ŞEYH YAVSÎ

(ö. 920/1514)

Bayramî-Şemsî şeyhi, Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi’nin babası.

Çorum’un İskilip ilçesine bağlı Bağözü mevkiindeki İmâd (Direklibel) köyünde doğdu. Asıl adı Muhyiddin Muhammed’dir. İmâdî nisbesinden dolayı Diyarbekirli (Âmidî) ve Kürt asıllı olduğuna dair rivayetler doğru değildir. Yavsî lakabı kendisine, Bursalı Mehmed Tâhir’in bizzat İskilip halkından duyup naklettiğine göre ilme kene (yavsı) gibi yapışmasından dolayı II. Bayezid tarafından verilmiştir (Osmanlı Müellifleri, I, 198). Soyu Mâverâünnehir’den Anadolu’ya göç eden bir aileye dayanır (şeceresi için bk. Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin, Mecelletü’n-niśâb, s. 443). Dedesi Muhammed Efendi, Semerkant Valisi Uluğ Bey’in doğancıbaşısı idi. Babası Mustafa Efendi, kardeşleri Ali Kuşçu ve Abdünnebî ile birlikte hâmileri Uluğ Bey’in öldürülmesinden (853/1449) sonra Semerkant’ı terkedip Anadolu’ya gelmiş, Mustafa Efendi İskilip’te Zeyniyye tarikatı şeyhliği yapmış ve burada vefat etmiştir. Kabri Şeyh Yavsî Camii bitişiğindedir (Arıncı, sy. 18 [1940], s. 535).

Şeyh Yavsî ilk eğitimini amcası Ali Kuşçu (Taşköprizâde, s. 342) ve Alâeddin Ali Tûsî’den (Mecdî, s. 349) aldı. Kaynaklarda hangi tarikata mensup olduğu belirtilmeyen


Muslihuddîn-i Kocevî adlı bir şeyhten tasavvuf öğrenimi gördü, tefsir dersleri okudu. Ardından Akşemseddin’in halifesi İbrâhim Tennûrî’ye intisap edip hilâfet aldıktan sonra İskilip’te irşad faaliyetinde bulundu (Taşköprizâde, s. 342-343). Ancak onun İbrâhim Tennûrî ile ilişkisine dair kaynaklarda fazla bilgi bulunmamaktadır. Bununla birlikte Bayramîliğe mahsus bir kisve ile dolaştığı, bu kisveyi Şeyh Muhyiddin Hakîm Çelebi’ye giydirdiği rivayet edilir (Atâî, s. 345). Bazı son dönem araştırmalarında babasının vefatından sonra İskilip’te Zeynî şeyhliği yaptığı ileri sürülmekteyse de (Arıncı, sy. 18 [1940], s. 536) kaynaklarda böyle bir bilgi yer almamaktadır. Şeyh Yavsî Risâle-i Ahvâl-i Sülûk adlı eserinin sonunda adını belirtmediği bir tarikatın âdâbı üzere yedi yıl riyâzet yapıp uzlete çekildiğini, hilâfete nâil olduğunu, ancak müntesiplerinin bazı konularda hal ve mârifet sahibi olmamasından dolayı bu tarikattan ayrıldığını söylemektedir.

Taşköprizâde, Şeyh Yavsî’nin 885’te (1480) İskilip’ten hacca giderken Amasya’da sancak beyliği yapan II. Bayezid ile görüştüğünü, bu görüşme esnasında, “Hicaz dönüşünde sizi saltanat tahtında oturur halde buluruz” diyerek onu padişahlıkla müjdelediğini aktarır (eş-Şeķāǿiķ, s. 343). Bir yıl sonra tahta çıkan II. Bayezid, Yavsî’ye beslediği muhabbetten dolayı onu İstanbul’a çağırdı ve kendisine bir tekke (Yavsî Baba Tekkesi) inşa ettirdi (bu tekke daha sonra Abdülmecid Sivâsî’nin burada şeyhlik yapmasından dolayı Sivâsî Tekkesi adıyla tanınmıştır). Ebüssuûd Efendi babasının bu tekkedeki meşihatı döneminde dünyaya gelmiştir. II. Bayezid ile yakın ilişkisi sebebiyle “hünkâr şeyhi” lakabıyla anılan Yavsî Efendi adına padişah tarafından İstanbul ve İskilip’te vakıflar tahsis edilmiştir (İskilip vakfiyesi hakkında bk. Arıncı, sy. 18 [1940], s. 536-537; Kılcı, sy. 5 [1983], s. 47-48). Şeyh Yavsî’nin devlet yetkilileri nezdindeki itibarlı konumunu kullanarak tasarruflarda bulunmadığı, halifelerinden Müeyyedzâde Abdürrahim Efendi’nin kardeşi Abdurrahman Efendi’nin Rumeli kazaskerliği görevinden azledilmesi üzerine göreve iadesi için duada bulunmak ve göreve döneceğini müjdelemekle yetindiği ve Abdurrahman Efendi’nin Yavuz Sultan Selim devrinde yeniden aynı göreve getirildiği rivayet edilir (Hoca Sâdeddin, V, 255-256).

