SUFRİYYE

(الصفريّة)

İlk Hâricî fırkalarından biri.

İsmini ağırlıklı anlayışa göre kurucusu Ziyâd b. Asfar’dan (bazı kaynaklarda Abdullah b. Saffâr veya Abdullah b. Asfar) alan fırka Asfariyye ve Ziyâdiyye diye de anılmıştır (Makrîzî, II, 354). Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî’ye göre Hâricîler’in ana fırkalarından biri olup Ezârika, Necedât ve İbâzıyye dışındaki bütün Hâricî alt fırkaları ondan türemiştir (Maķālât, s. 101). Hâricîler’in 64 (683) yılında çeşitli fırkalara ayrılması üzerine Ezârika’nın lideri Nâfi‘ b. Ezrak’ın Basra Hâricîleri’ne gönderdiği bir mektup İbn Saffâr ile İbn İbâz arasında ayrılığa yol açmış ve Sufriyye’nin fırkalaşmasını hızlandırmıştır. Bazı kaynaklarda Mirdâs b. Udeyye fırkanın ilk imamı olarak anılır (Bağdâdî, s. 72).

Sufriyye’nin giriştiği siyasî faaliyetleri üç gruba ayırmak mümkündür. Birincisi, ilk Sufrî liderleri olarak kabul edilen Sâlih b. Müserrah ile Şebîb b. Yezîd’in Haccâc b. Yûsuf es-Sekafî’nin Irak valiliği dönemindeki ayaklanması, ikincisi Emevîler’in son devrinde Kuzey Afrika’da gerçekleştirdikleri isyanlar, üçüncüsü de Abbâsîler devrindeki isyanlarıdır. Bu sonuncu faaliyetler neticesinde Kuzey Afrika’nın Sicilmâse şehrinde Midrârîler Devleti kuruldu (Eş‘arî, s. 75, 128). Sufriyye önce Sâlih’in, ardından Şebîb’in ölümüyle Irak bölgesindeki gücünü kaybederken Kuzey Afrika’da kuvvetlendi. Burada siyasî idarelerden uzakta bulunması ve mutedil görüşlere sahip olması sayesinde Berberîler arasında hızla yayılma imkânı buldu; kabile reislerinin ve ileri gelenlerin 122 (740) yılı civarında kendilerine katılmasıyla güç kazandı. Ebû Kurre’nin Tilimsân’da Sufrî liderliğini ele geçirmesi ve 125’te (743) “emîrü’l-mü’minîn” unvanıyla anılması da fırkayı biraz daha kuvvetlendirdi. Ebü’l-Kāsım’ın 140 (757) yılında Sufriyye’nin imamı olmasıyla birlikte birçok kabilenin kendilerine katılması sağlandı; nihayet Abbâsî idaresinden uzakta Midrârîler Devleti’nin temeli atıldı. Yine bu dönemde Sufriyye’ye mensup Berberîler, Tilimsân’da küçük bir devlet kurdular. Kuzey Afrika’da İbâzîler ve Sufrîler 153’te (770) Kayrevan’ı geri almak amacıyla birleştilerse de iki yıl sonra ağır bir yenilgi sonucu burayı kaybettiler.

Sufriyye’nin fikir ve uygulamaları Hâricî fırkalarının en mutedili olan İbâzıyye’ye daha yakındır. Onların bu konumu varlıklarını daha uzun bir müddet sürdürmelerini sağladı. İbn Hazm, kendi zamanında İbâzıyye ile Sufriyye’den başka Hâricî fırkası kalmadığını belirterek bu duruma dikkat çekmiştir (el-Faśl, IV, 190). Başlangıçtaki Sufriyye-İbâzıyye mücadelesine rağmen bazı Sufrîler zaman içinde İbâzıyye’nin görüşlerini benimsedi. Sufriyye mensuplarının küçük bir kısmının Kuzey Afrika’nın kırsal kesimlerinde günümüze kadar varlıklarını sürdürdüğü bilinmektedir. Fırka yaşadığı toplumun insanları üzerinde etkili olmuş ve tarih boyunca birçok bilgin ve hatip yetiştirmiştir. Bunlar arasında Ma‘mer b. Müsennâ, İmrân b. Hittân (Eş‘arî, s. 120), Sâlih b. Müserrah, Tırımmâh b. Hakîm ve Dahhâk b. Kays zikredilebilir. Sâlih b. Müserrah’ın görüşlerini kabul etmeyerek ondan ayrılanlar Râcia, Sufriyye’nin tekfir anlayışına daha toleranslı yaklaşanlar da Fazliyye adlı fırkaları oluşturmuşlardır.

