SEDEFKÂRLIK

Sedef (Ar. sadef), içinden inci çıkan istiridye kabuğudur. İstiridye dışında midye ve deniz salyangozu gibi yumuşakçaların kabuklarından elde edilen parlak maddeye de sedef denir; Arapça’da se’se’ ve ırkü’l-lü’lü gibi değişik adları da vardır. Kur’an’da denizden çıkan inci ve mercandan Allah’ın lutfu olarak söz edilir. Cennetteki iri gözlü hûriler kabuğu içinde saklı incilere benzetilir (el-Vâkıa 56/22-23). Bir rivayete göre Ümmü Seleme’nin sorusu üzerine Hz. Peygamber onların sedef içindeki inciler gibi el değmemiş olacağını belirtir (Taberânî, XXIII, 367). Sedef saflığın, güzelliğin, berraklığın simgesidir. Süleyman Çelebi, Mevlid’inin “Velâdet Bahri”nde, “Ol sadeften doğdu ol dür dânesi” ifadesiyle Hz. Muhammed’i inciye, annesini de sedefe benzetmiştir.

İnce marangozluk için en uygun sedef daha yayvan kabuklu birkaç değişik türü olan, sıcak denizlerde yaşayan ve yaklaşık çapı 19 santimetreyi bulan istiridyeden (pinctada) elde edilir. Hâkim rengi beyaz olmakla beraber ışığa göre gök kuşağı renklerinde ışınlar yaydığı (sedeflenme) görülür; mat olanına taş sedef denir. Daha


çok Güney Afrika kıyılarında bulunan ve haliotis denilen yumuşakça cinsinden de yeşil, lâcivert, eflâtun gibi farklı renklerde çok değerli sedefler alınabilmekle birlikte bunlardan büyük boy plaka çıkarmak zordur. Ahşap üzerine belli bir süsleme yapabilmek için sedef başta olmak üzere fildişi, kemik, bağa gibi maddelerin kakma veya kaplama teknikleriyle yerleştirilmesi işine, bu maddeler arasında en fazla sedefin emek gerektirmesi ve en fazla onun dikkat çekmesi sebebiyle genelde sedefkârlık denilmişse de asıl sedefkârlık bu tür süslemelerin sedef kullanılarak yapılanıdır.

Ana maddesi kalker olan ham sedefin dış kısmındaki mat kabuk asitle atılır ve kalan parlak kısım kullanılacağı yere göre kesilip tesviye edilir ve parlatılır. Günümüzde bu iş için ince bıçaklı minyatür planya, torna ve zımparalı kalınlık makineleri gibi aletler bulunmaktadır. Sedefkârlıkta motifler tek yahut farklı renklerdeki sedef plakaların yalnız veya fildişi, bağa, kemik ve renkli ahşap gibi malzemeyle birlikte açılan yuvalara yerleştirilmesi suretiyle yapılır. Bu işlem için sedef plaka, üzerine kompozisyondaki yerine göre çizilen kâğıt şablonun yapıştırılıp kıl testereyle kesilmesiyle şekillendirilir ve istiridye kabuğunun öğütülmesiyle elde edilen ince toz ve yumurta akı karışımı bir tutkalla yerine yapıştırılır.

Sedefin ahşap işçiliğinde kullanımının eski Mezopotamya dekoratif sanatlarında fildişi, kemik, lapis lazuli ve renkli kireç taşı gibi malzemeyle birlikte günümüzden 4500-5000 yıl öncesine kadar uzandığı anlaşılmaktadır. Bu malzemeden hazırlanan plakaların özellikle Ur kazılarında ele geçen ahşap eserlerde altın ve gümüşün yanında ziftle yapıştırılarak yuvalarına oturtulduğu görülmektedir. Bu teknikle süslenmiş tuvalet kutusu, oyun tahtası, lir, harp gibi çalgılarla çeşitli dekoratif eşya bugün Sumer sanatının şaheserleri sayılmaktadır.

