SOSYALİZM

Sosyalizm (Fr. socialisme), özel mülkiyetin ve gelir dağılımının, fertlerin sadece kendi menfaatlerini korumaları suretiyle veya kapitalizm şartlarında piyasa güçlerinin serbest işleyişi yoluyla belirlenmeyip toplumun denetimine bağlı tutulduğu toplumsal örgütlenme sistemine ve ideolojisine verilen addır. Özel mülkiyet, piyasa ekonomisi ve kâr esasına dayanan kapitalizme bir tepki olarak doğan sosyalizm sermaye sahipleriyle işçiler arasındaki eşitsizliği, servet ve refah farklarını ortadan kaldırma iddiasındadır. Sosyalizmde üretim araçlarının toplumun mülkiyetine geçmesi ve özel mülkiyet yerine kolektif mülkiyetin oluşturulması, toplumda sınıf farklılıklarının ortadan kaldırılması amaçlanmaktadır. Sosyalizmin savunduğu bazı fikirleri bütün düşünce tarihinde bulmak mümkünse de modern şekliyle sosyalizmi bunların ürünü saymak yanlıştır. Bununla birlikte sosyalist düşünceyi savunanlar kavramın kökenini Eflâtun’a kadar götürerek bütün hak aramalarını ve adalet isteklerini bu ideolojiye mal etmeye çalışmışlardır.

Siyasal bir ideoloji olarak sosyalizmin formüle edilmesi süreci, Fransa’da Napolyon döneminin sona erdiği 1815 yılı ile Karl Marx’ın Komünist Manifesto’sunu kaleme aldığı ve bütün Avrupa’da liberal-milliyetçi


devrimlerin yapıldığı 1848 yılı arasını kapsar. 1789 Fransız İhtilâli, Batı Avrupa’daki eski mutlakıyetçi rejimlerin yıkılarak liberal demokrasi ve endüstrileşme döneminin başlaması için önemli dönüm noktalarından birini oluşturdu. Bu süreç içinde belirleyici sosyal sınıf olarak burjuva aristokrat sınıfın yerini aldı, “toprağa bağlı kölelik” anlamına gelen serflik sisteminin ilga edilmesi sonucu çok sayıda köylü fabrikalarda çalışmak üzere şehirlere göç etti. Bu yeni dönemde işçilerin hayat ve çalışma şartları ise kölelik dönemindekinden daha iyi değildi. Fransız İhtilâli ve sanayi devrimi neticesinde siyaset ve endüstri alanında gerçekleştirilen reformlar Avrupa’da yeni bir sosyal, siyasal ve ekonomik sistem ortaya çıkardı. Kapitalist üretim tarzı işçi sınıfı için bir dizi adaletsizlik ve haksızlığı beraberinde getirdi; bu da işçi sınıfının örgütlü siyasî bir güç olarak meydana çıkmasına yol açtı.

Ortaya çıkış, yükseliş ve etkisini yitirme dönemlerinde sosyalizmin coğrafyaya göre gelişmesi farklı oldu. Sosyalizmin İngiltere’deki gelişmesi sanayi devriminin yarattığı sosyal ve ekonomik sonuçlara dayalı olup genelde işçi kitlelerine göre şekillendi. Kıta Avrupası’nda ise toplumun genel meselelerine uygulanacak düşüncelerin geliştirilmesi şeklinde ortaya çıktı. İngiliz sosyalizmi ekonomik sorunlara yönelen pratik bir çözüm karakteri taşırken Fransız sosyalizmi hürriyet, adalet, eşitlik, demokrasi gibi ihtilâlin getirdiği ideal kavramlar etrafında şekillendi; sanayileşme ve hızlı sosyal değişmenin bozduğu değerlere yeniden dönme idealini dile getirdi. Sosyalizmin öncüsü kabul edilen Fransız yazarları Henri de Saint Simon (ö. 1825) ve Charles Fourier’nin (ö. 1837) fikirleri ütopik olarak görülmekle birlikte sonraki sosyalistleri de büyük ölçüde etkiledi. Robert Owen de (ö. 1858) bu fikrin İngiltere’deki öncülüğünü yaptı. Sosyalist düşünce tarihinin önemli şahsiyetlerinin başında gelen Karl Marx klasik Alman felsefesini, Fransız sosyalizmini ve İngiliz siyasal düşüncesini bir araya getirerek kendi sosyalizm anlayışını oluşturdu. Önceki sosyalist düşünceleri hayalci (ütopist) diye niteleyen Marx’ın, arkadaşı Friedrich Engels’le birlikte “Hegel’in felsefesini düzelterek” ortaya koydukları sosyalizme bilimsel sosyalizm adı verilir. Anılan düşünürlerin tarihî maddecilik ve diyalektik teorisine dayanan bu teoride üretim araçlarının kamu mülkü olduğu ve tarihsel olarak kapitalizmden sonra kaçınılmaz şekilde sosyalizmin geleceği iddia edilmekte, bilimsel sosyalizmin, toplumsal gelişmeyi belirleyen objektif yasalarının bilinip tanınmasına dayanan bir düzen olup insanlığın en mutlu aşaması olan komünizme geçişin son evresini temsil ettiği savunulmaktadır.

Avrupa’da ilk sosyalist partiler 1860’lı yıllarda kuruldu. Üretim araçlarını kamulaştırma ve sınıfsız bir toplum ortaya çıkarma isteğinde birleşen bu partiler amaca ulaşmada izlenecek metot ve devrimden sonra devletin varlığı gibi konularda birbirinden ayrılır. İhtilâlci sosyalistlere göre iktidar ancak şiddet yoluyla alınır ve ardından proletarya diktatörlüğü kurulur. Reformcu sosyalistlere göre ise sosyalistlerin iktidara gelmesi için meşrû yollar açıktır. Bazısına göre zenginliklerin kişiler arasında yeteneğe göre dağıtılacağı sosyalist ülkede devlet yerinde kalacak, bazısına göre sosyalist devlet devrimin sadece ilk evresi olacak, ikinci evrede ise zenginliklerin kişiler arasında ihtiyaca göre dağıtılacağı komünist toplumu gerçekleştirmek için devlet yavaş yavaş kaldırılacaktır. Sosyalistlerin Paris’teki başarısız ihtilâl girişimi (1871), Marx’ın sosyalizme giden tek yolun spontane ve isyancı bir devrim olduğuna dair görüşlerini gözden geçirmesine ve gelişmiş demokratik siyasî sisteme sahip toplumlarda barışçı bir şekilde sosyalizme geçişin mümkün olduğu fikrini benimsemesine yol açtı. Marx’ın felsefesindeki bu çelişki, sonraki komünistler ve sosyal demokratlara devrim süreci konusundaki görüş farklılıklarını meşrulaştırma fırsatı verdi.

Dünyadaki ilk sosyalist devrim 1917’de Vladimir Ilyich Lenin liderliğinde Rusya’da gerçekleşti. Bu devrimden sonra Bolşevikler’in 1919’da III. Enternasyonal’i (Komünist Enternasyonal / Komintern) kurmaları ve kısa sürede kontrollerine geçirmeleri, üyelik için katı kurallar dayatmaları sosyalistlerle komünistleri birbirinden iyice uzaklaştırdı. Almanya’da nasyonal sosyalizmin, İtalya’da faşizmin iktidara gelmesi de III. Enternasyonel’i olumsuz etkiledi. İhtilâlci Marksist-Leninist çizgi Avrupa’da fazla rağbet görmedi. II. Dünya Savaşı’ndan sonra sosyalizm her ne kadar kendi içinde bölünmüşlüğünü sürdürdüyse de Doğu Avrupa ülkelerinde, Uzakdoğu’da, Latin Amerika’da ve pek çok üçüncü dünya ülkesinde iktidara gelme imkânı buldu. Çin Halk Cumhuriyeti’nin komünistleşmesi, sosyalizmin uluslararası gelişmesinde önemli rol oynamakla birlikte Sovyetler Birliği ile çatışma noktasına gelmesi sosyalizmi yeni bir bölünme ile karşı karşıya getirdi. Doğu Avrupa ülkelerindeki sosyalizm uygulaması Sovyetler’in denetiminde kalırken Batı Avrupa’daki sosyalist partiler Marx’ın ihtilâlci sosyalist çizgisinden uzaklaşarak demokratik yöntemleri benimsediler.

