ŞÜRB

(الشرب)

Sâlikin ilâhî aşkı yoğun ve sürekli biçimde yaşaması anlamında tasavvuf terimi.

Sözlükte şürb “içmek” anlamına gelir. Kur’an’da üç yerde geçen (eş-Şuarâ 26/155; el-Kamer 54/28; el-Vâkıa 56/55) şirb kelimesi “içecekten alınan pay, hisse” demektir. Aynı kökten türeyen içecek şey, içki anlamındaki şarâbın ise hem olumlu (el-İnsân 76/5-6, 21; el-Mutaffifîn 83/28) hem olumsuz (el-En‘âm 6/70; Yûnus 10/4) kullanımları vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de cennette su, bal, yağ ve hamrdan yapılmış şarap ırmaklarının bulunduğu bildirilir (Muhammed 47/15). İçme eylemi daima susamışlığı (ataş) ve suya kanmayı (rey) çağrıştırır. Muhyiddin İbnü’l-Arabî kıyamet günü kevser havuzundan bir defa içenlerin bir daha susamayacağını, cennette de söz konusu içeceklerin sürekli olacağını belirtir. Birincisine “susuzluğu ve harareti gidermek için içme”, ikincisine “haz ve zevk için içme” denir (el-Fütûĥât, II, 724).

Tasavvufta şürb, temiz kalplerin ve ruhların ilâhî ikramlardan kendilerine verilenlerle nimetlenmesi demektir. Bu hal, kulun rabbine yaklaşarak kalbine vârit olan müşahede nurlarıyla nurlandığından “susuz insanın su içmesi” anlamındaki şürbe benzetilmiştir (Serrâc, s. 449). Hücvîrî şürbü “taatin hazzı, ikramın zevki, ünsün lezzeti” şeklinde tarif ettikten sonra bedenin su ile, ruhun gönül huzuru ile tatmin edildiğini söyler. Ona göre şürb olmadan hiçbir şey gerçekleşmez (Keşfü’l-maĥcûb, s. 507). Kuşeyrî şürbü zevk-rey ve sekr-sahv terimleriyle açıklar. Zevk sâlikin ilâhî mânaları tatması, şürb onlarla beslenmesinin süreklilik göstermesi, rey kanmadır. Zevk şürbün başlangıcı, rey sonucudur. Zevk “mânevî sarhoşluk” mânasında sekrin başlangıcını, şürb tam sekr halini, rey ise “mânevî uyanıklık” anlamında sahv halini ifade eder. Sühreverdî’ye göre zevk iman, şürb ilim, rey ise haldir. Zevk kalbine ansızın mânevî haller gelip giden sâliklere (bevâdih, ehl-i zevk), şürb mânevî hallerin bir nebze daha kalıcı olduğu kişilere, rey ise ahval ehline hastır. İbnü’l-Arabî’ye göre zevk ilâhî tecellilerin ilk esası, şürb tecellilerin ortası, rey her makamın son haddidir. İbn Acîbe ilmin meyvesinin amel, amelin neticesinin hal, halin neticesinin zevk, zevkin neticesinin şürb olduğunu söyler. Şürbü sekr, sekri de sahv takip eder. Sahvdan sonra kemale ve vuslata ulaşılır. Tasavvuf edebiyatında su, süt, bal şerbeti ve şarap farklı derecelerdeki ilim, mârifet, aşk ve mestliğin simgeleri diye kullanılır. Nitekim Hz. Peygamber bir rüyasını anlatırken kendisine sunulan bir kadehten süt içtiğini, artan kısmını Hz. Ömer’e verdiğini ifade ettikten sonra sütün ilmin simgesi olduğunu söylemiştir (Buhârî, “TaǾbîr”, 15, “Müsâķāt”, 1; Tirmizî, “Rüǿyâ”, 9; Nesâî, “Śıyâm”, 54).

