SÜLEYMAN FÂİK EFENDİ

(1784-1838)

Divan şairi ve biyografi yazarı.

1198 Saferinin ortalarında (Ocak 1784) Sakız’da doğdu. Babası Sakız muhassılı ve daha sonra Kıbrıs muhassıllığından mâzul, Tunuslu Abdullah’ın oğlu Hacı Hâfız Ali Ağa’dır. Hayatı hakkında geniş bilgi, başta kaleme aldığı Mecmûa’da otobiyografik bilgiler verdiği “Rûznâmçe-i Hâl ve Tarîkimiz” başlıklı kısım olmak üzere bu esere dayanan Sadettin Nüzhet Ergun’un Türk Şairleri ile (III, 1409-1414) İbnülemin Mahmud Kemal’in Son Asır Türk Şairleri’nde (I, 533-539) mevcuttur. Fatîn Efendi’nin Tezkire’sinde ve Sicill-i Osmânî’de de hayatıyla ilgili bilgiler özetlenmektedir. Annesinin gördüğü bir rüya üzerine Süleyman adı verilen şair iki yaşından sonra babasıyla birlikte İstanbul’a gitti. Reîsülkurrâ Sâlih Efendi’den Kur’ân-ı Kerîm öğrendi. Bosnalı Abdürrahim Efendi’den sülüs ve nesih hatlarını meşketti. Gürcü Osman Efendi’den Farsça, İslâm Efendi’den Arapça okudu. Cemâziyelevvel 1211’de (Kasım 1796) Sadâret Mektûbî Kalemi’ne girdi. Osmanlı Devleti’nin muhtelif şehirlerinde çeşitli memuriyetlerde bulundu. Maliye tezkireciliği, esham mukātaacılığı, sadâret mektupçuluğu, Haremeyn muhasebeciliği ve rûznâmecilik yaptı. Cerîde nâzırı ve aynı zamanda cizye muhasebecisi iken 9 Muharrem 1254’te (4 Nisan 1838) vefat etti. Ölüm yılının Fatîn tezkiresinde 1253 (1837) olarak kaydedilmesi doğru değildir. Kabri Rumelihisarı Mezarlığı’ndadır. Mecmûa’sından (s. 7) Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi Seyyid Abdülbâki Nâsır Dede’den sikke giydiği öğrenilmektedir.

Müstakimzâde, Süleyman Efendi’nin “Fâik” mahlasıyla yazdığı şiirlerin övgüye lâyık görülmediğini söyler (Tuhfe, s. 25). Fatîn ise inşâ ilmine âşina bir kâtip olduğunu ve bir miktar şiirinin bulunduğunu kaydeder (Tezkire, s. 316). Mehmed Süreyyâ doğruluğu seven, mahir bir şair olduğunu belirtir (Sicill-i Osmânî, III, 98). İbnülemin Mahmud Kemal de Fatîn’in Tezkire’sinde yer alan “ta‘n edelim” redifli gazelinin herkese, her şeye ta‘netmek itiyadında olduğuna delil teşkil ettiğine dikkat çeker (Son Asır Türk Şairleri, I, 536). Sadettin Nüzhet Ergun ise şairin daha çok eleştiriye meyilli karakterini öne çıkaran İbnülemin Mahmud Kemal’in bu değerli şahsiyetin asıl önemli tarafını gösteremediğini söyler. Ayrıca Süleyman Fâik’in kudretli bir şair ve kudretli bir nâzım olmadığını, şiiri bir sanat değil eğlence olarak telakki ettiğini, gelişigüzel manzumeler kaleme aldığını, eserlerinde rastlanan fahriyelerin bütün divan şairlerinde görüldüğünü, belli bir kimseyi kastetmeyerek yazdığı hicviyelerin de ona has olmadığını kaydettikten sonra en meşhur eserinin Mecmûa’sı olduğunu belirtir (Türk Şairleri, III, 1410-1411).