XX. yüzyıl, toplumsal bir teori olarak sosyalizmin siyasal pratiğe dökülüp uygulanmaya çalışıldığı bir dönem oldu. Toplumsal denetimin tanımına ve uygulanma şekline bağlı olarak ütopik sosyalizm, bilimsel sosyalizm, ihtilâlci sosyalizm, reformcu sosyalizm, liberal sosyalizm, demokratik sosyalizm gibi birbirinden farklı çok sayıda sosyalizm anlayışı gelişti. Ayrıca ırk, din ve coğrafyaya bağlı sosyalizm türleri ve uygulamaları ortaya çıktı: Arap sosyalizmi, Afrika sosyalizmi, İslâm sosyalizmi, hıristiyan sosyalizmi gibi. Hitler’in ve onun günümüzdeki takipçilerinin ideolojisine de nasyonal sosyalizm denmektedir. Sosyalist-komünist rejimlerin hemen hepsi 1980’li yılların sonunda birbiri ardına dağılarak tasfiye oldu. Bunda, sosyalizmin toplumsal beklentilere cevap verememesinin yanında sosyalist-komünist rejimlerin insanları bir arada tutacak mânevî esasları yok etmesi ve insanları totaliter bir siyasî rejimin memurları haline getirip ahlâkî bir özne olmaktan çıkarması da önemli rol oynadı.

İslâm Ülkeleri ve Sosyalizm. Sosyalizm teriminin karşılığı olarak Arapça’da iştirâk (karışmak, ortak olmak) masdarından iştirâkiyye kelimesi türetildi. Lübnanlı ansiklopedist Butrus el-Bustânî 1871’deki Paris komünü için iştirak kelimesini, sosyalist parti için “hizbü’l-iştirâki’l-âm fi’l-mâl ve’l-emlâk” ifadesini kullandı. İştirâkiyye kavramı sosyalizmin karşılığı olarak 1890’lı yıllarda el-Muķteŧaf ve el-Hilâl dergilerinde çıkan makalelerle Cemâleddîn-i Efgānî’nin 1892-1897 yıllarında yazdığı yazılardan sonra tanındı (Hanna, LVII/ 1 [1967], s. 24; Wahba, X [1990], s. 51 vd.). Fakat dönemin konuyla ilgili yazıları incelendiğinde başlangıçta bir kavram kargaşası yaşandığı anlaşılmaktadır. Bu çerçevede sosyalizm kelimesinin Arapça karşılığı olarak bazan ictimâiyye tercih edilirken iştirâkiyye de komünizmi ifade etmek için kullanıldı (Aliyyüddin Hilâl, s. 51-54). Daha sonra komünizm karşılığı olarak şüyûiyye yerleşti. Türkçe’de ise XX. yüzyıl başlarından itibaren sosyalizm terimi kullanıldı. Fakat İslâm ülkelerinin çoğunda komünizmin yasaklanması ve yasalarda bu siyasî akımı benimseme, övme vb. fiiller hakkında ağır ceza hükümlerinin yer alması sonucu sosyalizm / sosyalist kelimeleri


bazan komünizm / komünist kelimelerine paravan olarak kullanıldı.

Osmanlılar’da ve Türkiye’de Sosyalist Düşüncenin Gelişmesi. Bir İngiliz seyyahın 1848’de İzmit Valisi Osman Bey’in kendisine Paris’te yeni neşredilen sosyalist bir bildiri gösterdiğini şaşırarak ifade etmesinden (Farlane, II, 430) hareketle Osmanlı siyasetçi ve aydınlarının bütün Avrupa’yı etkisi altına alan 1848-1849 devrimlerini yakından takip ederken sosyalist fikirlerle de tanışmış oldukları söylenebilir.

1871’deki Paris komünü hakkında İstanbul, Kahire ve Lübnan’da yayımlanan gazete ve dergilerde haberler çıktığı gözlenir. Bu komüne katılan Mehmed, Nûri ve Reşad adlı üç Türk yurda döndükten sonra gözlemlerini kaleme aldılar (aş. bk.). XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın başlarında sosyalist fikirler Osmanlı Devleti’nin çeşitli bölgelerinde yaşayan azınlıklar arasında yayılmaya başladı. Bunda Avrupa’dan ve Rusya’dan gelen yahudi göçmenlerin de etkisi vardı. Osmanlılar’da sosyalistlerin ilk teşkilâtlandıkları yer Selânik oldu. 1908 Meclis-i Meb‘ûsânı’na merkezi Selânik’te bulunan Federal Halk Partisi temsilcileri olarak katılan milletvekillerinden Dimitri Vlahof ve Zohrap efendiler kendilerinin sosyalist olduklarını söyleyen ilk kişiler arasında yer alır. “İştirakçi” lakabıyla tanınan Hüseyin Hilmi de ihtilâlden hemen sonra İstanbul’da İştirâk dergisini çıkarmaya başladı. Bu dergi etrafında toplananlar Eylül 1910’da Osmanlı Sosyalist Fırkası’nı kurdular ve sürekli İttihat ve Terakkî’nin baskısı altında kaldılar. Refik Nevzat 1911’de bu partinin Paris şubesini açtı. 1913’te Ocak ayındaki Bâbıâli Baskını’ndan ve haziranda Sadrazam Mahmud Şevket Paşa’nın öldürülmesinden sonra Hüseyin Hilmi Anadolu’ya sürüldü. I. Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı Devleti’nde radikal sosyalizmin önde gelen savunucusu, bir süre İttihat ve Terakkî’nin danışmanlığını da yapan Rus yahudilerinden Parvus lakaplı Alexander Israel Helphand oldu. Parvus, millî bir burjuvazinin doğmasını sosyalizmin ön şartı saydığından İttihatçılar’ın millî iktisat oluşturma gayretlerini destekliyordu. 1917 Bolşevik İhtilâli, Türkiye’de sosyalizm yanlısı düşüncelerin cazip hale gelmesinde etkili oldu. İhtilâlin önderlerinden Tatar asıllı müslüman Mîr Said Sultan Galiyev de önceleri etkin bir şekilde “sosyalist turan” düşüncesinin Asya’daki Türkler ve müslümanlar arasında yayılması için çaba gösterdi. Fakat sonradan proletarya diktatörlüğünün sömürge altındaki halklara bir fayda getirmeyeceği fikrine vardı. 1923’te Rus Komünist Partisi’nden çıkarıldı ve daha sonra Stalin rejimi tarafından idam edildi.

