ŞİKÂR AĞALARI

Osmanlı Devleti’nde av işleriyle uğraşan saray görevlileri.

Osmanlı sarayında avcı kuşları besleyen ve eğiten, avla ilgili işleri gören, atmacacıbaşı, çakırcıbaşı, şahincibaşı gibi adlarla anılan görevlileri ifade eder. Bu tür görevlilere Osmanlı öncesi Türk ve İslâm devletlerinde değişik adlar altında rastlanır. Büyük Selçuklu sultanlarının av törenlerine itina gösterdikleri, avcılara “bâzdâr”, avcıbaşıya “emîr-i şikâr” denildiği ve Anadolu Selçukluları’nda aynı görevin bulunduğu bilinmektedir. Timurlular’da av hayvanlarının yetiştirildiği müesseseye “kuşhâne”, burada çalışanlara “kuşciyân”, diğer av hayvanlarıyla ilgilenenlere “barsciyân” adı veriliyordu. Memlük Sultanlığı’nda


“hırâsetü’t-tayr” denilen avcılar ve “hârisü’t-tayr” unvanlı av emîrleri vardı; bunlardan vezirliğe yükselenler olmuştur. Hârizmşahlar’da av kuşlarının bakımından emîr-i şikâr sorumluydu.

Osmanlı Devleti’nde özellikle I. Murad ve Yıldırım Bayezid zamanlarında av işlerinin geliştiği ve Yeniçeri Ocağı’nın saksoncubaşı, zağarcıbaşı, turnacıbaşı, avcıbaşı gibi bazı yüksek rütbeli zâbitlerinin avcılıkla ilgili unvanlarla anıldığı görülmektedir. II. Murad’ın maiyetinde şahinci ve çakırcı unvanlı kişiler olduğu gibi II. Mehmed, 855 (1451) yılındaki Karaman seferi dönüşünde ayaklanan yeniçeriler arasına saraydaki doğancı, çakırcı gibi birlikleri katmıştı. Muhtemelen bu dönemde şikâr ağalığı klasik teşkilâtına kavuşmuştur. Osmanlı sarayının Bîrun denilen dış hizmetliler kısmına bağlı avla ilgili görevlilerin ortak adı şikâr ağaları iken doğancıbaşı Enderun’daki doğancıların âmiri idi. Bunların emrinde çalışanların tamamı şikâr halkı olarak anılırdı. Şikâr ağaları protokol bakımından yüksek derecedeydi ve padişahın en yakınında bulunmalarından dolayı rikâb-ı hümâyun ağalarından sayılırdı. Çakırcı, şahinci, atmacacı ve doğancı grupları halinde teşkilâtlanmış olan avcılığın taşrada da görevlileri vardı. Merkezdekiler ulûfeli, taşradakiler timarlı statüsündeydi. Askerî statüdeki bu resmî avcı kuşu yetiştiricileri yanında taşrada kayacı, yuvacı, tuzakçı, görenceci, götürücü, sayyad vb. adlar altında görev yapan avcılar bazı vergilerden muaf tutulurdu. Çakırcıların âmiri olan çakırcıbaşı şikâr ağalarının en yüksek rütbelisi ve diğer şikâr ağalarının âmiri durumundaydı. Fâtih Sultan Mehmed’in Kānunnâme-i Âl-i Osman’ında protokoldeki yeri mîrâhûr-ı sânî ile çaşnigîrbaşının arasında gösterilmiştir. Çakırcıbaşı dış hizmete genellikle beylerbeyi sıfatıyla çıkardı. Bunun altında yer alan şahincibaşı terfi ederse merkezde çakırcıbaşı, bazan mîrâhur olur, taşrada ise sancak beyliğine ve bazan beylerbeyiliğe getirilirdi. Atmacacıbaşı şikâr ağalarının üçüncü yüksek rütbeli zâbitiydi. Terfi ettiğinde merkezde şahincibaşı, taşrada sancak beyi olabilirdi. “Hâne-i bâzyân” denilen Enderun’daki Doğancılar Koğuşu’nun âmiri 883 (1478) yılına kadar şahincibaşı iken bu tarihten itibaren bunun yerini doğancıbaşı almıştır. Rütbe bakımından Bîrun’a bağlı şikâr ağalarının altında sayılan doğancıbaşı protokolde atmacacıbaşıdan sonra gelirdi. Terfi ederse içeride şahincibaşılık, çakırcıbaşılık ve mîrâhurluğa yükselir, dış hizmete ise genellikle yeniçeri ağası, sancak beyi, kaptan-ı deryâ, hatta beylerbeyi olarak çıkardı. Merkezde ve taşradaki doğancıların özel eğitimleri ve görevleri vardı (bk. DOĞANCI). XVI. yüzyıl sonlarına kadar taşrada sancak valisi sıfatıyla görev yapan şehzadeler de bulundukları yerlerde sürek avlarına çıkar, dolayısıyla onların da kendilerine mahsus av teşkilâtları bulunurdu. XVII. yüzyıl sonlarından itibaren avcılık önemini kaybetmeye başlamıştır. Ateşli silâhların yaygınlaşıp yasağa rağmen avcılıkta da kullanılması avcı kuşlara duyulan ihtiyacın azalmasında etkili olmuş ve II. Mahmud döneminde Yeniçeri Ocağı’nın ilgasından sonra şikâr ağalıkları da tarihe karışmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