İslâm sanatında sedef kullanımına ilk defa Sâmerrâ Dârülhilâfe (Cevsaku’l-Hâkānî) Sarayı’nda bulunan mozaik tarzı süslenmiş bir eşya kalıntısında, renkli cam ve lapis lazuli parçalar arasında rastlanmıştır (Islam: Art and Architecture, s. 119). XV. yüzyılda Edirne Beyazıt (II.) Camii kapısında geometrik sedef kakma bezemelere rastlanır. Daha sonraki yüzyıllarda sedefkârlık gelişerek devam etmiştir. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde yer alan 1505 tarihli hazine defterinde çok sayıda sedefli eşyanın kaydına rastlanmaktadır (Mahir, sy. 9 [1998], s. 99). Bu yüzyılda yavaş yavaş fildişinin yerini sedefin almaya başladığı görülür. Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde bulunan XVI. yüzyıla ait en güzel eserlerden biri (Envanter nr. 2), dört dilimli kemerli yüksek ayak üzerine oturan dörtgen prizma gövdeli ve kubbe kapaklı Kur’an mahfazasıdır. Ahşap üzerine abanoz kaplanan yüzeyler fildişi, sedef ve gümüş tel kakmalarla bezenmiştir. Mahfazanın gövdesi biri kaide olacak şekilde iki kademelidir. Alt kısmın yan yüzleri abanoz kaplama üzerine fildişi kakma rûmî, palmet, salbekli şemse ve köşebentlerle, onların çevresi renkli ahşap, fildişi ve tel kakma tersyüz “Y” motifinin tekrarından oluşan bordürle süslenmiştir. Aynı tarz bordüre Bursa Müzesi’nde yer alan yine XVI. yüzyıla ait bir rahlenin (Envanter nr. 182) alt panolarında rastlanır (Çulpan, lv. 14). Bu eserde ikinci kademeye abanoz ve fildişi kakmalı, palmet ve rûmî dizili bordürle geçilir. Üst kısmın yanları on kollu yıldızın geçme kompozisyonu ile bezenmiştir. Geçmeler arasında kalan geometrik parçalar sedef ve abanoz, konturları ise ahşap ve tel kakmalıdır. Merkezdeki sedef yıldızın içi ince altın kakmalı dal ve çiçeklerle süslüdür. Geometrik geçmeli motiflerin çevresini kuşatan bordür de alttaki bordürlere benzer. Kapak pervazını fildişi ve abanoz kakmalarla yazılmış bir kûfî besmele kuşağı çevreler. Kubbe şeklindeki kapağın altıgen kasnağı altıgen ve yıldızlardan oluşan bir mozaik kompozisyonla kaplanmıştır. Kubbenin üzeri konturlar içinde sedef, fildişi ve abanoz kullanılarak yapılmış baklava desenli kakmalarla süslenmiştir. En üstte abanoz ve fildişinin dönüşümlü


kullanıldığı torna işi bir tepelik yer alır. XVI. yüzyıldan günümüze ulaşan sedefkârlık ürünü önemli bir eser de IV. Murad’ın Bağdat Seferi sırasında kullandığı tahttır (TSM, Envanter nr. 2/2879; resim için bk. KAKMACILIK). Tahtın arkalığının ortasındaki iri madalyon tamamen sedef kakmadır. Taht üzerindeki bazı motifler Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde bulunan (Envanter nr. 33) bir rahlenin motifleriyle benzerlik arzeder. 990 (1582) tarihli Surnâme-i Hümâyun’da esnaf arasındaki kutucu ve sandıkçıların resimlerinde sedefkârlık örnekleri görülmektedir (İntizâmî, s. 93). Arşiv belgelerinde Kanûnî Sultan Süleyman’a gelen hediyeler arasında Hüseyin Usta tarafından sunulan bir sedef makta, iki küçük fususkârî el sandığı ve bir fildişi kutudan söz edilmektedir.

XVII. yüzyıl başlarında sedef işi ürünler artık belli bir standarda ulaşmış olmalıdır ki 1640 tarihli narh defterinde “Bahâ-yi Âlât-ı Doğramacıyân” başlığı altında pîş-tahta, devât, âyine, buhurdan, nalın gibi sedefkârî eşya ve bunların fiyatları, ayrıca “Es‘âr-i Kutuciyân” başlığı altında bu esnafın ürettiği üç boy değirmi bilezik kutusu, iğ kutusu, Eyyûbî işi büyük boy iskemle, münakkaş zenâne nalın, kûtâhâne nalın, hoşaf kaşığı gibi sedef süslemeli eşya sıralanmaktadır (Kütükoğlu, s. 207-210, 322, 323). Bu asırda yaşayan Evliya Çelebi esnâf-ı doğramacıyândan bahsederken, “Doğramacıbaşı yani sedefkârcıbaşı burada sâkin olur” diyerek iki mesleğin yakın ilişkisine değinmektedir. Evliya Çelebi ayrıca sedefkârcıyan esnafının 100 dükkânda 500 nefer olduğunu, pîrleri Şuayb-ı Hindî’nin belini Selmân-ı Pâk’in bağladığını ve öldüğünde onun Hindistan’da Serendil (Serendib [Seylan]) adasına gömüldüğünü söyler (Seyahatnâme, I, 296).