İstanbul’da 1918’de mütarekenin yapılması sosyalistler açısından bir hareketliliği beraberinde getirdi. Hüseyin Hilmi, İngiliz işgali altındaki İstanbul’a dönerek 1919’da Türkiye Sosyalist Fırkası’nı kurdu ve İdrak gazetesini neşretmeye başladı. I. Dünya Savaşı’nın ardından ortaya çıkan bazı Türk sosyalistleri, Berlin’de Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası’nı kurarak Kurtuluş dergisini neşrettiler. Türkiye’ye döndüklerinde de aynı isimle bir parti kurdular. Şefik Hüsnü (Değmer) onlara katılarak Türkiye’deki Moskova yanlısı ilk Marksist partinin kurulmasında etkin rol aldı. Kurtuluş dergisinin Mart 1920’de kapatılmasından sonra 1921-1925 arasında Aydınlık dergisi neşredildi. Millî Mücadele sırasında Anadolu’da çeşitli isimler altında bazı sosyalist hareketler ortaya çıktı. 1920 yılında kurulan Yeşil Ordu Cemiyeti, Bolşeviklik’le İslâmiyet’i bağdaştıran bir nizamnâme hazırladı. Çerkez Ethem Seyyâre-i Yeni Dünya, Yunus Nadi de Anadolu’da Yeni Gün isimli gazeteleri çıkararak sosyalist ve İslâmcı görüşlerin karışımından oluşan yayınlar yapıyorlardı. Ekim 1920’de Türkiye Komünist Partisi, Aralık 1920’de Türkiye Halk İştirâkiyun Fırkası kuruldu. Bu partinin ileri gelenleri aynı zamanda Moskova’ya bağlı gizli Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyeleriydi. Türkiye Komünist Partisi İdil-Ural, Kırım, Türkistan ve Azerbaycan’da da teşkilâtlanmak için büyük gayret sarfediyordu. Türkiye Komünist Partisi’nin lideri olan eski İttihatçılar’dan Mustafa Suphi 1914’te Rusya’ya kaçtı, Ocak 1921’de Türkiye’ye dönüşünde arkadaşlarıyla birlikte öldürüldü.

Cumhuriyet’in ilânından sonra kurulan Cumhuriyet Halk Fırkası’nın tek başına siyasî hayata hâkim olmasıyla sosyalist hareketler bir durgunluk devri yaşadı. Mart 1925’te çıkarılan Takrîr-i Sükûn Kanunu ile hükümetin bütün muhalefeti yasaklamasının ardından bazı komünist hareketler faaliyetlerine Türkiye dışında ve yer altında devam etti. 1920’li ve 1930’lu yıllarda büyük ölçüde komintern etkisi altında gelişen Türkiye’deki sosyalist hareketin kısmen bunun dışına çıkmak için çaba gösterdiği görülür. 1932’de neşredilmeye başlanan Kadro dergisi etrafında oluşan ve aynı adı taşıyan grup resmî ideolojiye yakınlaştıkları intibaını uyandırarak Türk milliyetçiliğini destekleyen bir görüntü kazandı ve bazı doktrinlerini o sırada tek parti konumunda olan Cumhuriyet Halk Fırkası’na kabul ettirme girişiminde bulundu. 1945’te çok partili döneme geçildikten sonra çeşitli isimler altında kurulan sosyalist-komünist eğilimli partiler ya sıkıyönetim tarafından kapatıldı ya da ilgisizlik yüzünden dağıldı. Gerek sosyalizmin halk tarafından ilgi görmemesi, gerekse sosyalist statüyle faaliyete geçen partilerin yargı ve diğer karar mercileri tarafından komünist statüsünde ele alınarak faaliyetten menedilmesi üzerine başlayan ikinci durgunluk dönemi 1960’a kadar sürdü.

1960 ihtilâli sosyalist-komünist hareketlerin gelişip yaygınlaşması için uygun bir zemin hazırladı. Özellikle 1961 anayasasının bazı hürriyetleri genişletmesi neticesinde çeşitli isimler altında örgütlenme imkânı buldular. Bu dönemde sol içerikli çok sayıda kitap ve dergi yayımlandı. Aralık 1961’den itibaren neşredilmeye başlanan Yön dergisi sosyalist aydınlar için bir platform oluşturdu. Sosyalist düşüncenin bu dönemde revaçta olmasında Türkiye’nin iç siyaseti kadar dışındaki olaylar da etkili oldu. Emperyalist güçlere karşı bağımsızlık mücadelesi veren ülkelerde bağımsızlık sonrasında sosyalizm devlet politikası haline getirilmiş, sosyal adaletin sağlanması için devletçi bir tavır sergilenmişti. 1970’li yıllara gelindiğinde sosyalist hareket kendi içinde bir bölünme yaşadı. Legal ve illegal çok sayıda örgüt çatısı altında toplanan taraftarlardan epeyce bir kısmı Türkiye’de sosyalist / komünist bir devrimin gerçekleşmesi için şiddet, silâhlı eylem ve darbe girişimi dahil her türlü yola başvurmaktan kaçınılmaması gerektiğine inanıyor ve buna yönelik eylemlerde bulunuyordu. 1980’den sonra bütün siyasî partiler kapatılırken sosyalist-komünist çizgideki partilerin de faaliyetlerine son verildi. 1982 anayasası sosyalist düşünce ve eğilimlere bağlı partilerin kurulmasına imkân tanımakla birlikte bunlar etkin bir halk hareketine dönüşemedi. 1980’li yılların sonunda sosyalist-komünist ülkelerde meydana gelen siyasal değişiklikler, özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılması Türkiye’deki sosyalist hareketleri de olumsuz etkiledi; çok sayıda sosyalist yazar ve düşünürün sonradan liberal bir tavrı benimsediği gözlendi.

Arap Dünyasında Sosyalizm. XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti’nin Arap eyaletlerinde yavaş yavaş sosyalist düşüncenin tutunmaya başladığı görülür. Suriye asıllı hıristiyan yazarların Beyrut ve Kahire’de çıkardıkları el-Muķteŧaf ile el-Hilâl dergilerinde sosyalizmi tanıtan ve eleştiren ilk yazılar yayımlandı


(bk. bibl.). Tanınan ilk sosyalistler Suriye kökenli hıristiyan doktor Şiblî Şümeyyil, Nikûlâ Haddâd, Emîn b. Fâris er-Reyhânî ve Ferah Antûn’dur. Bunlardan XX. yüzyıl başlarında Amerika’ya göç eden son üçü, 1910’da Ferah Antûn’un Kahire’deyken yayımladığı el-CâmiǾatü’l-ǾOŝmâniyye dergisini el-CâmiǾa adıyla günlük gazete halinde neşretmeye başladı. Bu gazete sosyalist Araplar tarafından yayımlanan ilk yayın organı olarak bilinmektedir. I. Dünya Savaşı yıllarında Mısır’da Selâme Mûsâ ve Mustafa Haseneyn el-Mansûrî sosyalist fikirleri savunan ilk kitapları neşrettiler (el-İştirâkiyye, Kahire 1913; Târîħu’l-meźâhibi’l-iştirâkiyye, Kahire 1915). Sosyalist fikirlerin yayılmasında İngiliz işgali altındaki Mısır’a göç ederek burada çalışan işçilerin ekonomik ve sosyal menfaatlerini korumak amacıyla sendikalar etrafında toplanmaları etkili olduğu kadar Rusya’daki Bolşevik İhtilâli ve III. Enternasyonal’in kuruluşu da önemli rol oynadı. İştirâkiyye, şüyûiyye ve ibâhiyye terimleri sosyalist-komünist fikirler arasındaki farklılıklara dikkat çekmek için kullanılmaya başlandı. Arap ülkeleri birbiri ardına Avrupalı devletlerin işgalinden kurtulurken buralardaki siyasî hareketlerde de canlanma görüldü. Mısır, Irak ve Lübnan’da ilk sosyalist-komünist partilerin kuruluşu 1920’li yılların başlarına rastlar. 1930’lu yıllarda Avrupa’da nasyonal sosyalist-faşist görüşlerin revaçta olmasına paralel biçimde Arap ülkelerinde de milliyetçi-sosyalist hareketler isimlerini duyurmaya başladı.

