TATRÎZ

(التطريز)

Sözü vezin ve secede eşdeğer öğelerle süslemek anlamında bedî‘ sanatı terimi.

Sözlükte “nakış” anlamındaki Farsça tirâzın (تراز) Arapçalaşmış şekli olan tırâzdan türeyen tatrîz “elbiseye nakış işlemek, elbiseyi nakışla süslemek” demektir. Arap edebiyatında ise “sözü belli şartlar


çerçevesinde süslemek” mânasına gelir. Tatrîzi ilk defa edebî bir sanat şeklinde ortaya koyan Ebû Hilâl el-Askerî ile onun görüşünü paylaşan İbn Münkız, ayrıca İbn Kayyim el-Cevziyye ve Tîbî’ye göre bu tür, kasidede ardarda sıralanan beyitlerin ikinci mısralarında vezin ve secide eşdeğer olan kelimelerin kafiyeden önce gelmesidir. Böylece şiire elbiseye işlenen nakışa benzer bir süs verilmiş olur. Ahmed b. Ebû Tâhir’in şu dizelerinde görüldüğü gibi:

إذا أبو القاسم جادت لنا يده

لم يحمد الأجودانِ: البحر والمطر

وإن أضاءت لنا أنوار غرتّه

تضاءل الأنورانِ: الشمس والقمر

وإن مضى رأيه لأوحدّد عزمه

تأخّر الماضيانِ: السّيف والقمر

(Ebü’l-Kāsım’ın eli bize ihsanda bulunduğunda artık övülmez olur ecvedân: bahr ve matar//Alnının ışıltısı bizi aydınlattığında cılız kalır enverân: şems ve kamer//Hükmü yürüdüğünde ya da kesin karar verdiğinde geride kalır mâzıyân: seyf ve kader). Burada ve birçok örnekte görüldüğü gibi tatrîz öğeleri genellikle ikil biçimde gelmekte ve bunları, açıklayıcı öğeler izlemektedir.

Ebû Hilâl el-Askerî’nin tatrîz dediği türe “tevşî‘” adını veren İbn Ebü’l-İsba‘ tatrîz konusunda farklı ve yeni bir anlayış ortaya koymuştur. Daha sonra gelen İbnü’n-Nâzım, Şehâbeddin Mahmûd el-Halebî, Ahmed b. Abdülvehhâb en-Nüveyrî, Yahyâ b. Hamza el-Müeyyed-Billâh el-Alevî, Bahâeddin es-Sübkî, İbn Hicce, Süyûtî gibi belâgatçıların çoğunun kabul ettiği bu anlayışa göre tatrîz, sözün başının veya beytin ilk mısraının anlamları farklı üç veya daha çok isim (mübtedâ) içermesi, son kısmında veya beytin ikinci mısraında ise üç defa veya daha çok tekrar edilen ve birbirinin aynı olan lafızlarla bu isimlerle ilgili haber (hüküm) verilmesidir. İbnü’l-Mu‘tezz’in şu dizesinde görüldüğü gibi:

فثوبي والمُدام ولَون خدّي / شقِيققٌ في شقيق في شَقيق (Artık elbisem, şarap ve yanağımın rengi gelincik içre, gelincik içre gelinciktir). Sözün baş tarafında geçen üç öğenin her biri için aynı lafız haber olarak gelmekte ve bu lafız her bir mübtedâ için ayrı ayrı tekrarlanmaktadır. Bu mübtedâların haberleri, mübtedâlarda belirtilen kişi veya nesnelerin sayısınca değil mübtedâların sayısınca olur. Ayrıca haberlerde mübtedâlarda zikredilenlerin farklı olduğu değil ortak olduğu hususların ifade edilmesi gerekir (İbn Ebü’l-İsba‘, s. 314-315; İbnü’n-Nâzım, s. 174; Yahyâ b. Hamza el-Alevî, III, 91).

İbn Kayyim el-Cevziyye tatrîzin sonrakilerin icadı olduğunu, kadîm şiir ve nesirde bulunmadığını belirttikten sonra Kur’an’da ve müvelled ediplerin şiirlerinde yer alan örnekler incelendiğinde üç çeşit tatrîze rastlandığını ifade etmiştir (el-Fevâǿid, s. 236): Sözün başında ve sonunda olmak üzere aynı ifadelerin tekrarı, sadece başında veya sadece sonunda tekrarı. Birinci şekil için örnek verilen aşağıdaki üç âyetin her birinin başında ve sonunda “âyât” kelimeleri aynı terkiple birlikte tekrar edilmektedir (er-Rûm 30/21-24).

ومن آياته أم خبق لكم ... إن في ذلك لأيات ...

ومن آياته خلقُ السموات ... إن في ذلك لأيات ...

ومن آياته منّامكُم ... إن في ذلك لأيات ...

İbn Kayyim, ikinci şekle örnek olarak aynı ifadeyle başlayan Haşr sûresinin son üç âyetini göstermiştir (59/22-24):

هو الله الذي لا إله إلاّ هو عالم الغيب ...

هو الله الذي لا إله إلاّ هو الملك القدّوس ...

هو الله الخالق البارئ ...

Üçüncü tatrîz şekline örnek olarak Rahmân sûresinde anılan her farklı nimet, azap veya gerçeğin ardından farklı bağlamlarda birer tekrar şeklinde gelen “فبأيّ آلاء ربّكما تكذّبان” (Öyleyken, ey insanlar ve cinler, rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?) ifadesini vermiştir. Belâgat bilginlerinin çoğu bu tür tekrara terdîd adını vermiştir (bk. TERDÎD).

BİBLİYOGRAFYA:

Cevherî, eś-Śıĥâĥ (nşr. Ahmed Abdülgafûr Attâr), Beyrut 1404/1984, III, 883; Ebû Hilâl el-Askerî, Kitâbü’ś-ŚınâǾateyn, İstanbul 1320, s. 339, 340; İbn Münkız, el-BedîǾ fî naķdi’ş-şiǾr (nşr. Ahmed Ahmed Bedevî - Hâmid Abdülmecîd), Kahire 1380/1960, s. 64, 65; İbn Ebü’l-İsba‘, Taĥrîrü’t-Taĥbîr (nşr. Hifnî M. Şeref), Kahire 1383, s. 314, 315; İbnü’n-Nâzım, el-Miśbâĥ fi’l-meǾânî ve’l-beyân ve’l-bedîǾ (nşr. Hüsnî Abdülcelîl Yûsuf), Kahire 1989, s. 174, 175; Tîbî, et-Tibyân fi’l-beyân (nşr. Abdüssettâr Hüseyin Zemmût), Beyrut 1416/1996; Yahyâ b. Hamza el-Alevî, eŧ-Ŧırâzü’l-müteżammin li-esrâri’l-belâġa, Kahire 1332/1914, III, 91, 92; İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Fevâǿid, Kahire 1327, s. 236; İbn Hicce el-Hamevî, Ħizânetü’l-edeb, Kahire 1304, s. 375; Ahmed Matlûb, MuǾcemü’l-muśŧalaĥâti’l-belâġıyye ve teŧavvürühâ, Bağdad 1403/1983, II, 267-272; Seyyid Ahmed el-Hâşimî, Cevâhirü’l-belâġa, Beyrut 2007, s. 369.

Halim Öznurhan