TA‘N

(الطعن)

Râvinin adâlet veya zabt sıfatını ortadan kaldıran kusurlarını ifade etmek üzere kullanılan temel eleştiri noktaları.

Sözlükte “mızrakla vurmak; sözle ayıplamak” anlamlarındaki ta‘n hadis terimi olarak “adâlet ve zabt sıfatlarından birini veya her ikisini tam anlamıyla taşımadığını söyleyerek râviyi tenkit etmek” mânasında kullanılmaktadır. Hadis âlimleri, ilk dönemlerden itibaren hadisleri nakleden râvilerin durumunu araştırmaya önem vermiş, kusurlu veya za‘f sahibi buldukları râvileri belli tabirlerle değerlendirmeye tâbi tutmuştu. Terminolojinin henüz yerleşmediği ilk dönemlerde bu değerlendirmeler terimler yerine daha çok cümlelerle anlatılmıştır.


Şu‘be b. Haccâc, ta‘n edilecek râvilerden söz ederken tanınan râvilerden kendilerinin bilmediği hadisler rivayet eden, galatı çok olan, yalanla itham edilen, hatalı olduğunda görüş birliğine varıldığı halde kendini hatalı görmeyen, hatasından vazgeçmeyen kimselere işaret eder ve bunların rivayetlerinin terkedilmesi gerektiğini belirtir. İmam Mâlik dört kişiden hadis yazılamayacağını söylemiş, bunların bayağı davranışlarıyla bilinen sefih, bid‘atçı, ne rivayet ettiğini bilmeyen sâlih kimse ile Resûlullah’ın hadislerinde yalan söyleyen râvi olduğunu kaydetmiştir. Abdullah b. Mübârek galatı çok olup hatasından dönmeyen râviden, yalancıdan, bid‘atçıdan ve hadisi iyi ezberleyemediği halde hâfızasından rivayet eden kimselerden hadis rivayet edilemeyeceğini bildirmiştir. İmam Müslim şiddetli ihtilâf, fâhiş hata, hıfz ve itkān sahibi olmama gibi ta‘n sebeplerine işaret ettikten sonra hadis ehlinin çoğu tarafından müttehem kabul edilenlerle rivayetlerinde çokça münker ve galat görülen kimselerden hadis nakletmediğini belirtmiştir (“Muķaddime”, I, 5-6). Tirmizî el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’inin ilel bahsinde ta‘n noktalarından bid‘at, gaflet ve sûü’l-hıfzdan bahsetmiş; İbn Ebû Hâtim gaflet, vehim, sehiv, galat, ihtilât, sûü’l-hıfz, yalan söyleme ve yalan hadis uydurma gibi ta‘n noktalarına temas etmiştir (el-Cerĥ ve’t-taǾdîl, I, 5-10). İbn Hibbân konuyu daha kapsamlı biçimde ele almış ve ta‘n sebeplerini şu şekilde sıralamıştır: Değişik çevrelerin değişik sebeplerle hadis uydurması, sâlih ve âbid kimselerin mürsel hadisi merfû, müsnedi mevkuf rivayet edecek ve isnadları değiştirecek kadar gaflet içinde olması, bazı râvilerin hayatlarının son dönemlerinde ihtilâta, bazılarının telkine mâruz kalmaları ve bu telkinler doğrultusunda hadis rivayet edebilmeleri, hadis ehli olmayan bazı râvilerin bilmeden yalan nakilde bulunmaları, haberleri ve isnadları değiştirmeleri, kendilerinden hadis duymadıkları halde tedlîs yaparak bazı şeyhlerden hadis nakletmeleri, kitaplarını kaybedince hâfızalarından rivayet etmeleri ve çeşitli hatalara düşmeleri; ayrıca râvinin rivayetinde çokça hata yapması, yaptığı hataları bilmesine rağmen hatasında ısrar etmesi, adâlet tanımı dışında kalacak derecede fısk içinde bulunması, müdellis olması, benimsediği fırkaya davet eden bid‘atçı olması. Hâkim en-Nîsâbûrî ve Hatîb el-Bağdâdî de usûl-i hadîse dair eserlerinde ta‘n sebeplerine geniş yer vermişlerdir (el-Medħal fî Ǿilmi’l-ĥadîŝ, s. 25-43; el-Kifâye, s. 101-161).

