SUGŪR

(الثغور)

İslâm devletlerinin gayri müslim devletlerle sınır teşkil eden müstahkem şehir ve kalelerin bulunduğu uç bölgeleri.

Sözlükte “geçit, düşman saldırısına açık yer, sınır” gibi anlamlara gelen sagr kelimesinin çoğulu olan sugūr, dârülislâm adı verilen İslâm ülkesiyle dârülharp denilen gayri müslim ülkeleri birbirinden ayıran sınır bölgelerine ve geçiş noktalarına verilen addır. Sugūr, daha ziyade Anadolu’nun güneyindeki Arap-Bizans sınır bölgesini ve Endülüs’te İslâm devletiyle kuzeydeki hıristiyan krallıklar arasındaki bölgeyi ifade etmek için kullanılmıştır. Bazan da Mısır, Kafkasya ve Orta Asya gibi bölgelerde yer alan, buradaki çeşitli kavim ve topluluklara karşı tahkim edilen şehirleri belirtmektedir. Meselâ Ĥudûdü’l-Ǿâlem’de (s. 133, 144, 152) Dihistân’ın Oğuzlar’a, Tiflis’in Gürcüler’e ve Asvan’ın Nübyeliler’e karşı birer kale görevi yaptığı anlatılırken sagr kelimesine yer verilmektedir. Denizden gelmesi muhtemel düşman saldırılarına karşı açık olan müslümanlara ait sahil şehirleri için de sagr kelimesi kullanılmıştır. Ebû Muhammed Abdullah Tayyib b. Abdullah’ın Aden tarihine dair eserine Târîħu Ŝaġri ǾAden adını vermesi bunun örneklerindendir. Kudâme b. Ca‘fer, İslâm topraklarının sınırlarından bahsederken Suriye, Filistin ve Mısır’da yer alan sahil şehirlerini “es-Sugūrü’l-bahriyye” başlığı altında zikreder (el-Ħarâc, s. 255).

