SİKĀYE

(السقاية)

Mekke’de zemzemle ve su işleriyle ilgili görev.

Sözlükte “sulamak, su kabı, sulama yeri, suculuk” gibi anlamlara gelen sikāye, terim olarak “Mekkeliler’in ve hac günlerinde Kâbe’yi ziyaret için gelenlerin su ihtiyaçlarının karşılanması görevi” demektir. Kelime Kur’ân-ı Kerîm’de bir âyette “su kabı” mânasında (Yûsuf 12/70), diğer bir âyette ise terim anlamıyla (et-Tevbe 9/19) geçmektedir.

Hz. İbrâhim’den beri Kâbe’yi ziyaret için Mekke’ye gelenler Allah’ın misafiri kabul edilmiştir. Önceleri şehrin ve Kâbe’yi ziyaret edenlerin su ihtiyacı halktan toplanan yardımlarla karşılanıyordu. Daha sonra sikāye görevini bunu bir itibar ve şeref vesilesi olarak gören zenginlerle Mekke ve Kâbe’nin yönetiminde etkin olan kabile reisleri üstlenmiş, bu görevi Hz. Peygamber’in dördüncü kuşaktan dedesi Kusay b. Kilâb kurumsallaştırmıştır. Kusay, Mekke’de oturanları “Allah’ın komşuları”, hac için gelenleri “Allah’ın misafirleri” ve “evinin ziyaretçileri” diye tanımlamış, onlar için hac günleri yiyecek ve içecek hazırlanmasını teklif etmiştir (İbn Sa‘d, I, 60). Mekkeliler onun bu teklifini kabul edince bu iş için her yıl para ve mal toplanarak bir bütçe oluşturulması gelenek olmuştur. Bu bütçenin bir kısmı sikāye için harcanırken önemli bir kısmı rifâde hizmetine tahsis edilmiştir (bk. RİFÂDE).

Mekke halkının ve misafirlerin su ihtiyacını karşılamak için kuyular kazdıran Kusay, Kâbe’nin etrafına koydurduğu deriden yapılmış havuzlara su doldurtarak sikāye hizmetini başlattı. Bazan hacılara süt de ikram ediliyordu. Kusay yaşlanınca sikāye görevini oğlu Abdüddâr’a vasiyet etti ve ölümünden sonra bu hizmet onun tarafından sürdürüldü. Ezrakī, Kusayy’ın sikāye ile birlikte bazı görevleri diğer oğlu Abdümenâf’a verdiğini ileri sürerse de (Aħbâru Mekke, I, 110) bu bilgi diğer kaynaklar tarafından teyit edilmemektedir. Abdüddâr’ın görevi devralmasının ardından Abdümenâf’ın oğulları Hâşim, Muttalib, Nevfel ve Abdüşems sayı ve itibar bakımından daha üstün olduklarını, hac ve Kâbe ile ilgili bu görevlerin kendilerine verilmesi gerektiğini belirterek onlara karşı mücadeleye giriştiler. Araya giren kişiler,


sidâne ve livâ görevleriyle Dârünnedve yöneticiliğinin Abdüddâroğulları’nda kalmasını, sikāyenin de aralarında bulunduğu bazı görevlerin ise Abdümenâfoğulları’na verilmesini teklif ederek iki tarafı yatıştırdılar. Hz. Peygamber’in büyük dedesi Hâşim bu teklifin kabulünden sonra sikāye görevini üstlendi. Hacıların ve Kureyş kabilesinin su ihtiyacını gidermek amacıyla Mekke’de Bezr ve Sicille adlı iki büyük kuyu kazdırdı. Sikāye ve rifâde görevleri için harcanan paranın dörtte birini kendi bütçesinden karşılayan Hâşim’in ölümünden sonra bu görev önce küçük kardeşi Muttalib’e, ardından oğlu ve Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib’e intikal etti. Zemzem Kuyusu’nu yeniden ortaya çıkararak Mekkeliler’e ve Kâbe’yi ziyaret edenlere tahsis eden, sikāye ve rifâde görevlerine bu kuyunun işlerini de ilâve eden Abdülmuttalib’in toplumdaki şeref ve itibarı daha da arttı; sikāye hizmetinin alanının genişlemesi Hâşimoğulları için bir övünç kaynağı oldu (İbn Hişâm, I, 169; Fâkihî, II, 19). Abdülmuttalib’den sonra sikāye görevi oğlu Ebû Tâlib’e geçti. Sikāye görevinin Abbas’a, rifâde görevinin ise Ebû Tâlib’e geçtiği şeklindeki rivayet (Ezrakī, I, 112) doğru değildir. İslâmiyet’in ilk yıllarında da sikāye ve rifâde hizmetlerini yürüten Ebû Tâlib malî durumu bozulunca kardeşi Abbas’tan önce 10.000, ertesi yıl 15.000 (veya 14.000) dirhem borç almak zorunda kaldı. Üçüncü yıl borcunu ödeyemeyince bu görevleri Abbas’a devretti (Belâzürî, I, 64; İbn Kesîr, II, 230). Tâif’teki bağlarından ve burada bağcılık yapanlardan borç olarak aldığı üzümleri zemzemin içerisine karıştırıp hacılara tatlandırılmış su ikram eden Abbas’ın 8 (630) yılında Mekke’nin fethinden kısa bir süre önce Medine’ye hicret etmesine kadar Mekke’de kalmasıyla bu görevi arasında bir bağlantı kurulmaktadır. Hatta sikāye ve rifâde görevlerinin elinden alınacağı endişesiyle müslüman olduğunu açığa vurmadığı ve bu görevinden dolayı Hz. Peygamber’in onun hicret etmesine izin vermediği ileri sürülmektedir (İbn Sa‘d, IV, 11-12).

