SELÂM

(السلام)

Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.

Sözlükte selâm (selâmet) “bedenî ve ruhî hastalık, eksiklik ve kusurlardan uzak olma” anlamında kullanılır. Allah’a nisbet edildiğinde “her türlü eksiklik, acz ve kusurdan, yaratılmışlara özgü değişikliklerden ve yok oluştan münezzeh olan, selâmetin kaynağı olup esenlik veren” şeklinde açıklanır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “slm” md.; Lisânü’l-ǾArab, “slm” md.; Kāmus Tercümesi, “slm” md.).

Selâm ismi Haşr sûresindeki âyette (59/ 23) altı ilâhî isimle birlikte ve kuddûs ile mü’min arasında zikredilmiştir. Bunun dışında “kurtarmak, esenlik vermek” mânasında fiil kalıbıyla Allah’a nisbet edilmiş, Yâsîn sûresinde (36/58) Cenâb-ı Hakk’ın cennet ehline doğrudan veya melekler vasıtasıyla selâm vereceği belirtilmiştir. İbnü’l-Cevzî, Kur’an’da geçen “sübülü’s-selâm” ile “dârü’s-selâm” terkiplerindeki selâm kelimesinin Allah’ın ismi olarak yorumlanabileceğini söylemişse de (Nüzhetü’l-aǾyün, s. 356) bu telakki itibar görmemiştir. Sâffât sûresinin bazı âyetlerinde (37/ 79, 109, 120, 130) Hz. Nûh, İbrâhim, Mûsâ, Hârûn ve İlyâs’a, 181. âyetinde bütün resullere Allah’ın selâmı nisbet edilmiştir. Bunun yanında müminlerden Allah’a arzedilen selâm ve teslimiyet on beş kadar âyette yer almaktadır (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “slm” md.).

Selâm İbn Mâce ile Tirmizî’nin esmâ-i hüsnâ listesinde bulunmaktadır (“DuǾâǿ”, 10; “DaǾavât”, 82). Namazdan çıkış selâmının ardından okunan ve, “Allāhümme ente’s-selâm ve minke’s-selâm” diye başlayan tâzim ifadesinde selâm hem Allah’ın ismi olarak zikredilmekte hem de selâmetin O’ndan geldiği belirtilmektedir (Müslim, “Mesâcid”, 135-136; Ebû Dâvûd, “Vitir”, 25; Tirmizî, “Śalât”, 108). Abdullah b. Mes‘ûd’un naklettiğine göre Resûlullah’ın arkasında namaz kılan sahâbîler tahiyyat oturuşunda ilk zamanlar, “Allah’a kullarından selâm olsun, falana falana selâm olsun” anlamında ifadeler kullanıyordu. Bundan haberdar olan Hz. Peygamber, “‘Allah’a selâm olsun’ demeyin, Allah selâmın kendisidir, fakat siz şöyle söyleyin” buyurmuş ve bilinen Tahiyyat duasını öğretmiştir (Buhârî, “Eźân”, 150; Müslim, “Śalât”, 55-58).

Selâmın, Kur’an’da yer aldığı âyette kuddûs ile mü’min isimleri arasında bulunması içeriğinin belirlenmesinde yardımcı olmaktadır. Âlimlerin genellikle kabul ettiğine göre selâmın temel muhtevası belirlenirken kelimenin sıfat anlamında isim olduğu veya “zü’s-selâm” şeklinde terkip mânası taşıdığı göz önünde bulundurulur. Buna göre bu ismin ilk mânası “yaratılmışlara özgü acz ve eksikliklerden münezzeh olan” şeklindedir. Bu ifade zât-ı ilâhiyyenin zâhirî ve bâtınî kusurlar, değişikliğe mâruz kalma ve zeval bulup ortadan kalkma gibi hususlardan münezzeh olduğunu belirtir. Aynı muhteva kuddûs isminde de mevcuttur. Selâmın ikinci anlamı makām-ı ulûhiyyetin selâmet kaynağını teşkil etmesidir. Bu ise mü’min isminin muhtevasında da yer alır. Ayrıca Hz. Peygamber’in namazlardan sonra tekrar ettiği tâzim niyazında “ve minke’s-selâm” (esenlik sendendir) ifadesi bu anlamı vurgulamaktadır. Bazı âlimler, selâmın bir mânasının da müminlerin Allah’ın azabından emin bulunması şeklinde olduğunu söyler (Mâtürîdî, s. 51; Hattâbî, s. 41; Kuşeyrî, s. 28). Gazzâlî selâm isminin içeriğini incelerken sözü edilen üç mânaya işaret etmiş, Ebû Bekir İbnü’l-Arabî de bu mânaların selâmın muhtevasını oluşturduğunu belirtmiştir (el-Maķśadü’l-esnâ, s. 73-74; el-Emedü’l-aķśâ, vr. 31b). Kādî Abdülcebbâr ise kelimenin aslında masdar olduğunu göz önünde bulundurarak “selâmet veren” mânasının mecaz özelliği taşıdığını ileri sürmüştür (el-Muġnî, XX/2, s. 212-213). D. B. Macdonald, “Allah” maddesinde (İA, I, 363) selâm vasfının “hıristiyan âyinlerinde okunan ibarelerden Peygamber’de kalan müphem bir


