SIDDÎK

(الصدّيق)

Doğru sözlü, doğruluktan ayrılmayan, gerçeği tasdik eden anlamında bir Kur’an terimi.

Sözlükte “gerçeği konuşmak, gerçeğe uygun bilgi vermek, dürüst ve güvenilir olmak” anlamlarına gelen sıdk masdarından isim olan sıddîk “son derece doğru sözlü, asla yalan söylemeyen, sözünde duran, gerçek olduğuna inandığı şeyi onaylamakta tereddüt göstermeyen kimse” şeklinde tanımlanmaktadır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “śdķ” md.; Lisânü’l-ǾArab, “śdķ” md.; Fahreddin er-Râzî, XXI, 223). Cürcânî, sıddîkı “diliyle dışa vurduğu her söze mutlaka kalbiyle ve işiyle gerçeklik kazandıran kimse” olarak tarif etmektedir. Tehânevî’nin sıddîk konusunda naklettiği “Resûlullah’ın bilgi, söz ve fiil biçiminde ortaya koyduklarının hepsini tasdik etmekte ve Peygamber’le mânevî münasebeti sebebiyle onun iç dünyasına yakın olmakta en ileri seviyede bulunan kimse” şeklindeki daha özel bir tarifte Resûl-i Ekrem ile Hz. Ebû Bekir arasındaki ilişkinin göz önüne alındığı anlaşılmaktadır (Keşşâf, II, 851).

Sıddîk Kur’ân-ı Kerîm’de biri müennes (sıddîka) olmak üzere dört âyette tekil, iki âyette çoğul (sıddîkūn, sıddîkīn) olarak geçmektedir. Tekil biçimiyle geçtiği âyetlerin birinde Hz. Yûsuf (Yûsuf 12/46), birinde Hz. İbrâhim (Meryem 19/41), birinde Hz. İdrîs (Meryem 19/56), birinde Hz. Meryem (el-Mâide 5/75) hakkında kullanılmıştır. Bu âyetlerde zikredilen şahsiyetlerin özellikle sıddîk sıfatıyla anılması doğruluk, dürüstlük ve güvenilirliğin yüksek bir erdem olduğuna işaret eder. Fahreddin er-Râzî, Hz. İbrâhim’le ilgili âyette geçen sıddîkı açıklarken her nebînin aynı zamanda sıddîk olduğunu, fakat her sıddîkın nebî olması gerekmediğini, sıddîkın nebîye en yakın mertebede bulunduğunu, bundan dolayı orada bu iki kelimenin yan yana kullanıldığını belirtir (Mefâtîĥu’l-ġayb, XXI, 223). Bu âyetin devamında (Meryem 19/42-48) onun “çevredeki müşriklere karşı tevhidin kararlı kahramanı” olarak tanıtıldığı görülmektedir. Nitekim babasını şirkten vazgeçirememişse de tehditlere rağmen korkmadan ve tereddüt göstermeden sonuna kadar dinine sadık kalmış, Allah’a olan güçlü imanını korumuş, bu suretle sıddîk vasfını almaya lâyık olduğunu göstermiştir (Izutsu, s. 135-136).

Fahreddin er-Râzî, Hz. Meryem’in sıddîka oluşunu (el-Mâide 5/75) Allah’ın âyetlerini ve oğlunun bildirdiği ilâhî gerçekleri tasdik etmesi veya Îsâ’nın doğumu öncesinde kendisine görünen varlığın (Meryem 19/17) Cebrâil olduğuna tereddütsüz inanması ya da kulluğunda sadık ve günahlardan uzak oluşuyla açıklar (Mefâtîĥu’l-ġayb, XII, 61). Bu âyetin maksadı, Îsâ ile annesi Meryem’e atfedilen ve Allah’ın mutlak birliği inancıyla bağdaşmayan kutsiyet iddiasını reddetmek ve her ikisinin de diğer ölümlüler gibi yemek yiyen birer ölümlü olduğunu vurgulamaktır. Onların diğer insanlardan farkı Îsâ’nın Allah’ın elçilerinden biri, Meryem’in de son derece erdem sahibi bir kadın olmasıydı (Izutsu, s. 134-135).

Bir âyette (el-Hadîd 57/19) Allah’a ve resulüne iman edenler sıddîklar diye anılmıştır. Tefsirlerde kaydedildiğine göre ilk dönem müfessirlerinden Mücâhid b. Cebr, bu âyete dayanarak Allah’a ve resulüne


