SİLSİLE

(السلسلة)

Bir tarikatın birbirine icâzet veren şeyhlerinin adlarını ihtiva eden liste.

“Birbirine bağlı, birbiriyle ilgili şeylerin ardarda veya yan yana dizilerek meydana getirdiği sıra, dizi; soy kütüğü, şecere; rütbe ve mevki yönünden bir sınıf içindeki derecelenme” gibi anlamlara gelen silsile kelimesi tasavvufta bir tarikatın birbirine icâzet veren şeyhlerinin isimlerini ihtiva eden liste anlamında kullanılmış, silsileyi oluşturan isimlerin yazılı olduğu belgeye silsilenâme veya tomâr denilmiştir. Bir tarikata veya çeşitli tarikatlara ait silsilelerdeki isimlerin geniş olarak anlatıldığı eserlere de bu adlar verilmiştir (meselâ Silsilenâme-i Celvetiyye, Tomâr-ı Turuk-ı Aliyye).

Tasavvufta tarikat silsilelerinin Hz. Peygamber ile başladığı kabul edilir.


Geç döneme ait bazı Sünnî tasavvuf kaynaklarında Resûl-i Ekrem’in ilk dört halifeden her birine zikir öğrettiği ve bu yolla dört ayrı tarikatın oluştuğu kaydedilmiştir (Harîrîzâde, I, vr. 8b). Bunlardan Hz. Ali ve Hz. Ebû Bekir ile devam eden silsilelerin zamanla yaygınlık kazandığı, Hz. Ali’den gelen silsilenin Aleviyye, Ebû Bekir’den gelenin ise Sıddîkıyye (Bekriyye) diye adlandırıldığı ifade edilir. Tarikat silsilelerine bakıldığında Hâcegân tarikatı ve Nakşibendiyye hariç diğerlerinin Hz. Ali’den geldiği görülmektedir.

Silsileler önceleri muhtemelen şifahî yolla aktarılmış, daha sonra köklü tarikatların kurulmaya başlandığı VI. (XII.) yüzyıldan itibaren yazıya geçirilmiştir. Hz. Ali’den gelen silsilelerin çoğunda Hasan-ı Basrî’nin (ö. 110/728) Hz. Ali’den (ö. 40/661) tasavvufî eğitim aldığı kaydedilmektedir. Ancak muteber kaynaklara göre onun Hz. Ali ile özel bir yakınlığı olmamıştır. Bu sebeple Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî silsilelerin başlangıcının tamamen uydurma olduğunu söylemiş, buna karşı Süyûtî İtĥâfü’l-fırķa bi-refvi’l-ħırķa adlı eserini yazarak Hasan-ı Basrî’nin Hz. Ali ile görüştüğünü ve ondan hadis rivayet ettiğini, dolayısıyla kendisinden tasavvufî eğitim almasının mümkün olduğunu ispat etmeye çalışmıştır.

Tasavvufun ilk dönemlerinde yazılan eserlerde Hz. Ali’ye ya da Hz. Ebû Bekir’e ulaşan bir silsile görülmemektedir. Tasavvuf tarihinde bilinen ilk silsile Ca‘fer el-Huldî’yi (ö. 348/959) Resûl-i Ekrem’e ulaştıran silsiledir. İbnü’n-Nedîm’e göre Ca‘fer el-Huldî, Cüneyd-i Bağdâdî’den tasavvufî eğitim almış olup silsile geriye doğru şöyle devam eder: Cüneyd-i Bağdâdî, Serî es-Sakatî, Ma‘rûf-i Kerhî, Ferkad es-Sabahî, Hasan-ı Basrî, Enes b. Mâlik ve Hz. Peygamber. Kuşeyrî de şeyhi Ebû Ali ed-Dekkāk’ın tarikat silsilesini şöyle verir: Ebü’l-Kāsım İbrâhim b. Muhammed Nasrâbâdî, Ebû Bekir eş-Şiblî, Cüneyd-i Bağdâdî, Serî es-Sakatî, Ma‘rûf-i Kerhî, Dâvûd et-Tâî ve tâbiîn nesli. Bu iki silsilenin de Hz. Ali’ye veya Ebû Bekir’e ulaşmaması dikkat çekicidir. Resûlullah’ın bir kısım özel bilgileri ve zikirleri ashabından bazılarına bildirdiği şeklinde birçok rivayet bulunmakla birlikte tasavvufî eserlerde Alevî ve Sıddîkī silsilelerin başlangıcını izah etmek için sıhhati tartışmalı olan iki rivayet öne çıkarılmıştır. Bunlar Hz. Peygamber’in Hz. Ali’ye kelime-i tevhidi üç defa söylettiği şeklindeki rivayetle Resûl-i Ekrem’e nisbet edilen, “Allah benim gönlüme neyi dökmüşse ben de onu Ebû Bekir’in gönlüne döktüm” şeklindeki sözdür.

