ŞART

(الشرط)

Usûl-i fıkıhta vaz‘î hükümlerden biri; fürû-i fıkıhta hukukî işlemin başlaması veya sona ermesinin ilerideki bir olaya bağlanması yahut hukukî işlem için kayıtlar konması anlamında bir terim.

Sözlükte “bir sonucun kendisine bağlı olduğu ya da varlığı başka durumların gerçekleşmesini mümkün kılan şey, kişinin bir sonucu kendisi veya başkası üzerine borç kılması” anlamlarındaki şart kelimesi (çoğulu şurût), usûl-i fıkıhta vaz‘î hükümlerden biri olup bir hükmün (bir sonucun) varlığı kendi varlığına bağlı olmakla birlikte kendisinin varlığı onun varlığını zaruri kılmayan ve onun yapısından bir parça teşkil etmeyen durumu (alâmet) anlatır. Fürû-i fıkıhta ise bir hukukî işlemin hükümlerinin işlemeye başlaması veya işlemekte olan hükümlerin sona ermesinin gelecekte gerçekleşmesi muhtemel bir olaya bağlanmasını ya da bir hukukî işlem için kayıtlar konmasını ifade eder. Türkçe’de yeni kelime olarak karşılığı koşul olur. Şerîta da (çoğulu şerâit) bu anlamdadır. Şarat ise (çoğulu eşrât) “alâmet ve işaret” demektir. Şart kelimesi “bir antlaşmada belirlenen hükümlerden her biri”; “bir nesne ya da olayın oluşumunu -kolaylaştırma, güçleştirme, özelliklerini değiştirme vb. açılardan- etkileyen çevresel durum ve öğeler”; -Paris şartı örneğinde olduğu gibi- “temel kural belgesi” anlamlarında da kullanılır. Batı dillerinde “antlaşma, sözleşme, temel kural, kanun ve yazılı hukukî belge” mânalarındaki “charte, charta” vb. kelimelerin Arapça’dan geçmiş olması muhtemeldir. Türkçe’de “şart etmek” yani “şart olsun” diyerek yemin etmek boşama iradesinin açıklanmasını, “şartlamak” ise dinî bakımdan kirli sayılan bir nesneyi en az üç defa sudan geçirmeyi ifade eder. Şartnâme, sözleşmede tarafların uymayı taahhüt ettikleri hususların kayda geçirildiği belgedir. Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde eşrât “sâat” (kıyamet) kelimesine izâfe edilerek “kıyamet alâmetleri” anlamında geçer (Muhammed 47/18; Buhârî, “Menâķıbü’l-enśâr”, 51). Şart ve aynı kökten türeyen kelimeler hadislerde sözlük anlamlarıyla birçok yerde geçmektedir (Wensinck, el-MuǾcem, “şrŧ” md.). Genel anlamda şart dörde ayrılır: 1. Aklî şart. İlim sıfatına sahip olabilmek için hayatta bulunmanın şart olması gibi. 2. Şer‘î şart. Abdestli olmanın namazın sıhhat şartı olması gibi. 3. Tabii (âdi) şart. Terasa çıkabilmek için merdiven vb. aracın gerekli olması gibi. 4. Dille ilgili (lugavî) şart. “Falanca gelirse ona ikramda bulun” denilmesi gibi.

