TÂVÛSİYYE

(الطاووسيّة)

Muhammed Kâzım İsfahânî’ye (ö. 1293/1876) nisbetle İran’da ortaya çıkan ve genellikle Şîa tarafından cemaat dışı kabul edilen Şiî tasavvuf grubu.

Şah Ni‘metullāh-ı Velî tarafından kurulan Ni‘metullāhiyye tarikatı Meczûb Ali Şah Kebûderâhengî’den sonra çeşitli gruplara ayrılmıştır. Mest Ali Şah diye tanınan Zeynelâbidîn-i Şirvânî ve ardından Zeynelâbidîn Rahmet Ali Şah’la devam eden tarikat kendi arasında üçe bölünmüştür. Bunlardan biri, sade sûfî kıyafetinden ziyade gösterişli kıyafetlere düşkün olması sebebiyle “Tâvûsü’l-urefâ’” lakabıyla şöhret bulan ve Saâdet Ali Şah ismiyle de anılan Muhammed Kâzım İsfahânî’ye nisbet edilen Tâvûsiyye’dir. Okuma yazma bilmeyen Muhammed Kâzım, İsfahan’dan ayrılıp Tahran’a yerleşti, hac görevini ifa ettikten sonra burada vefat etti. Ardından Hacı Sultan Muhammed Gunâbâdî Sultan Ali Şah topluluğun başına geçti. Hayatının ilk dönemlerinde çeşitli sıkıntılara mâruz kalan Sultan Ali Şah ancak on yedi yaşlarında öğrenime başlayabildi; Meşhed, Kerbelâ ve Necef’te tahsil gördü. Bir ara öğretimle görevlendirildiği Tahran’daki Sadr Medresesi’nde Bâbîlik’le itham edildiği için Horasan’a kaçtı. Sebzevâr’da Hacı Molla Hâdî-i Sebzevârî’nin derslerine devam ettiği esnada Tâvûs ile tanıştı ve önce onun yakını, daha sonra halifesi oldu. Topluluk her ne kadar Tâvûsiyye diye zikredilirse de bu grubun gerçek kurucusunun Sultan Ali Şah olduğu kabul edilir. Riyasetin Sultan Ali Şah’a geçmesiyle birlikte cemaatin ismi Tâvûsiyye ve Gunâbâdiyye şeklinde anılmaya başlandı. Sultan Ali Şah’ın 1909 yılında öldürülmesiyle grubun liderliği oğlu Hacı Molla Ali Nûr Ali Şah’a geçti. Bunun da 1918’de öldürülmesi üzerine liderlik oğlu Hacı Şeyh Muhammed Hasan Sâlih Ali Şah’a intikal etti. Reisliği uzun süre devam eden Sâlih Ali Şah’ın 1966 yılında vefatıyla oğlu Hacı Sultan Hüseyin Rızâ Ali Şah Tâbende topluluğun başına getirildi. Tâbende’nin 16 Ocak 1997 tarihinde ölümüyle yerine oğlu II. Nûr Ali Şah halife oldu. Ali Şah’ın liderliği halen devam etmektedir.

Hacı Sultan Muhammed Gunâbâdî’nin, seyrü sülûkten itibaren kemal mertebesine ulaşıncaya kadar müridlerin uygulaması gereken faaliyetleri üç aşamada ortaya koyduğu belirtilmektedir. Öğrencisi Şeyh Abbas Ali Keymân-ı Kazvînî, fırkanın en önemli kaynaklarından olan Kitâb-ı Râzgûşâ ki Pâsûħ-i Pencâh Pursiş est ve Kitâb-ı Behîn Süħân ki Duvâzdeh Pursiş est adıyla bir eser yazmıştır (Tahran 1350/1931). Bu eserde kaydedildiğine göre topluluğun asıl kurucusu kabul edilen Gunâbâdî, birinci aşamada on ikinci imamın gaybetinden sonra uyulacak merci-i taklîd olarak yalnız kendisinin bulunduğunu söyler. İkinci aşamada ise imâmetini iddia edip müridlerinden imamların sadık mensuplarından beklediği itaati göstermelerini ve dünya malını terkederek sadâkate yönelmelerini ister. Üçüncü aşamada kendini yarı ilâhî bir varlık ilân edip bütün peygamberlere ve on iki imama has mâneviyatın şahsında toplandığını, onların halefliğini ve mümessilliğini yaptığını ileri sürer. Gunâbâdî’ye göre peygamberler ve imamlar tekrar dünyaya dönerlerse kendisinden izin almadan herhangi bir iş yapmaya yetkili değildirler. Allah’ın yeryüzündeki tek temsilcisi sıfatıyla her asrı yönlendirdiğini iddia eden Gunâbâdî kendisine vahiy geldiğini, vahiy için seçilmiş tek kişi olduğunu, yaptıklarını Allah’ın emriyle yaptığını, gizli âşikâr hiçbir şeyin kendi