Tasavvufta şürb ve şarap terimleri ilâhî aşkla ilişkilendirilir. Zünnûn’a göre şürb ilâhî muhabbeti avuç avuç, dolu dolu içmek ve kanmaktır (Serrâc, s. 449). “Aşk kadehinden öyle içtim ki bir daha susamadım” diyen Yahyâ b. Muâz er-Râzî’ye Bâyezîd-i Bistâmî, “Dünyadaki bütün denizleri içsen bile kanmamalısın, hararetin geçmemeli, daha fazlasını istemelisin” demiştir (Kuşeyrî, s. 221). İlâhî muhabbet kadehinden bir defa içip kananların yanı sıra içtikçe harareti artanlar ve kanamayanlar da vardır. Bâyezîd-i Bistâmî gibi kanmanın imkânsızlığını savunanlar olduğu gibi aksi görüş ileri sürenler de vardır (İbnü’l-Arabî, II, 551-552). Abdurrahman-ı Câmî’ye göre aşk ve şarap kabarıp coşma, çeşitli şekillere girme, vücudun bütün zerrelerine sirayet etme, insanı mertlik, cömertlik ve tevazu hallerine kavuşturma özelliklerine sahiptir. İkisi de insanı kendinden geçirir, kayıtsız duruma getirir, sırlarını ifşa etmesine sebep olur. Aşk ve şarapta içme arzusu tükenmez, kanmak söz konusu değildir (LevâmiǾ, s. 122-127).

Şarâb-ı ezelî, şarâb-ı elest “kadîm tecellî”, şarâb-ı tevhid “ilâhî zâtta fâni olma”, şarâb-ı aşk “coşkun aşk”, şarâb-ı lâ-yezâlî “tecellî mertebeleri”, şarâbhâne “melekût âlemi ve ârifin iç âlemi” anlamlarına gelir (Ca‘fer Seccâdî, s. 498-503). Tasavvuf edebiyatında şürb ve şarapla ilgili sembollerden kadeh ve kâse sâliki cezbeye sevkeden mânevî hali, ârifin gönlü ve ilâhî


aşkın şarabıyla mest olan kişinin vücudunu, sâkî ise insanda ilâhî aşkı uyandıran, gönül kadehine ilâhî aşk şarabını sunan kimseyi, mürşid-i kâmili ifade eder. Şarap vb. remizlerle tasavvufî aşkı anlatan çok sayıda şiir yazılmıştır. İbnü’l-Fârız’ın el-Ķaśîdetü’l-ħamriyye’si bu tür şiirlerin en meşhurlarından biridir.

BİBLİYOGRAFYA:

Tehânevî, Keşşâf, İstanbul 1317, s. 808; Kāmus Tercümesi, I, 315-318; Serrâc, el-LümaǾ, s. 449; Kuşeyrî, er-Risâle, s. 203, 221; Hücvîrî, Keşfü’l-maĥcûb, Tahran 1338 hş., s. 507; Şehâbeddin es-Sühreverdî, ǾAvârifü’l-maǾârif, Beyrut 1966, s. 507, 528, 542; İbnü’l-Arabî, el-Fütûĥât, II, 724; a.e., Beyrut, ts., II, 551-552; İbn Kayyim el-Cevziyye, Medâricü’s-sâlikîn, Kahire 1403/1983, III, 63, 90-104, 318-328; Abdurrahman-ı Câmî, LevâmiǾ (nşr. Îrec Efşâr), Tahran 1360 hş., s. 122-129; İsmâil Rusûhî Ankaravî, Minhâcü’l-fukarâ, Bulak 1256/1840, s. 233; Ca‘fer Seccâdî, Ferheng-i Lugāt u Iśŧılâĥât u TaǾbîrât-ı Ǿİrfânî, Tahran 1991, s. 498-503; Refîk el-Acem, MevsûǾatü muśŧalaĥâti’t-taśavvufi’l-İslâmî, Beyrut 1999, s. 393-394.

Süleyman Uludağ