Mekke’nin fethi sırasında Abbas ve Hz. Ali sikāye ve hicâbe görevlerinin kendilerine verilmesini isteyince Hz. Peygamber sikāye görevini Abbas’a verdi (Ezrakī, I, 114). Resûl-i Ekrem bu esnada yaptığı konuşmada, “Kâbe’nin hizmeti ve hacılara su temini dışında geçmişe ait bütün övünç vesileleri, kan ve mal davaları şu iki ayağımın altındadır” diyerek (Müsned, II, 36, 103) Câhiliye devrinde övünç sebebi olan Kâbe ve Mescid-i Harâm’la ilgili diğer görevlere son vermiştir. Sikāyenin ve Mescid-i Harâm’ı imar etmenin Allah’a ve âhiret gününe iman ve Allah yolunda cihada denk olmadığını vurgulayan âyet (et-Tevbe 9/19) gerek Câhiliye devrinde gerekse İslâm’ın ilk döneminde bu görevleri yürütmenin iftihar vesilesi olduğunu ve birçok amelden üstün görüldüğünü ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber, Vedâ haccında devesinin üzerinde iken zemzemden bir miktar getirilmesini istemiş ve içtikten sonra, “Sünnet olarak algılanmayacağını bilseydim ben de sizinle birlikte buradan su çekerdim” buyurmuştur (a.g.e., I, 76, 372; Müslim, “Ĥac”, 147). Sikāye görevini Benî Hâşim’de bırakan Resûl-i Ekrem bu sözleriyle onlardan bu göreve sahip çıkmalarını istemiş ve zemzemden su çekmenin hac menâsikine dahil olmadığını göstermeyi amaçlamıştır (İbn Sa‘d, IV, 18; İbn Kesîr, V, 164). Bu sırada sikāye görevlisinin hazırladığı şerbetten de (nebîz) içmiş (Fâkihî, I, 287), daha sonra sikāye görevlisinin elinden zemzem ve şerbet içmek âdet olmuştur (a.g.e., II, 59-60).

Sikāye hizmeti Abbas’tan sonra oğlu Abdullah’a geçti ve ardından onun soyundan gelenler tarafından yerine getirildi. Emevîler, Hâşimoğulları’na hiçbir idarî görev vermedikleri halde bu hizmetin onlarda kalmasına müsaade ettiler (Belâzürî, IX, 77; İbn Abdürabbih, V, 349). Hz. Ali’nin oğlu Muhammed b. Hanefiyye, Abdullah b. Abbas’a başvurarak sikāye hizmetinde hak talebinde bulundu. İbn Abbas, sikāyenin Câhiliye devrinde ve Hz. Peygamber dönemindeki uygulamalarını anlatarak kendilerinde kalması gerektiğine onu ikna etti (Ezrakī, I, 114-115). Sikāye hizmetini üstlenenler Mescid-i Harâm’da yapılan değişiklik ve düzenlemelerde söz sahibiydiler. Onların görüşü alınmadan düzenlemeler yapılması ihtilâflara sebep oluyordu (a.g.e., II, 59-60; Fâkihî, II, 72). Halife Mansûr sikāye görevine âzatlılarından Ebû Rezîn’i vekil olarak tayin etmişti (İbn Kesîr, II, 230). Eyüp Sabri Paşa, Mekke dışında ikamet eden Benî Abbas’ın sikāye hizmetine Zübeyrîler’i vekil ettiğini, hatta onların hilâfet makamından aldıkları beratla bir süre bu görevi üstlendiklerini zikrettikten sonra özellikle Abbâsîler döneminden itibaren Mescid-i Harâm’ın çeşitli yerlerinde sikāye görevlisinin denetiminde çok sayıda görevlinin bu hizmeti yürüttüğünü kaydeder (Mir’âtü’l-Haremeyn, I, 977). Bu ifadeden başlangıçta tek bir kişi tarafından üstlenilen sikāye hizmetinin bir kamu görevi haline getirildiği anlaşılmaktadır.

