SILA-i RAHİM

(صلة الرحم)

Akrabalık bağlarını yaşatmayı, akrabaların birbirini ziyaret etmesini ve iyi ilişkiler kurmasını ifade eden ahlâk terimi.

Sözlükte “bağ, ilişki” anlamına gelen sıla ile “döl yatağı, ana rahmi” ve mecazen “insanlar arasındaki soy birliği, akrabalık bağı” mânasındaki rahm / rahim (çoğulu erhâm) kelimelerinden oluşan sıla-i rahim terim olarak “kan bağı ve evlenme yoluyla oluşan akrabalık bağlarını yaşatma, akrabalarla ilişkiyi sürdürme, haklarını gözetme, onlara ilgi gösterme, iyilik ve yardımda bulunma, ziyaret etme” şeklinde açıklanmaktadır. Akrabalar için zü’l-erhâm, ülü’l-erhâm gibi tabirler de kullanılır. İbnü’l-Esîr, bu tür akrabalık görevlerini ihmal etmenin veya akrabalara kötü davranmanın kat‘-ı rahim tabiriyle ifade edildiğini belirtmektedir (en-Nihâye, II, 210-211; V, 191-192; ayrıca bk. Lisânü’l-ǾArab, “rĥm”, “vśl” md.leri; Tâcü’l-Ǿarûs, “rĥm”, “vśl” md.leri). Hz. Peygamber’in tâlimatıyla Habeşistan’a hicret edenler arasında yer alan Ca‘fer-i Tayyâr’ın Resûl-i Ekrem’e minnettarlığını dile getirmek için Necâşî’nin huzurunda yaptığı konuşmada sıla-i rahim (sılatü’r-rahm) ve kat‘-ı rahim (naktau’l-erhâm) tabirleri geçmektedir (İbn Hişâm, I-II, 336). Kudüs’te bulunduğu sırada Bizans Hükümdarı Herakleios’un Resûlullah hakkındaki sorularını cevaplandırırken Ebû Süfyân da benzer ifadelerle sıla-i rahimden söz etmiştir (Müsned, I, 262, 263; Buhârî, “Bedǿü’l-vaĥy”, 6; “Zekât”, 1; “Edeb”, 8).

Kur’ân-ı Kerîm’de rahim kelimesi yer almamakla birlikte çoğulu erhâm yedi âyette sözlük anlamında (meselâ bk. Âl-i İmrân 3/6; el-En‘âm 6/143, 144; er-Ra‘d 13/ 8), üç âyette “akrabalar, akrabalık bağları, akrabalık hakları” (en-Nisâ 4/1; Muhammed 47/22; el-Mümtehine 60/3), iki âyette ülü’l-erhâm şeklinde (el-Enfâl 8/75; el-Ahzâb 33/6) “akrabalar” mânasında geçmektedir. Ayrıca “kurb” (yakınlık) kökünden çeşitli kelimelerin bulunduğu başka âyetlerde de akrabalarla ilgili görevlere yer verilmiştir (meselâ bk. el-Bakara 2/83, 177; en-Nisâ 4/36; eş-Şûrâ 42/23). Nisâ sûresinin ilk âyetinde Allah’a saygısızlığın hemen arkasından akrabalık haklarına riayet etmemekten sakınılması istenmekte olup İslâm âlimleri bu âyete ve daha başka âyetlerle hadislere dayanarak sıla-i rahmi gözetmenin vâcip (farz) ve sıla-i rahme riayetsizliğin haram olduğunu bildirmiştir. Kurtubî bu hususta İslâm ümmetinin ittifakı bulunduğunu ifade eder (el-CâmiǾ, V, 6; ayrıca bk. Fahreddin er-Râzî, IX, 164). Müfessirlerin çoğu, Ra‘d sûresinin 21. âyetinde geçen ve Allah’ın gözetilmesini emrettiği şeyleri gözetenlerden övgüyle söz eden ifadede sıla kökünden bir fiilin kullanılmış olmasını dikkate alarak bu âyette bilhassa akrabalık bağlarına riayet edenlerin kastedildiğini düşünmüştür (Mâverdî, s. 154). Şevkânî de âyetin gerek Allah’a gerekse


