SÜNNETULLAH

(سنّة الله)

Allah’ın tabiatı yaratıp devam ettirmek ve toplum hayatını düzenlemek üzere koyduğu kanunlar anlamında bir Kur’an terimi.

Sözlükte “bir şeyi açıklığa kavuşturmak, iyi veya kötü yeni bir yöntem ortaya koymak” anlamındaki senn kökünden türeyen sünnet ile lafza-i celâlden oluşan sünnetullāh terkibi “Allah’ın koyduğu kanun, nizam” demektir. Sünnet ve Allah kelimeleri Câhiliye döneminde bilinmekle beraber (Lisânü’l-ǾArab, “snn” md.; Izutsu, s. 89) sünnetullah Kur’an’a has bir tabirdir. Kur’an’da sünnet kelimesindeki “sürekli, düzenli ve özgün uygulama” anlamı Allah’a nisbet edilmek suretiyle Allah’ın yaratma ve yönetmesinde öteden beri süregelen ve değişmeyen uygulamasının bulunduğuna işaret edilmiştir.

Sünnet kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de ikisi çoğul olmak üzere (sünen) on altı yerde geçer. Bunların dokuzu Allah’a veya O’nun yerini tutan zamire izâfe edilerek “Allah’ın sünneti” mânasını taşır. Diğerleri, “Cenâb-ı Hakk’ın geçmiş ümmetlere veya onlara gönderdiği peygamberlere uyguladığı nizam” anlamındadır (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “snn” md.). Söz konusu âyetlerde peygamberleri yalanlayıp davet ve tebliğlerine olumsuz cevap veren, tabiatın işleyişini düzenleyen ilâhî kanunları aşacak mûcizeler isteyen geçmiş milletleri helâk eden ceza niteliğindeki âdet-i ilâhiyye anlatılmış, bundan son peygambere karşı direnen inkârcıların ibret almalarının gerektiği vurgulanmıştır. Bunun yanında evlenip aile kurma ahkâmından söz eden bazı âyetlerde bunların geçmiş ümmetler ve peygamberler için Allah’ın vazettiği kanun ve hükümler olduğu beyan edilmiştir (en-Nisâ 4/25-26; el-Ahzâb 33/37-38). Sünnetullahın toplum yasaları yerine evrende geçerli olan tabiat kanunları şeklinde açıklanması (Şâmil İslâm Ansiklopedisi, V, 463-465) bu kavramın Kur’an’daki kullanımına uymamaktadır. Kur’an’da Allah’ın varlığı, birliği ve âhiret gününün vuku bulacağının kanıtlanması dolayısıyla tabiatın işleyişini anlatan birçok âyet mevcuttur. Meselâ “helâk” anlamına gelen sünnetullahtan bahsedildiği Fâtır sûresinde (35/43-44) Allah Teâlâ’nın göklerin ve yerin yani tabiatın işleyiş düzenini kurduğu, bu düzenin bozulması halinde O’ndan başka kimsenin bunu düzeltemeyeceği ifade edilir (35/41). Bu konuda ayrıca Yâsîn ve Mülk sûrelerinde (36/33-44; 67/3-4) dikkat çekici örnekler verilmektedir. İmâdüddin Halîl, sünnetullah kapsamında anlatılan Kur’an kıssalarını “tarihin derinliklerinde yaşanmış tecrübelerden faydalanılarak ortaya konmuş, hayatın zor ve çetin yönlerini gösteren, geleceği belirlemeye yardımcı olan işaret levhaları” diye niteler (İslâm’ın Tarih Yorumu, s. 92). Hikmeti gereği Allah bütün kâinat nizamını bu sünnetler üzerine kurmuştur. Kur’an’da sünnetullah karşılığında kullanılan diğer kelime ve terkipler “kavl, fıtrat, halk, hak, kelimetullah, kelimetü rabbik”tir. Öte yandan sünnetullahı sünen-i âmme ve sünen-i hâssa diye ikiye ayıranlar bulunduğu gibi (Karadeniz, s. 28) onu tek sünnet kabul edip geçici olarak durdurulması suretiyle mûcizelerin meydana geldiğini söyleyenler de vardır (İsmail Fenni, s. 424-427).

