TEHALLUS

(التخلّص)

Şiir ve nesirde tema ve konular arasında münasebet düşürerek geçiş yapma anlamında bedî‘ terimi.

Sözlükte “hâlis ve katkısız olmak; tehlike vb. şeyden kurtulmak; varmak, ulaşmak” anlamlarındaki hulûs (halâs) kökünden türeyen tehallus “kurtulmak, bir şeyden ayrılıp diğerine geçmek” demektir (Lisânü’l-ǾArab, “ħlś” md.). Edebiyatta tehallus, kasidede giriş bölümünden sonra asıl konuya geçişte ve kasidenin bölümleri arasında münasebet kurarak geçiş yapma sanatıdır. Tehallusun karşıtı olan iktidâb ise münasebet düşürmeden “soğuk geçiş” yapmaktır. Tehallus için bazı müellifler “hüsn-i tehallus, berâat-i tehallus, tahlîs, hurûc, hüsn-i hurûc” gibi terimler kullanmıştır. Belâgat erbabı, edip ve şairin sözünün başlangıç, asıl konuya geçiş ve sonuç bölümlerinde -bahçede en güzel çiçekleri araştırıp devşiren kimse gibi- daha hoş lafızlar, daha uyumlu mâna ve daha düzgün bir dizim ortaya koymasının önemini vurgulamıştır. Tehallusun bu nitelikte olmasının sebebi, sözü dinleyen veya okuyan kişinin girişten asıl konuya geçişin nasıl olacağını merakla beklemesini, söz konusu geçişin iki tarafla da uyuşan hoş bir ifade ile olması halinde onun ilgisini çekip sözün devamını şevkle dinlemesini veya okumasını sağlamaktır (Kazvînî, s. 596; Teftâzânî, s. 376-377; Abdünnâfi İffet, II, 237, 239).

Tehallusu “hüsnü’l-hurûc” adıyla ilk defa ele alan müellif Sa‘leb (ö. 291/904) olmuş, övgüye münasebet düşürerek geçiş yapmakla ilgili birçok beyit zikretmiş, kadîm Arap şairlerinin hâkim üslûbunun girişten asıl konuya münasebet düşürmeden soğuk geçiş yapmak olduğunu, onların eski konak yerleri kalıntıları ve deve tasviri, dostlardan ayrılık, çöl yolculuğu ve bunun sıkıntılarını tasvirden sonra asıl konuya “دع ذا...، عدّ عن ذا...، اذكر كذا...” (bırak bunu ..., geç bunu ..., sen şundan söz et ...) gibi klişelerle geçtiklerini kaydetmiştir (ĶavâǾidü’ş-şiǾr, s. 57-58). Sa‘leb’in öğrencisi İbnü’l-Mu‘tez de konuya aynı nitelemeyle değinmiş (el-BedîǾ, s. 155-156), İbn Tabâtabâ tehallusun müvelled şairlerin icadı olduğunu, kadîm şairlerin üslûbunun iktidâb niteliği taşıdığını kaydeder (Ǿİyârü’ş-şiǾr, s. 111). Arap dili ve edebiyatı eleştirmenlerinden Hasan b. Bişr el-Âmidî, Ebû Temmâm ile Buhtürî’nin nesîbden methe geçiş yaptıkları başarılı ve başarısız tehalluslarına dair çok miktarda örnek sıralamış (el-Muvâzene, II, 291-328) ve bu konuda Buhtürî’nin üstünlüğünü belirtmiştir (a.g.e., II, 328). Halbuki Buhtürî’nin kadîm şairlerin geleneğine uyduğu için şiirlerinde hâkim üslûbun soğuk geçiş olduğu yaygın bir kanaattir (Bâkıllânî, s. 56). Ebû Ali el-Hâtimî şiiri insan bedenine benzetmiş, şiirin bölümleri birbiriyle uyuşup kaynaşmaz, nesîb medihten ve diğer bölümlerden ayrı ve kopuk durumda kalırsa hastalıklı beden gibi şiirin de güzelliğini kaybedeceğini söylemiştir (Ĥilyetü’l-muĥâđara, I, 215).

