TAASSUP

(التعصّب)

Benimsediği görüşü körü körüne savunma anlamında bir terim.

Sözlükte “yakalamak, kuşatmak, sarmak, bağlamak” anlamındaki asb (usûb) kökünden türeyen ve “kendi soyuna yardım etmek, körü körüne bağlanmak” mânasına gelen taassub genelde asabiyyetle eş anlamlı kabul edilir (Lisânü’l-ǾArab, “Ǿaśb” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “Ǿaśb” md.; Kāmus Tercümesi, I, 388). Ancak başlangıçta “kabile taassubu” anlamında kullanılan asabiyet zamanla daha geniş bir etnik ve siyasal içerik kazanırken Batı dillerinde fanatizm (fanatisme) Türkçe’de bağnazlık kelimesiyle karşılanan taassup din, düşünce, siyaset, milliyet gibi birçok alanda koyu bir muhafazakârlığı, değişik anlayışları aşağılayıp yok etme eğilimini, farklılıklara karşı katı bir hoşgörüsüzlüğü ifade eden bir terim haline gelmiştir. Tehânevî’nin “herhangi bir tarafa bağlılıktan dolayı delili apaçık ortaya konduğunda bile gerçeği kabul etmeme” şeklindeki tanımı (Keşşâf, II, 946) terimin belirtilen geniş kapsamına uygundur. Bu anlayışa sahip olan kimseye mutaassıb denir. Taassubun karşıtı müsâmaha ve tesâhüldür. İslâm literatüründe özellikle dinî ve fikrî taassup daha çok taklid kavramı çerçevesinde ele alınmıştır.

Kur’ân-ı Kerîm’de taassupla aynı kökten türeyen kelimeler geçerse de bunların terim anlamıyla ilgisi yoktur. Dört âyette kör bir inatla gerçeğe karşı direnenler hakkında “anîd” kelimesi (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “Ǿand” md.), bir âyette de (el-Mü’minûn 23/75) “yanlış bir inancı inatla sürdürme” anlamında “lecâc” masdarından fiil kullanılmıştır. İbn Hazm lecâcı, “yaptığının yanlış olduğu apaçık görünmesine yahut doğru mu yanlış mı olduğu bilinmemesine rağmen kafasına koyduğu şeyi sürdürme” şeklinde tanımlamakta ve bunun “yanlışlığı ortaya çıkmadığı sürece hak olduğuna inandığı şeye göre davranma” mânasındaki sebattan farklılığına dikkat çekmektedir. Bir âyette geçen (el-Feth 48/26) “hamiyyete’l-câhiliyye” sözü taassuba yakın bir anlam içermektedir (bk. HAMİYET). “İyilik ve takvâ üzerinde yardımlaşın, kötülük ve düşmanlık yönünde yardımlaşmayın” meâlindeki âyetle (el-Mâide 5/2) tartışmaların doğru bilgilere, kanıtlara, aydınlatıcı kaynağa dayandırılması (Âl-i İmrân 3/66; el-Hac 22/3, 8) ve güzellikle yapılması (en-Nahl 16/125; el-Ankebût 29/46; Fussılet 41/34) gerektiğini, dinde zorlama olamayacağını (el-Bakara 2/256) bildiren âyetlerde dolaylı biçimde taassup reddedilmektedir. Elmalılı Muhammed Hamdi, son âyetin insanları zorla bir dine sokma çabasını yasaklaması yanında hürriyet alanına giren konularda kimseye baskı yapılamayacağı anlamına geldiğini belirtmektedir (Hak Dini, II, 860-862). Atalarının yanlış inançlarını ve hayat tarzlarını körü körüne sürdürerek hak dine karşı direnen inkârcıların tutumlarını anlatıp eleştirme bağlamında taassuba işaret eden ifadeler birçok âyette yer almakta, insanlar düşünerek ve bilerek inanmaya çağırılmaktadır (meselâ bk. el-Mâide 5/104; el-Enbiyâ 21/52-54; Lokmân 31/21-22). Bir âyette, Allah’ın bildirdiği gerçeklere uymaları istendiğinde atalarının tuttuğu yolda yürüyeceklerini söyleyen müşrikler, atalarının akla uygun davranıp davranmadığı, tuttukları yolun doğru olup olmadığı üzerinde düşünmeye davet edilmekte, bilinçsizce atalarının yolunu izleyenler çobanın sesine göre hareket eden sürüye benzetilerek, “Onlar sağır, dilsiz ve kördür, çünkü akıllarını kullanmazlar” şeklinde eleştirilmektedir (el-Bakara 2/170-171). Bu âyetleri yorumlarken, sapıklık içinde oldukları Allah tarafından bildirilen ataları taassupla taklit etmenin onları Allah’a eş tutma anlamına geldiğini belirten Elmalılı Muhammed Hamdi’ye göre gerçeğin ve iyinin ölçüsü Allah’ın buyruğu ve delile dayalı bilgi olduğundan geçmişi sırf kendi geçmişi diye taklit etmek taassuptur (Hak Dini, I, 585-587). Asabiyet kavramının geçtiği hadislerde kabile taassubu reddedilmiştir (meselâ bk. Müsned, II, 306, 488; Müslim, “İmâre”, 57; Nesâî, “Taĥrîm”, 18). Taassuba yakın bir anlamda kullanılan hamiyet bazı hadislerde olumsuz bir duygu biçiminde zikredilir (meselâ bk. Müsned, I, 288; Buhârî, “Meġāzî, 34; Müslim, “Tevbe”, 56). Taassup kavramının, bir inancı körü körüne kabul edip başkasına dayatma ve başkalarının inanç ve düşüncelerini aşağılayıp baskı yoluyla yok etmeye çalışma gibi sonuçlar içerdiği dikkate alınırsa hadislerdeki müsamaha, hilim, teenni, sabır, sekînet vb. kavramlara yapılan vurgularla Hz. Peygamber’in bu yöndeki davranışlarını anlatan ifadelerin Câhiliye geleneğinde köklü bir yeri olan taassup ruhunu yıkmayı ve yerine müsamahakâr bir anlayış koymayı amaçladığı ortaya çıkar.