Hüseyin Vassâf, Yavsî’nin Edirne Şeyh Şücâ Zâviyesi’nde uzun müddet şeyhlik yaptığını söylemektedir (Sefîne-i Evliyâ, II, 466). Atâî’nin naklettiğine göre Yavsî, 1499 yılı civarında Edirne’ye gelmiş, İnebahtı Seferi’nden dönen II. Bayezid ile görüşmüş, bir süre burada kalarak Cerrahzâde Alâeddin Efendi’ye hilâfet vermiştir. II. Murad’ın emriyle Somuncu Baba’nın halifelerinden Şücâüddin Karamânî için inşa edilen Şeyh Şücâ Dergâhı’nda bir müddet irşad faaliyetinde bulunan Yavsî Efendi ile bu dergâh Bayramîliğin Tennûriyye koluna intikal etmiştir. Edirne tarihçisi Ahmed Bâdî’ye göre Yavsî Efendi, Edirne’den memleketi İskilip’e döndüğünde halifesi Serezli (Sirozî) Muslihuddin Edirne’ye gelerek burada ikamet etmiştir (Şimşek, s. 240). II. Bayezid devrinin sonuna (1512) kadar İstanbul’daki tekkesinde faaliyet gösteren Şeyh Yavsî daha sonra memleketi İskilip’e dönüp burada açtığı tekkede irşad faaliyetini sürdürürken vefat etti. Türbesi İskilip’te kendi adıyla anılan caminin bitişiğindedir. Türbesinin Kayseri’de ve İstanbul Yavuz Sultan Selim Camii avlusunda olduğuna dair rivayetler doğru değildir.

Şeyh Yavsî amcası Ali Kuşçu’nun kızı Sultan Hatun ile (Mecdî’ye göre diğer amcası Abdünnebî’nin kızı ile) (Şekāik Tercümesi, s. 351) evlenmiş, bu evlilikten iki kızı ve dört oğlu (Ebüssuûd, Nasrullah, Mehmed, Abdülfettah) dünyaya gelmiştir. Rukıye adlı kızını Anadolu’da faaliyet gösteren ilk Halvetî şeyhlerinden Habib Karamânî ile evlendirmiş, Habib Karamânî kayınpederiyle aralarında çıkan anlaşmazlık üzerine İskilip’ten ayrılıp Amasya’ya yerleşmiştir. Lâmiî Çelebi bu anlaşmazlığın “dervişlik kuvvetiyle” halledildiğini söyler, ancak anlaşmazlığın sebebi konusunda bilgi vermez. Şeyh Yavsî’nin vakfını “evlâdiyelik” kurduğu, Habib Karamânî’nin ise “erbâbiye” olarak kurmasını istemesi yüzünden aralarının açıldığı rivayet edilir. Yavsî’nin diğer kızı halifesi Müeyyedzâde Abdürrahim ile evlenmiştir. Yavsî’nin oğullarından Şeyh Nasrullah (ö. 974/1566) babasının ölümünden sonra İskilip’teki tekkede şeyhlik yapmış, ardından İstanbul’daki tekkenin postnişinliğini üstlenmiştir. Bu tekkenin altıncı postnişini olan Şeyh Nasrullah’ın kabri kardeşi Ebüssuûd Efendi’nin Eyüp’teki mezarının yanındadır. Şeyh Yavsî’nin diğer oğlu Yavsîzâde Mehmed Efendi (ö. 1017/1608) dönemin ünlü Halvetî şeyhi Nûreddinzâ-de’ye intisap ederek hilâfet almış, Üsküdar Atik Vâlide Dârülhadisi’nde muhaddislik ve camisinde vâizlik yapmıştır. Üsküdar Atik Vâlide Camii mihrabı önünde medfundur (Hüseyin Vassâf, III, 346). Şeyh Yavsî’nin Ebüssuûd’dan gelen nesli daha çok ilmiye mesleğine intisap etmiştir (İA, IV, 98).

