TAKRİR

(تقرير)

Osmanlı diplomasisinde kullanılan bir belge türü.

Arapça karâr kökünden türeyen takrîr sözlükte “yerleştirmek, kararlaştırmak” anlamına gelir. Diplomasi terimi olarak bir işi veya konuyu yazılı şekilde ilgili mercilere bildiren belge türünü ifade eder. Son devir kitâbet kurallarına dair bir eserde takrir “bir memuriyet, bir rütbe ve maaş verilmesine, kalem ve daire teşkiline dair resmî daire âmirlerince elkābsız olarak tezkire gibi yazılan ve mühürlenen belge” şeklinde açıklanır (Mehmed Tevfik, s. 424). Takrirlerin ilk rüknü davet formülü olup diğer belgelerde olduğu gibi çok defa “hüve” ifadesidir ve belgenin en üst kısmına yazılır. Bundan sonra elkāb kullanılmadan doğrudan konuya girilir. Nâdiren, “Takrîr-i kullarıdır ki” şeklinde bir hitap ifadesiyle başladığı olur. Nakil rüknü meselenin etraflıca ortaya konulduğu bölümdür. Burada meselenin ne olduğu, sebepleri, eskiden beri süregelen uygulaması, bununla ilgili bir ferman veya hatt-ı hümâyun varsa hangi padişah zamanında verildiği vb. belirtilir; sonunda takririn gönderildiği merciin konu hakkındaki kararının istendiği kısım yer alır. Takririn sunulduğu kişiye göre bitiş cümlesi farklılık gösterir. Padişaha sunulan takrirlerde, “(Bâki) emr ü ferman ... padişahım hazretlerinindir” diye sona ererken sadrazama veya diğer yüksek seviyeli devlet erkânına gönderilen takrirler, “Emr ü ferman ... veliyyü’l-emrindir”; “men lehü’l-emrindir” ifadeleriyle biter. Şifahî olarak verilip yazılı hale getirilen takrirlerle yabancı misyon temsilcilerince verilen takrirlerin tercümesinde kimin takriri olduğu başında açıkça bildirildiği gibi aynı hizada tarihi de kaydedilir. XIX. yüzyıla kadar takrirlerde imza, mühür ve tarih bulunmaz; nâdir olarak alt bölümde “bende” ifadesi yer alır. XIX. yüzyıl başlarında sadece takrir sahibinin mührü basılırken daha sonra makam adı da yazılmaya başlanmıştır.

Son devir münşeat mecmualarında takrirler birkaç gruba ayrılarak incelenmiş, bunlardan devlet dairelerinin âmirleri tarafından Bâbıâli’ye sunulan takrirlere ilk sırada yer verilmiştir. Bu takrirlerde elkāb ve imza bulunmaz, sadece memuriyet unvanı yazılır, altı şahsî mühürle mühürlenirdi. Merkez daireleri müdürlerince yazılan takrirlerde ise kendilerine ait mühür kullanılırdı. Ayrıca Dîvân-ı Muhâsebât’ın, sefâretlerin, Meşrutiyet sonrasında mebusların herhangi bir mesele hakkında meclise sundukları yazılar, gayri müslim cemaatlerce Osmanlı resmî makamlarına verilen yazılar da takrir türü içerisinde değerlendirilmiştir. Takrirler için genellikle İstanbulî kâğıt kullanılır ve kâğıdın yukarıdan dörtte birlik kısmı boş bırakılarak yazıya başlanırdı. Takrirler her zaman sunuldukları makamlarca neticeye bağlanmaz, bazan bir üst makama gönderilirdi. Meselâ sadrazama sunulmuş bir takrir hakkında padişahın görüş ve emrinin alınması gerektiğinde ayrı bir telhise ihtiyaç duyulmayıp takrir bir derkenar ilâvesiyle padişaha doğrudan doğruya takdim edildiğine dair pek çok örnek bulunmaktadır. Bu durumda bazan kimin takriri olduğu, bazan da hangi konuyla ilgili bulunduğu


kısaca belirtilir, zaman zaman açıklamalı uzun derkenarlar yazılırdı. Padişah takriri inceledikten sonra konuyla ilgili hatt-ı hümâyunu kaleme alırdı.

BİBLİYOGRAFYA:

Mehmed Tevfik, Usûl-i İnşâ ve Kitâbet, İstanbul 1307, s. 424; Mehmed Fuad, Usûl-i Kitâbet-i Resmiyye, İstanbul 1328; Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik), İstanbul 1994, s. 214-217, 499-503.

Mübahat S. Kütükoğlu