SÜMENİYYE

(السمنيّة)

Budist inancını benimseyenler için müslüman yazarlar tarafından kullanılan bir terim.

İslâmî kaynaklarda sümeniyye bazan şü(e)meniyye biçiminde de yer alır. Anlamı genellikle “Sümnâ’ya / Sûmenât’a mensup olanlar” (Fîrûzâbâdî, el-Ķāmûsü’l-muĥîŧ, “smn” md.; Tehânevî, I, 702; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, s. 484) ya da “Sümen ehli” (Muhammed b. Ahmed el-Hârizmî, s. 25) şeklinde açıklanmıştır. Sûmenât (Somnât, bugünkü adıyla Somrat-Patan), Hindistan’ın Gucerât bölgesinde deniz kıyısında yer alan bir şehrin ve burada bulunan tapınakla putun adıdır. İbnü’l-Esîr, Gazneli Mahmud’un 416’da (1025) Sûmenât’ı fethini anlatırken bu tapınaktan ve puttan bahseder. Bunun Hindistan’daki putların en büyüğü olduğunu, çok sayıda kişi tarafından ziyaret edildiğini, buraya mücevher cinsinden büyük bağışların yapıldığını ve tapınağın kutsal Ganj nehrinden getirilen sularla her gün yıkandığını kaydeder (el-Kâmil fi’t-târîħ, VII, 385; ayrıca bk. The History of India, I, 67).

Müslüman tarihçilerin eserlerinden hareketle kaleme alınan The History of India adlı külliyatta (London 1867-1877) sümeniyyenin Sanskritçe’de dindar dilenci, zâhid ve özellikle Budist inancına mensup kişileri ifade etmek için kullanılan sramana kelimesinden geldiği ileri sürülür. Aynı eserde Strabo (m.s. I. yüzyıl) ve İskenderiyeli Clement (II-III. yüzyıl) gibi Grek ve hıristiyan yazarların da bu gruptan sarmanes, sarmanae, garmanae, samanaei ve semnoi şeklinde bahsettikleri zikredilir (The History of India, I, 506). Clement bu grubun Hindistan’da bulunan, dinî fiil olarak zihnî ve fizikî egzersizler yapan ve çıplak gezen filozof sınıfından Budistler olduğunu söyler (Calverley, LIV/3 [1964], s. 200). Buna göre daha ziyade Budist rahiplerini ifade etmek için kullanılan kelime, Budist inancının Asya’nın batı ve kuzey bölgelerine yayılmasıyla birlikte bazı fonetik değişikliklerle Orta Asya dillerinde ve özellikle Soğdca’da yer almış, oradan da Arapça’ya geçmiştir (EI2 [İng.], IX, 869). Şaman kelimesinin kökeninin de Sanskritçe sramana, Pali dilindeki biçimiyle samana kelimesine dayandığı yolundaki yaygın görüşe karşılık bazı araştırmacılar, şamanın Tunguzca bir kelime olduğunu ve sramana kelimesiyle ilgisinin bulunmadığını ileri sürmüştür (bk. ŞAMANİZM).

Sümeniyye’den bahseden ilk müslüman yazarlardan Bîrûnî ve Makdisî, Hindistan’da biri Brahmanlar (Berâhime), diğeri Sümeniyye (Şümeniyye) olmak üzere iki grubun bulunduğunu kaydeder (Taĥķīķu mâ li’l-Hind, s. 15-16; el-Bedǿ ve’t-târîħ, II, 9). Bîrûnî’nin verdiği bilgiye göre Sümeniyye Brahmanlar’ı sevmediği için Hint halk tabakasına daha yakın bir gruba karşılık gelmektedir. Zerdüşt’ten önce Horasan, İran, Irak ve Şam bölgeleri Sümeniyye inancına mensupken Mecûsîliğin burada yayılmasıyla birlikte Sümeniyye mensupları Belh’in doğusuna çekilmek zorunda kalmıştır (Taĥķīķu mâ li’l-Hind, s. 15-16). Bîrûnî ayrıca bu gruptan “kırmızı giyinenler” (Muhammire) olarak da bahsetmiş, kurucuları olan Buda’ya bağlı olduklarını ve ölülerini suya attıklarını belirtmiştir (a.g.e., s. 122, 479).