II. Dünya Savaşı’nın başlarında Arap düşünürleri arasında Arap sosyalizmi kavramı oluşturulmaya başlandı. 1940’lı yılların başlarında Suriye henüz Fransız işgali altındayken Mişel Eflâk ve Selâhaddin Bîtâr tarafından temelleri atılan Baas Partisi (Hizbü’l-Ba’si’l-Arabî) ideoloji açısından Arap sosyalizmini benimsedi. Birlik, özgürlük ve sosyalizm şeklinde ifade edilen Baas Partisi’nin sloganı ebedî misyonu olan bir tek Arap milleti oluşturmaktı. Buradaki birlik Arap milletinin birliğini, özgürlük emperyalizm ve siyonizmden özgür olmayı ve sosyalizm, karma ekonomi tarafından desteklenen devlet öncülüğündeki ekonomik kalkınmaya yönelik genel bir amacı ifade eder. Baasçılık tek bir Arap milleti olduğu, bunun önce Osmanlılar, daha sonra Avrupa ve Amerikan emperyalizmi ve siyonizm tarafından sunî şekilde bölündüğü tezine dayanan “panarap” milliyetçiliğinin bir çeşididir. Baas Partisi 1953’te Ekrem Havrânî’nin kurduğu Arap Sosyalist Partisi’yle birleşerek Hizbü’l-ba‘si’l-Arabî el-İştirâkī adını aldı. 1963’te Suriye’de askerî darbeyle yönetimi ele alan Baas Partisi’nin iktidarı halen devam etmektedir. Baasçılık Irak’a ilk defa 1951’de geldi. Aynı yıllarda komünizm de etkisini hissettirmeye başlamıştı. 1950’li yılların sonunda siyasetçiler Baasçı ve komünist olmak üzere iki kutba ayrıldı. 1963’te iktidara gelen Baasçılar kısa bir süre sonra uzaklaştırıldı. 1968’de yönetimi tekrar ele geçirdiler. Irak’taki Baas iktidarı, 2003 yılında Saddam Hüseyin’in Amerikan işgal güçleri tarafından devrilmesiyle sona erdi.

Mısır’da 1952’de krallığı yıkarak yönetimi devralan Hür Subaylar başlangıçtaki ideoloji boşluğunu zamanla Arap milliyetçiliğiyle iç içe olan bir Arap sosyalizmi ile doldurdular. Cemal Abdünnâsır’ın 1950’li yıllarda bazı alanlarda devletleştirmeyi tamamlamakla birlikte Mısır’da sosyalist bir sistem kurma çabaları 1960’lı yılların başlarında hız kazandı. En önemli devletleştirme kanunları 1961-1963 arasında çıkarıldı. Abdünnâsır hükümeti tarafından 1962’de yürürlüğe konan anayasa hükmündeki mîsâk (Mîsâku’l-ameli’l-vatanî) Arap sosyalizmi ideolojisinin en önemli belgesi olarak tarihe geçti. Belgede siyasal ve sosyal hürriyetin ikisi de gerçekleştirilmesi gereken eşit hedefler diye görülüyordu. Abdünnâsır döneminin en önemli siyasî hareketi olarak 1962’de kurulan Arap Sosyalist Birliği kısa sürede örgütlendi. Parti yönetimindekilerin Marksist çizgiye yakın kimseler olmasına rağmen Abdünnâsır hiçbir zaman komünist olduğunu söylemedi. Abdünnâsır’ın Marksizm-Leninizm’in din düşmanlığından yüz çevirmesi başta Ezher ulemâsı olmak üzere dindar kesimle anlaşabilmesi için bir zemin oluşturdu. Arap sosyalizmini tamamlayacak veya ona bir alternatif teşkil edecek şekilde bir İslâm sosyalizmi formüle edilmeye çalışıldı. Bu tür çalışmalar hükümetin yeni başlattığı bir dizi ekonomi politikasının meşrulaştırılmasında işe yaradı (Görgün, s. 179). Abdünnâsır’a nisbetle Nâsırcılık adını da alan Arap sosyalizmi kısa sürede pek çok Arap ülkesini etkisi altına aldı. Ancak Abdünnâsır’ın yerine geçen Enver Sedat selefinin uygulamalarından vazgeçti. Tek parti konumundaki Arap Sosyalist Birliği’ni kapatarak çok partili bir sisteme geçti. Ekonomide açılma politikaları çerçevesinde sosyalist sistemin yerini kapitalist sistem aldı.

Libya’da Muammer el-Kaddâfî, 1969’da bir darbeyle iktidarı ele geçirdikten sonra ilk etapta ideolojik babası yerine koyduğu Abdünnâsır’ın yolundan gitti. Daha sonra kendi teorisini oluşturma çabalarına girişerek bunları 1975’te üç ciltlik “Yeşil Kitap”ta yayımladı. Burada yer alan üçüncü enternasyonal teorisi (üçüncü yol) kapitalist ve komünist bloka karşı bütün dünyayı birleştirmeyi hedeflemekteydi. Kaddâfî, sosyal adaleti sağlamak ve sınıflar arası farklılıkları ortadan kaldırmak için sosyalist uygulamayı, grup ve parti sömürücülüğüne karşı parlamentoyu kaldırıp halk komiteleri aracılığıyla halk iktidarını kurmayı, uluslararası alanda barış içinde bir arada yaşama ilkesine bağlı kalarak bağımsızlık ve tarafsızlığı korumayı, bu yolda ilerlerken bilimin temelini oluşturan Kur’an’a uygun davranmayı öneriyor, teoriyi gerçekleştirecek gücün İslâm’ın gerçek koruyucusu olan Arap milletinin birliği tarafından sağlanacağına inanıyordu.

Fransız işgali altındaki Cezayir ve Tunus’taki sosyalizm önce Fransa’da eğitim gören yerli aydınlar arasında moda oldu. Cezayirli sosyalistler daha sonra Fransız işgaline karşı 1954’te oluşturulan Cebhetü’t-tahrîri’l-vatanî (Front de Libération Nationale [FLN]) içinde yer aldılar. Cezayir zorlu mücadelelerden sonra 1962’de bağımsızlığına kavuştu. Devlet başkanlığına getirilen Ahmed b. Bellâ, İslâm ve sosyalizmin bağdaşabileceğini belirterek bir dizi sosyalist uygulamayı başlattı. Cezayir sosyalizminde öne çıkan üç kavram İslâmiyet, milliyetçilik ve sosyalizm oldu. Bellâ’yı 1965’te bir askerî darbeyle deviren Hüvârî Bû Medyen, 1971’de sosyalist bir devrim gerçekleştirerek pek çok alanda devletleştirme yoluna gitmekle birlikte dindar kesimden büyük tepki gördü.

Tunus 1956’da Fransız işgalinden kurtulduktan sonra 1960’lı yıllarda sosyalist düzene geçti. Fransa’da eğitim görmüş olan Habîb Burgiba uzlaşmacı siyasetten vazgeçerek sosyalist düzenlemeler yaptı. Bu arada İslâm aleyhtarı bir yol izlemekten çekinmedi. Düstûr Partisi’nin adını Sosyalist Düstûr Partisi olarak değiştirdi. İslâm dünyasının en eski eğitim kurumlarından olan Zeytûne Üniversitesi başta olmak üzere dinî eğitim kurumlarını kapattı, kendisine muhalefet eden çok sayıda insanı hapsetti. 1950 ve 1960’lı yıllar boyunca Sudan ve Güney Yemen’de de sosyalist-komünist hareketler ortaya çıktı. Güney Yemen’de İngiliz işgal kuvvetlerinin 1967’de ülkeyi terketmesinden sonra Marksist bir rejim idareyi eline geçirdi. 1990’da Güney ve Kuzey Yemen’in birleşmesinden sonra komünistlerin buradaki iktidarı sona erdi.