bilgisi dışında gerçekleşmediğini söylemiştir. Bu özelliklerini benimseyerek kendisine on iki yıl süreyle itaat eden bir mensubunun ilk ruhunun bir ceset gibi kesif hale geleceğini ve yeni bir ruhla kâmil insana dönüşeceğini belirterek şahsının bütün insanlık için bu kâmil insan ruhunun kaynağı olduğunu ileri sürmüştür. Ayrıca her devirde kendisi gibi bir kişinin bulunacağını, aksi takdirde dünyanın düzeninin bozulacağını, ona uymayanların kurtuluşa eremeyeceğini, müslümanların son nefeslerinde bile olsa kendisine uyacaklarını iddia etmiştir.

Tâvûsiyye’nin âdâb ve erkânı Ehl-i Hak fırkasına yakın bazı özellikler taşır. Tarikata girme ve biat etme esnasında izlenecek usul ve merasimde sâlik itaat etmeyi, insan severliği, gizli zikri ve on iki yıl hizmeti taahhüt ederek kaynayan bir tencere ile birlikte şeyhe bir ceviz, bir yüzük, bir sikke, bir kumaş parçası ve özel bir şekerleme sunar. Başının üstünde taşıdığı kaynayan tencerenin içinde şeyhe verilmek üzere pişirilmiş eti takdim eder. Müridlerin kılamadıkları namazları için haftada bir defa şeyhe götürülen, içinde et yemeği bulunan kaynar tencere onların hediyelerinin makbul olup günahlarının affedilmesi için bir vesile teşkil eder. Şeyh gelen müride hediyesinin kabul edildiğini bildirince kılınmayan namazların Allah katında bağışlandığına inanılır. Bu âdet tarikat mensupları arasında “niyaz” diye adlandırılır. Güçlü bir teşkilâta kavuşturulan Tâvûsiyye’nin günümüzde Meşhed yakınlarındaki Gunâbâd’ın Bîdûht bölgesinde genel merkez olarak, ayrıca cemaatin çeşitli işleri için kullanılan çok sayıda yapısı bulunmaktadır. İran’da halk tabakasından ziyade ileri gelenlere ve yönetici sınıfına hitap eden Ni‘metullāhiyye tarikatı mensuplarının 350.000 civarında olduğu ve bu sayının %50’ye yakın kısmının Tâvûsiyye/Gunâbâdiyye’ye mensup bulunduğu tahmin edilmektedir (ayrıca bk. Nİ‘METULLĀH-ı VELÎ).

BİBLİYOGRAFYA:

Ma‘sûm Ali Şah, Ŧarâǿiķ, III, 401-403, 540-542; M. Momen, An Introduction to Shi‘i Islam, New Heaven-London 1985, s. 211-215; Hamîd Ferzâm, Taĥķīķ der Aĥvâl ve Naķd-i Âŝâr u Efkâr-ı Şah NiǾmetullāh-ı Velî, Tahran 1374 hş., s. 219; B. Nikitine, “Tâûsî”, İA, XII/1, s. 62-65; a.mlf., “Ŧāwūsiyya”, EI² (İng.), X, 397-398.

Mustafa Öz