Mekke’nin fethinden sonra sikāye görevi sadece zemzemle ilgili hale geldi ve bunu üstlenen görevli için Zemzem Kuyusu’nun yakınında özel bir yer inşa edildi. Sikāyetü’l-Abbâs adıyla bilinen, içerisinde sikāye hizmetiyle ilgili çeşitli malzeme ve eşyanın saklandığı yapının üzerine Emevîler zamanında sikāye görevlisi Süleyman b. Ali el-Abbâsî tarafından bir kubbe yaptırıldı. Abbâsî Halifesi Mehdî-Billâh’tan itibaren birçok defa yenilenen Kubbetü’s-sikāye’de bazı önemli günlerde Makām-ı İbrâhim’de teşhir edilen Zeyd b. Sâbit mushafı ile diğer mushaf ve kitapların muhafaza edildiği bir dolap bulunmaktaydı. Mescid-i Harâm’la ilgili bazı malzemeler ve kaybolan eşyalar burada koruma altına alınırdı. Osmanlılar döneminde birkaç defa tamir ettirilen ve benzer amaçlarla kullanılan Kubbetü’s-sikāye, Suudi Arabistan Devleti tarafından yapılan Mescid-i Harâm ile ilgili düzenlemeler bağlamında zemzem yer altına alınırken ortadan kaldırıldı.

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, I, 76, 372; II, 36, 103; İbn Hişâm, es-Sîre (nşr. Ömer Abdüsselâm Tedmürî), Kahire 1987, I, 143, 163, 169; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt (nşr. M. Abdülkādir Atâ), Beyrut 1410/1990, I, 58, 60, 63-64, 67, 104; IV, 11-12, 18; Ezrakī, Aħbâru Mekke (Melhas), I, 110, 112-115; II, 55, 58-60, 215; Fâkihî, Aħbâru Mekke (nşr. Abdülmelik b. Abdullah b. Dehîş), Mekke 1407/1986-87, I, 287; II, 19, 23, 51-52, 56-60, 65, 70-72, 83-86; V, 176, 183; Fesevî, el-MaǾrife ve’t-târîħ, I, 68; Belâzürî, Ensâb (Zekkâr), I, 64; IV, 9, 21-24; IX, 77; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, X, 94-96; İbn Abdürabbih, el-Ǿİķdü’l-ferîd (nşr. Abdülmecîd et-Terhînî - Müfîd M. Kumeyha), Beyrut 1407/1987, V, 349; İbn Battûta, Tuĥfetü’n-nüžžâr, I, 159; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye (nşr. Ali Abdüsâtir v.dğr.), Kahire 1408/1988, II, 230, 343; V, 164; Takıyyüddin el-Fâsî, Şifâǿü’l-ġarâm (nşr. Ömer Abdüsselâm Tedmürî), Beyrut 1405/1985, I, 416, 538; II, 138; Ali b. Tâceddin es-Sincârî, Menâǿiĥu’l-kerem fî aħbâri Mekke ve’l-Beyt ve vülâti’l-Ĥarem (nşr. Cemîl Abdullah M. el-Mısrî v.dğr.), Mekke 1419/ 1998, I, 410, 413; II, 404-405; III, 50, 489, 542; V, 263; Mir’âtü’l-Haremeyn, I, 310, 977, 986; Hüseyin Abdullah Bâselâme, Târîħu Ǿimâreti’l-Mescidi’l-Ĥarâm, Cidde 1400/1980, s. 193-198; W. Montgomery Watt, Hz. Muhammed Mekke’de (trc. Rami Ayas - Azmi Yüksel), Ankara 1986, s. 26; M. Habîb el-Hîle, et-Târîħ ve’l-müǿerriħûn bi-Mekke, Mekke 1994, s. 326; Mustafa S. Küçükaşcı, Cahiliye’den Emevîler’in Sonuna Kadar Haremeyn, İstanbul 2003, s. 121-122; G. R. Hawting, “The Sacred Offices of Mecca from Jahiliyya to Islam”, Jerusalem Studies in Arabic and Islam, XIII, Jerusalem 1990, s. 64.

Mustafa Sabri Küçükaşcı