hatıra eseri” olabileceğini söylemek suretiyle Kur’an ve hadis başta olmak üzere İslâm literatürünü bilmezlikten gelmiş, Resûlullah’ın kilise ve âyinlerle hiçbir ilgisinin bulunmadığı gerçeğini göz ardı etmiştir.

Kuşeyrî’ye göre selâm isminden kulun alabileceği nasip, onun selim bir kalple mevlâsına ulaşmasıdır. Selim kalp kin, hıyanet, kötü niyet ve hasedin bulunmadığı bir ruhî ve ahlâkî yapı demek olup buna sahip bulunan kimse bütün müslümanlara karşı iyi niyet besler, hissettiği kötü duygular sebebiyle onları değil kendini suçlar (et-Taĥbîr, s. 29). Gazzâlî, benzer bir yorum yaptıktan sonra kişinin selim kalp ile rabbine kavuşabilmesi için fikrî yeteneklerinin ters yüz olmamasının şart olduğunu belirtir, bunun da ancak aklın daima nefse hâkim kılınmasıyla gerçekleşebileceğini söyler (el-Maķśadü’l-esnâ, s. 74). Alî, samed, kuddûs ve mü’min isimleriyle anlam yakınlığı içinde bulunan selâm “acz ve eksiklik niteliklerinden münezzeh olan” mânasıyla zâtî-selbî, “esenlik veren, zulmünden emin olunan” mânasıyla fiilî isim ve sıfatlar içinde yer alır.

BİBLİYOGRAFYA:

Taberî, CâmiǾu’l-beyân (nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, XXIII, 26-28; Mâtürîdî, Âyât ve süver min Teǿvîlâti’l-Ķurǿân (nşr. Ahmet Vanlıoğlu - Bekir Topaloğlu), İstanbul 2003, s. 51; Hattâbî, Şeǿnü’d-duǾâǿ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), s. 41; Ebû Abdullah el-Halîmî, el-Minhâc fî şuǾabi’l-îmân (nşr. Hilmî M. Fûde), Beyrut 1399/ 1979, I, 195, 196; Kādî Abdülcebbâr, el-Muġnî, XX/2, s. 212-214; Abdülkāhir el-Bağdâdî, el-Esmâǿ ve’ś-śıfât, Kayseri Râşid Efendi Ktp., nr. 497, vr. 119b-121b; Kuşeyrî, et-Taĥbîr fi’t-teźkîr (nşr. İbrâhim Besyûnî), Kahire 1968, s. 28-29; Gazzâlî, el-Maķśadü’l-esnâ (Fazluh), s. 40, 73-74, 172-173; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, el-Emedü’l-aķśâ, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 499, vr. 31a-b; İbnü’l-Cevzî, Nüzhetü’l-aǾyün, s. 356; Fahreddin er-Râzî, LevâmiǾu’l-beyyinât (nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa‘d), Beyrut 1404/1984, s. 196-198; Ebü’l-Berekât en-Nesefî, Medârikü’t-tenzîl (nşr. Mervân Muhammed eş-Şa‘‘âr), Beyrut 1416/1996, IV, 18; D. B. Macdonald, “Allah”, İA, I, 363.

Bekir Topaloğlu