TSMA, nr. E 455/20; BA, MD, nr. 3, s. 338, hk. 986, s. 339, hk. 994, s. 375, hk. 1112; nr. 5, s. 270, hk. 691, s. 568, hk. 1566; nr. 7, s. 1, hk. 1, s. 193, hk. 521, s. 237, hk. 658, s. 300, hk. 854, s. 412, hk. 1187, s. 622, hk. 1739, s. 938, hk. 2576, s. 948, hk. 2610, s. 966, hk. 2667; ayrıca bk. tür.yer.; BA, KK, nr. 7113; Fatih Sultan Mehmed, Kānunnâme-i Âl-i Osman (nşr. Abdülkadir Özcan), İstanbul 2006, s. 6; Kānunnâme, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 587, vr. 165a-b; Reîsülküttâb, nr. 1004, vr. 94a-b; Feridun Bey, Münşeât, I, 474, 481; Avni Ömer, Kānûn-ı Osmânî Mefhûm-i Defter-i Hâkānî (nşr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, TTK Belleten, XV/59 [1951], içinde), s. 395; Ayn Ali, Risâle-i Vazîfehorân, s. 95, 118; Mebde-i Kānûn-ı Yeniçeri, tür.yer.; Eyyûbî Efendi Kānûnnâmesi (haz. Abdülkadir Özcan), İstanbul 1994, s. 16, 36; Hezârfen Hüseyin Efendi, Telhîsü’l-beyân fî Kavânîn-i Âl-i Osmân (haz. Sevim İlgürel), Ankara 1998, s. 143, 223-224; Abdurrahman Abdi Paşa Vekayi‘nâmesi (haz. Fahri Çetin Derin), İstanbul 2008, s. 308, 450, 462, ayrıca bk. tür.yer.; Anonim Osmanlı Tarihi: 1099-1116/1688-1704 (haz. Abdülkadir Özcan), Ankara 2000, s. 140, 145, 187, 277; Uzunçarşılı, Saray Teşkilâtı, s. 194, 205, 420-425; Halil İnalcık, Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar I, Ankara 1987, s. 118, 216; Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahliller, İstanbul 1991-92, III, 155-156; V, 62-66; Ahmed Refik, “Fatih Devrine Aid Vesikalar”, TOEM, VIII-XI/49-62 (1335-37), s. 18-19; Pakalın, III, 355-356.

Abdülkadir Özcan