Hz. Ömer zamanında Suriye ve el-Cezîre’nin fethinden sonra İslâm devletinin sınırları Toroslar’a dayanmış, Toroslar İslâm devletiyle Bizans arasında tabii bir engel teşkil etmişti. Bizans İmparatoru Herakleios, sınır bölgelerinde yaşayan halkı İslâm ordularının tehdit ve saldırılarından korumak amacıyla iç kısımlara çekerek geniş bir sahayı boş bırakmıştır. Bizans kaynaklarında Ta Stomia adıyla kaydedilen, müslümanların “davâhî” (dış bölge) veya “davâhi’r-Rûm” adını verdikleri bu saha Emevîler zamanında iskân edilmeye ve müstahkem yerler kurulmaya başlanmıştır. Askerî maksatlarla özel olarak tahkim edilen bu bölgeye Sugūr denilmekteydi. Tarsus’tan başlayarak Adana-Misis (Massîsa)-Maraş-Malatya hattını takip ederek doğuya doğru Fırat’a kadar uzanan bölge iki kısma ayrılıyordu: Merkezi Maraş olan Sugūrüşşâm ve merkezi Malatya olan Sugūrülcezîre. İslâm-Bizans mücadelesinde önemli rol oynayan bu bölgede kurulan şehirler askerî yolların birleştiği noktalarda, geçitlerin girişlerinde yer alıyordu ve idarî bakımdan Suriye’deki Cündikınnesrîn’e bağlıydı. Cündikınnesrîn özellikle Abbâsî Halifesi Ebû Ca‘fer el-Mansûr döneminden itibaren çok büyümüştü. Bu sebeple Sugūr şehirleri yeniden tamir ve tahkim edilmeye başlanmıştı. 139’da (756-57) Sugūr ve el-Cezîre Valisi Abdülvehhâb b. İbrâhim, Mansûr’un emri üzerine Hasan b. Kahtabe et-Tâî ile birlikte Malatya’ya gitmiş, şehri tahkim ederek buraya Horasanlı askerler yerleştirmiştir. 141-142 (758-759) yıllarında Adana tahkim edilmiş ve Sâlih b. Ali b. Abdullah idaresinde şehre Horasanlı birlikler yerleştirilmiştir. Hârûnürreşîd, tahta çıktığı 170 (786-87) yılından itibaren sınır şehirlerini tahkim ettirdiği gibi Menbic, Dülûk, Ra‘bân, Kūrus, Antakya ve Tîzîn’i Kınnesrîn’den ayırıp Cündilavâsım veya kısaca Avâsım adıyla müstakil bir bölge haline getirmiş, burayı tamamen askerî teşkilâta bağlayarak müstahkem noktalarına savaş birlikleri yerleştirmiştir (Belâzürî, s. 180, 223; Taberî, VIII, 234; ayrıca bk. AVÂSIM). 171 (787) yılı yazında Hârûnürreşîd’in emriyle Bizans seferine çıkan Herseme b. A‘yen aynı zamanda Tarsus’un tahkimiyle de görevlendirilmişti. Herseme bu görevi Ebû Süleym Ferec el-Hâdım et-Türkî’ye vermiş, şehrin imarı tamamlanınca buraya çeşitli bölgelerden askerî birlikler getirilip yerleştirilmiştir. İlk grup Horasanlı 3000 kişiden oluşmaktaydı. 180’de (796) Aynizerbe tahkim edilmiş, 193-194 (809-810) yıllarında Adana imar ve tahkim edilerek askerî birlikler iskân edilmiştir. Bu görevi yerine getiren Ebû Süleym et-Türkî, Sugūr âmili olup Emîn döneminde de görevinde kalmıştır. Me’mûn 213’te (828) oğlu Abbas’ı el-Cezîre, Sugūr ve Avâsım valiliğine tayin etmiş, iki yıl sonra bizzat ordunun başında Bizans seferine çıkmıştır. 218’de (833) büyük bir orduyla çıktığı dördüncü ve son Bizans seferinde Pozantı’da vefat etmiştir. Müslümanlarla Bizans arasında birçok mücadeleye sahne olan Avâsım ve Sugūr bölgeleri, IV. (X.) yüzyılın ikinci yarısından itibaren Bizans’ın arka arkaya düzenlediği akınların hedefi olmuş, Adana, Misis ve Tarsus Bizans’ın eline geçmiştir (354/ 965). Hamdânî Hükümdarı Seyfüddevle, Bizans hücumlarını bir süre için durdurmuşsa da ölümünden sonra Bizans bölgede üstünlüğü ele geçirmiştir.

Sugūr’un Bizans sınırına en yakın bölgede yer alan müstahkem kale ve şehirleri, Avâsım’ın ise bu hattın güneyindeki müstahkem kale ve şehirler kuşağını ifade ettiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte İslâm kaynaklarında Sugūr idarî açıdan bazan müstakil bir bölge, bazan da Avâsım’a bağlı idarî bölge olarak kaydedilmektedir. İslâm coğrafyacılarından İstahrî, Sugūr şehirlerini Malatya, Hades, Maraş, Hârûniye, Kenîsetüssevdâ, Aynizerbe, Misis, Adana ve Tarsus şeklinde sıralayarak Sugūrüşşâm ile Sugūrülcezîre’yi birbirinden Lükâm (Amanos) dağının ayırdığını söyler. Malatya ile Maraş arasına Sugūrülcezîre denildiğini, fakat bu adlandırmanın coğrafî açıdan değil el-Cezîre’den çok sayıda insanın buralara gelip ribâtlarda kalması ve gazâlara iştirak etmesi sebebiyle verildiğini belirtir ve Sugūr’un idarî açıdan Suriye bölgesine bağlı olduğunu ilâve eder (Mesâlik, s. 55-56). İbn Havkal de aynı bilgileri verir (Śûretü’l-Ǿarż, s. 165, 168). Şeyhürrabve ed-Dımaşkī, Sugūrülcezîre’nin Malatya, Kemah, Samsat, el-Bîre, Hısnımansûr, Kal‘atürrûm, Hades ve Maraş’ı; Sugūrüşşâm’ın Tarsus, Adana, Misis, Hârûniye, Sîs ve Ayâs’ı içine aldığını kaydeder (Nuħbetü’d-dehr, s. 214). Kalkaşendî, Memlükler dönemindeki idarî merkezleri sıralarken Sugūr bölgesinden de bahsederek sekizinin Sugūr, Avâsım ve çevresinde (Malatya, Divriği, Darende, Elbistan, Ayas, Tarsus, Adana, Sirfendekâr ve Sîs), üçünün (el-Bîre, Kal‘atüca‘ber ve Urfa) el-Cezîre’de bulunduğunu belirtir (Śubĥu’l-aǾşâ, IV, 228-229).


