SUHÂR b. ABBAS

(صحار بن عبّاس)

Ebû Abdirrahmân Suhâr b. Abbâs Ayyâş b. Şerâhîl el-Abdî (ö. 60/680’den önce)

Sahâbî.

Bahreyn’in güneyinde ikamet eden Abdülkays kabilesinin Mürre b. Zafer oğullarındandır. Abdülkays’ın önde gelenlerinden Eşec el-Abdî, hicretten önceki yıllarda Hicaz’da bir peygamberin ortaya çıktığını duyunca Amr b. Abdülkays el-Abkasî’yi durumu öğrenmesi için Mekke’ye gönderdi. Hz. Peygamber’le görüşen ve müslüman olan Amr, kabilesini İslâm’a davet eden bir mektupla Bahreyn’e döndü ve burada yürüttüğü irşad faaliyetleri sayesinde pek çok kişinin müslüman olmasına vesile oldu. Onun davetine icâbet eden ve İslâmiyet’in Bahreyn’de yayılması için çalışanlardan biri de Suhâr b. Abbas idi. Suhâr, 8 (629-30) yılında Mekke fethedilmeden kısa bir süre önce on altı kişilik bir Abdülkays heyetiyle birlikte Medine’ye gitti (bk. EŞEC el-ABDÎ). Resûl-i Ekrem’le görüşen Suhâr ve arkadaşları, Medine’de on gün kalarak Kur’an öğrenmeye ve dinî konularda bilgi sahibi olmaya çalıştılar. Suhâr’dan nakledildiğine göre o, Hz. Peygamber’e kendileri kullanmamak şartıyla üzüm ve hurma gibi ürünlerden elde ettikleri şarabın satışının câiz olup olmadığını sormuş, Resûlullah’ın cevap vermemesi üzerine sorusunu üç defa tekrarlamış, kılınan namazın ardından Resûl-i Ekrem onu çağırmış ve bunun âhirette sorumluluk getiren sakıncalı bir iş sayıldığını belirterek câiz olmadığını söylemiştir (İbn Sa‘d, V, 562). Heyet, Hz. Peygamber’in hayır duasını ve kendilerine verdiği hediyeleri alarak Bahreyn’e döndü. Kaynaklarda Resûl-i Ekrem’in Suhâr b. Abbas’a bir mektup verdiğinden bahsedilmekte, ancak mektubun içeriği hakkında bilgi bulunmamaktadır (Muhammed Hamîdullah, I, 401).

Suhâr, Hz. Peygamber’in vefatından sonra Suriye ve Filistin taraflarına yapılan seferlere katıldı; Mısır’ın fethinde bulundu. Hz. Osman’ın şehid edilmesinin ardından karışık dönemde halifenin kātillerinin yakalanıp cezalandırılması konusunda ısrarcı davrandı ve olayın takipçisi oldu. Sıffîn Savaşı’nda Şam orduları arasında yer aldı. Irak’ın Şam idaresi altına girmesinden sonra (41/661) Basra’ya yerleşti ve Muâviye b. Ebû Süfyân döneminde (661-680) burada vefat etti. II. (VIII.) yüzyılın sonlarında ölen Ali b. Nasr el-Cehdamî, Suhâr’ın kabrinin Basra’da olduğunu söylemektedir (Buhârî, IV, 327). İbn Hacer el-Askalânî’nin fasih konuşan, güzel söz söyleyen ve hayırla yâdedilen bir kişi diye tanıttığı Suhâr b. Abbas (el-İśâbe, III, 409), Hz. Peygamber’den beş hadis nakletmiş (İbn Hazm, s. 210), bu hadisler daha çok Basralılar arasında yayılmıştır. Başlıca râvileri iki oğlu Abdurrahman ve Ca‘fer ile Mansûr b. Ebû Mansûr, Ceyfer b. Hakem, Mus‘ab b. Müsennâ ve Ebû Ubeyde Müslim b. Ebû Kerîme gibi tâbiîlerdir. Ahmed b. Hanbel ve Taberânî, kıyamete yakın bazı Arap kabilelerinin yaşadığı bölgelerde çökme olaylarının meydana geleceğine dair bir hadisi Suhâr’dan nakletmiştir (Müsned, III, 483; Taberânî, VIII, 73).

İbnü’n-Nedîm, Suhâr b. Abbas’ın Emevî Halifesi Muâviye b. Ebû Süfyân döneminin en meşhur nesep âlimlerinden biri olduğunu söyler (el-Fihrist, s. 102). Ensâb bilgisine büyük önem veren Muâviye kabileleri birbirinden ayırt etmek, ayrıca idarî ve askerî düzenlemelerde ihtiyaç duyduğu bilgilere ulaşmak için nesep konusunda uzman kabul edilen Nehhâr b. Evs, Sâib b. Bişr el-Kelbî ve Kudâme b. Dırâr el-Kuray‘î ile birlikte Suhâr b. Abbas’ı da Dımaşk’a davet etmiş, kendilerinden en-sâba dair eser yazmalarını istemiştir (DİA, XI, 246-247). Suhâr, çağdaşı olan meşhur nesep âlimi Dağfel b. Hanzale ile nesep konusunda uzun müzakerelerde


bulunmuştur. Câhiz onun ensâb hakkında bir eserinin bulunduğundan bahsetmektedir (Kitâbü’l-Ĥayevân, III, 209). Suhâr emsal sahasında telif edildiği tesbit edilebilen ilk iki eserden birinin müellifidir. Ebû Ubeyd el-Bekrî onun Kitâbü’l-Emŝâl adıyla bilinen bu eserinden (İbnü’n-Nedîm, s. 102) bir meselin aslı hakkında uzun bir hikâye nakletmiştir (Faślü’l-maķāl, s. 388-389).

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, III, 483; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, V, 557-558, 562; VII, 87; Câhiz, Kitâbü’l-Ĥayevân, I, 90-91; III, 209; Buhârî, et-Târîħu’l-kebîr, IV, 327; İbn Ebû Hâtim, el-Cerĥ ve’t-taǾdîl, IV, 455; İbn Hibbân, eŝ-Ŝiķāt, III, 194-195; Taberânî, el-MuǾcemü’l-kebîr (nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî), Beyrut 1405/1985, VIII, 73-74; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd), s. 102; İbn Abdülber, el-İstîǾâb (Bicâvî), II, 735-736; İbn Hazm, Esmâǿü’ś-śaĥâbeti’r-ruvât (nşr. Seyyid Kisrevî Hasan), Beyrut 1412/1992, s. 210; Ebû Ubeyd el-Bekrî, Faślü’l-maķāl (nşr. İhsan Abbas - Abdülmecîd Âbidîn), Beyrut 1391/1971, s. 388-389; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), II, 391; İbn Hacer, el-İśâbe (Bicâvî), III, 408-411; a.mlf., TaǾcîlü’l-menfaǾa, Beyrut, ts. (Dârü’l-kitâbi’l-Arabî), s. 183-184; Süyûtî, Ĥüsnü’l-muĥâđara (nşr. Halîl el-Mansûr), Beyrut 1418/1997, I, 168; Sezgin, GAS, I, 261; Tecrid Tercemesi, I, 61-62; Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi (trc. Salih Tuğ), İstanbul 1991, I, 401; Mustafa Fayda, “Ensâb”, DİA, XI, 246-247.

Mehmet Efendioğlu