SELSEBÎL

(السلسبيل)

Cennetin pınarlarından birinin ismi veya sıfatı.

Kur’an’da selsebîl kelimesi, cennette iyi insanlara ihsan edilecek nimetlerden söz eden, “Onlara orada zencefîl karışımlı bir kadehten içirilir; -içindeki- orada selsebîl diye isimlendirilen bir pınardandır” meâlindeki âyette geçer (el-İnsân 76/17-18). Müslim’de yer alan bir rivayete göre (“Ĥayż”, 34) bir yahudi din adamının, “Cennete ilk defa kimler girecek?” şeklindeki sorusuna Hz. Peygamber, “Muhacirlerin fakirleri” cevabını vermiş; “Cennet yolunda içecekleri nedir?” sorusu üzerine de, “Onlara cennette selsebîl diye adlandırılan bir pınarın suyundan içirilir” buyurunca yahudi, “Doğru söyledin” demiştir. Abdurrahman b. Avf hakkındaki bir hadiste, “Allah onu cennetin selsebîlinden suvarsın” veya, “Allahım! Abdurrahman b. Avf’ı cennetin selsebîlinden (selselinden [İbnü’l-Esîr, II, 389]) suvar” denilmektedir (Müsned, VI, 299, 302; Tirmizî, “Mevâķīt”, 25; İbn Balabân, XV, 456). İbnü’l-A‘râbî’ye göre selsebîl Kur’an’dan önce bilinen bir kelime değildir; dolayısıyla kelimenin türemiş olduğu bir kök yoksa da genellikle dil âlimleri selsebîlin “selise”, “selle” veya “selsele” köklerinden geldiğini kabul eder. Zemahşerî’ye göre buradaki “bâ” harfi zâit olup akıcılık anlamını pekiştirmek için ilâve edilmiştir (el-Keşşâf, IV, 198).

Lugatlarda ve tefsir kaynaklarında selsebîl kelimesinin “akıcı ve yumuşak olma” anlamına gelen selâset ve “peşpeşe gelme” mânasındaki teselsül ile ilişkisi üzerinde durulur. Pınarın sıfatı olarak “kesintisiz ve hızlı akma”, su vb. içeceklerin sıfatı olarak “tadı iyi, içimi kolay, boğazdan kolayca geçen” gibi anlamlara sahip olduğu ve “selsâl, selsel” kelimelerinin de aynı mânada kullanıldığı belirtilir. Hz. Ali’ye atfedilen bir açıklamaya göre selsebîlin aslı “sel sebîlen” (bir yol iste) şeklinde bir cümledir. Bu rivayet doğru ise söz konusu ifadeden, bu şekilde nitelenen cennet pınarından ancak imanları ve hayırlı amelleriyle ona ulaşma çabası gösterenlerin içebileceği anlamı çıkar. Zemahşerî ise Arap diline uygun düşmekle birlikte bu açıklamanın zorlama ve hatta uydurma olduğunu belirtir.

Basra nahivcilerinden bazıları selsebîlin sürekli akmasından dolayı cennetteki pınarın sıfatı olduğunu, bazıları ise güzelliğinden dolayı pınarın bu şekilde anıldığını söyler; bir kısmı da selsebîli pınarın adı yani özel ismi kabul eder. Kûfe nahivcilerinin bir kısmı kelimeyi “boğazdan kolaylıkla geçen” anlamında sıfat, bazıları pınarın özel ismi, bazıları da “içimi kolay ve tatlı” mânasında suyun niteliği saymıştır. Bu yorumları aktaran Taberî kendi görüşünü şöyle açıklar: “Âyetteki ‘selsebîl diye isimlendirilen’ ifadesi pınarın sıfatıdır. Boğazdan geçişi ve akışı rahat olduğu, ayrıca cennet ehlinin emrine verilmiş olup akışını istedikleri yere doğru değiştirebildikleri için böyle nitelendirilmiştir.” Taberî ayrıca müfessirlerin selsebîl kelimesinin özel isim değil sıfat olduğunda ittifak ettiğini belirtir. Türkler, kelimenin bu anlamlarından ilham alıp suyun kademeli olarak akıtıldığı sıralı yalaklara selsebil demişler ve taş işçiliğinin zarif örnekleriyle selsebiller üretmişlerdir (bk. SELSEBİL).

Selsebîl kelimesi, klasik şiirde âb-ı hayât gibi sevgilinin dudağındaki lezzet ve ölümsüzlük özelliğinden kinaye olarak sıkça kullanılır. Cennette olması, devamlı akması, herkesin ona ulaşamaması gibi sebeplerle de edebiyatta selsebîl âşıkın arzuladığı bir mekân olarak geçer (Çalap seni nice şîrin dudaklı halk etmiş / Ki selsebîl utanır leblerin zülâlinden [Nesîmî]). Bazan şarabın mest edici tesiri selsebîl ile ölçülür


(Selsebîlin aynıdır sûfî mey-i gül-fâmımız [Zâtî]). Yine güzel şiirin mest edicilik özelliği de selsebîl ile ölçülür (İşidenler kelâm-ı fâhirim fart-ı letâfetten / Sanırlar selsebîl-i feyz olur cârî zebânımdan [Leskofçalı Galib]).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “sell” md.; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, II, 389; Lisânü’l-ǾArab, “sell (selsel)” md.; Fîrûzâbâdî, el-Ķāmûsü’l-muĥîŧ, “sell” md.; Müsned, VI, 299, 302; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, XXIX, 219-220; Hâkim, el-Müstedrek, III, 351, 352; Zemahşerî, el-Keşşâf (Kahire), IV, 198-199; Kurtubî, el-CâmiǾ, XIX, 142-143; Nîsâbûrî, Ġarâǿibü’l-Ķurǿân, XXIX, 125; İbn Balabân, el-İĥsân fî taķrîbi Śaĥîĥi İbn Ĥibbân (nşr. Şuayb el-Arnaût), Beyrut 1412/1991, XV, 456; Âlûsî, Rûĥu’l-meǾânî, XXIX, 160-161; Elmalılı, Hak Dini, VIII, 5507-5508; M. Tâhir İbn Âşûr, Tefsîrü’t-Taĥrîr ve’t-tenvîr, Tunus 1984, XXIX, 396; T. W. Haig, “Selsebîl”, İA, X, 463; A. Rippin, “Salsabīl”, EI² (İng.), VIII, 999.

Lütfullah Cebeci