1960’lı yıllarda işgalden kurtulan Arap ülkelerinde sosyalizmin yaygınlaşmasının arka planında çeşitli faktörler bulunmaktadır. Bunlar arasında sosyalizmin İslâmcı ve seküler aydınlar arasında bir tür moda haline gelmesi, yabancı siyaset ve siyasî fırsatçılık ilk sırada gelen sebepler diye sıralanabilir. Sovyetler Birliği’nin 1950’li yıllarda süper güç olarak dünya siyasetinde yer alması pek çok Arap liderinin dış politika konusunda Moskova’nın tesiri altında kalmasına yol açtı. Çift kutuplu dünyada Batılı devletlerin sömürge ve yeni sömürge dönemi işgal kuvvetleri olarak Asya ve Afrika’daki ülkelerden yeni çekilmiş olmaları, bu ülkelerdeki siyasî tabakaların sosyalizme yönelmelerini hızlandıran başka bir sebep oldu. Ayrıca pek çok Arap lideri, sömürge altında ezilmiş ülkeleri ekonomik yönden ayağa kaldırmanın ve sosyal adaleti sağlamanın en hızlı yolunun devlet tarafından planlanıp yönetilen bir ekonomi olduğuna da inanmıştı. Fakat genellikle tek partinin hâkim olduğu yönetimler kısa sürede baskıcı rejimlere dönüştü. İçeride kendi halklarına karşı baskıcı bir tavır takınan sosyalist rejimler dış politikada Amerika ve Batı blokuna karşı sosyalist Doğu blokuyla bütünleşmeye çalıştı. Arap dünyasındaki bölünmüşlüğü ortadan kaldırmak için çeşitli gruplaşma denemelerine girişilmekle birlikte başarılı olunamadı. Suriye-Mısır (1958), Libya-Birleşik Mağrib (1969), Libya-Mısır-Sudan (1970), Libya-Suriye (1971) ve Libya-Mısır (1973) arasındaki birleşme çabaları buna örnek olarak gösterilebilir. Osmanlı sonrası İslâm dünyasının çeşitli bölgelerinde etkin olan sosyalizmin, sonuçta Batı karşıtı gibi görülmekle birlikte İslâm kültür ve medeniyetini etkisiz kılan bir modernleştirme ideolojisi şeklinde kullanıldığı söylenebilir. Fikrî olarak sosyalizme taraftar olanlar onu modernleştirme ideolojisi olarak kullanmayı, bir tür kalkınma stratejisine dönüştürmeyi umdular. Buna karşılık o güne kadarki sosyalist pratikleri takip edenler bu konuda daha dikkatli bir tavır sergilemeyi tercih ettiler.

Diğer İslâm Ülkelerinde Sosyalizm. Sosyalist-komünist fikirlerin Farsça konuşulan bölgelere girişi diğer İslâm coğrafyasıyla aynı döneme rastlar. İran’da 1906-1911 yılları arasında gerçekleşen anayasal devrim ve 1917 Bolşevik İhtilâli buradaki siyasî hayatı etkileyen en önemli faktörler oldu. XX. yüzyılın başlarında ilk sosyalist partinin (Fırka-i İctimâiyyûn-i Âmmiyyûn-i Îrân) kurulmasından sonra I. Dünya Savaşı sırasında Fırka-i Adâlet kuruldu. Fakat sosyalist-komünist hareket kendisini asıl 1942’de İngiliz-Rus işgali altındaki İran’da kurulan Tudeh Partisi’yle gösterdi. Tudeh Partisi, bundan sonra Ruslar’ın da yardımıyla İran siyasî hayatının en önemli faktörlerinden biri oldu. II. Dünya Savaşı’nın ardından Amerika Birleşik Devletleri’nin İran’daki nüfuzu ve askerî varlığının giderek güçlenmesi üzerine Tudeh Partisi ülkede şiddete başvurdu ve İran anarşiyle karşı karşıya kaldı. Bir Tudeh üyesinin 1949’da şaha suikast düzenlemesi üzerine parti kapatılarak ülkede sıkıyönetim ilân edildi. Tudeh Partisi bundan sonra yer altında faaliyet göstererek İran’ın siyasî hayatını etkilemeye devam etti. 1977-1979 yıllarında İran devriminin hazırlık aşamasında çeşitli isimler altında organize olan sosyalist-komünist hareketlerin de etkisi oldu. Fakat devrimden sonra ve özellikle 1990’lı yıllarda iç ve dış etkenlerle siyasî sahadaki etkilerini kaybettiler.

Afganistan’da Nisan 1978’de komünist rejimin iktidara geçmesi Sovyetler Birliği’nin Aralık 1979’da Afganistan’ı işgalini de beraberinde getirdi. Bundan sonra ülkede on yıl süren bir savaş dönemi yaşandı. Sovyet birliklerinin 1989’da mücahid gruplarına karşı yenilgiye uğrayarak çekilmesinden sonra komünist rejim de devrildi. Afgan savaşı Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde en önemli faktörlerden biri oldu. Fakat Afganistan’daki iç savaş ortamı işgal sonrası da devam etti. 11 Eylül 2001 olayının ardından idare Amerika Birleşik Devletleri’nin başını çektiği uluslararası güçlerin (İSAF) kontrolüne girdi.

Modern İslâm Düşüncesinde Sosyalizm ve Eleştirisi. Sosyalizmin Batı’da etkin bir ideoloji olarak ortaya çıkmaya başlamasından sonra müslüman düşünürler başlangıçta çekingen davranmakla birlikte XX. yüzyıl boyunca bu ideolojiyi ele alan çok sayıda eser kaleme aldılar. İslâm dünyasında Marksist-komünist-sosyalist düşünce genellikle din karşıtlığı açısından ele alındı ve reddiyeler yazıldı. Bunların bir kısmı Kur’ân-ı Kerîm ve hadislere dayanan kitap ve makale tarzında olup bazısı fetva niteliği taşımaktadır. Reddiyelerin diğer bir kısmı da bu ideolojinin savunduğu sosyal, siyasal, ekonomik ve felsefî fikirleri inceleyerek bunların İslâm’la bağdaşamayacağını ortaya koymayı amaçladı. Allah inancını reddetmesi, evlilik ve aile bağlarını tahrip etmesi, özel mülkiyete karşı çıkması, toplumu sınıflara bölerek aralarında mücadeleyi zorunlu görmesi, dolayısıyla toplumda huzursuzluk ve anarşi ortamı oluşturması açılarından sosyalizm eleştirildi. İlk kısımdaki reddiyeleri genelde din âlimleri kaleme aldı. Diğer bazı düşünür ve yazarlar ise Marksist-komünist düşünceyi eleştirirken bu ideolojiyi ortaya çıkaran siyasal, sosyal ve felsefî temellere indiler, sistemin kendi içinde yaşadığı çelişki ve tutarsızlıkları ortaya koymaya çalıştılar.