Usûl-i Fıkıh. Fıkıhta şartlar şer‘î / hakiki ve ca‘lî olmak üzere ikiye ayrılır. Ca‘lî şart mükellefin akid vb. tasarruflarda ileri sürdüğü şartlar olup fürû-i fıkıhla ilgilidir (aş.bk.). Şer‘î şart ise fıkıh usulünde vaz‘î hükümler diye anılan ve şâri‘ tarafından vazedilen hükümlerden birini ifade eder. Bu anlamıyla şart, “varlığı hükmün varlığını gerektirmemekle birlikte yokluğu hükmün yokluğunu gerektiren ve onun yapısından bir parça oluşturmayan durum” diye tanımlanır. Şart “onun yapısından bir parça oluşturmayan” kaydıyla rükünden, “varlığı onun varlığını gerektirmeyen” kaydıyla sebepten ayrılır. Meselâ namaz için abdest şarttır. Abdest olmayınca geçerli bir namazın varlığından söz edilemez. Fakat abdest namazın rükünlerinden değildir. Yine abdest namazın farz olması için sebep teşkil etmediğinden abdest olunca namaz kılmak farz olmaz. Aynı şekilde nikâh akdinde şahitlerin hazır bulunması şarttır; şahitsiz yapılan bir nikâh akdi sahih kabul edilmez. Fakat şahitler nikâh akdinin bir rüknü olmadığı gibi sebebi de değildir, yani şahitlik yapacak kimselerin bulunması halinde nikâh akdi yapılmayabilir. Vaz‘î hükümlerden mâni‘ bir anlamda şartın zıddıdır (bk. MÂNİ‘). Genellikle şer‘î şartlar, şâri‘ tarafından şart koşuldukları şeyleri tamamlayan ve şâriin gayelerinin gerçekleşmesini sağlayan hususlardır. Meselâ satım akdinin şartlarından sayılan mebîin tesliminin mümkün olması bu akdin gayesini tamamlayan bir husustur; çünkü satım akdinin sebep olduğu mülkiyetin gayesi satın alınan şeyden faydalanmaktır ve mebîin teslim alınmasının mümkün olmaması ondan faydalanma gayesini engeller.

Şart farklı yönlerden ayırımlara tâbi tutulmuş olup bazı usulcüler şer‘î şartı ikiye ayırmıştır. 1. Sebebin şartı. Meselâ kısas cezasının sebebi olan öldürme fiilinde kasıt ve düşmanlık sebebin şartıdır. Bu şart yoksa sebep noksan kalacağından kısas cezası uygulanamaz. 2. Hükmün şartı. Meselâ evlenme akdinde şahitlik şartı böyledir; bu şart gerçekleşmeyince evlenme akdi sahih olmaz. Zekâtta nisab miktarına mâlik olduktan sonra bir yılın geçmesi zekâtın edâsının vâcip (farz) olması hükmünün şartıdır. Konuyu usul ve fürûu kapsayacak şekilde ele alan bazı usulcülere göre ise şart beşe ayrılır. 1. Tam şart (eş-şartu’l-mahz). Şer‘î ve ca‘lî kısımlarından oluşur. Şer‘î şart şâriin koyduğu şartlardır ve çeşitleri şunlardır: a) Vücûb şartı. Namazın kişi üzerine vâcip olması için bulûğa ermiş bulunma şartı gibi. b) Sıhhat şartı. Namazın sahih olması için abdestli bulunmanın şart oluşu gibi. c) İn‘ikad şartı. Bir hukukî işlemin kurulmuş (mün‘akid) sayılması için aranan ehliyet şartı gibi. d) Lüzum şartı. Satım akdinin bağlayıcı (lâzım) olması için muhayyerliğin bulunmamasının şart oluşu gibi. e) Nefâz şartı. Bir tasarrufun hemen işlerlik kazanması için velâyetin şart oluşu gibi. Ca‘lî şartlar ise mükelleflerce hukukî işlemlerle ilgili olarak belirlenen şartlardır (aş.bk.). 2. İllet mânasında olan şart. Hükmün sonuca tesir eden illete bağlanması esas olmakla birlikte bu tesirin illetin kendisinden kaynaklanmaması sebebiyle şartın bazı durumlarda illetin yerine geçmesi kabul edilmektedir. Meselâ kuyuya düşen hayvanın telef olması halinde kuyuyu kazan kişinin, kandilin ipi kesilip düşmesi sonucu kırılması durumunda ipi kesenin sorumlu tutulması böyledir. Esasen bu örneklerde düşmenin illeti fizik kanunları olduğu için tazmin hükmü bu illete değil kuyuyu kazma ve ipi kesme eylemlerine bağlanmaktadır. 3. Sebep hükmünde olan şart. İki ayrı fâilin peşpeşe yaptığı iki fiilden sonuncusunun birinci fiile bağlanamadığı durumda bu tür şarttan söz edilir. Meselâ yolda izinsiz kazılan kuyuya kasten atlayan kişinin ölümünden kuyuyu kazan kişi sorumlu tutulamaz. Burada kuyuyu kazan kişinin fiili sebep hükmünde şart, kasten kuyuya atlayan kişinin fiili ise illet olup hüküm illete bağlanmaktadır. 4. Hükmen değil ismen (mecazen) şart. Bir hükmün iki şarta bağlı kılınması durumunda birinci şart hükmen değil ismen şarttır; çünkü normalde şartın özelliği varlığın kendisine bağlı kılınmasıdır, halbuki bu durumda hükmün varlığı ikinci şartın gerçekleşmesine bağlıdır. Meselâ, “Şu iki eve girersem cebimdeki para sadaka olsun” diyen kişinin bu evlerden sadece birine girmesi mecazen şarttır; çünkü burada hüküm bir eve değil iki eve girmekle gerçekleşmektedir. Bazı usulcüler bu kısmın aslında gerçek şart sayılması gerektiğini, meselâ niyet ve abdestin namaz için şart olduğunu, fakat bunlardan birinin varlığının onu mecazen şart diye nitelendirmeyi gerektirmediğini belirtmektedir. 5. Alâmet


