SEYYİE

(السيّئة)

Kötü hal ve hareketlerle kötü âkıbet, ceza ve musibetleri ifade eden bir terim.

Sözlükte “kötülük etmek; kötü ve çirkin olmak” anlamlarındaki sev’ masdarından türemiş bir sıfat olan seyyi’ kelimesinin müennes şekli seyyie hem “günah, kötülük, çirkin iş, kötü nesne” gibi anlamlarda isim hem de sıfat olarak kullanılır; karşıtı hasenedir. Aynı kökten türeyen isâet “kötülük etmek”, isim olan sû’ da “günah, kötülük, çirkin iş” mânasına gelir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “svǿ” md.; Lisânü’l-ǾArab, “svǿ” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “svǿ” md.; Kāmus Tercümesi, I, 53-55). Râgıb el-İsfahânî’ye göre hasene her türlü iyilik ve güzelliği, seyyie de bütün kötülük ve çirkinlikleri kapsayan lafızlar olup bunların Kur’an’da biri aklın ve dinin değerlendirmesine, diğeri insan tabiatınca hoş karşılanmasına göre iyiyi ve kötüyü ifade eden kavramlar şeklinde kullanıldığı görülür. En‘âm sûresinin 160. âyetindeki kullanım birinci gruba, A‘râf sûresinin 131. âyetindeki ikinci gruba örnek teşkil eder (el-Müfredât, “ĥsn”, “svǿ” md.leri). M. Reşid Rızâ’nın aktardığına göre Muhammed Abduh, Allah’a kulluk konusundaki kusurlara “zenb”, insan haklarıyla ilgili kusurlara ise seyyie denildiğini belirtmiştir (Tefsîrü’l-menâr, IV, 302-303). Seyyie kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi bir yerde tekil, otuz beş yerde çoğul (seyyiât) şekliyle kullanılmıştır (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “svǿ” md.). Aynı kelimeler hadislerde de sıkça geçmektedir (Wensinck, el-MuǾcem, “svǿ” md.). Âyet ve hadislerle diğer İslâmî kaynaklarda hasene gibi seyyienin de üç anlam ve kapsamda kullanıldığı görülmektedir. a) Mutlak olarak kötü ve çirkin iş, zararlı ve yıkıcı davranış; b) Özel bir hal ve hareketin kötü niteliği; c) Belâ, musibet, ceza gibi kötü âkıbet ve sonuç; bu kullanımıyla “şer” ve “münker” kavramlarının eş anlamlısı kabul edilebilir.

1. Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde kelime en çok ilk anlamda geçmektedir. Bir âyette “İyilikler (hasenât) kötülükleri (seyyiât) yok eder” buyurulmaktadır (Hûd 11/ 114). Tefsirlerde bu ifade, “İyilikler kötülükleri örter, yani hiç işlenmemiş gibi yapar; Allah’a itaat ve O’nun rızasına uygun işler Allah’a âsi olmaktan dolayı meydana gelen suç ve günahları silip yok eder” şeklinde açıklanır (meselâ bk. Taberî, VII, 129; Şevkânî, II, 603). Hz. Peygamber de kötülüğün iyilikle telâfi edilebileceğini bildirmiş (Müsned, I, 387), “Bir kötülük işlediğinde arkasından bir iyilik yap ki kötülüğü yok etsin” demiştir (Müsned, V, 153, 158, 169; Tirmizî, “Birr”, 55). Diğer bir âyette iyilikle kötülüğün aynı değerde tutulamayacağı belirtildikten sonra kötülüğün en güzel davranışla savuşturulması öğütlenmekte ve bu tutumun düşmanlıkları sıcak dostluğa çevireceği ifade edilmektedir (Fussılet 41/34). Zemahşerî kötülüğün en güzel davranışla savuşturulmasını açıklarken, “Biri sana kötülük ettiğinde onu affetmen iyidir; bundan daha iyi olanı ise onun sana yaptığı kötülüğe iyilikle karşılık vermendir” der (el-Keşşâf, III, 392). İbn Atıyye bu âyetin bütün ahlâk güzelliklerini ve hilim çeşitlerini kapsadığını belirtmekte; selâm verme, öfke duygusunu bastırma, alacak verecek işlerinde zorluk çıkarmama gibi güzel davranışları kötülüğe karşı yapılacak iyilikler arasında sıralamakta ve Abdullah b. Abbas’ın şu sözünü aktarmaktadır: “Mümin kişi bir erdemli iş yaparsa Allah onu şeytanın etkilerinden korur, düşmanının dahi ona saygı duymasını sağlar” (el-Muĥarrerü’l-vecîz, V, 16). Birçok âyet ve hadiste inanmış bir insan olarak sadaka veya borç vermek, büyük günahlardan sakınmak, tövbe etmek, din ve dünya için hayırlı işler yapmak, namaz ve zekât gibi ibadetleri yerine getirmek, gerektiğinde Allah için hicret etmek, cihad etmek, ana babaya karşı saygılı olup onlar için dua etmek, Allah’a saygısızlıktan sakınmak, imanla birlikte din ve dünya için yararlı işler yapmak, belâlara sabretmek gibi faaliyetlerde bulunanların kötülüklerinin bağışlanacağı müjdelenir (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “svǿ” md.; Wensinck, el-MuǾcem, “svǿ”, “kfr” md.leri). Furkān sûresinde (25/68-70)