Osmanlı aydınları, 1865’lerde ilk defa Genç Osmanlılar cemiyetini kurdukları zaman Fransa’da ve Batı’da gelişen düşünce sistemlerini tanıma ihtiyacı hissettiler, sosyalizmi de o zaman tanıdılar. 1871’deki Paris komününe katılanlardan Reşad ve Nûri beyler Türkiye’ye döndükten sonra Nâmık Kemal’in İbret gazetesinde komün ve enternasyonali öven yazılar kaleme aldılar. Nâmık Kemal de Paris komününü ve Reşad Bey’i savunan yazılar yazdı. Fakat komün ve onun taraftarları Osmanlılar’da genel itibariyle büyük eleştiri aldı. Sadrazam Mehmed Emin Âlî Paşa 25 Temmuz 1871’de yayımladığı Emirnâme-i Sâmi’de onları tenkit etti (Cerrahoğlu [Kerim Sadi], Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı, s. 89). Komünist, sosyalist ve nihilist fikirleri İran’da ortaya çıkan Mezdekiyye ile karşılaştıran Cevdet Paşa’ya göre bunlar, ayrıntıda farklı görünseler de mülkiyette tasarruf hukukunu ve evlilik müessesesini kaldırdıkları için temelde birleşirler. Ona göre Haçlı seferleri sırasında hıristiyanlar Mezdekî fikirlerle tanışarak bunları Avrupa’ya taşıdılar (Cevdet Paşa’nın makalesinin metni için bk. a.g.e., s. 99-103). 1876 sonrasında Osmanlı aydınları tarafından sosyalizm-komünizm ayırımı yapılarak her ikisine karşı farklı tavırlar geliştirildiği görülür. Şemseddin Sâmi, 1876’da Tercüman-ı Şark’ta Alman Sosyalist Partisi’nin tüzüğünün ilân edildiği Gotha programının şeriata uygun olduğunu ifade eder. Ancak Kāmûs-ı Fransevî’nin dördüncü baskısında (İstanbul 1312) sosyalizmi “silk-i sakīm-i iştirâkıyyûn” diye tarif eder (Meriç, s. 161-162). Şemseddin Sâmi’nin bir süre mühürdarlığını yaptığı Sava Paşa da sosyalizmin İslâm’la bağdaşabileceğini ileri sürdü. Tanzimat ve Meşrutiyet döneminin önde gelen edebiyatçılarından Ahmed Mithat Efendi derinlemesine bilgi sahibi olmamakla birlikte materyalizm, nihilizm, anarşizm, sosyalizm, radikalizm gibi Batılı doktrinleri temeli dinsizliğe dayanan olumsuz “izm”ler oldukları gerekçesiyle eleştirir (Okay, s. 268-271).

Cemâleddîn-i Efgānî’nin düşüncesinde sosyalizm konusu çok açık değildir. Sosyalist (içtimâiyyûn), nihilist (ademiyyûn) ve komünist (iştirâkiyyûn) kavramlarını kullandığı er-Red Ǿale’d-dehriyyîn’de bu


öğretilerin dehrî olduğunu, görüntüde zayıf, miskin ve fakir kesimlerin haklarını savunduklarını iddia etmekle birlikte aslında kan döktüklerini, fitne ve fesat çıkardıklarını ileri sürer (s. 57-58). Mahzûmî Paşa’nın hazırladığı Ħâŧırât’ta ise Batı’da ortaya çıkan sosyalizmi dinî bir temeli olmadığı gerekçesiyle eleştirir ve buna alternatif olarak İslâm sosyalizmini ortaya koyar. Böylece Efgānî XX. yüzyılda çok tartışılan bir kavramın fikir babalığını yapar. İslâm sosyalizminin ilk defa Hulefâ-yi Râşidîn döneminde uygulandığını ileri süren Efgānî sahâbenin uygulamalarından örnekler verir. Ebû Zer el-Gıfârî’nin fikir ve davranışlarını bu bağlamda zikretmesi daha sonraki tartışmalar açısından yol gösterici bir nitelik kazanmıştır (Ħâŧırât, s. 177-190; Hanna, LVII/1 [1967], s. 24-32; aş. bk.). II. Meşrutiyet’in ilânıyla birlikte Selânik’te yayın hayatına başlayan İttihad ve Terakkî gazetesinin ilk sayısında “sosyalizm deta-devlet sosyalizmi” ile “komünizm deta-devlet komünizmi” ayırımı yapılarak ilkinin faydaları, ikincisinin kötülükleri sıralanır (Cerrahoğlu [Kerim Sadi], Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı, s. 176-180). Bu ayrıştırma ve yapılan değerlendirmeler ileriki yıllarda İslâm âleminde yapılan sosyalizm-komünizm ayırımının öncüsü olması açısından önemlidir.

1900’lü yılların başlarında sosyalist-komünist görüşlerin müslümanlar arasında dikkate değer bir şekilde tartışılıp yaygınlaşmaya başlaması üzerine ulemânın bu gelişmelere karşı tavır alma ihtiyacı hissettiği görülür. 1917 Bolşevik İhtilâli’nin müslümanlar arasında yankı bulmasından sonra buna karşı ilk fetvayı verenlerden biri Mısır Müftüsü Muhammed Bahît oldu. Bahît, 1919’da yayımladığı fetvada bolşevizmi bütün dinler gibi İslâm’ın hükümlerini de çiğnediği, Allah’ın yasakladıklarını, kan dökmeyi, başkalarının malını izinsiz ele geçirmeyi emrettiği, namus ve ırza saygısı olmadığı vb. gerekçelerle bu öğretileri kabul edenleri kâfir ilân etti (Görgün, s. 177). İsmail Hakkı İzmirli’nin de 1920’de benzer gerekçelerle sosyalizm ve komünizmi reddettiği görülür (el-Cevâbü’s-sedîd, s. 203). Emperyalizmi de doktriner sosyalizmi de tenkit eden Muhammed İkbal’e göre Marx’ın Das Kapital’inde hurafeler arasına gizlenmiş bazı hakikatler bulunmakla birlikte yazar midede eşitlik üzerinde ısrar etmekte, beyninde küfrü taşımaktadır. Emperyalizm de mide ve beden çevresinde yükselmektedir; ikisi de Allah’ı tanımaz, insanı aldatır (DİA, XXII, 21).

Seyyid Kutub ve Mevdûdî gibi İslâmî hareketin önde gelen pek çok fikir adamı, İslâm’ın sosyal adaletin tesisinde Batı ideolojilerinden alacağı herhangi bir şeyin olmadığı kanaatindedir. Mevdûdî’ye göre sosyalizm fakirlerin kininin ve muhtaçların intikamının bir neticesidir (İslâm ve Muasır Nizamlara Göre İktisat Prensipleri, s. 49). Sezai Karakoç da İslâm ve sosyalizmi bağdaştırmaya çalışanları eleştiren yazarlardandır. Karakoç’a göre İslâm sosyalizmi diye bir şey olamayacağı gibi sosyalizm ve liberalizm de ne bir ekonomik yapı şeması ne bir ekonomik sistem, hatta ne de bir ekonomik doktrindir. Tarih içinde oluşan İslâmî ekonomi sosyalizm, liberalizm, komünizm ve kapitalizmle açıklanamaz. Çünkü İslâm insanı ekonomiye değil ekonomiyi insana bağlamıştır. Karakoç ilk baskısı 1967’de yapılan İslâm Toplumunun Ekonomik Strüktürü adlı eserinde (s. 18-25) kapitalizm gibi sosyalizmin de bir süre denenip terkedileceğini söyler.