mânasında şart. Zina suçunda fâilde ihsân sıfatının bulunması bu tür şarta örnek verilir (usulcülerin şartla ilgili diğer bazı ayırımları için bk. Şemsüleimme es-Serahsî, II, 320-330; Şevkânî, s. 259-261). Öte yandan fıkıh usulünde bir hükmün şarta bağlanmasının o hükmün kendisini mi yoksa sebebini mi engelleyeceği tartışılmıştır.

Şartla ilgili diğer bazı usul meseleleri şöylece sıralanabilir: a) Şart âmmın tahsisi konusunda gayri müstakil muhassıslar arasında sayılmıştır. Meselâ kocanın miras payını terekenin yarısı olarak belirleyen cümlede (en-Nisâ 4/12) yer alan şart sebebiyle bu hüküm çocuğun bulunmaması şartıyla sınırlıdır. b) Mefhûm-i muhâlefetin türleri arasında sayılan mefhûm-i şartın delâleti tartışılmıştır. Meselâ, “Eğer hamile iseler doğum yapıncaya kadar nafakalarını verin” âyetinin (et-Talâk 65/6) burada belirtilen şartın yani hamileliğin varlığı halinde nafaka gerekeceğine delâleti tartışmasız kabul edilirken şartın yokluğunda nafakanın gerekmeyeceğine delâleti tartışmalıdır. c) Şarta bağlı emrin tekrarı gerektirip gerektirmeyeceği de usulcüler arasında ihtilâflıdır. Aslında dil bakımından şart sîgasının kendisinden kaynaklanan bir tekrar anlamı bulunmasa da konunun özelliklerine ve karînelere dayanarak bazı hükümlerle alâkalı şartların tekrarlanması halinde emrin gereğinin de tekrar edilmesi lâzım geldiği usulcülerin birçoğu tarafından düşünülmektedir. Meselâ, “Pazara gidersen bir kilo et al” sözünde tekrarı gerektiren bir husus yokken, “Cünüp olursanız temizlenin” âyetinden (el-Mâide 5/6) şartın yani cünüp olma halinin tekerrür etmesi halinde emredilenin (temizlenmenin) tekrar edilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Meķāyîsü’l-luġa, III, 260-261; Lisânü’l-ǾArab, “şrŧ” md.; Fîrûzâbâdî, el-Ķāmûsü’l-muĥîŧ, “şrŧ” md.; Ebü’l-Hüseyin el-Basrî, el-MuǾtemed (nşr. Halîl el-Meys), Beyrut 1403/1983, I, 105-109; Şemsüleimme es-Serahsî, el-Uśûl (nşr. Ebü’l-Vefâ el-Efgānî), İstanbul 1984, II, 320-330; Seyfeddin el-Âmidî, el-İĥkâm fî uśûli’l-aĥkâm, Beyrut 1400/ 1980, II, 453-457; Ebü’l-Berekât en-Nesefî, Keşfü’l-esrâr, Beyrut 1406/1986, II, 437-454; Abdülazîz el-Buhârî, Keşfü’l-esrâr (nşr. Muhammed el-Mu‘tasım-Billâh el-Bağdâdî), Beyrut 1414/1994, IV, 336-372; Şâtıbî, el-Muvâfaķāt, I, 262-264; İbn Emîru Hâc, et-Taķrîr ve’t-taĥbîr, Beyrut 1403/ 1983, I, 153-173; Bahrülulûm el-Leknevî, Fevâtiĥu’r-raĥamût (Gazzâlî, el-Müstaśfâ içinde), Bulak 1324, I, 423-432; Şevkânî, İrşâdü’l-fuĥûl (nşr. Ebû Mus‘ab M. Saîd el-Bedrî), Beyrut 1412/1992, s. 259-261; Mustafa Ahmed ez-Zerkā, el-Fıķhü’l-İslâmî fî ŝevbihi’l-cedîd, Dımaşk 1967, I, 303-307; Bilmen, Kamus2, I, 220-222; Zekiyyüddin Şa‘bân, İslâm Hukuk İlminin Esasları (trc. İbrahim Kâfi Dönmez), Ankara 1990, s. 229-231; Wael b. Hallaq, “Sharŧ”, EI² (İng.), IX, 358-359; “Şarŧ”, Mv.F, XXVI, 5-10; Fahrettin Atar, “Şart”, İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi (ed. İbrahim Kâfi Dönmez), İstanbul 2006, IV, 1856-1857.

