SELÂHADDÎN-i ZERKÛB

(صلاح الدين زركوب)

Salâhuddîn-i Zerkûb Ferîdûn el-Konevî (ö. 657/1258)

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin ilk halifesi.

582’de (1186) Beyşehir gölünün kıyısındaki Kâmile köyünde doğdu. Asıl adı Ferîdun’dur. Balıkçılıkla geçinen bir aileye mensup olup babasının adı Yağıbasan’dır. Konya’ya giderek kuyumculuk (zerkûbî) sanatını öğrendi ve bağcılıkla da uğraştı. Kırk yaşlarında iken fütüvvet ehli kuyumcuların şeyhi oldu ve Selâhaddîn-i Zerkûb, Selâhaddin Zerkûbî, Selâhaddîn-i Zerrinkûb unvanlarıyla anılmaya başlandı. 630’da (1232) Konya’ya gidip Sincâniye Mescidi’n-de itikâfa giren Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin şeyhi Seyyid Burhâneddin’e intisap etti. Şeyhin Mevlânâ’ya halifelik icâzeti verip Kayseri’ye dönüşünün ardından evlenmek üzere köyüne gitti. Ahmed Eflâkî onun bir cuma günü Konya’ya geri döndüğünü, Ebülfazl Camii’nde cuma namazından sonra vaaz eden Mevlânâ’yı dinlerken şeyhinin halini Mevlânâ’da müşahede edip cezbeye kapılarak kürsüye koştuğunu ve Seyyid Burhâneddin’den sonra Mevlânâ’ya intisap ettiğini söyler (Âriflerin Menkıbeleri, II, 123). Bu olay, Seyyid Burhâneddin’in vefatının (639/1241) ardından ve Şems-i Tebrîzî’nin Konya’ya geliş tarihinden (26 Cemâziyelâhir 642 / 29 Kasım 1244) önce gerçekleşmiş olmalıdır. Nitekim Sahih Ahmed Dede onun Mevlânâ’ya 641 (1243) yılında mürid olduğunu kaydeder (Mevlevîlerin Tarihi, s. 163). Ferîdûn-i Sipehsâlâr ise ilk defa Mevlânâ’ya intisap ettiğini söyler. Ona göre Mevlânâ, kuyumcular çarşısından geçerken Selâhaddin’in dükkânından gelen çekiç seslerinin âhengine uyarak cezbeyle semâ etmeye başlamış, Selâhaddin ona bu sırada intisap etmiştir (Risâle, s. 132). Halbuki Sahih Ahmed Dede’ye göre bu meşhur olay Ebülfazl Camii’n-deki ilk intisaptan dört yıl sonra 3 Receb 645 (3 Kasım 1247) tarihinde meydana gelmiştir (Mevlevîlerin Tarihi, s. 170). Selâhaddîn-i Zerkûb’un Şems’in Konya’ya gelmesinin ardından onun sohbetlerine katıldığı, Şems ile Mevlânâ altı ay boyunca halvette kaldıklarında Sultan Veled ile birlikte halvethâne kapısını beklediği, Mevlânâ’nın Selâhaddîn-i Zerkûb’u çok sevdiği ve değer verdiği, Şems’in gelişinden sonra vaazı tamamıyla terkettiğinde onun ricasıyla bir defaya mahsus olmak üzere vaaz ettiği kaydedilmektedir. Eflâkî, Selâhaddin’in bir sırrı keşfederek Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykâvus’un Mevlânâ’ya intisap etmesine vesile olduğunu belirtir (Âriflerin Menkıbeleri, II, 123-125). 652’de (1254) Moğol askerleri Konya’yı muhasara ettiklerinde Mevlânâ, Konya’nın Selâhaddîn-i Zerkûb vesilesiyle bağışlandığını ve işgal edilemeyeceğini halka müjdelemiştir (Sahih Ahmed Dede, s. 175).