İslâm dünyasındaki ikinci bir grup düşünür de sosyalizm ve komünizm arasında bir ayırım yaparak buna göre tavır belirledi. Farklı coğrafyalardan çıkan Mustafa es-Sibâî, Nurettin Topçu ve Ali Şerîatî gibi fikir adamları sosyalist düşüncelerden istifadeyle müslüman toplumlarda sosyal adalet, mülkiyet vb. konuları tartıştılar. Mustafa es-Sibâî, fikir babalığını 1890’lı yıllarda Cemâleddîn-i Efgānî’nin yaptığı (Hanna, LVII/1 [1967], s. 24-32) İslâm sosyalizmi düşüncesini geliştirerek bu konudaki görüşlerini bir kitapta topladı (İştirâkiyyetü’l-İslâm, Dımaşk 1959). Burada komünizm, sosyalizm ve kapitalizm gibi kavramları inceledi. Sosyal güvenlik ve adaleti vurgulayan bir görüş olarak düşündüğü sosyalizmin insanî bir duygunun ürünü olduğunu ve bütün resullerin tebliğinde yeri bulunduğunu ileri sürdü. İslâm sosyalizmini İslâm akîdesinin bir parçası olarak gören Sibâî insan hak ve özgürlükleri, eşitlik, sosyal adalet gibi kavramlar üzerinde genişçe durur. Herkesin mülk edinme hakkını kabul etmekle birlikte mülkiyete kamu yararına sınır konulabileceğini, İslâm hukuku açısından bunun câiz olduğunu, hatta vakfın bir tür devletleştirme sayıldığını, komünizmin ise ruhu ve madde ötesini reddettiği için kabul edilebilir bir öğreti olmadığını ifade eder (İştirâkiyyetü’l-İslâm, s. 237-243). Şerîatî’ye göre ise Protestanlık, kapitalizm, Marksizm ve Faşizm, her ne kadar farklı yolları takip etseler de Batı denilen aynı evde yetişen ve aynı materyalizmden doğma kardeşlerdir (Man, Marxism and Islam, s. 43). Ezher rektörlerinden Mahmûd Şeltût, 1959’da neşrettiği fetvalarında komünizmi vahiy ve Tanrı’yı inkâr eden maddeci bir öğreti olduğu gerekçesiyle reddederken 1960’lı yıllarda İslâm sosyalizmini meşrulaştıracak makaleler kaleme aldı. Ezher Üniversitesi Rektörü Abdülhalîm Mahmûd, Haseneyn Muhammed Mahlûf, Muhammed el-Gazzâlî ve Yûsuf el-Kardâvî gibi âlimler ise sosyalizm ve komünizmin İslâm’la bağdaşamayacağını belirten fetvalar verdiler (Görgün, s. 182 vd.). Abbas Mahmûd el-Akkād, Marksizm-komünizmi hem teorik hem pratik açıdan eleştirir. “eş-ŞüyûǾiyye ve’l-ķavmiyye” başlıklı makalesinde komünistlerin sosyalizmlerini ilmî sosyalizm diye adlandırarak kendilerini evrenin ve maddenin esrarını bütün yönleriyle açıklayabilecek konumda gördüklerini, bunun ise bilimsel yönden mümkün olmadığını belirtir. Komünizmin uygulamalarını da eleştiren Akkād, Sovyetler Birliği’nde müslümanlara uygulanan çeşitli baskı ve zulümlere geniş bir şekilde değinir; uygulamaları anlatırken “komünist krallık, kızıl sömürgeciler” gibi tabirler kullanır (eş-ŞüyûǾiyye el-yevm, s. 35-60).

Bütün Arap dünyasında tenkit edildiği kadar pek çok taraftar da bulan İslâm sosyalizmi kavramı Türkiye’den cılız bir yankı buldu. Nurettin Topçu 1960 ve 1970’li yıllarda Fikir ve Sanatta Hareket dergisinde Sibâî’ninkinden farklı olsa da İslâm sosyalizmi, müslüman Anadolu sosyalizmi, ruhçu sosyalizm gibi terimler etrafında Anadolu milliyetçiliğine bağlı bir sosyalizm teorisi geliştirmeye çalıştı. Ona göre sosyalizm bir hak ve adalet davası olup İslâm’daki iktisadî sistem halkın bütün ihtiyaçlarını karşılayan, her ferdi iş ahlâkıyla seferber eden, ruhçu sosyalist bir sistemdir. Sefalet, işsizlik, haksızlık ve kurtuluşa götürecek bir otoritenin yokluğu ruhçu bir sosyalist düzene olan ihtiyacı gösterir. Topçu buna “Anadolu’nun bütün ruhuyla bağlanabileceği İslâm sosyalizmi” adını verir (Ahlak Nizamı, s. 164 vd., 169 vd.). Bu anlamda sosyalizmi ideal sistem sayarken komünizmi, özellikle de Rus komünizmini karşı durulması gereken bir doktrin olarak görür ve komünistleri felsefî ve hukukî açıdan eleştirir (a.g.e., s. 234-237).

Sosyalist-komünist fikirlerin müslüman toplumlarda yaygınlaşmasını isteyen bazı Marksist-sosyalist yazarlar da bu ideolojinin kökenlerini İslâm tarihinde göstermeye çalıştılar. Bu çizginin ilk isimlerinden Hüseyin Hilmi İştirâk dergisinde Şûrâ-yı Ümmet yazarı Alâeddin Cemil ile girdiği


polemikte sosyalizmi savunurken Kur’an ve hadislere dayanma ihtiyacını hissetti ve dinin emirlerini işçi davasına yardımcı olarak kullandı. Hüseyin Hilmi ayrıca zekâtı sosyalizmin pratiğe geçmiş bir şekli olarak ele aldı, tefecilik ve finans sermayesine çatarken de İslâmiyet’in antikapitalist cephesiyle birleşip şeriatın emrine uyarak işçileri birlikte hareket etmeye çağırdı (Cerrahoğlu, İslâmiyet, s. 4-6). İslâmiyet ve sosyalizmi bağdaştırmaya çalışan gayri müslim yazarlar da vardır. Filistin kökenli Marksist tarihçi Bendelî el-Cevzî ideolojik bir tarih okuması sonucu yazdığı eserinde İslâm tarihinde ortaya çıkan bazı fırkaların sosyalist olduğunu ileri sürdü (Min târîħi’l-ĥarekâti’l-fikriyye fi’l-İslâm, Beyrut 1928). Roger Garaudy müslüman olmadan önce yazdığı Sosyalizm ve İslâmiyet adlı eserinde sosyalist sisteme geçen İslâm ülkelerinde yaşayanların aslında kendilerine yabancı bir sistemi ithal etmediklerini, böyle bir şeyin esasen kendi kültürlerinde mevcut olduğunu göstermeye çalıştı. Eseri Türkçe’ye tercüme eden Doğan Avcıoğlu ve E. Tüfekçi önsözde sosyalizmin Türk-İslâm kültüründeki kökenlerini ortaya çıkarmak gerektiğinden bahsederler (s. 5-8). Sosyalizmi dinî ve tarihî olarak meşrulaştırmak isteyen Marksist yazarlar genellikle İslâm tarihinde ortaya çıkan bazı aşırı fırkaları ve isyan hareketlerini halk hareketi diye görüp sosyalizmin yerli öncüleri olarak gösterdiler. Özellikle din âlimi ve sûfî Şeyh Bedreddin Simâvî sosyalist hareketin öncüsü diye takdim edildi. Bu meşrulaştırma gayretlerine Mısır’da, özellikle Abdünnâsır’ın politikalarından vazgeçildiği yıllarda daha çok rastlanır. Roz el-Yûsuf dergisinin bu dönemde yayımlanan pek çok sayısı buna ayrılan yazılarla doludur (Görgün, s. 180-181). Konuyla ilgili çalışmaların bazılarında, bilhassa Batı literatüründe İslâm sosyalizmi ve Arap sosyalizmi ibareleri birbirinin yerine kullanılarak mevcut kavram kargaşasına bir yenisi daha eklenmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