Allah’a ortak koşan, adam öldüren ve zina edenlerin günahkâr olup kıyamet gününde ağır bir şekilde cezalandırılacağı, bu kötülükleri terkederek iman edip hayırlı ve faydalı işlere yönelenlerin ise önceki kötülüklerinin Allah tarafından iyiliklere çevrileceği haber verilmektedir. Aynı müjde bir hadiste gösterişten uzak olarak içtenlikle Allah’ı zikredenler için de geçmektedir (Müsned, III, 142). Buradaki kötülüklerin iyiliklere çevrilmesi ifadesi tefsirlerde üç şekilde açıklanmıştır: a) Tövbe etmeden önce işlenmiş olan günahların öbür dünyada sevaba çevrilmesi; b) Tövbeden önceki günahlarının affedilmesi; c) Daha çok benimsenen yoruma göre ise inkârın imana, kötü hallerin iyi hallere, olumsuz tutum ve davranışların iyiliklere dönüştürülmesi (Taberî, IX, 418-420; Zemahşerî, III, 105; Fahreddin er-Râzî, XXIV, 112; Şevkânî, IV, 103).

2. Seyyie sadece bir âyette özel bir tutum ve davranışın niteliğini ifade etmek üzere kullanılmıştır (en-Nisâ 4/85). Burada kelime “bir kötülüğe aracılık etme” anlamında “şefâa seyyie” şeklinde geçmekte ve bu şekilde aracılık yapanın kötülükten doğan günaha ortak olacağı bildirilmektedir. Hemen bütün hadis kaynaklarında yer alan bir hadiste İslâm’da güzel bir gelenek (sünnet-i hasene) başlatan kimsenin o yoldan gidenler bulunduğu sürece sevap kazanacağı, kötü bir gelenek (sünnet-i seyyie) başlatanın da aynı şekilde bunun vebalini çekeceği bildirilmiştir (Buhârî, “İǾtiśâm”, 15; Müslim, “Zekât”, 69). Âyet ve hadislerde bir tutum ve davranışın, bir olay ve olgunun kötü, çirkin veya elem verici niteliğini ifade etmek için seyyie ile aynı kökten gelen sev’, sû’ ve seyyi’ kelimeleri de kullanılmıştır. Kötü zan, kötü örnek, kötü adam, kötü komşu, kötü iş, kötü ahlâk, kötü hüküm bu kullanımlardan bazılarıdır (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “svǿ” md.; Wensinck, el-MuǾcem, “svǿ” md.).