Hadis usulünde birçok ta‘n sebebi bulunmakla birlikte bunlar on başlık altında toplanmıştır. Sonradan “metâin-i aşere” diye anılan ve ta‘n edilen râviye “mat‘ûnün fîh” denilen ta‘n sebeplerini İbn Hacer el-Askalânî kusurun derecesine göre şöyle sıralamaktadır: A) Adâlet sıfatıyla ilgili olanlar. 1. Kizbü’r-râvî. Râvinin kasten hadis uydurup bunu Hz. Peygamber’e isnat etmesidir. Böyle bir râvinin rivayet ettiği hadis mevzû olup reddedilir. 2. İttihâmü’r-râvî bi’l-kizb. Hz. Peygamber adına hadis uydurduğu bilinmemekle birlikte râvinin günlük hayatında yalan söyleyen biri olarak tanınmasıdır. Bu râvinin rivayette de yalan söyleyebileceği düşüncesiyle rivayeti terkedilir. 3. Fısku’r-râvî. Râvinin büyük günah işleme, haramlara dalma gibi davranışlarda bulunmasıdır. Hareketlerinde isyanı taatinden fazla olan, fıskını açığa vurmaktan çekinmeyen ve bu sebeple adâlet vasfını kaybeden râvinin naklettiği hadis münker sayılıp reddedilir. 4. Bid‘atü’r-râvî. Râvinin bid‘at ehli fırkalardan birine mensup olması veya onların görüşlerini benimsemesidir. Bid‘at sahibini bazan küfre, bazan fıska düşürür. Fıska düşen bid‘at sahibi râvinin rivayetini mutlak şekilde reddedenler bulunduğu gibi mezhebi lehine yalancılığı helâl saymayan bid‘atçıların rivayetlerini kabul edenler de vardır. Mezhebinin propagandasını yapmayanların rivayetleri kabul edilmiş, mezhebinin lehine propaganda yapanların rivayeti reddedilmiştir. 5. Cehâletü’r-râvî. Râvinin şahsının veya cerh ve ta‘dîl bakımından durumunun bilinmemesidir. Hadis rivayetiyle bilinmeyen, tek bir râvisi olan, dolayısıyla tanınmayan kimseye “mechûlü’l-ayn”, kendisinden iki veya daha fazla kimse rivayet ettiği halde hakkında cerh ve ta‘dîlle ilgili bir hüküm verilemeyen kimseye de “mechûlü’l-hâl” denir. Mechûlü’l-hâl râvinin rivayetini kabul ve reddedenler bulunduğu gibi cerh veya ta‘dîl şeklindeki iki ihtimale göre durumu açığa çıkıncaya kadar bekleyenler de vardır. Râvinin, kendisinden hadis rivayet ettiği şeyhinin ismini vermeyip “ahberenî fülânün, ahberenî racülün, ahberenî şeyhun” demesi de meçhul râvi kapsamına girer.