Eserleri. 1. Mecmûa. 1815 yılında tamamlandığına dair görüşler olmakla birlikte bu tarihten sonraki olaylara atıfların bulunması sebebiyle daha geç bir tarihte tamamlandığı tahmin edilmektedir (Müstakimzâde, Devhatü’l-meşâyih, neşredenin girişi, I, 77). Fatîn Efendi tarafından Kenzü’l-hakāyık adı verilen ve İbnülemin tarafından “erbâb-ı merak mecmûası” olarak nitelendirilen (Son Asır Türk Şairleri, I, 536) eserde önce bazı şairlerden seçme şiirler yazılmış olup ardından dinî, ahlâkî, felsefî ve tasavvufî bahisler gelir. Daha sonra Sünbülzâde Vehbî, Şeyh Galib, Nâbî, İsmâil Rusûhî Ankaravî, Hâlet Efendi, İzzet Molla, Bâkî, Nef‘î, Fuzûlî gibi şairlere ait bilgi verilir. Ayrıca XIX. yüzyılda yetişmiş mûsikişinas, zâkir, meddah gibi zümreler hakkında bazı notlar tesbit edilmiş, bunların bir kısmı Süleyman Fâik’in kendi hayatına dair verdiği otobiyografik bilgilerle birlikte Sadettin Nüzhet Ergun tarafından


nakledilmiştir (Türk Şairleri, III, 1409-1412). Eserin bilinen ve muhtevaları kısmen farklı iki nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ndedir (TY, nr. 3472, 9577). 2. Zeylü’z-Zeyl alâ Devhati’l-meşâyih. Müstakimzâde’nin şeyhülislâmların hayatına dair Devhatü’l-meşâyih’ine Ayıntâbî Mehmed Münîb’in yaptığı zeyillere bir zeyildir. 1249’da (1833-34) yazılan eserde, 1222-1248 (1807-1833) yılları arasında şeyhülislâmlık yapan Atâullah Mehmed Efendi’den Kadızâde Mehmed Tâhir Efendi’ye kadar on bir şeyhülislâmın hal tercümesi yer almaktadır. Kitabın Türkiye’de ve Türkiye dışında birçok nüshası bulunmaktadır (İÜ Ktp., TY, nr. 3421; Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 1148; Millet Ktp., Ali Emîrî Efendi, Şer‘iyye, nr. 1084, 1085; Millî Ktp., nr. A 3681/3; Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye, TY, nr. 156). Barbara Kellner-Heinkele, Süleyman Fâik’in zeyli de dahil olmak üzere diğer zeyillerle birlikte Devhatü’l-meşâyih’in tıpkı basımını -nüsha farklılıklarına işaret ederek- gerçekleştirmiştir (Devhatü’l-meşâyih, I-II, Stuttgart 2005). 3. Zeyl alâ Sefîneti’r-rüesâ. Ahmed Resmî’nin reîsülküttâbların hal tercümelerine dair Sefînetü’r-rüesâ (Halîkatü’r-rüesâ) adlı eserine yapılan bu zeyilde Süleyman Fâik Efendi önce 1167-1219 (1754-1804) yılları arasında görev yapanları eklemiş, daha sonra da Zeylü’z-Zeyl adıyla bu tarihten sonra görev yapanları esere dahil etmiştir. Birçok yazma nüshası mevcut olan (Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 145/6, 3442; Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 609; Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye, TY, nr. 176) bu iki zeyil, Ahmed Resmî’nin eseriyle birlikte taş baskısı olarak neşredilmiş (İstanbul 1269, s. 88-195), daha sonra Mücteba İlgürel’in Ahmed Resmî’yle ilgili girişi ve Recep Ahıskalı’nın hazırladığı indeksle birlikte tıpkıbasımı yapılmıştır (İstanbul 1992).

BİBLİYOGRAFYA:

Süleyman Fâik Efendi, Mecmûa, İÜ Ktp., TY, nr. 9577, s. 7, 204-206; Müstakimzâde, Tuhfe, s. 20-25; a.mlf., Devhatü’l-meşâyih (nşr. B. Kellner-Heinkele), Stuttgart 2005, neşredenin girişi, I, 65-81; Sicill-i Osmânî, III, 98; Osmanlı Müellifleri, III, 70-71; Fatîn, Tezkire, s. 316; İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri (İstanbul 1930) (haz. Müjgan Cunbur), Ankara 1999, I, 533-539; Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, İstanbul 1945, III, 1409-1414; Agâh Sırrı Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara 1973, s. 174; Mehmet Nâil Tuman, Tuhfe-i Nâilî (haz. Cemâl Kurnaz - Mustafa Tatcı), Ankara 2001, II, 3133; Kāmûsü’l-a‘lâm, V, 3340; “Süleyman Fâik”, TA, XXX, 92-93; “Fâik Süleyman”, TDEA, III, 147-148; Mehmet İpşirli, “Devhatü’l-meşâyih”, DİA, IX, 229; Bekir Kütükoğlu, “Halîkatü’r-rüesâ”, a.e., XV, 304-305.

Selami Şimşek