İslâm kaynaklarında Sümeniyye’ye bir kısmı Budist inancıyla örtüşmeyen çeşitli inançlar atfedilmiştir. Sümeniyye’yi Sâbiîler’le birlikte ele alan Hârizmî, Sümen’e nisbet edilen bu gruptan Hindistan’da ortaya çıkmış, putlara tapan, âlemin ve zamanın ezelî olduğuna, tenâsühe ve yerkürenin, üzerindekilerle birlikte devamlı olarak aşağıya doğru hareket ettiğine inanan, peygamberlerinin Budâsef (Bodisatva) olduğunu iddia eden bir topluluk diye söz eder (Mefâtîĥu’l-Ǿulûm, s. 25; ayrıca bk. Mâtürîdî, s. 152). Bu bilgiler yanında çeşitli müslüman yazarlar tarafından Sümeniyye’nin tümevarım ve tümdengelime dayalı bilgiyi reddedip beş duyu vasıtası dışında hiçbir şeyin bilinemeyeceğini ileri sürdükleri belirtilmiştir (Cevherî, V, 2138; Bağdâdî, s. 270). Bağdâdî’nin kaydettiğine göre onlardan çoğu âhiret hayatını ve ölümden sonra dirilmeyi inkâr etmiş, bir kısmı tenâsüh inancı kapsamında insan ruhunun bir köpeğe, köpeğin ruhunun da bir insana geçişini mümkün görmüş, bir beden içerisinde günah işleyen kimsenin bu günahının cezasını başka bir bedende çekeceğini, sevap için de aynı şeyin söz konusu olduğunu iddia etmiştir. Ayrıca, “Bir şey ancak duyular vasıtasıyla bilinebilir” demelerine rağmen tenâsühün duyularla bilinemeyeceğini ileri sürmüşlerdir (el-Farķ, s. 270-271). İbnü’n-Nedîm’in Horasanlı bir müelliften naklettiğine göre Sümeniyye insanların ve diğer din mensuplarının en cömertidir. İslâm’dan hemen önce ve daha eski dönemlerde Mâverâünnehir halkının çoğunluğu bu mezheptendi. Peygamberleri olan Budâsef onlara helâl olmayan, inanılması ve yapılması câiz sayılmayan en büyük şeyin bütün işlerde “hayır” demek olduğunu öğretmiş, onlar da hem sözlerinde hem davranışlarında buna riayet etmiştir. Sümeniyye’ye göre hayır sözü şeytanın işi olup onu bertaraf etmek inancın bir gereğidir (el-Fihrist, s. 484). İbnü’n-Nedîm ayrıca, çeşitli putlar için kullanılan ortak bir isim olan “buda” ile ilgili olarak farklı grupların görüşlerini nakleder. Buna göre


bir grup onu melekelçi, diğer bir grup insan, bir diğeri ifrit, bir diğeri ise Allah tarafından kendilerine gönderilen Budâsef adlı peygamberin sûreti olarak görmüş ve her grup ona farklı biçimlerde saygı gösterip ibadet etmiştir (a.g.e., s. 487). Ebü’l-Muîn en-Nesefî ve Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî de bu grubun bilgi vasıtası sayılmayan habere dayandığı için nübüvveti reddettiğini söyler (Tebśıratü’l-edille, s. 446; Uśûlü’d-dîn, s. 90). Şehristânî ise Sümeniyye’den Buda ehli (ashâbü’l-Büd) diye bahsetmiştir (bk. BUDİZM; Cehmiyye’nin Sümeniyye’den etkilendiği yolundaki görüş için bk. CEHMİYYE).

BİBLİYOGRAFYA:

Cevherî, eś-Śıĥâĥ (nşr. Ahmed Abdülgafûr Attâr), Beyrut 1399/1979, V, 2138; Lisânü’l-ǾArab, “smn” md.; Tehânevî, Keşşâf, I, 702; Tâcü’l-Ǿarûs, “smn” md.; Lane, Lexicon, IV, 1432; Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevĥîd, s. 152; Makdisî, el-Bedǿ ve’t-târîħ, II, 9; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, Beyrut, ts., s. 484, 487; Muhammed b. Ahmed el-Hârizmî, Mefâtîĥu’l-Ǿulûm, Kahire 1342/1923, s. 25; Bağdâdî, el-Farķ (Abdülhamîd), s. 270-271; Bîrûnî, Taĥķīķu mâ li’l-Hind (nşr. C. E. Sachau), Haydarâbâd 1377/1958, s. 15-16, 122, 479; Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî, Uśûlü’d-dîn (nşr. H. P. Linss), Kahire 1383/1963, s. 90; Nesefî, Tebśıratü’l-edille (Salamé), s. 446; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-târîħ (nşr. Halîl Me’mûn Şîhâ), Beyrut 1422/2002, VII, 385; The History of India (ed. H. M. Elliot - J. Dowson), London 1867, I, 67, 506; C. Eliot, Hinduism and Buddhism: An Historical Sketch, London 1921, I, 28; III, 455; Günay Tümer, Bîrûnî’ye Göre Dinler ve İslâm Dini, Ankara 1986, s. 207-211; E. E. Calverley, “Sumaniyyah”, MW, LIV/3 (1964), s. 200-202; C. E. Bosworth, “Sūmanāt”, EI² (İng.), IX, 868-869; G. Monnot, “Sumaniyya”, a.e., IX, 869-870.

Ahmet Güç