SÂLİM MEVLÂ EBÛ HUZEYFE

(سالم مولى أبي حذيفة)

Mevlâ Ebî Huzeyfe Sâlim b. Ubeyd (Ma‘kıl) b. Rebîa (ö. 12/633)

Sahâbî.

Aslen İran’ın İstahr şehrinden olup daha sonra Übülle’ye yerleşerek ticaret ve ziraatla uğraşan soylu bir aileye mensuptur. Çocukken Bizanslılar’ın Araplar’la birlikte Übülle’ye düzenlediği bir baskında esir alındı ve Benî Kelb kabilesinden birine köle olarak satıldı. Ardından Benî Kureyza yahudilerinden Sellâm b. Cübeyr tarafından satın alınarak Medine’ye getirildi. Sâlim’i Medine’de Sübeyte bint Ensâriyye satın aldı ve onu kendi çocuğu gibi yetiştirdi. Çıktığı ticaret seyahatinden dönerken Medine’ye uğrayan Ebû Huzeyfe burada Sübeyte ile evlendi ve eşiyle birlikte Sâlim’i de Mekke’ye götürdü. Mekke’de İslâm davetinin ilk yıllarında Ebû Huzeyfe ve Sübeyte ile birlikte müslüman olan Sâlim’i efendileri âzat edip evlât edindi. Evlâtlıkların gerçek babalarına nisbet edilmesini emreden âyet (el-Ahzâb 33/5) nâzil olunca Ebû Huzeyfe’nin mevlâsı olarak anılmaya başlandı.

Daha sonra Ebû Huzeyfe’nin diğer hanımı Sehle bint Süheyl, Hz. Peygamber’e gelerek Sâlim’in ergenlik çağına ulaştığını, yeni nâzil olan âyet gereğince tek odadan ibaret evlerine girip çıkmasının sıkıntı doğurduğunu söyledi. Resûlullah da kendisine Sâlim’i beş defa emzirmesini tavsiye etti, böylece onun sütannesi olacağı için mahremi haline geleceğini belirtti. Sehle de öyle yaptı ve onun sütannesi oldu (İbn Sa‘d, III, 86-87). Sâlim’in o sırada yaşı büyük olduğu için Sehle’nin sütünü her gün bir kaba sağdığı, Sâlim’in de bunu içtiği kaydedilmektedir (a.g.e., VIII, 270-271; İbn Hacer, IV, 337). Hz. Âişe, Resûl-i Ekrem’in bu tavsiyesine dayanarak büyük yaştakilerin emmesiyle de süt evlâtlığının sabit olacağına dair fetva vermişse de başta Ümmü Seleme olmak üzere Resûl-i Ekrem’in diğer hanımları bunun sadece Sâlim ile Sehle’ye mahsus bir ruhsat olduğunu ileri sürmüşlerdir (el-Muvaŧŧaǿ, “RađâǾ”, 12; Müslim, “RađâǾ”, 26; İbn Sa‘d, VIII, 271), Nitekim ulemânın çoğunluğu süt hısımlığının oluşabilmesi için çocuğun iki yaşından küçük olmasını şart koşmuş, bir kısmı da iki yıla en fazla altı ay veya bir yıl eklemiştir.

Kuvvetli hâfızasıyla dikkat çeken Sâlim, Kur’an’ı en iyi bilen ve en güzel okuyan sahâbîlerden biriydi. Bu meziyeti dolayısıyla Hz. Peygamber’in Kur’an’ın kendilerinden öğrenilmesini tavsiye ettiği dört kurrâdan biri olarak saydığı Sâlim (Buhârî, “Feżâǿilü’l-aśĥâb”, 26, 27; “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 8), hicret yolculuğu sırasında Resûlullah henüz gelmeden önce Kubâ’da aralarında Hz. Ömer ve Ebû Seleme el-Mahzûmî gibi sahâbîlerin de bulunduğu topluluğa namaz kıldırdı, bu sebeple “muhacirlerin imamı” diye tanındı. Hz. Âişe’nin bir gün mescidde duyduğu güzel bir Kur’an tilâvetini dinlemeye dalarak eve geç geldiği, gecikme sebebini öğrenen Resûlullah’ın gidip Sâlim’in Kur’an okuduğunu görünce, “Ümmetim içinde bunun gibileri var eden Allah’a hamdolsun!” dediği rivayet edilmiştir (Müsned, VI, 165; İbn Mâce, “İķāme”, 176). Hz. Peygamber, Ebû Huzeyfe’den dolayı muhacir, Sübeyte’den dolayı ensar arasında sayılan Sâlim ile Ebû Ubeyde b. Cerrâh veya Muâz b. Mâis’i kardeş ilân etti. Ebû Huzeyfe’nin, yeğeni Fâtıma bint Velîd ile evlendirdiği Sâlim, Ebû Abdullah künyesini aldıysa da çocuğu olmadı (İbn Kuteybe, s. 156).

Sâlim, Hz. Peygamber’le birlikte bütün savaşlara katıldı ve Uhud Gazvesi’nin en şiddetli anında Resûl-i Ekrem’in yanında bulunarak onun yüzünden akan kanları temizlemeye çalıştı. Amr b. Âs, Medine’de korkunun hüküm sürdüğü günlerden birinde Sâlim’in kılıcına sımsıkı sarılmış olarak beklediğini görünce kendisi de hemen aynı vaziyeti almış, bunun üzerine Hz. Peygamber, insanların korkusunun Allah’a ve resulüne karşı olması gerektiğini hatırlatarak o ikisini örnek göstermiş (Müsned, IV, 203), benzer bir olayın Tebük Gazvesi sırasında da yaşandığı kaydedilmiştir.