kullara ait olup gözetilmesi emredilen bütün hakları kapsadığı kanaatinde olduğunu belirttikten sonra müfessirlerin çoğunun bu ifadeyi sıla-i rahimle sınırladığını söyler (Fetĥu’l-ķadîr, III, 89). İki âyette (el-Bakara 2/27; er-Ra‘d 13/25) yine sıla kökünden bir fiil kullanılarak Allah’ın yaşatılmasını emrettiği bağları koparanlar kınanmaktadır; burada da akrabalık bağlarını kesenlerin kastedildiğini belirtenler vardır (Şevkânî, I, 61). Bu yorumu benimseyen Taberî’ye göre bağları koparmaktan maksat, Allah’ın farz kıldığı akrabalık haklarını ödemekten ve yakınlara iyilik etmekten kaçınmak suretiyle onlara haksızlık yapmak, bağları yaşatmaktan maksat ise Allah’ın kendi haklarından sayılan, akrabalara karşı yerine getirilmesini farz kıldığı vecîbeleri yerine getirmek ve onlara şefkatle muamele etmektir. Tâbiîn müfessirlerinden Katâde b. Diâme de âyeti bu anlamda yorumlamıştır (CâmiǾu’l-beyân, I, 221).

Sıla-i rahim konusu hadislerde de geniş biçimde yer almış, gerek bu tabirle gerekse başka ifadelerle bunun önemi vurgulanmıştır. Buhârî’nin konuya ayırdığı bablardan biri “Śılatü’r-raĥm” başlığını taşır (“Edeb”, 10). Burada yer alan bir hadiste bir kimsenin, “Beni cennete götürecek bir iş söyler misiniz?” şeklindeki bir sorusuna Hz. Peygamber, “Allah’a kulluk edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmazsın; namazını kılar, zekâtını verirsin ve akrabanı gözetirsin” diye cevap vermiştir (ayrıca bk. Müsned, V, 417, 418; Buhârî, “Zekât”, 1; “Kefâlet”, 4; Müslim, “Îmân”, 12, 14). Buhârî’nin el-CâmiǾu’ś-śaĥîĥ’inde, “Kim akrabasına ilgi gösterirse Allah da ona ilgi gösterir” şeklindeki başlık altında kaydedilen bir hadise göre (“Edeb”, 13) Allah Teâlâ, ana rahmine bağlı akrabalık düzenini kurduktan sonra bu bağları yaşatanlara kendisinin ilgisinin süreceğini, akrabalık bağlarını koparanları ise kendi ilgisinden mahrum bırakacağını bildirmiştir. Ashaba bu bilgiyi veren Resûlullah, sıla-i rahmi terketmenin kötülüğüne işaret eden Muhammed sûresinin 22. âyetini okumalarını öğütlemiştir. Diğer bazı hadislerde de Allah’ın rahmân ismiyle sıla-i rahim arasında ilişki kurularak bu görevi yerine getirenlerin ilâhî rahmetten nasiplerini alacaklarına, ihmal edenlerin ise rahmetten yoksun kalacaklarına işaret edilir (meselâ bk. Müsned, I, 190, 191, 194; VI, 62; Buhârî, “Edeb”, 13; Tirmizî, “Birr”, 16). Hadislerde sıla-i rahim konusunda karşılık beklenmemesi, ilişkiyi kesenlerle de akrabalık bağlarının sürdürülmesi gerektiği bildirilmektedir (Müsned, II, 160, 194; III, 437; IV, 148, 158; Buhârî, “Edeb”, 15; Ebû Dâvûd, “Zekât”, 45). Resûlullah, sıla-i rahmin müslüman olmayan yakın akrabaya karşı da geçerli olduğunu ifade etmiş ve, “Allah, din konusunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlarla iyi ilişkiler içinde olmanızı ve onlara adaletli davranmanızı yasaklamaz” meâlindeki âyetin (el-Mümtehine 60/8) buna işaret ettiğini bildirmiş (Müsned, VI, 344; Buhârî, “Hibe”, 29; “Edeb”, 7, 8, 9; Müslim, “Zekât”, 50), hangi sadakanın daha faziletli olduğuna dair bir soruya da “Akrabaya verilendir, çünkü bunda bir sadaka, bir de sıla-i rahim sevabı var” cevabını vermiştir (Müsned, IV, 17, 18; Tirmizî, “Zekât”, 24, 26; Nesâî, “Zekât”, 22, 82). Bazı hadislerde sıla-i rahmin ömrü uzatacağı ifade edilir (meselâ bk. Müsned, III, 156, 247, 266; Buhârî, “Edeb”, 12; Müslim, “Birr”, 20, 21). Bu hadisler, “Allah dilediğini siler, dilediğini sabit bırakır” meâlindeki âyete (er-Ra‘d 13/39) dayanılarak lafzî mânada anlaşıldığı gibi, “Allah böylelerine arkasından dua edecek hayırlı nesiller verir” şeklinde de açıklanmıştır (İbn Hacer el-Heytemî, s. 137-138).

