SÎN

(س)

Arap alfabesinin on ikinci harfi.

Ebced tertibiyle Osmanlı ve Fars alfabelerinde on beşinci, Türk alfabesinde (se) yirmi ikinci harftir. Arap alfabesindeki sîn ile şîn Ârâmî “şîn”inden türemiş olup aynı şekle sahiptirler. Sadece “şîn”in dişleri üzerine konulan üç nokta ile (bazı itinalı kadîm el yazılarında “şîn”in dişleri üzerine çekilen bir şerit / tire veya dişlerin altına konan üç nokta) birbirinden ayrılırlar. Bu sebeple “şîn”e noktalı sîn (sîn-i mu‘ceme) denildiği gibi “sîn”e de noktasız sîn (sîn-i mühmele) adı verilmiştir. Fenike alfabesinde sîn “diş” anlamına gelir ve biçimi yan yana iki dişi simgeler. Seri yazım zarureti ve alfabeden alfabeye intikal sebebiyle harfin keskin hatları kaybolarak esnek ve kavisli biçime dönüşmüştür. Halîl b. Ahmed sîn kelimesinin “şişman adam” mânasında olduğunu söyler (el-Ĥurûf, s. 29). Doğu ebced tertibinde “sîn”in sayısal değeri 60, batı ebcedinde ise 300’dür. Arap alfabesindeki sîn hiçbir grafik değişikliğine uğramadan gelen ve devam eden yegâne Ârâmî harftir (semkes). Farsça’dan Arapça’ya geçen muarreb kelimelerdeki Fars “şîn”i Arap “sîn”i ile temsil edilmiştir: Şelvâr / şervâl → sirvâl (pantolon), venefşec → benefsec (menekşe), Şâbühr → Sâbûr (şahıs ismi) gibi. Daha yeni olan bazı iktibaslarda Fars “şîn”i yine Arap “şîn”i ile temsil edilmiştir, şâh → şâh gibi. Bunun tersine Arapça’dan Farsça’ya geçen kelimelerdeki “sîn”ler Fars “şîn”i ile temsil edilmiştir: asker → leşker gibi.

Arap dilinde aynı mahreci paylaşan sîn, sâd ve zây seslerine -ittifak edilen mahreci dil ucu olduğundan- “el-hurûfü’l-eseliyye” (dil ucu harfleri) denildiği gibi onlarda ortak ses niteliği ıslıklı olduğundan “hurûfü’s-safîr” adı da verilmiştir. Sîbeveyhi, bu üç sesin mahreç sahasını dil ucu ile ön dişlerin az üstü olarak belirlemiş, sâd sesini sîn sesinden ayıran tek şeyin sâd sesindeki kalınlık sıfatının olduğunu, zây sesinin de cehr sıfatıyla hems ve rihve sıfatlarına sahip olan sîn sesinden ayrıldığını belirtmiş, bu üç sesle ilgili olarak ıslıklı (safîr) sıfatından söz etmemiştir (el-Kitâb, IV, 433-436). Fonetik biliminin kurucusu olan İbn Cinnî de bu konuda Sîbeveyhi’ye uymuştur. Bu üç sesin ıslıklı özelliğinden ilk söz eden Müberred olmuş, ayrıca İbn Cinnî ve İbn Sînâ “sîn”in sıfatlarıyla ilgili olarak farklı görüşler belirtmiştir. Şimdiki zamanla gelecek zamana elverişli olan muzâri kalıbını gelecek zamana tahsis eden “sîn”e “istikbal, tahsîs, tenfîs ve tevsî‘ sîni” şeklinde isimler verilmiş olup muzârinin başına takılarak yakın gelecek zaman bildirir. Yine “istif‘âl” kalıbının “sîn”ine de mef‘ûlden bir işi yapmasını istemeyi bildirdiğinden “taleb sîni” ve mef‘ûlü bir hal ve sıfat üzere bulmayı ifade ettiğinden “vicdan sîni” denilmiştir: أستغفر الله (Allah’tan günahlarımı bağışlamasını isterim); أستحسن المقالة (Makaleyi güzel buluyorum) gibi.

Sesindeki ıslıklı özellik sebebiyle idgam ilişkisiyle bir başka harfe dönüşmemesi “sîn”de ve diğer ıslıklı harflerde genel ilke olmakla birlikte, Kur’an’da Ebû Amr’a nisbet edilen kıraatte “sîn”in sîn, zây ve “şîn”e, “şîn”in “sîn”e idgamıyla ilgili örneklere yer verilmiştir (Saymerî, II, 952). للنّاس سوَاءً للنّا سواءً (el-Hac 22/25), واذا النفوس زوّجت وإذا النفوزّ وّجت (et-Tekvîr 81/7), واشتعل الرأس شّيباً واشتعل الرّأشّيباً (Meryem 19/4), إلى ذى العرش سبيلاً إلَى ذَي العرسَّبيلاً (el-İsrâ 17/42). “Dâl”in ve “tâ”nın (ت) “sîn”e idgamı da câiz görülmüştür: قد سمع قسّمع (el-Mücâdile 58/1), لا يتسمّعون لا يسّمّعون (es-Sâffât 37/ 8). İbnü’s-Serrâc ile Saymerî, z → s (س ز), s → z (ز س), s → ş (ص س), ş → s (س ص), ź → s (س ذ), ž → s (س ظ), ŝ → s (س ث) şeklinde formüle edilebilecek Kur’an dışı bazı idgam örneklerine yer vermiştir (el-Uśûl, III, 424-426, 429, 431-432; et-Tebśıra, II, 951-952).