J. W. Redhouse, “Socialism”, Lexicon of English and Turkish, London 1861, s. 695; M. Farlane, Turkey and its Destiny, London 1850, II, 430; İsmail Hakkı [İzmirli], el-Cevâbü’s-sedîd fî beyâni dîni’t-tevhîd, Ankara 1339-41, s. 200-206; Cemâleddin el-Efgānî, er-Red Ǿale’d-dehriyyîn (trc. Muhammed Abduh), Kahire 1354/1935; Muhammed el-Gazzâlî, el-İslâm ve’l-menâhicü’l-iştirâkiyye, Kahire 1951; Mustafa es-Sibâî, İştirâkiyyetü’l-İslâmiyye, Dımaşk 1379/1960; a.mlf., İslâm Sosyalizmi (trc. A. Niyazioğlu), İstanbul 1974; A. Cerrahoğlu [Kerim Sadi], İslâmiyet ve Osmanlı Sosyalistleri, İslâmiyet ve Yöncü Sosyalistler, İstanbul 1964; a.mlf., Türkiye’de Sosyalizmin Tarihine Katkı, İstanbul 1994, tür.yer.; Roger Garaudy, Sosyalizm ve İslâmiyet (trc. Doğan Avcıoğlu - E. Tüfekçi), İstanbul 1965, ayrıca bk. tercüme edenlerin önsözü, s. 5-8; M. Ma‘rûf ed-Devâlibî, Nažarât İslâmiyye fi’l-iştirâkiyyeti’ŝ-ŝevriyye, Beyrut 1965; Mete Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar: 1908-1925, Ankara 1967; a.mlf. - E. J. Zürcher, Osmanlı İmparatorluğu’nda Sosyalizm ve Milliyetçilik: 1876-1923, İstanbul 1995; Fethi Tevetoğlu, Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler (1910-1960), Ankara 1967; Mevdûdî, İslâm ve Muasır Nizamlara Göre İktisat Prensipleri (trc. İhsan Toksarı), İstanbul 1968, s. 49 vd.; Kemal H. Karpat, Political and Social Thought in the Contemporary Middle East, London 1968, tür.yer.; M. Beer, Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Tarihi (trc. Galip Üstün), İstanbul 1969, tür.yer.; Abbas Mahmûd el-Akkād, eş-ŞüyûǾiyye ve’l-insâniyye fî şerîǾati’l-İslâm, Beyrut, ts. (Dârü’l-kitâbi’l-Arabî); a.mlf., “eş-ŞüyûǾiyye ve’l-ķavmiyye”, eş-ŞüyûǾiyye el-yevm ve ġaden, Kahire, ts. (Mektebetü Mısr li’t-tıbâa), s. 35-60; Aliyyüddin Hilâl, et-Tecdîd fi’l-fikri’s-siyâsiyyi’l-Mıśriyyi’l-ĥadîŝ: Uśûlü’l-fikri’l-iştirâkiyye (1882-1922), Kahire 1975, tür.yer.; Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, İktisat Sosyolojisi Bakımından Sosyalizm, İstanbul 1976, I-II, tür.yer.; Abdülhalîm Mahmûd, Fetâvâ Ǿani’ş-şüyûǾiyye, Kahire 1976; a.mlf., Maķālât fi’l-İslâm ve’ş-şüyûǾiyye, Kahire 1976; a.mlf., Ebû Źer el-Ġıfârî ve’ş-şüyûǾiyye, Kahire 1976; Abdülmün‘im en-Nemr, İslâm lâ şüyûǾiyye, Kahire 1976; M. Bâşâ el-Mahzûmî, Ħâŧırât Cemâliddîn el-Efġānî el-Ĥüseynî, Beyrut 1980, s. 177-190; Abdülcelîl eş-Şelebî, eş-ŞüyûǾiyye ve’ş-şüyûǾiyyûn fî mîzâni’l-İslâm, Kahire 1986; Serol Teber, Paris Komünü’nde Üç Yurtsever Türk: Mehmet, Reşat ve Nuri Beyler, İstanbul 1986; Ali Shariati, Man, Marxism and Islam, [baskı yeri yok] 1987 (al-Hoda Publishers); Tareq Ismael - Rif’at el-Said, The Communist Movement in Egypt 1920-1988, New York 1990; Orhan Okay, Batı Medeniyeti Karşısında Ahmed Midhat Efendi, İstanbul 1991, s. 268-271; Marksist Düşünce Sözlüğü (trc. Mete Tunçay v.dğr.), İstanbul 1993, tür.yer.; Cemil Meriç, Sosyoloji Notları ve Konferanslar, İstanbul 1993, s. 161-163; Nurettin Topçu, Ahlak Nizamı, İstanbul 1997, s. 160-180, 227-304; a.mlf., “Sosyalizm Devrimizin Şeriatıdır”, İslâmiyat, V/2, Ankara 2002, s. 134-135; Hilal Görgün, Die Politische Rolle der Azhar in der Sadat-Ära (1970-1981), İstanbul 1998, s. 177-185; Sezai Karakoç, İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü, İstanbul 2003, s. 18-25; “Fesâdü meźhebi’l-iştirâkiyyîn”, el-Muķteŧaf, VI, Kahire 1307/1890, s. 361-364; “el-İştirâkiyyûn ve’l-fevżaviyyûn”, a.e., XI (1312/1894), s. 721-728; XII (1894), s. 801-808; “el-İştirâkiyyûn”, el-Hilâl, IX, Kahire 1900, s. 20-21; G. H. Gardner - Sami A. Hanna, “Islamic Socialism”, MW, LVI/2 (1966), s. 71-86; Sami A. Hanna, “Al-Afghānī: A Pioneer of Islamic Socialism”, a.e., LVII/1 (1967), s. 24-32; Tamara Sonn, “al-Jawzi’s Min Tarikh al-Harakat al-Fikriyyat fi’l-Islam: The Fist Marxist Interpretation of Islam”, IJMES, XVII/1 (1985), s. 89-107; Mourad Magdi Wahba, “The Meaning of Ishtirakiyah: Arab Perceptions of Socialism in the Nineteenth Century”, Alif: Journal of Comparative Poetics, özel sayı, X, Cairo 1990, s. 42-55; M. Nuri el-Amin, “The Role of International Communism in the Muslim World and in Egypt and the Sudan”, British Journal of Middle Eastern Studies, XXIII/1, London 1996, s. 29-53; Bustânî, DM, X, 227-231; G. S. Harris, “Iѕћtirākiyya”, EI² (İng.), IV, 123-125; P. J. Vatikiotis, “Iѕћtirākiyya”, a.e., IV, 125-126; J. Couland, “ShuyūǾiyya”, a.e., IX, 517-522; Ziba Moshaver, “ShuyūǾiyya”, a.e., IX, 522-524; D. Bell, “Socialism”, International Encyclopedia of the Social Sciences, New York 1968, XIV, 506-534; Mehmet S. Aydın, “İkbal, Muhammed”, DİA, XXII, 21; Cosroe Chaqueri, “Communism”, EIr., VI, 95-102; Sepehr Zabih, “Communism”, a.e., VI, 102-105; Torāb Haqšenās, “Communism”, a.e., VI, 105-112; Anthony Arnold, “Communism”, a.e., VI, 112-118; “Sosyalizm”, ABr., XIX, 532-536; P. Thomas, “Socialism”, International Encyclopedia of the Social and Behavioral Sciences, Amsterdam 2001, s. 14485-14488; F. Andreucci, “Socialism”, a.e., s. 14488-14492.

Hilal Görgün