Bilhassa edep ve mev‘iza türündeki kitaplarda sıla-i rahim konusuna yer verilmiştir. Bunun yanında Abdullah b. Mübârek’in Kitâbü’l-Birr ve’ś-śıla’sı, Hüseyin b. Hasan el-Mervezî’nin aynı isimdeki eseri, Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî’nin el-Birr ve’ś-śıla’sı, İbn Hacer el-Heytemî’nin Esne’l-meŧâlib fî śılati’l-eķārib’i gibi kitaplar da yazılmış, bu kitaplarda genel olarak insan ilişkileri ve özellikle sıla-i rahim üzerinde durulmuştur. Ancak gerek bu eserlerde gerekse İbn Kuteybe’nin ǾUyûnü’l-aħbâr’ı, Ebû Bekir Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī’nin el-Âdâb’ı, İbrâhim b. Muhammed el-Beyhakī’nin el-Meĥâsin ve’l-mesâvî’si, İbn Abdülber en-Nemerî’nin Behcetü’l-mecâlis ve ünsü’l-mücâlis’i gibi sıla-i rahim konusuna kısmen yer veren kaynaklarda sadece bu husustaki âyet ve hadislerle Selef’ten gelen rivayetler sıralanmıştır. Gazzâlî’nin de İĥyâǿ adlı eserinin insanların birbirlerine karşı hakları ve sorumluluklarını işlediği bölümünde (II, 192-221) yalnız rivayetleri aktarmakla yetindiği görülmektedir. Bu eserlerde ana babaya saygı ve iyilik, çocukların bakımı ve gözetilmesi, eşler arasındaki haklar ve sorumluluklar, diğer akrabaların karşılıklı sorumlulukları, akrabalık bağlarının yaşatılması, komşuluk hakları gibi konular üzerinde durulur. Bu kitaplarda köle ve hizmetçiler konusunun akrabalarla birlikte ele alınarak bunların hakları ve sorumluluklarından söz edilmesi, İslâm ahlâk kültüründe insan haklarına verilen önemi yansıtması bakımından dikkat çekicidir (meselâ bk. Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, s. 64-78; İbn Abdülber, I, 756-790; Gazzâlî, II, 219-221).

BİBLİYOGRAFYA:

İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, II, 210-211; V, 191-192; Wensinck, el-MuǾcem, “rĥm”, “vśl” md.leri; M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “rĥm”, “vśl” md.leri; Müsned, I, 190, 191, 194, 262, 263; II, 160, 194; III, 156, 247, 266, 437; IV, 17, 18, 148, 158; V, 417, 418; VI, 62, 344; Abdullah b. Mübârek, el-Birr ve’ś-śıla (nşr. Mustafa Osman Muhammed), Beyrut 1411/1991; a.e., İstanbul 1998; İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye (nşr. Mustafa es-Sekkā v.dğr.), [baskı yeri ve tarihi yok] (Dâru İbn Kesîr), I-II, 336; Hüseyin b. Hasan el-Mervezî, el-Birr ve’ś-śıla (nşr. M. Saîd M. Hasan Buhârî), Riyad 1419; İbn Kuteybe, ǾUyûnü’l-aħbâr (Tavîl), III, 96-113; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, Beyrut 1412/1992, I, 221; VII, 374; İbrâhim b. Muhammed el-Beyhakī, el-Meĥâsin ve’l-mesâvî, Beyrut 1404/1984, s. 543-568; Mâverdî, Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn (nşr. Mustafa es-Sekkā), Beyrut 1978, s. 150-154; Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, el-Âdâb (nşr. M. Abdülkādir Ahmed Atâ), Beyrut 1406/1986, s. 27-78; İbn Abdülber, Behcetü’l-mecâlis, I, 756-790; Gazzâlî, İĥyâǿ, II, 192-221; Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, el-Birr ve’ś-śıla (nşr. Âdil Abdülmevcûd - Ali Muavvaz), Beyrut 1413/1993; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, IX, 164-166; Kurtubî, el-CâmiǾ, V, 6; İbn Hacer el-Heytemî, Esne’l-meŧâlib fî śılati’l-eķārib (nşr. Hilâf Mahmûd Abdüssemî‘), Beyrut 1424/ 2003, s. 137-138; Şevkânî, Fetĥu’l-ķadîr, Beyrut 1412/1991, I, 61; III, 89.

Mustafa Çağrıcı