Ahlâk kitaplarında cedel, hilâf, husumet gibi kavramlar çerçevesinde daha çok inanç ve fikir taassubuyla bunun doğurduğu kısır çekişmeler üzerinde durulmuştur. Râgıb el-İsfahânî bu yolda çekişmeye girenleri birbiriyle vuruşan hayvanlara benzetir. Çünkü bunlardan her biri kendisinin baskın çıkmasını, rakibinin yenilmesini ister. Peygamberlerin mûcizesi, hakîmlerin hikmeti bile inadı karakter haline getirmiş mutaassıba gerçeği kabul ettiremez. İsfahânî öldürmenin yaşatmaktan, yıkmanın yapmaktan daha kolay olduğunu belirten ifadeleriyle taassubun hiçbir olumlu değer üretmeyen yıkıcı bir ruh hali sayıldığına dikkat çeker (eź-ŹerîǾa ilâ mekârimi’ş-şerîǾa, s. 259-262). Taassubu en çok eleştiren İslâm âlimlerinden biri de Gazzâlî’dir. Gazzâlî’ye göre bir sözü söyleyene göre değil gerçek olup olmadığına bakarak değerlendirmek gerekir (el-Münķıź, s. 18-19). Bir düşünce ve inanç hareketiyle ilgili duydukları şeyleri inceleyip değerlendirmek yerine kulaktan dolma bilgilerin taklitçi bir tutumla benimsenmesi insanlarda katı bir bağlılık doğurmakta ve giderek taassup duygusunun yerleşmesine yol açmaktadır (İĥyâǿ, I, 284). Nitekim İslâm dünyasında özellikle fıkıh ve kelâm alanlarında mezheplerin ortaya çıkmasından sonra taassubun ürettiği tartışmalar kan dökülmesine ve ülkelerin tahrip edilmesine kadar varan düşmanlıklara sebep olmuştur (a.g.e., I, 41-42; mezhep taassubu hakkında bk. DİA, XIII, 9). Gazzâlî’nin


mezhep kavramının anlamına ve insanların farklı mezhepleri benimsemesinin sebeplerine dair Mîzânü’l-Ǿamel’inin son sayfalarında yaptığı değerlendirmeler taassubun İslâm dünyasındaki fikrî, sosyal ve siyasal gelişmelere etkisi hakkındaki görüşlerini yansıtması bakımından önemlidir. Buna göre mezheplerin doğuşunun farklı sebepleri olsa da hepsinde ortak yan, “bir inanç veya düşünceye gerçeğini anlamadan sıkı sıkıya bağlılık” anlamında taassuptur. Mezhep taassubunu kabilecilik dayanışmasına benzeten Gazzâlî’ye göre bu taassubun asıl sebebi halkı kendine bağlamak suretiyle liderlik elde etme tutkusudur. Hatta bir tek mezhebin bulunduğu yerlerde bile liderlik peşinde koşanlar yapay ayrılıklar üreterek halkı taassuba yöneltir. Gazzâlî, insanların bir yandan hak mezhebin bir olduğunu söylerken diğer yandan kendi ataları, hocaları veya beldelerinin mezhebine taassupla sarıldıklarını belirttikten sonra şöyle der: “Mezheplere yönelmeyi bırakıp gerçeği düşünce yoluyla kendin bul ki sana ait bir görüşün olsun. Kılavuzunun koluna takılıp giden kör gibi olma!... Kurtuluş bağımsızlıktadır ... Yalnız kuşkular insanı gerçeğe götürür, çünkü şüphe etmeyen gerçeği göremez.”