Mehmet Boynukalın




Fürû-i Fıkıh. İslâm hukukunda kişilerin hukukî işlemlerde ileri sürdükleri şartlar iradî (ca‘lî) şart adını alır. Bunlar ta‘likî ve takyidî olmak üzere iki grupta incelenmektedir. 1. Ta‘likî Şart. Bir hukukî işlemin hükümlerinin işlemeye başlamasının veya işlemekte olan hükümlerine son verilmesinin gelecekte gerçekleşmesi muhtemel bir olaya bağlanmasını ifade eder. Günümüz hukuk terminolojisinde teknik anlamda şart dendiği zaman fıkıhtaki ta‘likî şart kastedilir; bu da ta‘likî şart ve infisâhî şart diye iki kısma ayrılır. Eğer hukukî işlemin hükümlerinin işlemeye başlaması gelecekte gerçekleşmesi muhtemel bir olaya bağlanmışsa ta‘likî şart, hukukî işlemin hükümlerinin sona ermesi böyle bir olaya bağlanmışsa infisâhî şart adını alır. İnsanların bir işlem yapmasını etkileyecek her dış olay şart olarak ileri sürülebilir. Doğum, bir hastanın iyileşmesi, hava durumu, her türlü insan fiili ve mülkiyetin devri bunlardan bazılarıdır. Şart hukuka, örf ve âdete, ahlâka uygun bulunmalıdır; ayrıca şartın gerçekleşmesi hukuken mümkün olmalıdır. İleride gerekleşmesi maddeten, fiilen ve hukuken mümkün görülmeyen olaylar şart diye ileri sürülemez. Yine şart olay geleceğe ilişkin olmalıdır. Halen gerçekleşmekte olan veya geçmişte gerçekleşmiş bir olay şart sayılamaz. Hukukî işlemin böyle bir olaya bağlanması halinde ta‘lik değil hükümlerini hemen meydana getiren bir hukukî işlem (tencîz) söz konusu olur. Yine şart olayın gerçekleşmesi muhtemel bulunmalıdır. Bir hukukî işlem gelecekte gerçekleşmesi kesinlikle bilinen bir olaya bağlanırsa şart değil izâfe söz konusudur. Gelecekte gerçekleşmesi muhtemel olayın objektif biçimde belirsiz olması gerekir. Yani herkes açısından o olayın meydana gelip gelmeyeceği muhtemel olmalıdır; sadece tarafların meydana gelmesini muhtemel görmeleri yeterli değildir. Aynı şekilde şarta bağlı bir hukukî işlemde şart tarafların iradeleriyle tayin edilmiş olmalıdır. Şartın belirlenmesi taraflardan sadece birine bırakılamaz. Buna karşılık taraflar şart olayı üçüncü bir kişinin belirlemesini kararlaştırabilir. Ayrıca şart hukukî işlemin yapıldığı esnada belirlenmelidir. Şartın hukukî işlem yapıldıktan sonra kararlaştırılması durumunda, şart olmadan tarafların söz konusu hukukî işlemi yapmayacakları anlaşılıyorsa hukukî işlemin şarta bağlı olarak yapıldığını, tarafların şart olmadan da hukukî işlemi yapacakları anlaşılıyorsa şartsız bir hukukî işlem gerçekleştirdiklerini kabul etmek gerekir.