İslâm devletiyle Bizans İmparatorluğu arasındaki sınır bölgelerini oluşturması bakımından Avâsım ve Sugūr, asırlarca devam eden İslâm-Bizans mücadelesine sahne olan en hareketli noktaların başında gelmekteydi. Sınır garnizonlarına yerleştirilen dâimî askerî birliklerin yanı sıra buraya gelip ribâtlarda kalan ve cihada katılan çok sayıda gönüllü mevcuttu. Hemen her yıl yapılan ve Anadolu içlerine kadar uzanan yaz ve kış seferleri buradan idare edilmekteydi. Öte yandan Bizans akınlarının ilk hedefini Sugūr ve Avâsım bölgesi teşkil ediyordu. Bu mücadeleler sırasında bölgedeki şehir ve kalelerin zaman zaman el değiştirdiği, bu arada tahrip edildiği, bazan da tamir, tahkim ve iskân edildiği görülmektedir. Sugūr bölgesi müslümanlarla Bizanslılar arasında çeşitli barış görüşmelerine de sahne olmakta, esir değişimi ve fidye antlaşmaları burada yapılmaktaydı. Mes‘ûdî, Abbâsîler devrinden itibaren müslümanlarla Bizans arasında özellikle Tarsus yakınındaki Lamos nehri kenarında yapılan esir değişimi ve ödenen fidyeler hakkında bilgi vermektedir (et-Tenbîh, s. 189-195). Avâsım ve Sugūr nüfus bakımından da çeşitlilik gösteriyordu. Müslüman Araplar’ın yanı sıra yerli hıristiyanlar, Hindistan menşeli Sayâbice ve Zutlar, özellikle Mansûr ve Hârûnürreşîd dönemlerinde yeniden tamir ve tahkim edilen Sugūr şehirlerine yerleştirilen çok sayıda Horasanlılar ve Türkler bu çeşitliliği göstermektedir. Bölgede ticarî ilişkiler de gerçekleşiyor ve buradan dikkate değer vergi geliri elde ediliyordu (von Sivers, XXV/1 [1982], s. 71-99).

Sugūr bölgesine mensup birçok âlim arasında bu bölgedeki gazâlara iştirak ettiği bilinen Kitâbü’s-Siyer müellifi Ebû İshak el-Fezârî, Ebû Ümeyye Muhammed b. İbrâhim b. Müslim el-Bağdâdî es-Sağrî, Ebü’l-Kāsım Yahyâ b. Abdülbâkī b. Yahyâ es-Sağrî ve Ebû Amr Osman b. Abdullah et-Tarsûsî zikredilebilir (Sem‘ânî, III, 131; ayrıca bk. Bonner, The Emergence of the Thughûr, s. 223-264). Ebû Amr Osman b. Abdullah et-Tarsûsî’nin Tarsus başta olmak üzere Sugūr bölgesi şehirlerine dair Siyerü’ŝ-Ŝuġūr adlı eserinin bir kısmı İbnü’l-Adîm’in Buġyetü’ŧ-ŧaleb’i içinde günümüze ulaşmış ve ayrı basımı yapılmıştır (bk. bibl.).