Mevlânâ ile Selâhaddîn-i Zerkûb arasında şeyh-mürid ilişkisinin yanında yakın bir ailevî irtibat söz konusudur. Zerkûb’un ilk kızı Fâtıma Hatun’a her gün Kur’an dersleri veren Mevlânâ onu 644’te (1246) oğlu Sultan Veled’e nikâhladı. Diğer kızı Hediye Hatun ise Eflâkî’nin “üstâd-ı selâtîn” dediğine göre sarayın yazı hocası olduğu anlaşılan Nizâmeddin Hattât adlı biriyle Mevlânâ’nın çabaları sonucunda evlendirildi. Mevlânâ’nın, “Fâtıma sağ gözümdür, Hediye sol gözüm” dediği nakledilir. Eflâkî’nin eserinde yer alan, Mevlânâ’nın Selâhaddîn-i Zerkûb ve ailesiyle yakın ilişkilerine dair çeşitli menkıbelerden onun Zerkûb ailesini kendi ailesinden saydığı anlaşılmaktadır.

Sultan Veled, Şems-i Tebrîzî’nin 645 (1247) yılında ikinci ve son kayboluşundan sonra babasının Şems’i Selâhaddin’de bulduğunu, onunla sohbetlerini arttırarak sütle şekerin kaynaştığı gibi kaynaştığını, Şems’in ardından içine düştüğü aşk ve coşkunluk halinin irşada engel olması sebebiyle Selâhaddin’i halife seçtiğini ve kendisinden ona uymasını istediğini söyler (İbtidânâme, s. 87). Mevlevî kaynaklarında Selâhaddin’in halife seçilmesiyle Mevlânâ’nın hayatında sükûnet döneminin başladığı kaydedilmektedir. Eflâkî, Mevlânâ’nın Şems’i bulmak ümidiyle Şam’a üçüncü gidişi sırasında müridlerle ilgilenmesi için yerine ilk defa Hüsâmeddin Çelebi’yi vekil bıraktığını, Şems’ten ümit kestikten sonra yerine Selâhaddîn-i Zerkûb’u halife tayin ettiğini aktarmaktadır. Selâhaddin’in cahil olduğunu, şeyhlik için ehil sayılmadığını, hatta Şems’i arattığını söyleyen bir kısım müridler daha da ileri gidip onu gizlice öldürerek bir yere gömmeyi planlamışlarsa da suikast önlenmiştir (Ferîdûn-i Sipehsâlâr, s. 133-134; Sultan Veled, s. 92). Sultan Veled suikast düzenleneceğini


duyan Selâhaddin’in bu haberi gülerek karşıladığını, kendisinin Mevlânâ tarafından seçildiğini, onun hakikatine ayna olduğunu, bu sebeple kendisine bir şey yapılamayacağını söylediğini bildirmektedir (İbtidânâme, s. 92-93). Mevlânâ da Selâhaddin hilâfet makamına geçtikten sonra eski dostlarından Çavuşoğlu’nun ona düşman olduğunu belirtmek suretiyle müridlerin kıskançlığına işaret etmektedir (Fîhi mâ fîh, s. 89). On yıl kadar Mevlânâ’nın halifeliğini yapan Selâhaddîn-i Zerkûb 1 Muharrem 657 (29 Aralık 1258) tarihinde vefat etti ve semâlar eşliğinde Sultânülulemâ Bahâeddin Veled’in sol yanına defnedildi. Mevlânâ, Zerkûb’un yerine Hüsâmeddin Çelebi’yi tayin etti.