İslâm hukukçuları şarta bağlanabilmeleri açısından hukukî işlemleri ayırıma tâbi tutmuşlardır. Bir kısım hukukî işlemler nitelikleri gereği hiçbir şarta bağlanamazken bir kısım işlemler bazı şartlara, diğer bir kısım işlemler ise herhangi bir şarta bağlanabilir. Satım gibi mülkiyetin intikalini sağlayan temlik mahiyetindeki işlemlerin şarta bağlanması mümkün değildir; zira söz konusu işlemler şarta bağlanırsa kumara benzeyen bir durum ortaya çıkar; ayrıca şart olay gerçekleştiği anda tarafların rızası bulunmayabilir. Bu açıdan söz konusu işlemlerin ivazlı veya ivazsız olması önem taşımadığı gibi menfaat veya rakabe mülkiyetini devretmesinin de önemi yoktur. Çoğunluğa göre vakıf kurma şarta bağlanamamakla birlikte, “Şu arsa benim ise vakıf olsun” ifadesinde olduğu gibi tencîz hükmünde olan irade açıklamaları ile vakıf kurulabilir. Mâlikî hukukçularına göre ise vakfın kuruluşu her hâlükârda şarta bağlanabilir. Bir kimsenin belirli bir malını borcu karşılığında borcunu ödediği zaman geri alabilmesi şartıyla satması demek olan “bey‘ bi’l-vefâ” Hanefîler’ce zaruret ve teamül sebebiyle câiz görülmüştür. Aynı şekilde tek taraflı, varması gerekli olmayan, ölüme bağlı bir hukukî işlem olup bir alacak veya menfaatin ivazsız şekilde başkasına temliki mahiyetinde olmasına rağmen insanların iyilik yapmasını engellememek için vasiyetin şarta bağlanabileceği kabul edilmiştir. Vekilin azli gibi yetkiyi geri alan veya kısıtlayan takyîd mahiyetindeki işlemlerin şarta bağlanması mümkün değildir. Diğer taraftan nikâh akdi de şarta bağlanamaz; zira şahsî, ailevî ve içtimaî açıdan son derece önemli olan nikâh akdinin bu önemi doğrultusunda açıklık ve kesinlik taşıması gerekir. Boşama ve köle âzat etme gibi hak sahibinin kendi hakkını ortadan kaldırması sonucunu doğuran ıskat mahiyetindeki tek taraflı hukukî işlemlerle vedîa, âriyet, rehin ve kefâlet gibi, taraflardan her ikisinin veya sadece birinin istediği zaman feshedebildiği iltizam mahiyetindeki işlemler şarta bağlanabilir. Şartın ta‘likî veya infisâhî olmasının bu açıdan önemi yoktur. Ancak


ibrâ, bir yönden ıskat mahiyetinde bir işlem olmasına rağmen diğer yönden borcun temliki mahiyetinde olduğu için şarta bağlanamaz; yalnız alacaklının, borçlunun ibrâsını kendisinin ölümüne bağlayabileceği kabul edilmiştir. Şarta bağlanması mümkün olmayan işlemler şarta bağlı olarak yapıldığında bâtıl sayılır. Söz konusu işlemler şartlı olarak hüküm ifade etmediği gibi şartsız olarak da tarafların iradelerine uygun düşmez. Ayrıca bu tür işlemler şarta bağlı olarak yapıldığı takdirde ifa ile de geçerlilik kazanamaz. Taraflar hukukî sonucu istiyorsa onu şartsız olarak ve yeniden yapmak zorundadır.