Sufrîler’e ait günümüze ulaşan herhangi bir eser bilinmemektedir. İlgili kaynakların verdiği bilgilere göre Sufriyye’nin başlıca görüşleri şunlardır: 1. Kendi mezheplerinden olmayan müslümanlara karşı belirli bir süre savaş açmamak gerekir. Nitekim Şehristânî, bu zümrenin savaşa katılmayanları (kaade) -din ve itikad alanında kendilerine paralel bir çizgide bulunmaları halinde- tekfir etmediklerini belirtir (el-Milel, I, 137). 2. Sorgulamadan cezalandırmaya karşı çıkan Sufriyye, hem müşriklerin çocuklarının cehennemlik olmadığını savunmuş hem de onların sorgulamadan öldürülmesini reddetmiştir. 3. Takıyyenin amelde değil ancak sözde câiz olduğunu benimsemişlerdir. 4. Kendileriyle birlikte isyan ettikleri halde savaşa katılmayanları inanç birliğini korumaları şartıyla tekfir etmemişlerdir. 5. Had uygulamasını gerektirici bir suç işleyen ve kendisine zina, sirkat ve kazif gibi fiillerinden dolayı had uygulanan kimse sadece zâni, hırsız veya kāzif diye anılır; kâfir ve müşrik olarak nitelendirilmez. 6. Şartlara uygun bir imam seçilinceye kadar isyanın esas alınmasını benimsemekle birlikte onlara göre insanların başında mutlaka bir imamın bulunması şart değildir (bk. HÂRİCÎLER).

BİBLİYOGRAFYA:

Câhiz, el-Beyân ve’t-tebyîn, I, 54-60, 123, 325, 382; II, 420; III, 907; IV, 996; İbn Kuteybe, el-MaǾârif (Ukkâşe), s. 108, 399-400; Müberred, el-Kâmil (nşr. M. Ahmed Dâlî), Beyrut 1406/1986, III, 1077-1078, 1083, 1203, 1221; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), II, 517; V, 528, 565, 569, 613-614;


VI, 29, 139; VII, 103-109, 112-172; Eş‘arî, Maķālât (Ritter), s. 75-131; Ebü’l-Hüseyin el-Malatî, et-Tenbîh ve’r-red (nşr. S. Dedering), İstanbul 1936, s. 52, 135, 178-179; Abdülkāhir el-Bağdâdî, el-Farķ beyne’l-fıraķ (nşr. Muhammed Bedr), Kahire 1328/1910, s. 54-92, 263-265; İbn Hazm, el-Faśl, II, 113 vd.; IV, 188-192; Şehristânî, el-Milel (Kîlânî), I, 137; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, Leipzig 1973, I, 815 vd.; II, 484; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, IV, 214; V, 20-27; IX, 445; İbn Haldûn, el-Ǿİber (nşr. Halîl Şehhâte - Süheyl Zekkâr), Beyrut 1408, III, 182-184, 203; Makrîzî, el-Ħıŧaŧ, II, 354; W. Schwartz, Die Anfänge der Ibaditen in Nord-afrika, Wiesbaden 1983, s. 98, 276-278; Hüseyin Mûnis, Târîħu’l-Maġrib ve ĥađâretüh, Beyrut 1412/1992, I, 335-340; Adnan Demircan, Hâricîler’in Siyâsî Faaliyetleri, İstanbul 1996, s. 121-129, 195-210, 231-240; M. Şerefeddin Yaltkaya, “İslâm’da İlk Fikrî Hareketler ve Dinî Mezhepler: Havaric”, DİFM, sy. 14 (1930), s. 4-16; K. Lewinstein, “Making and Unmaking a Sect: The Heresiographers and the Sufriyya”, St.I, LXXVI (1992), s. 75-96; a.mlf., “Śufriyya”, EI² (İng.), IX, 766-769; M. Fierro, “al-Asfar”, St.I, LXXVII (1993), s. 169-181; Mehmet Dalkılıç, “Haricilerin ‘İtidal’ Arayışı ve Sufriyye”, İÜ İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sy. 12, İstanbul 2005, s. 19-50; G. Levi Della Vida, “Sufriye”, İA, X, 782.

Mehmet Dalkılıç