Hz. Ebû Bekir’in halifeliği döneminde Yemâme’de Müseylimetülkezzâb’a karşı yapılan savaşta Sâlim muhacirlerin bayraktarlığını yaptı. Onun müslümanların dağılmaya başladığı bir sırada “Biz Resûlullah zamanında böyle yapmazdık” diyerek bulunduğu yeri terketmediği, “Bayrağı bırakıp kaçarsam ben ne kötü bir Kur’an hâmili olurum” diyerek direndiği, sağ eli kopunca bayrağı sol eline aldığı, o da kesilince boynuyla kaldırmaya çalışarak şehid oluncaya kadar savaştığı kaydedilmiştir. Son anlarında Ebû Huzeyfe’nin de şehid olduğunu öğrenen Sâlim kendisini onun yanına taşımalarını istedi ve son nefesini onun yanında verdi (Rebîülevvel 12 / Mayıs-Haziran 633). Sâlim şehid olunca insanların, “Kur’an’ın dörtte biri gitti” dediği rivayet edilmiştir (Hâkim, III, 226). Sâlim malının üçe bölünmesini, birinin Allah yolunda harcanmasını, ikincisinin köle âzadına sarfedilmesini, kalan üçte birinin de kendisini hürriyetine kavuşturan efendilerine verilmesini vasiyet etmişti. Şehâdetinden sonra kalan mirastan 200 dirhemlik payı önce Hz. Ebû Bekir, ardından Hz. Ömer Sübeyte’ye gönderdiler. Ancak Sübeyte, Sâlim’i âzat ettiklerini, dolayısıyla onda bir hakları kalmadığını belirterek mirası geri çevirdi. Bunun üzerine para beytülmâle bırakıldı.

Hz. Ömer’in, “Sâlim’in Allah’a karşı çok güçlü bir muhabbeti vardır, o kadar ki Allah’tan korkmamış olsaydı bile O’na isyan etmezdi” dediği zikredilmiş (Ali el-Kārî, s. 253-255), bazı rivayetlerde Ömer’in bu sözü Resûl-i Ekrem’den naklettiği görülmüştür (Ebû Nuaym, I, 232-233; Şîrûye b. Şehredâr ed-Deylemî, I, 234). Ayrıca


Hz. Ömer’in vefat etmeden önce yerine bir halife tayin etmesi istendiğinde Sâlim hayatta olsaydı hiç çekinmeden onu tavsiye edeceğini söylediği belirtilmiştir (Müsned, I, 20; İbn Sa‘d, III, 343). İbn Ebû Hâtim, Sâlim’den rivayet edilen herhangi bir hadis bilmediğini söylerken İbn Hacer el-Askalânî ondan nakledilen iki hadis tesbit etmiş, ancak bunların senedinde inkıtâ ve zaaf bulunduğunu belirterek İbn Ebû Hâtim’in değerlendirmesini Sâlim’den gelen sahih bir rivayet bulunmadığı biçiminde anlamak gerektiğini ifade etmiştir (el-İśâbe, II, 6-7).

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, I, 20; II, 163, 189, 190, 191, 195; IV, 203; VI, 39, 165, 201, 249, 269, 271, 356; Vâkıdî, el-Meġāzî, I, 245; III, 1021; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, I, 226; II, 45, 352; III, 85-88, 343, 377, 410, 595; VIII, 270-271; İbn Kuteybe, el-MaǾârif, Beyrut 1987, s. 155-156; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), III, 288, 291-292; IV, 227; İbn Ebû Hâtim, el-Cerĥ ve’t-taǾdîl, IV, 189; Hâkim, el-Müstedrek, III, 225-227; Ebû Nuaym, Ĥilyetü’l-evliyâǿ (nşr. Mustafa Abdülkādir Atâ), Beyrut 2002, I, 232-234, 454; İbn Abdülber, el-İstîǾâb (Bicâvî), II, 567-569; Şîrûye b. Şehredâr ed-Deylemî, el-Firdevs bi-meǿŝûri’l-ħiŧâb (nşr. Ebû Hâcer M. Saîd b. Besyûnî Zağlûl), Beyrut 1406/1986, I, 234; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe (Bennâ), II, 307-309; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, I, 167-170; a.mlf., Târîħu’l-İslâm: ǾAhdü’l-Ħulefâǿi’r-râşidîn, s. 54-57; İbn Hacer, el-İśâbe, II, 6-8; IV, 336-337; Ali el-Kārî, el-MevżûǾâtü’l-kübrâ: el-Esrârü’l- merfûǾa fi’l-aħbâri’l-mevżûǾa (nşr. M. Saîd b. Besyûnî Zağlûl), Karaçi, ts. (Kadîmî Kütübhâne), s. 253-255; Ebü’l-Hasan en-Nedvî, Muħtârât min edebi’l-ǾArab, Beyrut 1965, s. 202-210; Rafi Ahmad Fidai, Companions of the Holy Prophet, New Delhi 1986, II, 77-82; M. Zekeriyyâ Kandehlevî, Evcezü’l-mesâlik ilâ Muvaŧŧaǿi Mâlik, Beyrut 1410/1989, X, 307-314; Wensinck, el-MuǾcem, VIII, 94.

Mehmet Özşenel