B) Zabt sıfatıyla ilgili olanlar. 1. Fuhşü’l-galat. Râvinin hâfıza zayıflığı, bilgisizliği, Arap dilinde yetersizliği, rivayette dikkatsizliği, fiziksel veya psikolojik kusuru, olumsuz çevre şartları, rivayeti yanlış anlaması gibi sebeplerle farkında olmadan birçok defa hataya düşmesidir. Çok hata yapan ve hataları ağır basan râvinin hadisi münker sayılır. Ayrıca hatası açıkça ortaya çıktığı halde inat edip hatasından vazgeçmeyen râvinin rivayetlerinin terkedileceği belirtilmiştir. 2. Gaflet. Râvinin ezberleyerek veya yazarak hocasından aldığı hadisi dikkatsizliği yahut dalgınlığı yüzünden hatalı rivayet etmesi, başkalarının telkinine açık olması ve rivayetini kendisine telkin edildiği gibi değiştirmesi, hadisi dinlerken veya naklederken gevşeklik göstermesidir. Rivayetinde zabt sıfatını yok edecek kadar gaflete düşen râvinin hadisi de münker sayılır. Gafleti çok olmadığı halde bazı rivayetlerinde telkine mâruz kalan râvilerin sadece bu rivayetleri terkedilir. 3. Vehim. Râvinin rivayet kurallarını bilmemesi yüzünden hadisi yanlış rivayet etmesidir. Bu rivayet mürsel veya münkatı‘ olan bir hadisin mevsûl, mevsûl bir hadisin mürsel, merfû bir hadisin mevkuf şeklinde rivayet edilmesi yahut sika râvilerle zayıfların birbirine karıştırılması gibi isnadlarda olabileceği gibi bir hadisin metninin diğeriyle karıştırılmasından dolayı metinde de gerçekleşebilir. Vehmine sıkça rastlanan râvinin tek başına rivayet ettiği hadisler hüccet olarak kullanılmaz ve rivayetleri terkedilir. 4. Sûü’l-hıfz. Râvinin tabii ya da ârızî sebeplerle mâruz kaldığı hâfıza bozukluğu yüzünden hatalarının doğruları kadar veya daha fazla olması halidir. Birincisi, hâfızasının bozukluğu sebebiyle sika râvilere aykırı rivayetlerin ortaya çıkmasına sebep olur ve böyle hadisler ittifakla reddedilir. İkincisi bunama, yaşlılık, hastalık, körlük gibi ârızî sebeplerle ortaya çıkan hâfıza bozukluğundan kaynaklanan hatalara yol açar. Ârızî durumun ne zaman meydana geldiğinin belirlenmesi halinde o dönemde ve sonrasında nakledilen rivayetler reddedilir, belirlemediği takdirde beklenir. 5. Muhâlefetü’s-sikāt. Zayıf bir râvinin sika râvilere, sika bir râvinin kendinden daha sika olan râvilerin rivayetine aykırı hadis rivayet etmesidir. Bunların birincisine “münker”, ikincisine “şâz” denir. Muhalefet isnadda görülebileceği gibi metinde de görülebilir. Bu durum idrâc, râviyi değiştirme, isimleri karıştırma, yeni bir isnad uydurma, tashîf ve tahrîf, kalb, ızdırab vb. birçok sebepten kaynaklanabilir. Ortaya çıkan muhalefet şekline göre râvinin ve rivayetinin durumu değişirse de bu tür hadisler genellikle zayıf kabul edilir. Hadiste imam sayılan, adâleti sabit olan, tezkiye edenleri cerhedenlerden fazla bulunan kimseler hakkında ileri sürülen herhangi bir ta‘n veya cerh geçerli değildir. Yine sebebi müphem olan bir ta‘n kabul edilemeyeceği gibi sebebi açıklanmış olsa da ictihadî bir duruma bağlı olan ta‘n,


ayrıca taassubu ve husumetiyle bilinen veya kendileri ta‘n edilen kimselerin ileri sürdüğü ta‘n kabul edilmez. Aralarında nefret ve haset olabileceği gerekçesiyle çağdaş olan kimselerin birbiri hakkındaki ta‘nı da muteber değildir.

BİBLİYOGRAFYA:

İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, III, 127-128; Lisânü’l-ǾArab, “ŧǾan” md.; İbn Ebû Hâtim, el-Cerĥ ve’t-taǾdîl, I, 5-10; İbn Hibbân, el-Mecrûĥîn, I, 62-95; Hâkim en-Nîsâbûrî, MaǾrifetü Ǿulûmi’l-ĥadîŝ, Beyrut 1980, s. 52-53, 62; a.mlf., el-Medħal fî Ǿilmi’l-ĥadîŝ (nşr. J. Robson), London 1953, s. 25-43; Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, Haydarâbâd 1357, s. 101-161; Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, el-MevżûǾât (nşr. Abdurrahman M. Osman), Kahire 1987, I, 7-35; Sübkî, ĶāǾide fi’l-cerĥ ve’t-taǾdîl (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Kahire 1398/1978, s. 9-10; İbn Hacer el-Askalânî, Nüzhetü’n-nažar fî tav-żîĥi Nuħbeti’l-fiker (nşr. Nûreddin Itr), Dımaşk 1413/1992, s. 84-86; Leknevî, er-RefǾ ve’t-tekmîl, s. 102-105, 352-353, 415-425; Tecrid Tercemesi, Mukaddime, I, 271-327, 396; Fârûk Hamâde, el-Menhecü’l-İslâmî fi’l-cerĥ ve’t-taǾdîl, Rabat 1989, s. 258-291; Talât Koçyiğit, Hadis Terimleri Sözlüğü, Ankara 1992, s. 257-259, 461; Emin Aşıkkutlu, Hadiste Ricâl Tenkîdi, İstanbul 1997, s. 110-139; İsmail L. Çakan, Hadis Usûlü, İstanbul 2001, s. 93-96.

Bünyamin Erul