yollarla alınan bir hadisi semâ yoluyla almış gibi gösterme, metrûk râvilerin meşhur olma arzularını gerçekleştirme gibi hususlar da telfîke başvurmanın zararlı yönlerindendir.

Telfîkin birkaç şekli vardır. 1. Bir musannifin, isnadı ve muhtevası aynı olan bir hadisi iki veya daha fazla şeyhten aldığını belirttikten sonra, “Bu hadisin lafzı falana aittir” diyerek ortak isnadı ve tercih ettiği şeyhin metnini vermek suretiyle yapılan telfîk. Müslim’in, “Bana Ebû Bekir b. Ebû Şeybe ve Ebû Küreyb rivayet etti, lafız Ebû Küreyb’indir, dediler ki ...” şeklinde başlayan hadisi (Müslim, “Îmân”, 16) bunun örneğidir. Telfîkin en yaygın olan bu şeklinin cevazı hususunda ittifak vardır. 2. İsnadı birleştirdikten sonra metinleri de birleştirip veya metnin bir kısmını bir rivayetten, bir kısmını diğerinden nakledip her şeyhin lafız farklarına, ziyadelerine, “haddesenâ” ve “ahberenâ” gibi rivayet sîgalarına işaret etmek suretiyle yapılan telfîk. Müslim’in şu hadisi de bu türün örneği olarak zikredilebilir: “Bize Ebû Bekir b. Ebû Şeybe ve Muhammed b. Müsennâ ve Muhammed b. Beşşâr rivayet ettiler. Lafızları birbirine yakındır. Ebû Bekir b. Ebû Şeybe, ‘Bize Gunder, Şu‘be’den rivayet etti’ dedi. Diğerleri, ‘Bize Muhammed b. Ca’fer, o Şu‘be’den, o da Ebû Cemre’den rivayet etti’ dediler ... Ebû Bekir rivayetinde ‘men verâeküm’ sözü geçmekte, ‘el-mukayyer’ kelimesi bulunmamaktadır” (Müslim, “Îmân”, 24). İbn Cüreyc ve Şu‘be b. Haccâc’ın sıkça başvurduğu bu telfîk şeklini mâna ile rivayet taraftarları her râvinin ziyade ve noksanının bildirilmesi şartıyla câiz görmüşlerdir. 3. İki veya daha fazla şeyhten aldığı hadisi, lafzın kime ait olduğuna veya kimin ziyade ifade kullanıp kimin eksik rivayet ettiğine dair bir açıklama yapmadan, herhangi bir lafız farkına da işaret etmeden rivayet ederek yapılan telfîk. Müslim’in, “Bize Ebû Bekir b. Ebû Şeybe ve Ebû Küreyb rivayet etti. İkisi de dedi ki ...” isnadıyla naklettiği hadis (Müslim, “Îmân”, 151) bunun bir örneğidir. Bu tarz telfîkte lafzın kime ait olduğu açıkça belirtilmediği için lafızlarda ittifak bulunduğu söylenebileceği gibi farklılık olduğu da düşünülebilir. Mâna ile rivayeti câiz görenler açısından bu telfîk şeklinde de bir sakınca yoktur. Ancak senedinde sika kabul edilmeyen bir râvi varsa bu tür hadisle ihticac edilmez. 4. Musannifin, isnadı ve muhtevası aynı olan bir hadisi birkaç şeyhten aldığını belirttikten sonra lafızlarının birbirine uyduğunu, birbirine yakın olduğunu, birbirini doğruladığını söyleyip onlardan aldığı mânayı kendi ifadesiyle nakletmesi şeklinde yaptığı telfîk. Alkame b. Vakkās, Urve b. Zübeyr, Saîd b. Müseyyeb ve Ubeydullah b. Utbe b. Mes‘ûd’dan her biri Hz. Âişe’den İfk hadisini rivayet etmiş, hadisi onlardan nakleden Zührî şöyle demiştir: “Onların her biri bana Hz. Âişe hadisinin bir bölümünü nakletti. Ancak olayı, bir kısmının diğerinden daha iyi bellediğini ve daha esaslı bir şekilde anlattığını gördüm. Ben de olayın her birinin Hz. Âişe’den rivayet ettiği şeklini kendilerinden dinleyerek belledim, bir kısmının rivayeti diğerininkini doğruluyordu ...” (Buhârî, “Şehâdât”, 15). Zührî’nin bunun ardından söz konusu hadisi tamamen kendi lafızlarıyla nakletmesi bu çeşit telfîkin bir örneğidir. Urve b. Zübeyr’in Misver b. Mahreme ile Mervân b. Hakem’den dinleyip, “Her birinin rivayeti diğerininkini tasdik ediyordu” diyerek naklettiği Hudeybiye Antlaşması’na dair rivayet de böyledir (Buhârî, “Şürûŧ”, 15). Mâna ile rivayetin örneklerinden olan telfîkin bu şekli râvilerin adâlet ve zabt yönünden sika kabul edilmesi şartıyla câiz görülmüştür.