Endülüs’te İslâm devletiyle kuzeyde hıristiyan krallıklar arasındaki sınır bölgesini teşkil eden Sugūr üç bölgeye ayrılmaktaydı. Bu ayırımın ne zaman ortaya çıktığı bilinmemekle birlikte III. (IX.) yüzyılda var olduğu anlaşılmaktadır. Bunların en büyüğü, Endülüs’ün en kuzeyinde yer alan ve başşehir Kurtuba’ya (Cordoba) en uzak olanı Sağrüla‘lâ (Sağrülaksâ, Sağrülekber, Sağrüla‘zam) diye isimlendirilmekteydi. Berbitâniye, Veşka (Huesca), Tutîle (Tudela), Sarakusta (Saragossa), Lâride (Lerida), Kal‘atü Eyyûb ve Bârûşe ile Turtûşe’yi (Tortasa) içine alan bölgenin en büyük şehri Sarakusta olup Ümmüssagrila‘lâ olarak kaydedilmektedir. Turtûşe ve çevresine Sağrüşşarkī adı da verilmekteydi. Sağrüla‘lâ bölgesi bir taraftan hıristiyan krallıklarına karşı mücadelede saldırı ve savunma açısından önemli hizmet görürken diğer taraftan merkezden uzak olması dolayısıyla siyasî muhalifler ve isyancıların daha rahat hareket etmesine imkân sağlamış, bu sebeple bölge, Endülüs Emevî Devleti döneminde özellikle Sarakusta merkezli çok sayıda isyana sahne olmuştur. Tavâif-i mülûk devrinde bu bölgede Tücîbîler ve Hûdîler hüküm sürmüştür. Sarakusta’nın 512’de (1118) Murâbıt hâkimiyetinden Aragon Kralı I. Alfonso’nun eline geçmesinden sonra bölge hıristiyan hâkimiyetine girmiştir. Kaynaklarda Sağr veya Bilâdüssağr ifadesiyle genel olarak Sağrüla‘lâ kastedilmektedir. Diğer bir Sugūr bölgesi Sağrülednâ (Aşağı Sugūr) diye isimlendirilmekteydi. Burası, Mâride’den (Merida) batıya doğru Batalyevs’i içine alıp Atlas Okyanusu sahillerine uzanan bölgeyi kapsamaktaydı. İki bölge arasında yer alan ve Sağrülevsat denilen bölge ise Tuleytula (Toledo) ve çevresindeki şehirleri içine alıyordu. IV. (X.) yüzyılda III. Abdurrahman’ın kuzeydeki hıristiyan krallıklarıyla yürüttüğü mücadelede en hareketli dönemlerden birini yaşayan ve öteden beri yürütülen seferler için oldukça önem taşıyan Sugūr bölgesinin bu devirde daha ziyade Sağrüla‘lâ ve Sağrülednâ şeklinde ayrıldığı görülmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Belâzürî, Fütûĥu’l-büldân (nşr. Abdullah Enîs et-Tabbâ‘ - Ömer Enîs et-Tabbâ‘), Beyrut 1407/ 1987, s. 180, 223, 229-233; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), VIII, 234, 620, 623, 646, 650; ayrıca bk. İndeks; Kudâme b. Ca‘fer, el-Ħarâc (de Goeje), s. 252-255; Mes‘ûdî, et-Tenbîh, s. 189-195; İstahrî, Mesâlik (de Goeje), s. 55-56; İbn Havkal, Śûretü’l-Ǿarż, s. 165, 168; Ĥudûdü’l-Ǿâlem (Minorsky), s. 133, 143-144, 148-149, 