Bayramiyye-i Şemsiyye’nin Tennûriyye kolunu İstanbul, İskilip ve Edirne’de devam ettiren Şeyh Yavsî Muslihuddin Sirozî, Müeyyedzâde Abdürrahim (Hacı Efendi, Hacı Çelebi), Cerrahzâde Alâeddin Efendi ve Bahâeddinzâde Muhyiddin Mehmed Efendi adlı dört halife yetiştirmiştir. Şeyhinin vefatının ardından Yavsî Baba Tekkesi’nde onun görevini sürdüren Muhyiddin Sirozî’nin kabri Eyüp civarındadır (Taşköprizâde, s. 354; Mecdî, s. 351). Muslihuddin Sirozî’nin ardından Yavsî Baba Dergâhı’na postnişin olan Müeyyedzâde Abdürrahim tasavvuf yoluna girmeden önce Sinan Paşa ve Hocazâde gibi meşhur âlimlerden ilim tahsil etmiş, Kanûnî Sultan Süleyman devrinin başından itibaren on sekiz yıl müddetle irşad hizmeti görmüştür (Taşköprizâde, s. 431-432). Şeyh Yavsî’nin diğer halifesi Cerrahzâde Alâeddin, Edirne’de Şeyh Şücâ Zâviyesi’nde 100 yaşına kadar irşad faaliyetinde bulunmuş, vefatında tekkenin hazîresine defnedilmiş, yerine Müeyyedzâde Abdürrahim’in yanında sülûkünü tamamlayan oğlu Muslihuddin Mustafa geçmiştir. Muslihuddin Edirne’den İstanbul’a giderek yedi yıl kadar Yavsî Dergâhı’nda faaliyette bulunduktan sonra Edirne’de vefat etmiş, oğlu Emre Çelebi, Şeyh Şücâ Zâviyesi’nde postnişin olmuştur. Bir süre Balıkesir’de faaliyet gösterip Yavsî Baba Tekkesi şeyhi olan Bahâeddin-zâde Muhyiddin Mehmed, Mevlânâ Kestelî’den ders okumuş, Ebû Hanîfe’nin el-Fıķhü’l-ekber’ine el-Ķavlü’l-faśl adıyla şerh yazmıştır (İstanbul 1979). Risâletü’l-vaĥdeti’l-vücûdiyye (Kahire 1328), Şerĥ-i Esmâǿ-i Ĥüsnâ (Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, 1-97 varak), Risâle-i Sırr-ı Ķader gibi eserleri olan Bahâeddin-zâde’nin (Osmanlı Müellifleri, I, 41-42) kabri Kayseri’de İbrâhim Tennûrî’nin yanındadır. Bayramiyye’nin Tennûriyye kolu Bahâeddinzâde’nin


halifeleri vasıtasıyla Karaman’daki Akşehir beldesinde yaygınlık kazanmıştır. Diğer bir halifesi Germiyanlı Nûreddin Hamza’dır (Öngören, s. 162). Bahâeddinzâde’nin ardından Yavsî Baba Tekkesi postnişinliğine Zâhidîzâde Abdurrahman Hâtifî geçmiştir. Yavsî Efendi’nin yetiştirdikleri arasında Sultan Selim Camii imamlarından Muhyiddin İznikî, İbn Kemal’in talebesi Kadı Pervîz Abdullah Efendi, ümmî olduğu halde kuvvetli bir irşad gücüne sahip Şeyh İskender b. Abdullah, Şeyh Îsâ (Mecdüddin Akhisârî) gibi kişiler de vardır (a.g.e., s. 159; Hüseyin Vassâf, II, 467). Cerrahzâde Muslihuddin Mustafa, kendisine Bâyezid-i Bistâmî’nin rehberlik ettiği rüyasında Yavsî halifelerinin kemalde üstünlük açısından Muslihuddin Sirozî, Hacı Çelebi, Cerrahzâde Alâeddin ve Bahâeddinzâde şeklinde sıralandığını müşahede ettiğini, Bahâeddinzâde’nin şeyhi gibi hem zâhirî hem bâtınî ilimlerde yetişmekle birlikte zâhirî ilimlerle meşguliyetinin daha fazla olması sebebiyle ilk üç halifenin mânevî meclisinden uzak kaldığını söyler (Atâî, s. 353).