İbn Reşîķ, hurûcla istitrat arasında benzerlik bulunmakla birlikte istitratta farklı bir konuya geçilip açıklama yapıldıktan sonra ilk konuya dönüldüğünü, hurûcda ise durumun bunun aksi olduğunu belirtmiş, tehallus konusunda en başarılı örnekleri Mütenebbî’nin verdiğini, fakat onun da düşük ve çirkin intikallerine rastlandığını ileri sürmüştür. İbn Reşîķ’e göre tehallus vasfını almaya en lâyık olan türün şairin bir temadan diğerine geçtiği, ardından ilk temaya döndüğü, daha sonra diğer bir temaya girdiği ve onun ardından ilk geçtiği temaya devam ettiği türdür. Nitekim Nâbiga ez-Zübyânî, Hîre Kralı Nu‘mân b. Münzir’e özür beyanı için yazdığı “Kasîde-i İ‘tizâriyye”sinde (Ayniyye) nesîb bölümünden özür beyanına tehallus etmiş, daha sonra kendi halinin tasvirine geçmiş, ardından eski konuyu sürdürmek üzere özür beyanına geçiş yapmıştır. Böylece şair kasidenin sonuna kadar temadan temaya münasebetli geçiş yapmıştır (el-ǾUmde, I, 208-210). İbn Reşîķ, “ilmâm” diye anılan türde nesîbin arasına methin girmesinden sonra nesîbe dönüldüğünü, ardından tekrar medhe dönüş yapıldığını bir örnekle açıklamıştır (a.g.e., I, 210).

Ziyâeddin İbnü’l-Esîr nazımda ve nesirde tehallusu “şairin nesîbden methe, nesîbi methin sebebi kılarak ve kasidenin tek kalıba dökülmüşçesine bütünlüğünü sağlayacak şekilde ilgi kurarak geçiş yapması” şeklinde tanımlamış, tehallusun nesirde daha kolay, nazımda vezin ve kafiye sebebiyle daha zor olduğunu ifade etmiştir. Nizâmülmülk’ün saray şairlerinden Ebü’l-Alâ Muhammed el-Gānimî’nin, Kur’ân-ı Kerîm’de tehallusun bulunmadığı iddiasını yanlış bir görüş diye niteledikten sonra Kur’an’da belâgatla ilgili her tür güzelliğin yer aldığını; onda va‘z, tezkir, inzâr, cennetle müjdelemekten emir ve nehye, va‘d ve vaîde, muhkemden müteşâbihe, peygamberlerin ve meleklerin tasvirinden şeytanın yerilmesine güzel geçişlerin yapıldığını belirtmiş, Kur’an’dan, şiirden ve kendi risâlelerinden örnekler vermiştir (el-Meŝelü’s-sâǿir, III, 147-164). İbn Ebü’l-İsba‘ el-Mısrî, “berâat-i tehallus” başlığıyla ele aldığı tehallusu “şairin kasidesinin girişinde yer verdiği nesîb, fahr, tasvir, edep, zühd, mücûn ve diğer temaların sonunun methin ilk beytiyle kaynaşması” biçiminde tanımlamış ve kaynaşma işlevi gören ifadenin (tehallus) bir veya iki beyitte gerçekleşebileceğini kaydetmiş, i‘câz erbabına göre bunun ince bir i‘câz vechi olduğunu, Kur’an’da bol miktarda bulunduğunu, Kur’an’da ilk bakışta ilgisiz gibi görünen konular arasında düşünüldüğü takdirde hayret uyandıracak türden ince ve derin münasebetlerin görüleceğini açıklamış, Kur’an’dan ve şiirden birçok örnek vermiştir. Kadîm şairlerden ilk defa