3. Seyyie kavramının üçüncü kullanılışı genellikle geçim sıkıntısı, pahalılık, kuraklık, kıtlık, meşakkat, eziyet, belâ gibi insanın bedenî ve ruhî taleplerine aykırı olan, korkulan sonuçları ifade eder (meselâ bk. Taberî, IV, 178-179; Fahreddin er-Râzî, X, 188; Şevkânî, I, 549-550). Âl-i İmrân sûresinde (3/118-120) Medineli yahudilerin müslümanlara karşı besledikleri kötü duygulardan bahsedilirken müslümanlar yahudileri sevdikleri halde yahudilerin müslümanları sevmedikleri ve onlara büyük bir kin besledikleri anlatılmakta, ardından, “Size bir iyilik gelirse bu onları üzer, ama başınıza bir kötülük gelirse buna da sevinirler” buyurulmaktadır. Diğer bir âyete göre Hz. Peygamber’in düşmanları iyi bir durumla karşılaştıklarında bunun Allah’tan geldiğini, başlarına kötü bir hal geldiğinde ise Hz. Muhammed yüzünden, onun yanlış düşüncesi ve kötü yönetimi sebebiyle (Taberî, IV, 176-177) böyle bir durumla karşılaştıklarını ileri sürerlerdi (en-Nisâ 4/78). Âyetin devamında başa gelenlerin hepsinin Allah’tan olduğu bildirilmekte, müteakip âyette ise iyilik Allah’a, kötülük insana nisbet edilmektedir. Burada kötülüğün insana nisbet edilmesini Mu‘tezile âlimleri, kötülüğü kulun irade ve kudretine bağlayan kendi görüşlerini destekleyici bir delil olarak ileri sürmüşlerdir. Ancak Ehl-i sünnet âlimlerine göre iyilik gibi kötülüğü yaratan da Allah’tır. Bununla birlikte kulun uğradığı bazı zararlar kendi günahı veya tedbirsizliği yüzünden meydana geldiği için âyette seyyie kula nisbet edilmiştir (a.g.e., IV, 178-179; İbn Teymiyye, s. 41, 43, 111). Mu‘tezile ulemâsından Ebû Ali el-Cübbâî ilk âyette Allah’a nisbet edilen seyyienin “belâ, musibet”, ikinci âyette kula nisbet edilen seyyienin ise “mâsiyet” anlamına geldiğini söylemiştir. Bu bilgiyi aktaran Fahreddin er-Râzî, ikinci anlamdaki seyyienin de Allah’ın yaratmasına bağlı olmakla birlikte “edebe riayetten dolayı” kula nisbet edildiğini veya, “Kötülüğü kendinin yarattığını mı sanıyorsun?” şeklinde soru anlamı taşıdığını belirtir (Mefâtîĥu’l-ġayb, X, 190-192). Bir âyette insanların karşılaştıkları iyilik ve kötülüklerin ilâhî imtihan olduğu bildirilmiş (el-A‘râf 7/168), diğer bir âyette insanoğlunun bir iyiliğe nâil olduğunda bundan sevinç duyduğu, ancak bir kötülükle karşılaştığında hemen nankörce davrandığı anlatılarak (eş-Şûrâ 42/ 48; ayrıca bk. el-A‘râf 7/95) insanın tabiatında baskın bir eğilim olan isyankârlık ve nankörlüğe dikkat çekilmiştir (Şevkânî, IV, 662). Bazı âyet ve hadislerde seyyienin sadece dengiyle cezalandırılacağı, hasenenin karşılığının ise fazlasıyla verileceği belirtilmektedir (meselâ bk. el-En‘âm 6/ 160; Yûnus 10/27; eş-Şûrâ 42/40; Müsned, IV, 322, 345, 346; Buhârî “Îmân”, 31, “Riķāķ”, 31; Müslim “Îmân”, 203, 204, “Źikir”, 22). Hadislerde istenip de işlenmeyen seyyienin yazılmayacağı (Müsned, I, 227), hatta bir hadiste yapılmaktan vazgeçilen seyyie için bir sevap yazılacağı (Buhârî, “Riķāķ”, 31) ifade edilmiştir (bk. HASENE).

Seyyie ile aynı kökten olup “kötülük veya haksızlık etme, bir işi kötü yapma” anlamına gelen “isâet”, fıkıhta şer‘an tasvip edilmeyen eylemlerden söz edilirken kullanılan genel bir kavramdır. İsâetin konusu zina, farzın terki, başkasının hakkına saldırı gibi bir eylemse haram olarak nitelenir ve suç teşkil ediyorsa ceza ile karşılanır; dinî şiâr özelliğine sahip sünnetlere aykırı bir eylemse mekruh diye nitelenir ve kınanır. Bazı usulcüler ikinci kısma girenlerin tahrîmen mekruh ile tenzîhen mekruh arasında bir mertebede bulunduğunu ileri sürmüştür. Çoğu zaman fakihler isâe kavramını başkalarına zarar veren fiiller, özellikle su alma hakkı, geçit hakkı, mecrâ hakkı gibi irtifak haklarına riayetsizlik bağlamında kullanırlar. Bazı fıkıh eserlerinde eşlerin birbirine verdiği zararın da bu fiille ifade edildiği görülür (Mv.F, III, 141-142).

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “ĥsn” md.; Kāmus Tercümesi, I, 53-55; Müsned, I, 227, 387; III, 142; IV, 322, 345, 346; V, 153, 158, 169; Dârimî, “Riķāķ”, 74; Müslim, “Îmân”, 207; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, Beyrut 1412/1992, IV, 176-179; VI, 104; VII, 129; IX, 418-420; Zemahşerî, el-Keşşâf (Beyrut), III, 105, 392; İbn Atıyye el-Endelüsî, el-Muĥarrerü’l-vecîz (nşr. Abdüsselâm Abdüşşâfî Muhammed), Beyrut 1413/1993, V, 16; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, X, 188, 190-192; XXIV, 112; İbn Teymiyye, el-Ĥasene ve’s-seyyiǿe (nşr. M. Osman el-Huşt), Beyrut 1405/1985, tür.yer.; Şevkânî, Fetĥu’l-ķadîr, Beyrut 1412/1991, I, 549-550; II, 603; IV, 103, 662; Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-menâr, IV, 302-303; “İsâǿet”, Mv.F, III, 141-142.

Mustafa Çağrıcı