Şeyh Yavsî, diğer Bayramî meşâyihi gibi medrese ve tekke ilimlerini şahsında birleştirmiş âlim bir sûfîdir. Oğlu Ebüssuûd’a Osmanlı medreselerinde okutulan Ĥâşiye-i Tecrîd, Şerĥ-i Mevâķıf, Şerĥ-i Miftâĥ ve Ĥâşiye Ǿale’l-Muŧavvel dersleri verecek kadar zâhirî ilimlere vâkıf olan Şeyh Yavsî, Ali Kuşçu’dan hadis icâzeti almıştır (Mecdî, s. 351). Eserini şerhettiği Şeyh Bedreddin gibi melâmet ve vahdet-i vücûd neşvesine sahip olan Şeyh Yavsî, Muhyiddin İbnü’l-Arabî mektebine mensup bulunması ve Vâridât şerhinde özellikle İbnü’l-Arabî irfanından beslenmesi sebebiyle Şeyh-i Kebîr Muhyiddin lakabıyla da anılmıştır. Tasavvufu harflerine işaretle “Allah’a tövbe (t), kalpte safa (s), ezelî ahde vefâ (v) ve fenâ (f)” şeklinde tanımlayan Şeyh Yavsî, seyrü sülûkte altı tür zikirle (zikr-i lisânî, zikr-i kalbî, zikr-i sırrî, zikr-i rûhî, zikr-i hafî, zikr-i zât) altı makamın (makām-ı şehâdet, makām-ı rûh, makām-ı hayret, makām-ı kābe kavseyn, makām-ı ev ednâ, makām-ı irşâd) katedildiğini söyler. Sülûke nefiy ve ispat zikriyle başlanıp ism-i celâl ile bitirilir (Atâî, s. 353-354). Harîrîzâde’ye göre bu usul Bayramîliğin kaynaklandığı Safeviyye tarikatının sülûk tarzıdır. Sülûkün nihayetine eren insân-ı kâmil, ilâhî isimlerin hakikatleri kendisine Hak tarafından tâlim edildiğinden özünde bütün kevnî-ilâhî hakikatleri ve sırları toplayan kimse olarak meleklerden üstündür (Aşkar, İskilipli Şeyh Muhyiddin Yavsî, s. 80-86). Yavsî, sûfînin bu ilâhî sırları aklın kavrayamaması sebebiyle tam mânasıyla açıklamayıp sırlara işaret etmekle yetinmesi gerektiğini, açıklaması halinde katledilebileceğini söyler.

Eserleri. 1. Taĥķīķu’l-ĥaķāǿiķ fî şerĥi keşfi esrâri’d-deķāǿiķ. Bedreddin Simâvî’nin Vâridât-ı Kübrâ’sının Arapça şerhidir. 872’de (1467) tamamlanan eserde Kuşeyrî’nin er-Risâle, Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin Fuśûśü’l-ĥikem, Sadreddin Konevî’nin Kitâbü’l-Fükûk, Müeyyidüddin Cendî’nin Şerĥu’l-Fuśûś, Abdürrezzâk el-Kâşânî’nin Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân ve Iśŧılâĥâtü’ś-śûfiyye, Abdullah-ı İlâhî’nin Keşfü’l-Vâridât adlı eserlerinden ve çağdaşı Seyyid Ahmed Kırîmî’nin Naśîĥatü’l-hâǿimîn’inden istifade edilmiştir (İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Nuri Ergin, nr. 25; Süleymaniye Ktp., Düğümlü Baba, nr. 307, Hamidiye, nr. 645, Hacı Mahmud Efendi, nr. 2620, Esad Efendi, nr. 1396, Cârullah Efendi, nr. 1055, Yazma Bağışlar, nr. 3611, Nafiz Paşa, nr. 1234). 2. Risâle-i Aĥvâl-i Sülûk. Zikir türleri, nefis mertebeleri ve makamları gibi seyrü sülûkle ilgili konulardan bahseden eser (İÜ Ktp., AY, nr. 3629, vr. 53b-55b) Harîrîzâde’nin Tibyân’ında Risâle fî sülûki’ŧ-ŧarîķati’ś-Śafeviyye (II, vr. 223a-225a), Atâî’nin Zeyl-i Şekāik’inde Risâle (s. 353-355) adıyla iktibas edilmiştir. Eserde tarikatın adı açık bir şekilde zikredilmemekle birlikte İbrâhim Zâhid Geylânî ve Ömer Halvetî’nin fikirlerine atıflar vardır. Risâle Ahmet Yıldırım tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir (“İskilipli Şeyh Muhammed Muhyiddin Yavsî’nin Bir Risâlesi ve Risâlede Geçen Hadislerin Tahrîc ve Değerlendirmesi”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Ankara 2001, sy. 6, s. 105-117). 3. Esmâ-i Ehlullāh. Ebû Bekir el-Vâsıtî’den başlayıp Ebü’l-Hüseyin el-Hâşimî ile sona eren 425 sûfînin isim listesini içerir (Süleymaniye Ktp., Pertevniyal Sultan, nr. 904, vr. 30a-31b). Şeyh Yavsî’ye TaǾlîķāt Ǿalâ tefsîri’l-Beyżâvî, TaǾlîķāt-ı ǾAlî adlı eserler de nisbet edilmektedir (Osmanlı Müellifleri, I, 199; Aşkar, İskilipli Şeyh Muhyiddin Yav-sî, s. 61).