152; Ebû Amr Osman b. Abdullah et-Tarsûsî, Beķāyâ Kitâbi Siyeri’ŝ-Ŝuġūr min ħilâli maħŧûŧati Buġyeti’ŧ-ŧaleb li’bni’l-ǾAdîm (nşr. Şâkir Mustafa), Dımaşk 1998; Sem‘ânî, el-Ensâb, III, 131; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân (Cündî), II, 93-95; İbn İzârî, el-Beyânü’l-muġrib, III, 5, 76, 94, 219, 221, 224; Şeyhürrabve ed-Dımaşkī, Nuħbetü’d-dehr fî Ǿacâǿibi’l-ber ve’l-baĥr (nşr. M. A. F. Mehren), St. Petersburg 1866, s. 214; Kalkaşendî, Śubĥu’l-aǾşâ, IV, 228-229; Makkarî, Nefĥu’ŧ-ŧîb, bk. İndeks; M. Canard, Histoire de la dynastie des H’amdânides de Jazîra et de Syrie, Paris 1951, s. 241 vd.; a.mlf., “al-ǾAwāśım”, EI² (İng.), I, 761-762; G. le Strange, The Lands of the Eastern Caliphate, London 1966, s. 127 vd.; E. Honigmann, Bizans Devletinin Doğu Sınırı (trc. Fikret Işıltan), İstanbul 1970, s. 36 vd.; a.mlf., “Sugûr”, İA, XI, 2; Hakkı Dursun Yıldız, İslâmiyet ve Türkler, İstanbul 1976, s. 57-61; a.mlf., “Avâsım”, DİA, IV, 111-112; M. D. Bonner, The Emergence of the Thughūr: The Arab-Byzantine Frontier in the Early Abbāsid Age (doktora tezi, 1987), Princeton University, s. 223-264, ayrıca bk. tür.yer.; a.mlf., “The Naming of the Frontier: Awāsim, Thughūr, and the Arab Geographers”, BSOAS, LVII/1 (1994), s. 17-24; M. Abdullah İnân, Devletü’l-İslâm fi’l-Endelüs, Kahire 1408/1988, I-VI, bk. İndeks; Abdurrahman M. Abdülganî, el-Ĥudûdü’l-Bîzanŧıyye el-İslâmiyye ve tanžîmâtüha’ŝ-Ŝaġriyye (40-339 h./660-950 m.), Küveyt 1410/ 1990; M. Fethî Osman, el-Ĥudûdü’l-İslâmiyye el-Bîzanŧıyye beyne’l-iĥtikâki’l-ĥarbî ve’l-ittiśâli’l-ĥađârî, Kahire, ts. (Dârü’l-kâtibi’l-Arabî), I-III, tür.yer.; J. F. Haldon - H. Kennedy, “The Arab-Byzantine Frontier in the Eighth and Ninth Centuries: Military Organisation and Society in the Borderlands”, Zbornik Radova Vizantološkog Instituta, XIX, Belgrade 1980, s. 79-116; Mustafa Ali el-Hayârî, “Ŧarsûs, Medînetü’ş-Şuġūri’ş-Şâmiyye: Dirâse fî Ǿumrâni müdüni’ş-Şuġūr”, Dirâsât, VIII/1, Amman 1981, s. 85-112; Peter von Sivers, “Taxes and Trade in the ‘Abbāsid Thughur, 750-962/133-351”, JESHO, XXV/1 (1982), s. 71-99; C. E. Bosworth, “The City of Tarsus and the Arab-Byzantine Frontiers in Early and Middle Abbāsid Times”, Oriens, XXXIII (1992), s. 268-286; a.mlf., “Abū ‘Amr ‘Uthmān al-Tarsūsi’s Siyar al-Thughūr and the Last Years of Arab Rule in Tarsus (fourth / tenth century)”, Graeco-Arabica, V, Athens 1993, s. 183-195; a.mlf. - J. D. Latham, “al-Thuҗћūr”, EI² (İng.), X, 446-449.

Casim Avcı