tehallusa dair örnek zikreden kişinin Züheyr b. Ebû Sülmâ olduğunu belirten İbn Ebü’l-İsba‘ müteahhir dönem şairlerini tehallus konusunda üstün ve zayıf diye iki gruba ayırmış; Ebû Nüvâs, Müslim b. Velîd, Ebû Temmâm ve Mütenebbî’yi üstün niteliklilerden sayarak onlardan örnekler sıralamıştır (BedîǾu’l-Ķurǿân, s. 167-168; et-Taĥrîr, s. 433-438). Hatîb el-Kazvînî belâgata mülhak bir konu şeklinde tasnif ettiği tehallus için Ebû Temmâm, Müslim b. Velîd ve Mütenebbî’den örnekler vermiş (el-Îżâĥ, s. 596-597), Telħîś şârihleri de onu izlemiştir. Teftâzânî “emmâ ba‘dü, ve ba‘dü, hâzâ ve, zâlike ve, hâzâ bâbü, hâzâ faslu, eyzan, nahvü” gibi kelime ve terkiplere iki söz arasında bir bakıma ilgi kurdukları, bir bakıma da onları birbirinden ayırdıkları için “tehallusa yakın iktidâb” adını vermiştir (bk. İKTİDÂB).

Âyet ve sûrelerin tenâsübüne, aralarındaki ilgi ve sıralanışa ilişkin birçok eser yazılmış, bu konuda tefsir kitaplarında açıklamalara yer verilmiştir. Belâgat erbabı tehallus sanatı çerçevesinde ilâhî beyanlardaki münasebetleri araştırmış ve tatminkâr çalışmalar yapmıştır. Ziyâeddin İbnü’l-Esîr ile ondan faydalanan Yahyâ b. Hamza el-Müeyyed-Billâh el-Alevî, Şuarâ sûresinde Hz. İbrâhim’in babasına ve kavmine yönelik hak dine davet hitapları, İbrâhim’in ebedî kurtuluşu talep eden duası ve müşriklerin âhiretteki acıklı durumunu konu alan otuz dört âyetlik bölümde (26/69-102) on kadar tehallus örneği tesbit etmiştir (el-Meŝelü’s-sâǿir, III, 153-154; eŧ-Ŧırâž, II, 331-340). Yûsuf sûresinde giriş niteliğinde iki âyetin ardından hikâyelerin en güzelinin en güzel anlatışla nakledileceğinin söylenmesi güzel bir tehallustur. Hikâyenin “en güzel” diye nitelendirilmesi içerdiği bütün olayların kurtuluşla sonuçlanması bakımındandır. Yûsuf’un kuyuya atılması ve kurtulması, köle olarak satılması ve evlât edinilmesi, azizin eşinin göz koymasından Allah’ın onu koruması, zindana atılması ve oradan çıkması, babasının görmez olması ve sonuçta gözünün açılması gibi.

Arap edebiyatında konudan konuya münasebet düşürerek geçiş yapılması genellikle bir veya iki beyitte gerçekleşir. Muallakāt şairlerinden Züheyr b. Ebû Sülmâ, kendi malından ödediği kan bedelleriyle Abs ve Zübyân kabileleri arasında barışı sağlayan Herim b. Sinân’ın övgüsüne şu tehallus beytiyle geçiş yapmıştır: “أنّ البخيل مَلوم حيث كان ولـ / ـكنّ الكريم على عِلاّته هِرَمُ” (Şüphesiz ki cimri bulunduğu her yerde yerilir ve kınanır, ama Herim böyle değildir; her halinde, varlıkta ve yoklukta daima cömert ruhludur). Meymûn b. Kays el-A‘şâ gazelden Hîre Kralı Esved b. Münzir’in methine şöyle geçmiştir: “لا تَشكّي إليّ وانتجِيعي الأسـ ... / ...ـوَدَ أهلَ النّدي وأهل الفّعّالِ” (Ey yâr, bana şikâyet edip durma da ihsan için Esved’e git/Cömertlik, lutuf ve faziletlerin sahibi olan Esved’e). Aşırı cömertliği sebebiyle elinde avucunda bir şey kalmayan Hâtim et-Tâî geçim darlığından şikâyet eden hanımına seslenirken gazelden Benî Bedr’in methine şöyle geçmiştir: “إن كنت كارهة لِعيشتنا / هاتي فُحلّي في بني بدرِ” (Yaşayışımızı beğenmiyorsan/Git de Benî Bedr arasında yerleşip yaşa). Beşşâr b. Bürd’ün Nazzâm’ın adamlarından Mollavî’nin kardeşi Ubeydullah b. Kuz‘a’nın hicvine geçişi de güzel bir örnektir:

خايلّيّ من جَرم أعِينا أخاكِما

على دهره إن الكريم معين

ولا تبخلا بِخلَ ابن قزعة، إنّه

مخافة أن يرجى نداه حزين

إذا جئته ي الحق أغلقِ بابه

فلم تلقَه إلاّ وأنت كمين

(Cermli dostlarım, yardım edin kardeşinize/Zor gününde, cömert kişi yardım eden kimsedir//Sakın İbn Kuz‘a gibi cimrilik etmeyin, çünkü o/İhsanı istenecek korkusuyla hep üzgün durur//Gerçekten muhtaç olarak ona gelecek olsan kapısını kapar/Artık sen onu kendini gizleyip görebilirsin).

Buhtürî’nin teşbîbden Ebü’l-Abbas b. Bistâm’ın övgüsüne geçişi de tehallusun güzel örneklerinden sayılmıştır:

هل الشباب مُلم بي فرجعة

أيامه لي في أعقاب أيام

لو أنه نائل غَمرٌ يجادبه

إذاً تطلّبته عند ابن بِسطامِ

(Gençliğim bir süre için beni ziyaret eder de geri döner mi/Bana günleri, o geçen günlerin ardından//Şayet gençlik ihsan edilen bir bağış olsaydı/Onu Bistâmoğlu’ndan isterdim elbet).

Mütenebbî’nin şairliğiyle övünmesinden Seyfüddevle’nin methine geçişi de çok güzel bulunmuştur:

خلِيلَي إني لا أرى غيرَ شاعر

فلِمَ منهم الدعوى ومنّي القصائد

فلا تعجبا إن السيف كثيرة

ولكنّ سيف الدولة اليوم واحد

(Dostlarım, benden başka şair bulunacağını sanmıyorum/Peki, şairlik iddiası niçin onlardan da kasideler hep benden?//Kılıçların çok oluşuna bakıp aldanmayın/Devletin kılıcı [Seyfüddevle] bir tanedir bugün).

Ebû Temmâm’ın şu beyitleri tehallus konusunda en başarılı ve yaygın örneklerdendir. Arkadaşlarıyla Horasan Valisi Abdullah b. Tâhir’e giden şair yolculuk tasvirinden valinin methine geçmektedir:

يقول في قَومسَ صَحبي وقد أخذت

منّا السري وخَطا المهريّة القوِد

أمطلعَ الشمسِ تنوي أنِ تؤُمّ بنا

فقلت: كلاّ، ولكن مطلعَ الجودِ

(Kūmis’e geldiğimizde arkadaşlarım diyor: Bizi yorgun bitkin düşürmüşken/Gece yolculuğu ile sırt ve boyunları uzun asil develerin adımları//“Güneşin doğduğu yöne mi bizi götürmek niyetindesin?” Dedim: “Hayır hayır, fakat cömertliğin doğduğu yöne”).

Müslim b. Velîd’in gazelden Yahyâ b. Hâlid el-Bermekî ile oğlu Ca‘fer’in methine geçişi de meşhur bir örnektir:

أجِدّكِ ما تدرين أنْ رَبُّ ليلة

كأنَّ دجاها مِنْ قرونكِ يُنْشَرُ

سهِرتُ بها حتّى تجلّت بغرَّة

كغرَّة يحي حين يُذكر جعفر

(Bahtına kurban yâr, bilmez misin? Nice gece var ki/Sanki karanlığı zülüflerinden yayılmada//Uykularım kaçtı onda, sonunda açıldı bir parlaklık ile [güneş]/Ca‘fer denince Yahyâ’nın yüzünde beliren parlaklık gibi) (hadis, Hz. Ali’nin sözleri ve edebî risâle gibi nesir örneklerinde tehallus için bk. Yahyâ b. Hamza el-Alevî, II, 340-344).