Hukukî işlemlerin şarta nasıl bağlanacağı İslâm hukukçuları arasında tartışmalıdır. Bir görüşe göre hukukî işlem şarta bağlanırken şart edatlarının kullanılması gerekir; çünkü bu edatlar şarta bağlı bir hukukî işlemin kurucu unsurudur. Buna göre şart edatları zikredilmeden yapılan hukukî işlem ya tencîz hükmündedir ya da tamamen geçersizdir. Diğer bir görüşe göre ise hukukî işlem şarta bağlanırken şart edatının açıkça kullanılması gerekmez. Tarafların iradesine ve işlemin mahiyetine göre hukukî sonucun gelecekte gerçekleşmesi muhtemel bir olaya bağlandığı anlaşılıyorsa şarta bağlı bir işlem söz konusudur. Bu durumda şartın zımnen tayin edildiğini kabul etmek gerekir. Şarta bağlı işlemlerde işlemlerin kuruluşunun mu yoksa hükümlerinin işlemeye başlamasının mı şarta bağlandığı tartışmalıdır. İslâm hukukunda hâkim olan fikre göre hukukî işlemlerin kuruluşu şarta bağlanmaktadır. Buna göre ta‘likî şarta bağlanmış bir işlem askıdadır. Şart olay gerçekleşirse hukukî işlem kurulur veya hükümlerini meydana getirmeye başlar. Şart olay gerçekleşmezse hukukî işlem hukuk alanında bir varlık kazanamaz. Ayrıca ta‘likî şarta bağlı bir işlemde borçlu borç ilişkisiyle bağlı, fakat ifa ile mükellef değildir; dolayısıyla alacaklı ifa talebinde bulunamaz. Borçlu borcunu ifa etmişse yanıldığını ispat ederek verdiğini geri alabilir. İnfisâhî şarta bağlı işlemlerde durum ta‘likî şarta bağlı işlemlerdekinin tam aksidir. Hukukî işlem şartsız bir işlem gibi doğmuş, hükümlerini normal biçimde meydana getirmeye başlamıştır. Sadece bu hükümlerin sona ermesi ileride gerçekleşmesi muhtemel bir olaya bağlanmıştır. İslâm hukukçuları, infisâhî şartlara doğrudan temas etmeseler dahi bazı şartların fesih hakkı doğurması üzerinde durmuşlardır. Buradaki fesih hakkı infisâhî şartın değişik bir şekilde ifadesidir. Meselâ şart muhayyerliğinde muhayyerlik hakkına sahip olan taraf veya üçüncü kişi belirli bir süre içinde akdi feshetme yetkisine sahiptir. Muhayyerlik hakkına alıcının sahip olduğu durumlarda alıcı, öngörülen süre içinde hukukî işlemi feshetmediği takdirde işleme konu olan şeyin mülkiyeti alıcıya baştan itibaren geçmiş olacağından hukukî işlem şartsız bir işlem gibi hükmünü ve sonuçlarını meydana getirir. Öngörülen sürede fesih hakkı kullanılırsa şeyin mülkiyeti satıcıya geri döner. Alıcının akdi feshedip etmemekte tamamen serbest olması, satılan şeyin mülkiyetinin alıcıya geçmesi ve işlemin karşı taraf açısından hukukî sonuçlarını normal bir hukukî işlem gibi meydana getirmeye başlaması sebebiyle burada alıcının iradesine bağlanmış bir infisâhî şart söz konusudur. İnfisâhî şartın gerçekleşmesi halinde aksi kararlaştırılmamışsa akdin hükümleri mâkable şâmil değildir. Bundan dolayı infisâhî şart o ana kadar işlemiş hüküm ve neticelere tesir etmez. Zaman aşımı infisâhî şartın gerçekleşmesine kadar işlemiş sayılır. Şartın gerçekleşmesiyle şarta bağlı işlem hükümsüz hale geldiğinden taraflar aldıklarını aynen veya değerini karşılıklı olarak iade veya tazmin etmek zorundadır. Şart gerçekleşmeden önceki yarar ve hasar alıcıya aittir. Şâfiî hukukçularına göre şarta bağlı işlemlerde hukukî işlemin kuruluşu değil hükümlerinin işlemeye başlaması şarta bağlanmaktadır. Bu açıdan izâfe ile (yk. bk.) şarta bağlı işlem arasında fark yoktur. İkisinde de hukukî işlem önce kurulmakta, hükümleri daha sonra meydana gelmektedir. Ancak izâfede hükümlerin işlemeye başlayacağı an belirli, şarta bağlı işlemde belirsizdir. Bu durumda İslâm hukukunda hâkim görüşe göre şarta bağlı işlem yapanların hem işlem yaparken hem de şartın gerçekleştiği anda ehliyetli olmaları gerekir, Şâfiî hukukçularına göre ise tarafların sadece işlem yaparken ehliyetli olmaları yeterlidir. Şart için belirli bir süre öngörülmüşse bu sürenin geçmesi, öngörülmemişse tarafların iradelerinin yorumu ile şartın gerçekleştiği kabul edilir. Karşı taraf dürüstlük kurallarına aykırı davranışlarla şartın fiilen gerçekleşmesini önlerse şart hükmen gerçekleşmiş sayılır.

