TEKZİP

(التكذيب)

Dinî gerçekleri yalanlama anlamında bir Kur’an terimi.

Sözlükte “yalan söylemek; iftira etmek” anlamındaki kizb (kezib) kökünden türeyen tekzîb “yalanlamak, inkâr etmek” mânasında masdar, ayrıca isim olarak kullanılır. Kur’an’da münafıklardan bahsedilirken belirtildiği üzere (el-Feth 48/11) kişilerin kalplerinde bulunmayan düşünceleri ağızları veya kalemleriyle beyan etmeleri yalanın aslını teşkil eder. Bazan bir söz gerçekte doğru iken söyleyen tarafından benimsenmediği için yalan diye nitelendirilir. Kur’ân-ı Kerîm’de münafıkların Hz. Peygamber’in yanına gelip onun Allah’ın elçisi olduğuna tanıklık ettiklerini söylemelerinin ardından, “Allah münafıkların kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir” buyurulması (el-Münâfikūn 63/1) bunun örneklerinden biridir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “kźb” md.).

Kur’an’da yaklaşık 280 yerde geçen kizb kavramının yer aldığı âyetlerin büyük çoğunluğu usûlü’d-dîn çerçevesine giren konularla ilgilidir. Bunlardan seksen tanesi doğrudan kizb köküne, diğerleri tekzîb köküne dayanmakta ve “yalana nisbet etme; vuku bulduğu veya vuku bulacağı haber verilen hususların gerçekle bağdaşmaması” anlamlarında kullanılmaktadır. Cenâb-ı Hak kullarına tebliğlerini peygamberleri vasıtasıyla göndermiş ve onlara nübüvvetlerini kanıtlayan mûcizeler vermiştir. Bu açıdan bakıldığında inkârcılara ait tekzip ifadelerinin çoğunun Allah’ın âyetlerine yönelik olduğu anlaşılır. Bunun yanında Hz. Nûh’tan itibaren gelen peygamberler, onlara gönderilen vahiy, dünya hayatının sona erip kıyametin kopması, âhiret, cennet, cehennem ve Allah’ın huzurunda hesap verme gibi hususlar da inkârcılar tarafından gerçek dışı ve asılsız diye nitelendirilmiştir. Allah’ın tekzip edilen âyetleri “vahyin büründürüldüğü lafız ve ifadeler” anlamına geldiği gibi “duyularla algılanan mûcizeler” mânasına da gelir. Rahmân sûresinde insanlara ve cinlere hitap eden ve otuz bir defa geçen, “Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?” meâlindeki ilâhî beyan içinde ilkin tabiatın yaratılışı ve işleyişine temas edilmiş, ardından âhiret âlemi anlatılmıştır. Bütün insanlar selim fıtrat üzere (inanmaya yetenekli) dünyaya gelir, onların bu özelliği hiç değişmez (er-Rûm 30/30; ayrıca bk. BEZM-i ELEST). İnsanlık tarihinde görülen bütün sapmalar, kişinin kendi yaratılışını inkâr etme ve üstün özelliklerini değiştirme çabasından ibarettir. Dolayısıyla dinî gerçekleri yalanlama suçlunun kendini savunması gibidir. Kur’an’da böylelerinden “tuttukları yanlış yoldan dönmeyen ve akıllarını kullanmayan sağırlar, dilsizler ve körler” diye bahsedilmektedir (el-Bakara 2/18, 171; ayrıca bk. M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “Ǿaķl”, “fķh” md.leri). Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, samimiyetsizliğin ve istismarın geçersiz olacağı, gaflet perdesinin kalkacağı âhiret gününde mücrimlerin dünyada iken hesap gününü yalanladıklarını itiraf edecekleri bildirilmektedir (el-Müddessir 74/46-47). Kizb kavramı hadislerde de geniş yer tutmakta, A. J. Wensinck’in eserinde kizbe dair kaynaklar on altı sütuna ulaşmaktadır. Bu tür hadislerde Kur’an’daki konular işlenmekte, özellikle Resûlullah’ın nübüvvetine ve tebliğine yönelik yalanlamalarının dürüstlükten uzak oluşuna vurgu yapılmaktadır. Bu açıdan tekziple nifak iç içe kavramlar şeklinde görünmektedir. Aynı


hadis rivayetlerinde Hz. Peygamber’e söylemediği sözleri nisbet etmenin ağır vebaline de dikkat çekilmektedir.

Ehl-i sünnet âlimleri tarafından tekzip inkârla birleştirilerek tasdikin karşıtı kabul edilmiş (Tehânevî, I, 451), küfür tekzip şeklinde tanımlanmış (Mâtürîdî, s. 611), kalbin tasdikinin iman olduğu belirtilmiştir. Ancak tasdikin dinî terminolojide imanın temel niteliği olarak özel bir anlam kazanması gibi, tekzip de inkâr paralelinde kendine özgü bir içeriğe sahiptir. Dinî alanda tekzibin temelde üç şekilde gerçekleştiği ifade edilmiştir. Bazan münafıklarda görüldüğü gibi dil ile değil kalp ile, bazan inatlarından dolayı inkâr edenlerde görüldüğü gibi kalben doğruluğuna inandıkları halde dil ile vuku bulur. Bazan da hem kalp ile hem dil ile ortaya çıkar (Fahreddin er-Râzî, XXIX, 84-85).

“Bir şeyi örtüp gizlemek, gerçeğin üzerine perde çekmek” anlamındaki “küfür” kavramı birçok âyette birlikte zikredildiği kizb kavramının içeriğiyle (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “kfr” md.), ayrıca “iħtilâķ” (yalan uydurmak) kelimesi (Sâd 38/7) müşrikler tarafından Hz. Peygamber’e gelen vahiy için kullanılmıştır. Ankebût sûresinde (29/17) puta tapanlara hitap edilerek asılsız davranışlar sergiledikleri belirtilirken yine “ħalķ” köküne yer verilmiştir. Asıl mânası “yarmak” olan “fücûr” (fecr) dinî terminolojide “dindarlık ve dürüstlüğün perdesini yırtmak” anlamına gelmektedir. Kur’an’da bu tür hareketlerde bulunanlara “füccâr” denilmiş, bir âyette (el-Kıyâme 75/5) inkârcı kişinin, önünde bulunan kıyamet gününü yalanlaması ifade edilirken “fecr” kavramı kullanılmıştır. “Tabii istikametinden sapmış yalan söz, iftira” mânasındaki “zûr” kelimesi de Kur’an’da gerek inanç gerekse ahlâk açısından doğru çizgiden sapmayı anlatmaktadır (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “zvr” md.). Yine Kur’an’da on iki yerde geçen “cahd” da (bir şeyi bildiği halde kabullenmeyip inkâr etmek) tekziple anlam yakınlığı içinde olan kavramlardandır (bk. CAHD).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “śdķ” md.; Lisânü’l-ǾArab, “kźb”, “śdķ” md.leri; Tehânevî, Keşşâf (Dahrûc), I, 451; M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “śdķ” md.; Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevĥîd (nşr. Bekir Topaloğlu - Muhammed Aruçi), Ankara 1423/2003, s. 611; Nesefî, Tebśıratü’l-edille (Salamé), I, 25; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, Beyrut 1421/2000, XII, 169; XXIX, 84-85; Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, s. 556-557, 768; Bünyamin Erul, “Sahabe Döneminde Tekzib ve Tekzibin Mahiyeti”, AÜİFD, XXXIX (1999), s. 455-489.

Hülya Alper