BİBLİYOGRAFYA:

Taşköprizâde, eş-Şeķāǿiķ, s. 342-345, 354, 431-432; Mecdî, Şekāik Tercümesi, s. 349-351; Hoca Sâdeddin, Tâcü’t-tevârîh (haz. İsmet Parmaksızoğlu), Ankara 1992, V, 255-257; Atâî, Zeyl-i Şekāik, s. 344-355; Peçuylu İbrâhim, Târih, I, 55; Hüseyin Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘: İstanbul Camileri ve Diğer Dînî-Sivil Mi‘mârî Yapılar (haz. Ahmed Nezih Galitekin), İstanbul 2001, s. 176-177; Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin, Mecelletü’n-niśâb (tıpkıbasım), Ankara 2000, s. 443; a.mlf., Risâle-i Melâmiyye (nşr. Abdurrezzak Tek, Melâmet Risâleleri-Bayrâmî Melâmîliğe Dâir içinde), Bursa 2009, s. 221; Köstendilli Süleyman Şeyhî, Bahrü’l-velâye: 1001 Sûfî (haz. Sezai Küçük - Semih Ceyhan), İstanbul 2007, s. 604-605; Harîrîzâde, Tibyân, II, vr. 223a-225a; Sicill-i Os-mânî, IV, 341; Osmanlı Müellifleri, I, 41-42, 198-199; Hüseyin Vassâf, Sefine-i Evliyâ (haz. Mehmet Akkuş - Ali Yılmaz), İstanbul 2006, II, 466-467; III, 345-346; Zâkir Şükrü, Mecmûa-i Tekâyâ (Tayşi), s. 60; Hediyyetü’l-Ǿârifîn, II, 227; Mustafa Aşkar, İskilipli Şeyh Muhyiddin Yavsî: Hayatı-Eserleri ve Tasavvuf Anlayışı, Ankara 1996; a.mlf., “Şeyh Muhyiddin Muhammed b. Mustafa el-İskilibî (Şeyh Yavsî): Hayatı, Eserleri ve Varidat Şerhi Adlı Eseri Üzerine”, Türk Kültüründe İz Bırakan İskilipli Âlimler (haz. Mevlüt Uyanık), Ankara 1998, s. 193-215; Nimet Bostan, Ebussuud Efendi: Ecdâdı, Evlâdı ve Akrabaları (mezuniyet tezi, 1950), İÜ Ed. Fak.; Fuat Bayramoğlu, Hacı Bayram-ı Veli: Yaşamı-Soyu-Vakfı, Ankara 1983, I, 49; Reşat Öngören, Osmanlılar’da Tasavvuf, İstanbul 2000, s. 158-163; Selâmi Şimşek, Edirne’de Tasavvuf Kültürü, İstanbul 2008, s. 238-244; Rıfat Arıncı, “Şeyh Muhiddin Yavsi”, Çorumlu, sy. 18, Çorum 1 Kânunusâni 1940, s. 535-537; Ali Kılcı, “İskilip Şeyh Yavsî Camii Külliyesi”, Rölöve ve Restorasyon Dergisi, sy. 5, Ankara 1983, s. 47-63; Ömer İskender Tuluk, “İskilip Şeyh Yavsi Camii’nin Orijinal Planı Üzerine Bir Restitüsyon Denemesi”, TTK Belleten, LXVII/249 (2003), s. 447-456; Cavid Baysun, “Ebussu’ûd Efendi”, İA, IV, 92, 98; Ekrem Işın, “Yavsî Baba Tekkesi”, DBİst.A, VII, 445-446; Ahmet Akgündüz, “Ebüssuûd Efendi”, DİA, X, 365; Kâmil Şahin, “Habib Karamânî”, a.e., XIV, 371.

Kâmil Şahin - Semih Ceyhan