2. Takyidî Şart. Hukukî işlemin bazı kayıtlarla sınırlandırılmasını ifade eder. Buna akdî şart da denir. Takyidî şarta bağlı işlem yapılırken genellikle “üzere, kaydıyla, şartıyla” gibi sözler kullanılır; ancak hukukî işlemin yorumundan da böyle bir şarta bağlı yapıldığı sonucu çıkarılabilir. Hz. Mûsâ’nın, kayınpederi tarafından ileri sürülen şarta bağlı olarak nikâh akdi yaptığını bildiren âyet (el-Kasas 28/27), Câbir b. Abdullah’ın Hz. Peygamber’e yolculukta sattığı deveye Medine’ye kadar binmeyi şart koştuğu ve bu şartın onun tarafından kabul edildiği yönündeki rivayet (Buhârî, “Şürûŧ”, 4), “Haramı helâl, helâli haram kılmadıkça müslümanlar aralarındaki şartlara uymak zorundadır” meâlindeki hadis (Tirmizî, “Aĥkâm”, 17) akidlerde takyidî şart konabileceğini destekleyen delillerin başında zikredilir. Buna karşılık Resûl-i Ekrem’in Berîre adındaki câriyenin âzat işleminde velâ hakkının üçüncü kişiye şart koşulması üzerine, “Allah’ın kitabında bulunmayan hiçbir şart geçerli değildir” demesi (Buhârî, “BüyûǾ”, 73) ve “Resûlullah şartlı satışı yasaklamıştır” şeklindeki rivayet (Taberânî, IV, 335) buna olumsuz bakanların delilleri arasında yer alır. Şarta bağlı hukukî işlem yapma açısından tarafların iradelerini en dar tutan Zâhirîler, en geniş tutanlar ise Hanbelîler, özellikle de İbn Teymiyye’dir. Zâhirîler’e göre Allah’ın kitabında yer almayan bir şarta bağlı işlem yapılamaz (İbn Hazm, VIII, 414-416). İbn Şübrüme, Hanbelîler, bilhassa İbn Teymiyye ve İbn Kayyim’e göre hukukî işlem yapılırken asıl olan serbestliktir (ibâha). Bu sebeple naslarda yasak olduğuna dair hüküm bulunmayan şartlara bağlı işlem yapılabilir (İbn Teymiyye, XXIX, 146-148). Her birinin gerekçesi farklı olmakla birlikte genelde takyidî şarta bağlı işlem yapma konusunda Hanefî ve Şâfiîler’de yasaklama, Mâlikîler’de serbest bırakma eğilimi daha baskındır (Senhûrî, III, 172-173).

Hanefîler’e göre takyidî şartlar câiz (sahih), fâsid ve bâtıl (lağv) olmak üzere üçe ayrılabilir. a) Câiz şartlar. Satıcının semeni alıncaya kadar malı alıkoyması ve satılanın müşteriye, bedelin de satıcıya teslim edilmesi gibi hukukî işlemin gereklerinden olan şartlar, rehin vermek ve kefil göstermek gibi hukukî işlemin amacına uygun olan şartlar, kilidi yerine yerleştirmek ve ağaçtaki meyveyi tamamen olgunlaşıncaya kadar ağaç üzerinde kalması şartıyla satmak gibi örf haline gelmiş şartlarla hıyâr-ı şart ve hıyâr-ı vasıf gibi muhayyerlikler hukuken câiz kabul edilen şartlardır ve bunlara bağlı olan hukukî işlemler geçerlidir. b) Fâsid şartlar. Satıcının sattığı evde belirli bir süre daha oturması şartıyla satımda olduğu gibi taraflardan birine ayrıca yarar sağlayan şartlar, ağa takılacak balıkları satmak gibi gerçekleşmesi şüpheli şartlar ve ayn olan semende