Hadislerde sünnet kavramı “iyi veya kötü her türlü yol, âdet ve davranış” mânasında geçer. Bazan da olumlu davranışa sünnet (Müsned, I, 191-195; İbn Mâce, “İķāme”, 173), olumsuz davranışa bid‘at (Tirmizî, “Ǿİlim”, 17) denilmiştir. Özel bir anlam kastedildiğinde ise konusuna uygun isimlere izâfe edilerek kullanılmıştır. Bu kullanımın en yaygın olanı, bazan Allah ve resulünün sünneti şeklinde ifade edilmek üzere Hz. Peygamber’e nisbet edilen sünnettir. Sünnet ayrıca Cebrâil’e, Hz. İbrâhim’e, Ehl-i kitaba, önceki milletlere, Hulefâ-yi Râşidîn’e ve Hz. Ömer’e de izâfe edilmiştir (Wensinck, el-MuǾcem, II, 552-553, 555-558; krş. a.mlf., Miftâĥu künûzi’s-sünne, “snn” md.).

III. (IX.) yüzyıldan itibaren felsefenin İslâm dünyasına girmesiyle birlikte ortaya çıkan yeni problemlerin başında varlık meselesi yer alıyordu. Ontolojide var oluşu kadar işleyişi de önemli sayılan âlemin sahip olduğu düzenin mekanik ve determinist kanunlara tâbi olup olmadığı, tâbi değilse ondaki nizam ve sürekliliğin nasıl açıklanacağı felsefecilerle kelâmcılar arasında tartışılan meselelerden birini teşkil etmiştir. Kelâmcılar, deizme götüreceği endişesiyle söz konusu işleyişin belirlenmiş (determiné) olmadığını söyleyip bu konuda âdet kelimesini kullanmış, böylece literatüre sünnetullah ile eş anlamlı olarak “âdetullah” tabiri girmiştir. Âdetullah, tabiat kanunlarının zorunluluğunu gerektirmediği ve tabiat üstü bir iradeyi çağrıştırdığı için mûcizeye imkân sağlıyordu. Rummânî (en-Nüket, s. 102-103) ve Hattâbî (Beyânü iǾcâzi’l-Ķurǿân, s. 20) gibi kelâm, tefsir ve hadis âlimleri fizik kanunlarını ifade etmek için yalın durumda âdet kelimesine yer vermiş, İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî (el-LümaǾ, s. 57) ve Gazzâlî (Tehâfütü’l-felâsife, s. 225-237) başta olmak üzere kelâm âlimlerinin çoğunluğu ise âdet kelimesini Allah’a izâfe ederek kullanmıştır. Aydınlanma dönemi ve sonrasındaki felsefî eğilimlerin, özellikle XIX. yüzyılın sonlarına doğru pozitivizmin determinizmi öne çıkaran evren tasavvuru üzerine müslüman âlimler sünnetullah ve fıtrat terimlerini tekrar gündeme getirmişlerdir. Tabiat bilimlerinde olduğu gibi sosyal olayların da kendilerine özgü kanunlarının bulunduğunu vurgulamaya başlayınca Mûsâ Cârullah Bigiyef (Kur’an ve Sünnet, s. 5-6), İzmirli İsmail Hakkı (Yeni İlm-i Kelâm, s. 165), Muhammed Abduh (Tevhîd Risâlesi, s. 207-208) ve Fazlurrahman (İslâmiyet, s. 15) gibi âlimler bu kavramları sosyal içerikleriyle öne çıkarmışlardır. Aslında sünnetullaha yüklenen bu mâna, başlangıç dönemlerinde kullanılan muhtevasına en yakın olanıdır.

Kur’an’da hem tabii varlıklar hem tarihte vuku bulmuş hadiseler alanında geçerli olan ilâhî kanunlara vurgu yapılır ve her iki konuda da sistemin belli bir düzen ve kural çerçevesinde işlediği belirtilir. Fertlerin yaşaması ve ölümü için biyolojik kanunlar bulunduğu gibi toplumların yaşaması ve helâki için de sosyal kanunlar vardır. Ancak bu kanunlar zorunlu olmayıp Cenâb-ı Hakk’ın iradesine bağlıdır. Kur’an’da tabiat kanunları ile sosyal kanunlar arasında bağ kurularak sosyal kanunlara uyulmaması halinde tabiat kanunlarının devreye girip helâki hazırladığına işaret edilir. Hz. Nûh’tan itibaren birçok kavmin tûfan, deprem, kasırga ve denizde boğulma gibi âfetlerle helâk edildiği anlatılır.