XVII. yüzyılın başlarında yetişen Dalgıç Ahmed ve Sultan Ahmed Camii ve Külliyesi’ni yapan Mehmed Ağa gibi mimarlar aynı zamanda birer sedefkârdı. III. Mehmed’in türbesinin sedefli kapılarında ve Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde yer alan, bütün yüzeyi geometrik motifli sedef ve bağa kakmalarla bezenmiş sekizgen gövdeli ve kubbe kapaklı bir Kur’an mahfazasında (Envanter nr. 19) Dalgıç Ahmed imzası bulunmaktadır. Hassa Mimarları Ocağı’nda sedefkârlık ve mimarlığı yine bir sedefkâr olan ustası Mimar Sinan’dan öğrenen Mehmed Ağa daha çok Sedefkâr lakabıyla bilinir. Bu yüzyıldan kalma önemli sedefkârlık eserleri arasında Sultan Ahmed Camii ve Yenicami ile Topkapı Sarayı’nın çeşitli kapıları yer almaktadır. Aynı yüzyıldan kalma önemli bir eser de “arife tahtı” denilen I. Ahmed’in tahtıdır (TSM, Envanter nr. 2/1652). Sedefkâr Mehmed Ağa’nın eseri olarak kabul edilen cevizden tahtın arkalığının her iki yüzü ile kubbesinin iç ve dış kısmı saksıdan çıkan gül, karanfil, lâle, dal ve yaprak motifli sedef kakmalarla süslenmiş, sedeflerin üzerine altın yuvalar içerisinde irili ufaklı zümrüt, yakut, fîrûze ve zebercetler yerleştirilmiştir. Deniz Müzesi’nde bulunan ve üzerindeki “Sultan Mehmed Han Gazi” yazılarından III veya IV. Mehmed’e ait olduğu anlaşılan saltanat kayığının süslemeleriyle bu tahtın motifleri arasında benzerlikler vardır. XVII. yüzyıldan kalma eserler arasında bir dizi rahle de görülmektedir; bunların çoğu geometrik mozaik tezyinatlıdır. Bu üslûp XVIII. yüzyılda devam etmiştir. XIX. yüzyıla ait eserlerde ise mimaride görülen Batı etkisinin ahşaba yansımaları göze çarpar.

Kendisi de bir marangoz ve sedefkâr olan II. Abdülhamid, Yıldız Sarayı’nda bir atölye kurmuş ve burada sedef işi birçok eser yapılmıştır. Padişahın bu atölyeye aldığı Sedefkâr Vâsıf (Sedef) (ö. 1940) II. Meşrutiyet’in ilânına kadar burada kalmış ve 1936 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’nin Türk Tezyinî Sanatları Şubesi Sedef Atölyesi’ne hoca tayin edilmiştir. Topkapı Sarayı’nda Hırka-i Saâdet Dairesi’nin kapısı onun eseridir. Osmanlılar faraştan cilt kapağına kadar pek çok eşyada sedef, bağa ve fildişini birlikte kullanmışlardır.

Sedefkârî eserler İstanbul, Şam, Kudüs veya Viyana işi gibi yapıldıkları yere göre isimlendirilir. Bunlar arasında bazı küçük üslûp farklılıkları vardır. Günümüzde sedef kakmalı kutu ve mobilya yapımında Şam, eski geleneğini devam ettirmektedir. Türkiye’de de Gaziantep yöresinde çeyiz sandığı ve kutu ağırlıklı sedef kakmacılığı eski usullerle yapılmaktadır. Tabii sedefin pahalı olması ve gittikçe daha zor bulunması sebebiyle onun yerini suni sedef (nakro) almaya başlamıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Taberânî, el-MuǾcemü’l-kebîr (nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî), Beyrut, ts. (Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî), XXIII, 367; İntizâmî, 1582 Surnâme-i Hümâyun: Düğün Kitabı (haz. Nurhan Atasoy), İstanbul 1997, s. 93; Evliya Çelebi, Seyahatnâme (haz. Orhan Şaik Gökyay), İstanbul 1996, I, 65, 67, 87, 233, 266, 296, 301; A. Parrot, Nineveh and Babylon (trc. S. Gilbert - J. Emmons), London 1961, s. 145 vd., 230, 231, 252, 253, 254, 255, 256, 257, 258, lv. 177-191, 317-331; Cevdet Çulpan, Rahleler, İstanbul 1968, s. 22, 24, 29, 30, 31, 34, 35, 36, lv. 14, 15, 16, 20- 25, 26, 27, 33-36; Zeki Muhammed Hasan, Fünûnü’l-İslâm, [baskı yeri ve tarihi yok] (Dârü’l-fikri’l-Arabî),


s. 493 vd.; Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, İstanbul 1983, s. 207-210, 322, 323; Islam: Art and Architecture (ed. M. Hattstein - P. Delius), Cologne 2000, s. 48, 119, 156, 163, 289; Nazan Ölçer v.dğr., Türk ve İslam Eserleri Müzesi, İstanbul 2002, s. 196, 252-259, 284-289, 314, 319; Hilal Kazan, Arşiv Belgeleri Çerçevesinde XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı Sarayının Sanatı Himayesi (doktora tezi, 2007), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 207, 208; Banu Mahir, “Osmanlı Ağaç İşçiliğinde Fildişi, Sedef, Bağa”, P Sanat Kültür Antika, sy. 9, İstanbul 1998, s. 96 vd.; Z. Yeivin, “Ivory”, EJd., IX, 1154-1155; A. Dietrich, “Śadaf”, EI² (İng.), VIII, 707; Nebi Bozkurt, “Fildişi”, DİA, XIII, 73, 74; Selçuk Mülayim, “Fildişi (Sanatta Fildişi)”, a.e., XIII, 74, 75.

Nebi Bozkurt