Selâhaddîn-i Zerkûb ilk Mevlevî kaynaklarında bâtını zâhirine galip, çokça riyâzette bulunan, gaybü’l-gayb âleminden haberler veren, sırları keşfeden, zâhirde avamdan görünüp bâtında ârifler zümresinden olan bir sûfî diye tanıtılır. Eflâkî’ye göre Seyyid Burhâneddin, Sultânülulemâ Bahâeddin Veled’den kendisine intikal eden söz fesahatini Mevlânâ’ya, hal güzelliğini de Selâhaddîn-i Zerkûb’a vermiştir (Âriflerin Menkıbeleri, II, 122). Eflâkî’nin Selâhaddin’in halleri ve makamıyla ilgili rivayetleri dikkate alındığında onun sülûkünün başlangıcında amel ve hallerinin güzelliğini zihninde tahayyül etmesiyle çeşitli renklerde nurlar müşahede ettiği, ancak Mevlânâ’ya mânevî nisbetinin artması sonucunda renksizlik ya da fenâ-yi hakîkî mertebesine ulaştığı, okuma yazma bilmeyip konuşurken kelimeleri sıkça yanlış telaffuz etmekle birlikte derin bir mârifete sahip olduğu görülmektedir. Nitekim, “Ârif kimdir?” diye sorulduğunda Mevlânâ’nın, “Ârif sen sustuğun halde senin sırrından bahseden kimsedir, bu da Şeyh Selâhaddin’dir” demesi bunu teyit etmektedir (a.g.e., II, 131). Sultan Veled babasının Şems-i Tebrîzî’yi güneşe, Selâhaddîn-i Zerkûb’u aya, Hüsâmeddin Çelebi’yi yıldıza benzettiğini kaydeder (İbtidânâme, s. 143). Mevlânâ, divanında onu “Salâh-ı hakk u dîn, Salâh-ı dîn, Salâh-ı dil ü dîn, Salâhu’d-dîn” gibi mahlaslarla yetmişin üzerinde yerde anmaktadır (bk. bibl.).

BİBLİYOGRAFYA:

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Dîvân-ı Kebîr (trc. Abdülbâki Gölpınarlı), Ankara 1992, I, 135, 251, 281; II, 28, 36, 57, 58; III, 100, 285, 289, 388, 422; IV, 62, 89, 172, 189, 258, 275, 292, 298-299; V, 131, 137, 155, 204, 229, 340, 404, 408, 417, 484; VII, 196, 202, 205, 217, 309, 312, 374, 418, 424, 435, 465, 512, 605, 626; a.mlf., Fîhi mâ fîh (trc. Ahmed Avni Konuk, haz. Selçuk Eraydın), İstanbul 1994, s. 89; Ferîdûn-i Sipehsâlâr, Risâle: Mevlânâ ve Etrafındakiler (trc. Tahsin Yazıcı), İstanbul 1977, s. 131-138; Sultan Veled, İbtidânâme (trc. Abdülbâki Gölpınarlı), Konya 1976, s. 79-80, 87-93, 105-109, 137-143; Ahmed Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri (trc. Tahsin Yazıcı), İstanbul 1989, II, 120-152; Devletşah, Tezkire (trc. Necâti Lugal), İstanbul 1977, II, 250-251; İsmâil Rusûhî Ankaravî, Şerh-i Mesnevî, İstanbul 1289, II, 209-210; Sahih Ahmed Dede, Mevlevîlerin Tarihi (haz. Cem Zorlu), İstanbul 2003, s. 151-176; Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin, İstanbul 1952, s. 103-112; Bedîüzzaman Fürûzanfer, Mevlânâ Celâleddin (trc. Feridun Nafiz Uzluk), İstanbul 1997, s. 249-267; Fr. Lewis, Rumi: Past and Present, East and West, Oxford 2000, s. 205-214; Nuri Şimşekler, “Hz. Mevlâna ve Selâhaddîn-i Zerkûb”, Mevlâna Panellerinde Sunulan Bildiriler I, Konya, s. 41-48; Celâleddin Hümâî, “Velednâme’ye Göre Mevlânâ’nın Ailesinin ve Dostlarının Hayat Hikâyeleri”, Mevlânâ Araştırmaları I (trc. Adnan Karaismailoğlu), Ankara 2007, s. 23-25; Reşat Öngören, “Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî”, DİA, XXIX, 444.

Semih Ceyhan