Sîn harfi başta sâd, şîn, zây, râ, tâ, ŝâ (ص، ش، ز، ر، ت، ث) olmak üzere birçok harfle lugavî ibdâl ilişkisine girerek sesdeş ve anlamdaş veya yakın anlamda birçok kelimenin oluşmasına imkân vermiştir: s → ş (ص س): ķasŧal → ķasŧal (toz), misķa‘ → misķa‘ (fasih ve beliğ hatip). s → ş (ش س): ġabes → ġabeş (karanlık), sedef → şedef (karanlık). t → s (ت س): tûs → sûs (güve, huy), mirtâ → mirsâ (gemi demiri). ŝ → s (س ث): meleş → meles (alaca karanlık), vaŧş → vaŧs (ayakkabıyla yere sert vurmak). r → s (س ر): ribaĥl → sibaĥl (iri), cerîm → cesîm (iri). z → s (س ز): ricz → rics (azâb), nezġ → nesġ (dürtmek) ... gibi (Ebü’t-Tayyib el-Lugavî, II, 154-219, ayrıca bk. tür.yer.). Kelimede خ، ط، ق، ع، غ gibi bir kalın harf bulunuyorsa


“sîn”in “sâd”a dönüşmesi işlektir. صُقتُ سُقتُ، صُلْخ سُلْخ(Sîbeveyhi, IV, 117, 129, 133, 478; İbnü’s-Serrâc, III, 431). Aslı “sids” olan “sitt” sayısında “dâl”in ve “sîn”in “tâ”ya (p) dönüşmesi şâz bir olgudur. “Sîn”deki sürekli, kesintisiz ve kaygan ıslıklı ses ilk harfi sîn sesi olan fiil köklerinde hareket, talep ve yayma, sonu sîn olanlarda gizlenme, istikrar, zayıflık ve incelik şeklinde özetlenebilecek anlam yansımalarına sebep olmuştur (Hasan Abbas, s. 110-114).

Sîn ve sâd sesleri sadece incelik-kalınlık yönünden birbirinden ayrılan çok yakın sesler olduğundan, bunları içeren kelimeler gerek halk çevrelerinde gerekse kültürlü kesimde iltibaslara yol açmış, bu amaçla bazı eserler telif edilmiştir. Meselâ İbn Keysân el-Farķ beyne’s-sîn ve’ś-śâd’ı kaleme almıştır (eserden bir parça TSMK, Koğuşlar, nr. 1096/41’de bulunmaktadır, vr. 256b-257b). Muhammed b. Ahmed el-Ensârî, et-Tebyîn ve’l-iķtiśâd fi’l-farķ beyne’s-sîn ve’ś-śâd adlı risâlesinde anlam değişikliğine uğramadan iki harfle de söylenen kelimeleri, her birine göre anlamı değişik kelimeleri ve yalnız sâd ile söylenen kelimeleri Kur’an ve hadisten zengin örneklerle açıklamıştır. Batalyevsî de Źikrü’l-farķ beyne’l-aĥrûfi’l-ħamse ve hiye’ž-žâǿ ve’đ-đâd ve’ź-źâl ve’ś-śâd ve’s-sîn (Æ £ ˜  ‡) adlı hacimli bir eser yazmıştır (nşr. Hamza Abdullah en-Neşretî, Riyad 1402/1982).

BİBLİYOGRAFYA:

Halîl b. Ahmed, el-Ĥurûf (nşr. Ramazan Abdüttevvâb), Kahire 1969, s. 29; Sîbeveyhi, el-Kitâb (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1403/1983, IV, 117, 129, 133, 433-436, 478-481, ayrıca bk. tür.yer.; İbnü’s-Serrâc, el-Uśûl (nşr. Abdülhüseyin el-Fetlî), Beyrut 1405/1985, III, 424-426, 429, 431-432; Müberred, el-Muķteđab (nşr. M. Abdülhâlik Uzeyme), Beyrut 1384/1964, I, 193, 225-226; Ebü’t-Tayyib el-Lugavî, Kitâbü’l-İbdâl (nşr. İzzeddin et-Tenûhî), Dımaşk 1379/1960, II, 154-219, ayrıca bk. tür.yer.; Saymerî, et-Tebśıra ve’t-teźkire (nşr. Fethî Ahmed Mustafa Aliyyüddin), Dımaşk 1402/1982, II, 951-952, 957; İbn Cinnî, Sırru śınâǾati’l-iǾrâb (nşr. Hasan Hindâvî), Dımaşk 1405/1985, I, 46, 47, 60, 62, 155-156, 199-205; II, 741-742; İbn Sînâ, Meħâricü’l-ĥurûf (nşr. ve trc. Pervîz Nâtil Hânlerî), Tahran 1333, s. 16-17, 22, 26, 39, 40, 43, 45; Mekkî b. Ebû Tâlib, er-RiǾâye (nşr. Ahmed Hasan Ferhât), Dımaşk 1394/ 1974, s. 185; Muhammed b. Ahmed el-Ensârî, et-Tebyîn ve’l-iķtiśâd fi’l-farķ beyne’s-sîn ve’ś-śâd (nşr. Ali Hüseyin el-Bevvâb, el-Mevrid, XV/1, Bağdad 1986 içinde), s. 97-180; Gānim Kaddûrî Hamed, ed-Dirâsâtü’ś-śavtiyye Ǿinde Ǿulemâǿi’t-tecvîd, Bağdad 1406/1986, s. 125, 314-316, ayrıca bk. tür.yer.; Hasan Abbas, Ħaśâǿiśü’l-ĥurûfi’l-ǾArabiyye ve meǾânîhâ, Dımaşk 1998, s. 110-114; F. C. de Blois, “Sīn et Shīn”, EI² (Fr.), IX, 639-640.

İsmail Durmuş