vâde şartıyla hıyâr-ı şartın süresiz veya belirsiz süreli olması gibi şartlar fâsid şartlardır ve bu nevi şarta bağlı işlemler fâsiddir. c) Bâtıl (lağv) şartlar. Alıcının aldığı malı başkasına satmaması veya meraya salıvermesi gibi taraflara yararı olmayan şartlar, alıcının aldığı malı üçüncü bir kişiye satması veya hibe etmesi gibi üçüncü kişilere yararı olan şartlar, giyilmesi şartıyla elbise satımında olduğu gibi anlamsız şartlarla alıcının aldığı şeyi telef etmesi gibi zararlı şartlar bâtıl (lağv) şartlardır. Bu nevi şarta bağlı işlemler geçerli, fakat şart sayılır. Diğer mezheplere göre takyidî şartları sahih ve fâsid olmak üzere ikiye ayırdıktan sonra fâsid şartları da akdi geçersiz kılan ve kılmayan olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür.

BİBLİYOGRAFYA:

Taberânî, el-MuǾcemü’l-evsaŧ (nşr. Târık b. Avazullah - Abdülmuhsin el-Hüseynî), Kahire 1415, IV, 335; İbn Hazm, el-Muĥallâ, VIII, 414-416; Serahsî, el-Mebsûŧ, XIII, 15; Kâsânî, BedâǿiǾ, V, 168; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, II, 135; Muvaffakuddin İbn Kudâme, el-Muġnî, Beyrut 1405, IV, 19-21, 339; V, 400-401; VII, 71-73; İbn Teymiyye, MecmûǾu fetâvâ, XI, 89; XXIX, 146-148, 337; İbn Kayyim el-Cevziyye, İǾlâmü’l-muvaķķıǾîn (nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa‘d), Beyrut 1973, III, 288; İbnü’l-Hümâm, Fetĥu’l-ķadîr (Kahire), V, 217; İbn Nüceym, el-Eşbâh ve’n-nežâǿir (nşr. Abdülazîz Muhammed el-Vekîl), Kahire 1387/1968, s. 367; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr (Kahire), IV, 122; Reşid Paşa, Rûhu’l-Mecelle, İstanbul 1326, I, 180; Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, İstanbul 1330, I, 175, 185-190; Abdürrezzâk Ahmed es-Senhûrî, Meśâdirü’l-ĥaķ fi’l-fıķhi’l-İslâmî, Kahire 1967, III, 143, 172-173; Mustafa Ahmed ez-Zerkā, el-Fıķhü’l-İslâmî fî ŝevbihi’l-cedîd, Dımaşk 1967, I, 288; M. Ebû Zehre, el-Milkiyye ve nažariyyetü’l-Ǿaķd fi’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye, Kahire 1977, s. 245, 252, 257, 259, 262, 264; Abdülkerîm Zeydân, el-Medħal, Bağdad 1402/1982, s. 87, 172; Bilmen, Kamus2, VI, 23; M. Akif Aydın, İslâm-Osmanlı Aile Hukuku, İstanbul 1985, s. 17-22, 113; Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, İstanbul 1987, II, 187; Hasan Pulaşlı, Şarta Bağlı İşlemler, Ankara 1989; Zekiyyüddin Şa‘bân, İslâm Hukuk İlminin Esasları (trc. İbrahim Kâfi Dönmez), Ankara 1990, s. 231; Osman Kaşıkçı, “Eski Hukukumuzda Şarta Bağlı İşlemler”, Prof. Dr. Selâhattin Sulhi Tekinay’ın Hatırasına Armağan (haz. İsmail Esin), İstanbul 1999, s. 375; a.mlf., “Eski Hukukumuzda Takyidi Şarta Bağlı İşlemler”, Atatürk Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, I, Erzincan 1997, s. 207; Ahmed İbrâhim, “el-ǾUķūd ve’ş-şürûŧ ve’l-ħıyârât”, Mecelletü’l-ķānûn ve’l-iķtiśâd, VI, Kahire 1934, s. 177; Turgut Akıntürk, “Şart ve Mükellefiyet Kavramı Üzerine Bir İnceleme”, AÜ Hukuk Fakültesi Dergisi, XXVII/3-4, Ankara 1970, s. 224; Wael b. Hallaq, “Sharŧ”, EI² (İng.), IX, 358-359; “TaǾlîķ”, Mv.F, XII, 298-318; “Şarŧ”, a.e., XXVI, 5-16; Fahrettin Atar, “Şart”, İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi (ed. İbrahim Kâfi Dönmez), İstanbul 2006, IV, 1856-1858.

Osman Kaşıkçı