Kübreviyye tarikatının kurucusu Necmeddîn-i Kübrâ’nın (ö. 618/1221), müridi Radıyyüddin Ali Lala’ya verdiği icâzetnâme Hz. Ali’ye ulaşan silsilelerin ilk yazılı örneklerinden biridir. Kübrâ, bu icâzetnâmede kendi şeyhlerini sırasıyla yazıp silsileyi Hasan-ı Basrî ve Hz. Ali kanalıyla Hz. Peygamber’e ulaştırmıştır. Yine VI. (XII.) yüzyıl sûfîlerinden Muhammed b. Münevver, Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr’ın (ö. 440/1049) silsilesini Hz. Ali kanalıyla Resûl-i Ekrem’e kadar çıkarmıştır. Tarikatların kurulmaya başlandığı VI. (XII.) yüzyılda Hâcegân tarikatı da biri Hz. Ali’ye, diğeri Hz. Ebû Bekir’e ulaşan iki silsilesi bulunduğunu açıklamıştır. Hz. Ali’ye ulaşan silsileye (Alevî) Ehl-i beyt imamlarını ihtiva ettiği için bir hürmet ifadesi olarak “silsiletü’z-zeheb” (altın silsile) denmiş, daha sonraları genelde Hz. Ebû Bekir’e ulaşan (Bekrî, Sıddîkī) silsile esas kabul edilmiştir.

Diğer İslâmî ilimlerde liyakatı belgelemek ve sahtekârlığı önlemek için diploma vazifesi gören icâzetnâmeler bulunduğu gibi tarikatlarda da hakiki şeyhleri sahtelerinden ayırt etmek amacıyla icâzetnâme verme usulü kullanılmış olmalıdır. Bu icâzetnâmelerde icâzet veren zatın şeyhlerinin silsilesinin yazılması bir gelenek olmuş, böylece o şahsın köklü bir tasavvuf geleneğinin mirasçısı olduğu vurgulanmak istenmiştir. Başta hadis olmak üzere birçok İslâmî ilimde Hz. Peygamber’e ulaşan icâzetnâmelerin bulunması muhtemelen tasavvuf erbabı için de örnek teşkil etmiştir (ayrıca bk. İCÂZET).

BİBLİYOGRAFYA:

İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, s. 260; Abdülhâliķ-ī Gucdüvânî, Risâle-i Śâĥibiyye (Maķāmât-ı Yûsuf-i Hemedânî) (nşr. Saîd-i Nefîsî, Ferheng-i Îrân-zemîn, I/1 içinde), Tahran 1332 hş./1953, s. 81; Kuşeyrî, er-Risâle, s. 578-579; Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Telbîsü İblîs, Beyrut 1409/1989, s. 171; Muhammed b. Münevver, Esrârü’t-tevĥîd (nşr. Zebîhullah Safâ), Tahran 1332 hş./1953, s. 27; İbn Haldûn, Mukaddime (trc. Zakir Kadirî Ugan), İstanbul 1989, II, 555; Muhammed Pârsâ, Risâle-i Ķudsiyye (nşr. Ahmed Tâhirî Irâkī), Tahran 1354 hş./1975, s. 12; Fahreddin Safî, Reşeĥât-ı ǾAynü’l-ĥayât (nşr. Ali Asgar Muîniyân), Tahran 1977, I, 12; Süyûtî, İtĥâfü’l-fırķa bi-refvi’l-ħırķa, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 161, vr. 244b-247a; Ali el-Kārî, el-Esrârü’l-merfûǾa fi’l-aħbâri’l-mevżûǾa, Beyrut 1986, s. 454; Harîrîzâde, Tibyân, I, vr. 8b, 12b-24a; M. Takī Dânişpejûh, Ħırķa-i Hezârmîħî (MecmûǾa-i Süħanrânîhâ ve Maķālehâ der Bâre-i Felsefe ve Ǿİrfân-ı İslâmî içinde, nşr. Mehdî Muhakkık - H. Landolt), Tahran 1349 hş./1971, s. 162-164; Abdullah Aydınlı, Doğuş Devrinde Tasavvuf ve Hadis, İstanbul 1986, s. 194-200; J. S. Trimingham, The Sufi Orders in Islam, New York 1998, s. 261; Ahmet Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, Ankara 2000, s. 331-333, 339-341; “Silsila”, EI² (İng.), IX, 611.

Necdet Tosun