SÂLİH

(الصالح)

Sahih veya hasen olup dinî meselelerde delil sayılabilecek nitelikteki hadisleri ifade etmek ve bir râvinin güvenirliğini belirtmek üzere kullanılan hadis terimi.

Sözlükte “iyi, yararlı, düzgün” anlamına gelen sâlih kelimesi hadis terimi olarak ceyyid, müstakīm, sâbit, nebîl ve mahfûz gibi terimlerle birlikte “sahih veya hasen olan ve şiddetli zayıflığı bulunmayan hadis” demektir. Bir hadisin sahih ve hasen gibi dinî meselelerde delil sayılmaya elverişli olduğuna işaret etmek için kullanılan “sâlih li’l-ihticâc” ile, terkedilecek derecede düşük seviyede olmayıp kendisinden daha zayıf bir hadisi kuvvetlendirmeye veya kendisinin kuvvetlenmesine yarayacak hadisi ifade etmek için kullanılan “sâlih li’l-i‘tibâr” tabirleri sonradan ortaya çıkmıştır.

Sâlih terimi II (VIII) ve III. (IX.) yüzyıl muhaddislerinden Abdullah b. Mübârek, Yahyâ b. Maîn, Ahmed b. Hanbel, Ebû Zür‘a er-Râzî ve Ebû Dâvûd es-Sicistânî tarafından “sahih” ve “hasen” anlamında kullanılmıştır. Abdullah b. Mübârek’in Dımaşklı râvileri değerlendirmesi sırasında, “Rivayetlerinin çoğu mürsel ve maktûdur, sika râvilerin muttasıl senedle rivayet ettikleri ise sâlihtir” derken (Hatîb el-Bağdâdî, el-CâmiǾ, II, 287) sahih hadisi kastetmektedir. Ebû Dâvûd es-Sicistânî, es-Sünen’indeki hadislerden söz ederken eserine sahih hadislerle sahihe benzeyen ve ona yakın olan hadisleri de aldığını, kusuru bulunanlara işaret ettiğini, hakkında hiçbir şey söylemediği hadislerin ise sâlih olduğunu belirtmiştir (Risâletü Ebî Dâvûd, s. 27-28). Onun bu açıklamasını değerlendiren İbnü’s-Salâh müellifin buradaki sâlih tabirini “hasen” anlamında kullandığını söylemektedir (ǾUlûmü’l-ĥadîŝ, s. 36). Şemseddin es-Sehâvî de Ebû Dâvûd’un zikrettiği sâlih teriminin hasen mânasında anlaşılmasının ihtiyata daha uygun olduğu görüşündedir (Fetĥu’l-muġīŝ, I, 80-81). Sâlih olduğu belirtilen hadis sahih ve hasenle eşdeğerde kabul edildiği için dinî konularda delil olarak kullanılmıştır.

Sâlih terimi “sâlihu’l-hadîs” ve “suveylih” şeklinde râvinin vasfı olarak da kullanılmıştır. II. (VIII.) yüzyılın sonlarında Abdurrahman b. Mehdî sâlihu’l-hadîs terimine zayıf râvileri nitelendirmek için yer vermiştir (Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye, s. 39). III. (IX.) yüzyıl münekkitleri de bunu rivayetleri delil olarak alınamayan, fakat itibar için yazılabilen zayıf râviler hakkında kullanmışlardır. Yahyâ b. Maîn’in Muâviye b. Ammâr için, “Sâlihtir” dedikten sonra metrûk olmadığını ayrıca belirtmesi ve Ebû Hâtim’e Ziyâd b. Küleyb et-Teymî hakkında, “Sika mıdır?” diye sorulduğunda, “Sâlihtir” şeklinde cevap vermesi (İbn Ebû Hâtim, III, 542) bu terimin sika ile aynı seviyede kabul edilmediğini, hadisleri terkedilmeyen zayıf râviler için kullanıldığını göstermektedir. “Sadûk” ve “câizü’l-hadîs” gibi terimlerle birlikte yaygın şekilde bu anlamda geçen terim zaman zaman sika lafzı ile birlikte “sikatün sâlihu’l-hadîs” ve “sâlihu’l-hadîs sikatün” diye ifade edilmiş, bu durumda râvinin güvenilirliği ve hadisiyle ihticac edilebileceği belirtilmiştir. Suveylih de genellikle “leyse bi’l-kavî” terimiyle birlikte kullanılmaktadır (Yücel, s. 131-132). Gerek sâlihu’l-hadîs gerekse suveylih, daha çok adâlet yönünden kusursuz olduğu halde zabt itibariyle hatası sika râvilerden çok olan râvileri ifade eden terimlerdir. İbn Ebû Hâtim ve ona tâbi olarak Hatîb el-Bağdâdî ile İbnü’s-Salâh’ın makbul râvileri sınıflandırdıkları dörtlü taksimde sâlihu’l-hadîs ve suveylih ta‘dîlin en alt mertebesi olan dördüncü grup lafızlar arasında yer almıştır. İbn Hacer el-Askalânî, Şemseddin es-Sehâvî ve Süyûtî’nin altılı taksiminde ise bunlar, ta‘dîlin en alt kademesi olan ve cerh lafızlarının en yakınında bulunan altıncı mertebedeki lafızlar arasında geçmektedir. Sâlihu’l-hadîs ve suveylih lafızlarıyla değerlendirilen râvinin hadisleri dinî konularda delil olarak kullanılmamakla birlikte terk de edilmez, diğer rivayetlerle karşılaştırılarak başka hadisleri desteklemek veya kendisi destek görmek üzere yazılır ve incelenir.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “ślĥ” md.; Ahmed b. Hanbel, el-Ǿİlel (Koçyiğit), I, 114, 161, 173, 262; II, 306; Ebû Dâvûd es-Sicistânî, Risâletü Ebî Dâvûd ilâ ehli Mekke fî vaśfi Sünenih (nşr. Muhammed b. Lutfî es-Sabbâğ), Beyrut 1405, s. 27-28; İbn Ebû Hâtim, el-Cerĥ ve’t-taǾdîl, II, 37-38, 253, 432; III, 291, 296, 542; IV, 87, 228, 323, 356; V, 329; VI, 22, 108, 182; Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifâye (nşr. Ahmed Ömer Hâşim), Beyrut 1406/1986, s. 39; a.mlf., el-CâmiǾ li-aħlâķı’r-râvî ve âdâbi’s-sâmiǾ (nşr. Mahmûd et-Tahhân), Riyad 1403/1983, II, 287; İbnü’s-Salâh, ǾUlûmü’l-ĥadîŝ, s. 36, 124-125; Şemseddin es-Sehâvî, Fetĥu’l-muġīŝ, Beyrut 1403/1983, I, 80-81, 361-368; Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Beyrut 1409/1989, I, 168-169, 177-178, 341-345; Leknevî, er-RefǾ ve’t-tekmîl, s. 138-139, 149-150, 163-164; Ahmet Yücel, Hadis Istılahlarının Doğuşu ve Gelişimi, İstanbul 1996, s. 123, 131-132, 163; G. H. A. Juynboll, “Śāliĥ”, EI² (İng.), VIII, 982-984.

Mehmet Efendioğlu