Doğuştan medenî bir varlık olan insan için belirlenmiş sosyal kanunlar (sünnetullah) vardır. Kur’an’da bu kanunlar geçmiş milletlerin başından geçen olaylarla ortaya


konmakta, peygamberlerin bu yasaları öğretmek için gönderildiğini, bunlara göre yaşayan toplulukların mutluluğa erdiğini, kanunları çiğneyenlerin ise yok olup gittiğini haber vermektedir. Kur’an sünnetullahın cebir niteliğinde olmadığını bildirmek için onu bazan insana, bazan Allah’a nisbet eden şartlı önermeler şeklinde ifade etmektedir. Meselâ, “Bir millet kendi tutum ve davranışını değiştirmedikçe Allah da onların durumunu değiştirmez” âyetinde (er-Ra‘d 13/11) değişim insan fiillerine, Allah’ın bir ülkeyi yok etmek istediği zaman o ülkenin şımarmış zenginlerine yola gelmelerini emrettiğini, fakat onların kötülük işlemeyi sürdürdüklerini ve bu yüzden helâk edildiklerini bildiren âyette ise (el-İsrâ 17/16) Allah’ın dilemesine bağlanmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “snn” md.; el-Muvaŧŧaǿ, “BîǾat”, 3, “Zekât”, 42; Müsned, I, 191-195; II, 56, 95, 116; IV, 121; V, 246; Buhârî, “Enbiyâǿ”, 50, “Aĥkâm”, 43, “İǾtiśâm”, 14; Müslim, “Ǿİlim”, 6; İbn Mâce, “Muķaddime”, 6, “Eđâĥî”, 3, “Fiten”, 17, “İķāme”, 116; Tirmizî, “Ǿİlim”, 16; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 5, “Menâsik”, 14; Rummânî, en-Nüket fî iǾcâzi’l-Ķurǿân (Ŝelâŝü resâǿil fî iǾcâzi’l-Ķurǿân içinde, nşr. M. Halefullah - M. Zağlûl Sellâm), Kahire, ts. (Dârü’l-maârif), s. 102-103; Hattâbî, Beyânü iǾcâzi’l-Ķurǿân (a.e. içinde), s. 20; İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî, el-LümaǾ fî ķavâǾidi Ehli’s-sünne (nşr. ve trc. M. Allard), Beyrut 1968, s. 57; Gazzâlî, Tehâfütü’l-felâsife (nşr. Süleyman Dünyâ), Kahire, ts. (Dârü’l-maârif), s. 225-237; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, Beyrut, ts. (Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî), IX, 11-12; Şah Veliyyullah ed-Dihlevî, Ĥüccetullāhi’l-bâliġa (nşr. Seyyid Sâbık), Kahire-Bağdad, ts. (Mektebetü’l-Müsennâ), I, 35-38; İsmail Fenni, Lugatçe-i Felsefe, İstanbul 1341, s. 424-427; Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-menâr, IV, 144-145; Fazlurrahman, İslâmiyet ve İktisadi Adalet Meselesi (trc. Yusuf Ziya Kavakçı), Erzurum 1976, s. 15; İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelâm (haz. Sabri Hizmetli), Ankara 1981, s. 165; T. Izutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan (trc. Süleyman Ateş), Ankara, ts. (Metis Yayınları), s. 21, 89; M. es-Sâdık Urcûn, Sünnetullāh fi’l-müctemaǾ min ħilâli’l-Ķurǿân, Cidde 1984, s. 11; Cevdet Said, Bireysel ve Toplumsal Değişmenin Yasaları (trc. İlhan Kutluer), İstanbul 1984, s. 54-56, 145; Abdullah et-Telîdî, Esbâbü helâki’l-ümem ve sünnetullāh fi’l-ķavmi’l-mücrimîn ve’l-münĥarifîn, Beyrut 1986, s. 34; Muhammed Abduh, Tevhîd Risâlesi (trc. Sabri Hizmetli), Ankara 1986, s. 207-208; İmadüddin Halil, İslâm’ın Tarih Yorumu (trc. Ahmet Ağırakça), İstanbul 1988, s. 92; Murtaza Mutahhari, Tarih ve Toplum (trc. Cengiz Şişman), İstanbul 1989, s. 174; Osman Karadeniz, Mûcize Problemi (doktora tezi, 1989), Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 28; Ömer Özsoy, Sünnetullah, Ankara 1994, s. 45-72; Said Hakim, Rabbani Yol ve Sünnetullah, İzmir 1997, s. 75-108; Nuri Tok, Kur’an’da Sünnetullah ve Helak Edilen Kavimler, Samsun 1998, s. 27-30, 37-39; Musa Cârullah Bigiyef, Kur’an ve Sünnet İlişkisine Farklı Bir Yaklaşım: Kitâbü’s-Sünne (trc. Mehmet Görmez), Ankara 1998, s. 5-6; Mevlüt Özler, İslam Düşüncesinde Ehl-i Sünnet Ehl-i Bid’at Adlandırmaları, Erzurum 2001, s. 38; Mehmet Dağ, “İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî’de Nedensellik Kuramı”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sy. 2, Samsun 1987, s. 40; Muhittin Bağçeci, “Sünnetullah”, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1992, V, 463-465.

İlyas Çelebi