BİBLİYOGRAFYA:

Nâbiga ez-Zübyânî, Dîvân (nşr. M. Abdülmün‘im el-Hafâcî), Kahire, ts. (Dârü’l-maârif), s. 31-34; Meymûn b. Kays el-A‘şâ, Dîvân (nşr. M. Ahmed Kāsım), Beyrut 1415/1994, s. 272-273; Kâ‘b b. Züheyr, Dîvân (nşr. Hannâ Nasr el-Hıttî), Beyrut 1412/1992, s. 129; Ebû Nüvâs, Dîvân (nşr. Îliyyâ el-Hâvî), Beyrut 1987, I, 528-529; II, 485; Ebû Temmâm, Dîvân (nşr. M. Abduh Azzâm), Kahire 1951, I, 212, 228-230, 271; III, 289-290; a.e. (nşr. Râcî el-Esmer), Beyrut 1414/1994, I, 298, 419; Buhtürî, Dîvân (nşr. Hasan Kâmil es-Sayrafî), Kahire 1977, I, 85; III, 1506; IV, 2096, 2420; Sa‘leb, ĶavâǾidü’ş-şiǾr (nşr. Ramazan Abdüttevvâb), Kahire 1995, s. 56-58; İbnü’l-Mu‘tez, el-BedîǾ (nşr. M. Abdülmün‘im el-Hafâcî), Beyrut 1410/1990, s. 155-156; Ebü’l-Hasan İbn Tabâtabâ, Ǿİyârü’ş-şiǾr (nşr. Tâhâ el-Hâcirî - M. Zağlûl Sellâm), Kahire 1956, s. 111; Mütenebbî, Dîvân (Ukberî, et-Tibyân fî şerĥi’d-Dîvân içinde, nşr. Mustafa es-Sekkā v.dğr.), Beyrut 1397/1978, IV, 112-113; Hasan b. Bişr el-Âmidî, el-Muvâzene (nşr. Seyyid Ahmed Sakr), Kahire 1380/1961, II, 291-330; Hâtimî, Ĥilyetü’l-muĥâđara (nşr. Ca‘fer el-Kettânî), Bağdad 1979, I, 215; Bâkıllânî, İǾcâzü’l-Ķurǿân (nşr. Seyyid Ahmed Sakr), Kahire, ts. (Dârü’l-maârif), s. 56; İbn Reşîķ el-Kayrevânî, el-ǾUmde (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1353/1934, I, 191, 206-211; Ziyâeddin İbnü’l-Esîr, el-Meŝelü’s-sâǿir (nşr. Ahmed el-Havfî - Bedevî Tabâne), Riyad 1404/1984, III, 147-164; İbn Ebü’l-İsba‘, BedîǾu’l-Ķurǿân (nşr. Hifnî M. Şeref), Kahire 1392/1972, s. 167-171; a.mlf., Taĥrîrü’t-Taĥbîr (nşr. Hifnî M. Şeref), Kahire 1383, s. 433-438; Şürûĥu’t-Telħîs, Kahire 1937, IV, 535-540; Hatîb el-Kazvînî, el-Îżâĥ fî Ǿulûmi’l-belâġa (nşr. M. Abdülmün‘im el-Hafâcî), Kahire 1400/1980, s. 596-597; Tîbî,


et-Tibyân fî Ǿilmi’l-meǾânî ve’l-bedîǾ ve’l-beyân (nşr. Hâdî Atıyye Matar el-Hilâlî), Beyrut 1407/1987, s. 461-463; Yahyâ b. Hamza el-Alevî, eŧ-Ŧırâžü’l-müteżammin li-esrâri’l-belâġa, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), II, 330-347; İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Fevâǿidü’l-müşevviķ ilâ Ǿulûmi’l-Ķurǿân, Kahire 1327, s. 140; Teftâzânî, el-Muŧavvel, İstanbul 1304, s. 375-378; Süyûtî, MuǾterekü’l-aķrân fî iǾcâzi’l-Ķurǿân (nşr. Ali M. el-Bicâvî), Kahire 1973, I, 60; Abdünnâfi İffet, en-Nef‘u’l-muavvel, İstanbul 1290, II, 237, 239; Ahmed Matlûb, MuǾcemü’l-muśŧalaĥâti’l-belâġıyye ve teŧavvürühâ, Beyrut 1996, s. 229-233.

İsmail Durmuş