İslâm dünyasında XIX. yüzyılın başlarından itibaren Batı karşısındaki gerileme sürecinin yol açtığı tepki psikolojisinin etkisiyle taassup kavramına “kendi dinî ve millî değerlerine sarılıp kararlılıkla sahip çıkma” şeklinde olumlu bir anlam yükleyenler olmuştur. Muhammed Abduh’un Cemâleddîn-i Efgānî ile birlikte yazıp el-ǾUrvetü’l-vüŝķā’da yayımladığı “et-TaǾaśśub” başlıklı makalede taassup millî birlik ve bütünlüğü sağlayan, ümmet yapısını ayakta tutan küllî bir ruh olarak değerlendirilmiş, taassup bağları zayıflayınca ümmet fertlerinin birbirinden kopmasının kaçınılmaz olduğu belirtilmiştir. Bununla birlikte Abduh taassubun farklı derecelerinin bulunduğunu, taassup duygusundaki eksikliğin ümmette çözülmeye yol açmasına karşılık aşırı derecesinin de zulüm ve düşmanlık üreteceğini ifade etmektedir. Din rahmet, edep, bilgi gibi erdemlerin kaynağı olduğu halde din adına haksızlık yapılabileceğini söyleyen ve Hıristiyanlık tarihinden buna örnekler gösteren Abduh’a göre bugün de Avrupalılar, aslında kendileri en koyu mutaassıp oldukları halde müslümanlar söz konusu edildiğinde taassup kavramını onları aşağılamak için kullanmakta; böylece İslâm ümmetinin dinî bağlarını koparmaya, aralarına fitne sokmaya ve kendi siyasal hedeflerini gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Abduh müslümanların kendi değerlerini korurken adaletten ayrılmamasını, başka din mensuplarının haklarını gözetmesini, asabiyet duygusunu bilgi ve erdem gibi meziyetlerle ilerleme gücü şeklinde değerlendirmesini istemektedir (Abduh’un bu konudaki görüşlerinin tahlili ve eleştirisi için bk. Nâsîf Nassâr, “Fî Naķdi’t-taǾaśśub”, Eđvâǿ Ǿale’t-taǾaśśub içinde, Beyrut 1993, s. 183-196). Midhat Cemal de Batılılar’ın müslümanları taassupla suçlamasını eleştiren bir risâle yazmıştır (Taassub, İstanbul 1329). Said Halim Paşa’nın 1910 yılında Sırât-ı Müstakîm’de çıkan “Taassub-ı İslâmî ve Ma‘nâ-yi Hakîkiyyesi” başlıklı yazıları daha sonra kitap halinde yayımlanmıştır. Müellif burada hıristiyan dünyası ile İslâm dünyası arasındaki düşmanlığın sebeplerini incelemekte, Batı’nın müslümanlara yönelttiği taassup suçlamasına karşı çıkmakta, ancak Batı’nın böyle bir yargıya varmasında müslümanların da payının bulunduğunu belirtmektedir. Muhammed Gazzâlî et-TaǾaśśub ve’t-tesâmuĥ beyne’l-Mesîĥiyye ve’l-İslâm adıyla bir eser yazmıştır (Dârü’l-kütübi’l-Arabiyye, ts.). Muhammed Tâcâ el-Meźâhibü’l-fıķhiyye el-İslâmiyye ve’t-taǾśśubü’l-meźhebî ismiyle yüksek lisans (Beyrut 1419/1999) ve Ahmet Vefa Temel Kur’an’a Göre Taassup adıyla doktora (bk. bibl.) tezi hazırlamıştır. Eđvâǿ Ǿale’t-taǾaśśub adlı derleme içinde on Arap müellifinin yazıları bulunmaktadır (Beyrut 1993).

BİBLİYOGRAFYA:

Tehânevî, Keşşâf, II, 946; Kāmus Tercümesi, I, 388; Müsned, I, 288; II, 306, 488; İbn Hazm, el-Aħlâķ ve’s-siyer fî müdâvâti’n-nüfûs, Beyrut 1405/1985, s. 57; Râgıb el-İsfahânî, ez-ZerîǾa ilâ mekârimi’ş-şerîǾa (nşr. Ebü’l-Yezîd el-Acemî), Kahire 1405/1985, s. 259-262; Gazzâlî, İĥyâǿ, I, 41-42, 284; a.mlf., Mîzânü’l-Ǿamel (nşr. Süleyman Selîm el-Bevvâb), Beyrut 1407/1987, s. 150-153; a.mlf., el-Münķıź mine’đ-đalâl, Kahire 1303, s. 18-19; Muhammed Abduh, et-TaǾaśśub, Kahire 1348/1930; Mehmed [Said Halim Paşa], Taassub, İstanbul 1333; Elmalılı, Hak Dini, I, 585-587; II, 860-862; Abdülkerîm Gallâb, ŚırâǾu’l-meźheb ve’l-Ǿaķīde fi’l-Ķurǿân, Beyrut 1973, s. 352-358; Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, Ankara 1993, s. 194; Ahmet Vefa Temel, Kur’an’a Göre Taassup (doktora tezi, 2005), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Hayreddin Karaman, “Fıkıh”, DİA, XIII, 9.

Mustafa Çağrıcı