ŞATTÜLARAP

(شطّ العرب)

Irak’ın güneyinde Dicle ve Fırat’ın birleşmesiyle oluşan nehir.

Sözlükte şatt “büyük nehir” ve “nehir kıyılarındaki verimli arazi” anlamlarına gelir. Fırat ile Dicle nehirlerinin Kurna mevkiinin 45 km. kadar güneyinde Gurmetali civarında birleşerek meydana getirdiği Şattülarap, 200 km. uzunluğa ve 400 m. ile 1200 m. arasında değişen genişliğe ulaştıktan sonra bölgenin Fâv şehrinin bulunduğu güney ucundan Basra körfezine dökülür. Irak-İran sınırının güney kesimini oluşturan nehir gemi işletmeciliğine ve her türlü deniz taşımacılığına elverişlidir. Şattülarap kıyılarındaki zengin hurmalıklar, 150.000 ton civarında olan yıllık rekoltesiyle dünya hurma ihtiyacının hemen hemen % 80’ini karşılamaktadır.

Şattülarap çevresinde Osmanlı hâkimiyeti XVI. yüzyılın ortalarında kurulmuş, Kasrışîrin (Zühâb) Antlaşması’yla da (1639) yönetim alanı genişletilerek İran sınırı belirlenmiştir. Bölgeyi ilgilendiren 1746 ve 1823 Osmanlı-İran antlaşmaları genelde Kasrışîrin Antlaşması’nda belirlenen statükoyu korumuştur. Şattülarap’ın en kapsamlı biçimde ele alındığı antlaşma 1847 Mayısında Erzurum’da imzalanandır; burada varılan mutabakat I. Dünya Savaşı öncesine kadar devam etmiştir. Bu antlaşma sonucu oluşturulan sınır tesbit komisyonu üyesi Mehmed Hurşid 1848-1852 yılları arasında bölgeyi dolaşarak ayrıntılı bilgiler vermiştir (Seyahatnâme-i Hudûd, s. 3-48). 1913 yılında Osmanlılar’la bölgede sonradan ağırlığını koyan İngilizler arasında, Şattülarap ve o sulardaki hâkimiyetle deniz taşımacılığı ve deniz trafiğinin deniz fenerleri düzenlenmesi müzakere konusu yapılmıştır. Eski sadrazamlardan İbrâhim Hakkı Paşa ile Sir Edward Grey’in imzaladığı, Anglo-Ottoman Convention diye bilinen bu antlaşma, Muhammere (Hürremşehr) dışındaki Şattülarap bölgesinin tamamını Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti altında bırakmış, ancak I. Dünya Savaşı’nın âniden ortaya çıkması yüzünden uygulama alanı bulamamıştır.

I. Dünya Savaşı’nın ardından Irak’ta Şerîf Hüseyin’in oğlu Faysal’ın krallığında bir devlet kurulunca (23 Ağustos 1921) bölgede Irak hükümeti söz sahibi olmuştur. Aynı yıl İran’da Rızâ Şah Pehlevî’nin genelkurmay başkanlığı ve savaş bakanlığı görevlerini üstlenmesi, Batılı devletleri


Şattülarap ve bölgedeki petrol rezervleriyle daha yakından ilgilenmeye yöneltmiştir. Basra, Abadan ve Muhammere önemli liman şehirleri haline gelmiş, bilhassa petrol nakliyatında önem kazanmıştır. Çok geçmeden İran ve Irak bölge üzerinde mücadeleye girişmiştir. 1934 yılında İran, Milletler Cemiyeti’ne başvurarak Muhammere ve Abadan gibi ticaret merkezlerini çevreleyen suların Irak’ın hâkimiyetinde kalmasını protesto etmiş, Irak ise statükonun sürdürülmesini istemiştir. İki ülke 1937’de tekrar bir antlaşma imzalamışlarsa da durum sonuç itibariyle 1913 antlaşmasından pek farklı olmamış, Şattülarap II. Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında İran ve Irak arasında sorun olmaya devam etmiştir. Mart 1975’te iki devlet arasında imzalanan Cezayir Antlaşması görünüşte Şattülarap anlaşmazlığını halletmiş ve komşuluk ilişkileri 1979 İran İslâm Devrimi’ne kadar iyi sürdürülmüştür. Fakat aynı yıl Irak’ta iktidara sahip olan Saddam Hüseyin antlaşmayı tanımadığını açıklamış, 22 Eylül 1980’de İran’a savaş ilân etmiştir. Sekiz yıl süren savaş boyunca İran tarafından kapatılan Şattülarap’ın dış dünya ile bağlantısı tamamen kesilmiş ve ancak 1994’te Irak’ın Küveyt’i işgalinden önce tekrar başlamıştır. Bununla birlikte bölgede hâkimiyet meselesi hâlâ çözülememiştir. Konunun çözümü, II. Körfez Savaşı’ndan sonra Irak’ta başlayan Amerikan işgal döneminin ardından gelişecek İran-Amerika-Irak ilişkilerine bağlı görünmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, I. HUS., İst/1325/M-040, 045, 046 (İngiliz Lynch Şirketi tarafından Dicle’de ve Şattülarap’ta gemi çalıştırılması hakkında); BA, A.DVN.MKL. 55/8 (Londra’da imzalanan Şattülarap’ta seyr ü sefâin, Anglo-Ottoman Convention, I, 1331/1913); BA, İ.MSM., 40/1095; BA, Muâhede, nr. 366; BA, MV, 169/73, 177/79; BA, HR.SYS., 112/2; 113/1-6-9-21; BA, İrade-Hariciye, nr. 9766, 21455; Mes‘ûdî, et-Tenbîh, s. 52; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, III, 344; Delîlü’l-Ħalîc (Târih), I, 478-479; IV, 2167-2168, 2227-2228, 2235-2251; Mehmed Hurşid, Seyahatnâme-i Hudûd (haz. Alaattin Eser), İstanbul 1997, s. 3-48; J. C. Hurewitz, The Middle East and North Africa in World Politics: A Documentary Record, New Haven 1975, I, 25-28, 79-80, 219-221; K. H. Kaikobad, The Shatt-al-Arab Boundary Question: A Legal Reappraisal, Oxford 1988, s. 7, 16-18, 134; R. Schofield, “Interpreting a Vague River Boundary Delimitation: The 1847 Erzurum Treaty and the Shatt-al-Arab before 1913”, The Boundaries of Modern Iran (ed. K. McLachlan), London 1994, s. 72-92; J. V. Harrison, “The Shatt-el-Arab”, JRCAS, XXIX/1 (1942), s. 43-51; G. B. Cressey, “The Shatt al-Arab Basin”, MEJ, XII (1958), s. 448-460; J. R. Pery, “The Banu KaǾb: An Ambitious Brigand State in Khuzistan”, Le monde iranien et l’Islam, I, Paris 1971, s. 131-152; C. J. Edmonds, “The Iraqi-Persian Frontier 1639-1938”, As.Af., sy. 62 (1975), s. 149-154; Kāmûsü’l-a‘lâm, IV, 2859; T. H. Weir, “Şatt-ül-Arab”, İA, XI, 356; Amatzia Baram, “Shaŧŧ al-ǾArab”, EI² (İng.), IX, 368-369.

Mustafa L. Bilge