iman eden herkesin sıddîklar grubuna girdiğini belirtmiştir. Âyetteki sıddîklar kelimesini Mukātil b. Süleyman “verdikleri haberler konusunda peygamberlerden kuşku duymayanlar, onları yalanlamayanlar”, Dahhâk b. Müzâhim ise “Allah’a iman edip peygamberleri tasdik edenler” diye açıklamıştır (Taberî, XI, 683; Şevkânî, V, 201). Kelimenin Nisâ sûresindeki kullanımı (4/ 69) müfessirlerin daha çok ilgisini çekmiştir. Burada genel olarak Allah’a, resulüne ve ülü’l-emre itaati emreden, bu hususta münafıkların ikiyüzlülüklerini eleştiren ve bir anlaşmazlık çıkması durumunda Hz. Peygamber’in hakemlik yapmasını isteyen ifadelerin ardından, “Allah’a ve resulüne itaat eden kimseler Allah’ın kendilerine lutufta bulunduğu peygamberler, sıddîklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraber olacaktır. Bunlar güzel arkadaşlardır” buyurulmuştur. Âyetin nüzûl sebebiyle ilgili rivayete göre bir sahâbînin Resûl-i Ekrem’e gelerek onu kendisinden ve çocuğundan daha çok sevdiğini, evine gittiğinde bile onu özlediğini, o öldüğünde cennetteki yüksek makamı dolayısıyla kendisinden uzak kalacağından kaygılanıp üzüldüğünü söylemesi üzerine bu âyet inmiştir (Şevkânî, I, 545-546). Fahreddin er-Râzî bu âyetteki sıddîklarla kimlerin kastedilmiş olabileceği konusunda üç görüşten söz eder. a) Dini şeksiz şüphesiz kabul edenler; b) Hz. Peygamber’in sahâbîlerinin önde gelenleri; c) Resûlullah’ı ilk tasdik edip bu hususta sonraki müminlere önder olanlar. Son açıklamaya göre İslâm’ı ilk benimseyenlerin başında Hz. Ebû Bekir yer aldığı için sıddîk vasfına en çok lâyık olan da odur. Râzî’ye göre sıddîkıyyetten bir basamak yukarı çıkılırsa nübüvvete ulaşılır. Bundan dolayı Ebû Bekir vefat edince ashap onu Resûlullah’ın yanına defnetmiştir (Mefâtîĥu’l-ġayb, X, 171-173).

Sıddîk kelimesi hadislerde de geçmektedir. Bu hadislerin bazılarında kelime Hz. Ebû Bekir’in sıfatı olarak sıkça zikredilir. Hz. Ebû Bekir mi‘rac olayı başta olmak üzere gayba dair haberleri hiç tereddütsüz kabul ettiği için bizzat Resûl-i Ekrem tarafından kendisine sıddîk lakabı verilmiş ve İslâm literatüründe bununla şöhret bulmuştur (meselâ bk. Müsned, IV, 4; Buhârî, “Feżâǿilü aśĥâbi’n-nebî”, 5; Tirmizî, “Tefsîr”, 30/4; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 136). Resûlullah’ın, vefat eden oğlu İbrâhim’in ardından, “Eğer yaşasaydı muhakkak ki sıddîk bir nebî olurdu” dediği rivayet edilmekle birlikte (İbn Mâce, “Cenâǿiz”, 27) bu rivayet asılsız sayılmıştır. Diğer bir hadiste de sıddîk mertebesindeki birine başkalarını lânetle anıp kötülemenin yakışmayacağı ifade edilmiştir (Müslim, “Birr”, 84). Doğru sözlülüğün, özellikle ticarî hayatta dürüstlüğün önemine vurgu yapan hadislerde de sıddîk kelimesi geçmektedir (bk. SIDK).

Ahlâk ve tasavvuf kitaplarında sıdk erdemi münasebetiyle sıddîk terimine yer verilmektedir. Kuşeyrî sıddîkı “bütün sözlerinde, fiillerinde ve hallerinde doğru olan kişi” diye tarif etmiştir. Aynı mutasavvıf, Hâris b. Esed el-Muhâsibî’nin bir kimsenin kendi kötülüklerine insanların vâkıf olmasından hoşlanmamasını sıddîkların ahlâkıyla bağdaştırmadığını nakleder. Maksadı ve niyeti doğru, iradesi hayra yönelmiş her insanın sadık veya sıddîk diye isimlendirilebileceğini ifade eden Gazzâlî’ye göre Allah’tan başka varlıklar karşısında özgürlüğünü kazanmış olan kimse sadık olarak anılır; varlığını Allah’a ve O’nun sevgisine adamış olan ise sıddîklar mertebesine ulaşır. Sadık ve sıddîkın iradesi herhangi bir sapma, zayıflık ve tereddüt göstermeden bütün gücüyle iyiliklere yönelir. Doğruluk ve dürüstlüğün sonsuz sayıda dereceleri bulunmakta olup bunların hepsinde sıdk mertebesine ulaşanlar gerçek sıddîklardır. Sıddîkıyyet velâyet derecesinin üstünde, nübüvvet derecesinin altındadır. Sıddîkıyyetle nübüvvet arasında vasıta bulunmamaktadır, yani sıddîkıyyeti geçenler Allah’ın lutfuyla nübüvvete ulaşmışlardır (Tehânevî, II, 850).

BİBLİYOGRAFYA:

et-TaǾrîfât, “Śıddîķ” md.; Tehânevî, Keşşâf, II, 850, 851; Wensinck, el-MuǾcem, “śdķ” md.; M. F. Abdülbâkī, MuǾcem, “śdķ” md.; Müsned, IV, 4; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, Beyrut 1412/1992, XI, 683; Kuşeyrî, er-Risâle, II, 448, 452; Gazzâlî, İĥyâǿ, IV, 388-392; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, X, 171-173; XII, 61; XXI, 223; İbn Hacer, el-İśâbe, I, 94; Şevkânî, Fetĥu’l-ķadîr, Beyrut 1412/1991, I, 545-546; V, 201; T. Izutsu, Kur’an’da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar (trc. Selahattin Ayaz), İstanbul 1991, s. 134-136.

Mustafa Çağrıcı