Hadiste telfîk yapan ilk âlimin Zührî olduğu söylenmişse de ondan önce vefat eden Urve b. Zübeyr, Saîd b. Müseyyeb, Ubeydullah b. Abdullah, Hasan-ı Basrî, Atâ b. Ebû Rebâh gibi birçok âlim telfîk yapmıştır. Ancak Zührî’nin diğerlerine göre daha çok telfîk yaptığı kesindir. Nitekim kendisinden Buhârî yetmiş yedi, Müslim elli, Tirmizî on sekiz, Nesâî kırk bir, Ebû Dâvûd otuz iki, İbn Mâce yirmi bir telfîkli hadis rivayet etmiştir. İmam Mâlik, bizzat Hz. Peygamber’e ait sözlerin naklinde telfîk yapılmasını hoş karşılamamış, başkalarının beyanlarıyla ilgili rivayetlerde ise bunu câiz görmüştür. Ona göre hadisleri


Resûl-i Ekrem’in tavsiye ettiği şekilde “işittiği gibi nakletmek” esastır. Ayrıca bu kapı açık tutulursa telfîki iyi yapamayanlar da buna teşebbüs edecek ve hadisleri korumada zorluk çekilecektir. Bununla birlikte Mâlik’in de zaman zaman telfîk yaptığı ve telfîkli rivayet naklettiği bilinmektedir (el-Muvaŧŧaǿ, “Nüźûr”, 6).

II. (VIII.) yüzyıldan sonra gelen hadis âlimlerinin çoğu, sika olan ve rivayet işini iyi bilen kimselerin telfîk ile hadis rivayet etmelerinde sakınca görmemiştir. Ahmed b. Hanbel, Buhârî ve Müslim gibi hadis imamları genellikle bu yöntemi kabul etmişler ve kendi eserlerinde bu yolla hadis nakletmişlerdir. Bilhassa Müslim telfîkin her türünü çokça uygulamıştır. Bu durum bazıları tarafından onun bir üstünlüğü diye görülürken Beyhakī ve Zeynüddin el-Irâkī gibi âlimler bunu bir eksiklik olarak değerlendirmiştir. Ancak Müslim’in bu konuda çok titiz davrandığı, telfîk yaptığında buna ya isnadda ya da metin içerisinde veya sonunda mutlaka işaret ettiği bilinmektedir (meselâ bk. “Îmân”, 2, 3, 14, 23, 24, 27, 28, 29, 40, 45, 60, 118, 147). Öte yandan bir kısım âlimler ister kasıtlı ister hata ile olsun telfîkle biri mürsel veya mevkuf, diğeri müsned ve merfû iki yahut daha fazla hadisin birleştirilmek suretiyle muttasıl hale getirilmesi, bazı çeşitlerinde idrâc ihtimali olan lafız farklarının göz ardı edilmesi, râvileri birbiriyle görüşmeyen an‘aneli bir rivayetin sırf muhteva birliği gerekçesiyle diğerleriyle birleşmesi ve bu yolla birçok illetin ortaya çıkması ihtimali bulunduğu için hadiste telfîki câiz görmemiştir. Bir hadis kitabının birkaç şeyhten dinlendikten sonra sadece birinin asıl nüshasıyla karşılaştırılıp alınmasını, daha sonra hepsinden nakledilmesini bazı âlimler câiz görmüşlerse de, bu uygulama genellikle doğru bulunmamıştır. Hadisleri telfîk edilecek iki şeyhten biri sika, diğeri mecrûh ise ikincinin rivayetinde idrâc vb. bir kusur bulunma ihtimali olduğundan bunların rivayetlerinin birleştirilmesi de hoş karşılanmamıştır. Ahmed b. Hanbel bu şekilde gelen telfîkli rivayetleri nakletmiş, ancak sıhhat şartı gözeten Buhârî ve Müslim bunlara itibar etmemiştir. Telfîkli rivayetlere daha çok siyer ve megāzî kitaplarında rastlanmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

İbnü’s-Salâh, ǾUlûmü’l-ĥadîŝ, s. 223-225; Nevevî, İrşâdü ŧullâbi’l-ĥaķāǿiķ (nşr. Nûreddin Itr), Beyrut 1411/1991, s. 163-164; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, İħtiśâru ǾUlûmi’l-ĥadîŝ (Ahmed M. Şâkir, el-BâǾiŝü’l-ĥaŝîŝ içinde), Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), s. 147; Irâkī, Fetĥu’l-muġīŝ, s. 269-271; a.mlf., et-Taķyîd ve’l-îżâĥ (nşr. Abdurrahman M. Osman), Beyrut 1401/1981, s. 232-233; Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Beyrut 1409/1989, II, 111-112, 124-125; Keşfü’ž-žunûn, I, 480; Tâhir el-Cezâirî, Tevcîhü’n-nažar, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), s. 316-319; Tecrid Tercemesi, Mukaddime, I, 474-476; Mücteba Uğur, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, Ankara 1992, s. 400-401; Yâsir Ahmed eş-Şimâlî, CemǾu’l-müfteraķ mine’l-ĥadîŝi’n-nebevî ve eŝeruhû fi’r-rivâye ve’r-ruvât, Amman 1999, s. 23-27, 45-47, 64-66.

Bünyamin Erul