ŞAHNE

(الشحنة)

Bir şehir veya bölgenin emniyet ve asayişinden sorumlu askerî vali.

Sözlükte “yük, azık, düşmanlık, at sürüsü” mânalarına gelen şahne (şıhne) kelimesi, III. (IX.) yüzyılın sonlarından itibaren bir şehrin veya bölgenin muhafaza ve kontrolünden sorumlu kişiyi ifade eden terim olarak kullanılmıştır. Şahnenin yaptığı görev daha önce sâhibü’ş-şurta ve sâhibü’l-maûne tarafından yerine getiriliyordu. Abbâsî Halifesi Muktedir-Billâh zamanında bu görevde bulunan Emîr Nâzûk’ün emrinde 14.000 süvari ve piyade kuvveti mevcuttu. Sâmânîler’de ise hem sâhibü’ş-şurta hem şahne tabirleri kullanılmaktaydı. Sultan Mesud’un Rey’e şahne tayin ettiği Hasan-ı Süleyman’a kıymetli bir hil‘at verdiğine ve halkı ona itaat etmesi hususunda uyardığına dair bilgilerden (Muhammed b. Hüseyin el-Beyhakī, I, 20; II, 742; III, 976) bu memuriyetin Gazneliler’de de mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Şahnelik görevinin Karahanlılar’da da bulunduğu, İlig Han Nasr’ın Mâverâünnehir’i ele geçirmesinin ardından Buhara’ya bir şahne tayin ettiği bilinmektedir (Nerşahî, s. 147-148).

Büyük Selçuklular’da bir şehir veya eyaletin askerî valisine şahne deniyordu. Şahnelik bu dönemde giderek önemli bir kurum haline gelmiştir. Nizâmülmülk şahne, mukta‘ ve valilerin reâyânın hukukunu gözetmeleri gerektiğine işaret eder (Siyâsetnâme, s. 41). Bazı Arapça ve Farsça kaynaklarda bir şehrin şahnesi için emîr, vali ve mukta‘ terimleri kullanılmıştır (EI2 [İng.], IX, 437). Selçuklular’da bazı emîrlerin yönettikleri vilâyetler uhdelerinde kalmak şartıyla şahne tayin edildiği görülmektedir. Meselâ Irak Selçuklu Sultanı Mahmûd b. Muhammed Tapar, Musul ve Vâsıt Emîri İmâdüddin Zengî’yi önce Bağdat, daha sonra Irak şahneliğine bu şekilde getirmişti. Genellikle Türk soylu askerler arasından tayin edilen şahnelerin emrinde askerî birlikler mevcuttu. Tayin ve aziller genellikle hükümdar veya vezir tarafından gerçekleştirilirdi. Bunların bazı şehir ve kasabalarda nâibleri vardı. Şahnenin en önemli görevi sorumluluk alanı içinde yaşayan halkın refah ve güvenliğini sağlamaktı; ayrıca şehrin, buraya bağlı yerlerin ve yolların güvenliğinden sorumluydu. Suçluları ve karışıklık çıkaranları takip eder, ayyâr, zorba ve hırsızları yakalayıp mahkemeye sevkeder, bazı durumlarda suçluları para cezası vermek veya sürgüne göndermek suretiyle kendisi cezalandırırdı. Irak Selçuklu Sultanı Mesud döneminde Bağdat’ta ayyârlar halka baskılarını arttırınca sultan, Bağdat şahneliğine vekâlet eden İldeniz’in bunları ortadan kaldırmak için istediği yetkiyi kendisine vermişti. Amîd ve şahne Bağdat’ta meydana gelen karışıklıkların bastırılmasında birbirleriyle yardımlaşırlardı. Şahne kadılar, fakihler, din adamları ve askerlerle istişare edip onlara saygı göstermekle yükümlüydü. Şahnenin kendisine ait bir divanı (dîvân-ı şahnegî / dîvân-ı şihnegî) vardı ve kadının verdiği kararları uygulamak onun görevleri arasındaydı. Vergilerin tahsili sırasında emrindeki memurlar vasıtasıyla âmile yardım eder, toplanan vergilerin yerine ulaştırılmasını sağlardı. Şahne âmilin güvenliğinden de sorumluydu. Ayrıca muhtesib ve mütevelli de ondan yardım isteyebilirdi.

Türkmenler için tayin edilen şahneler kabileler arasında düzeni sağlar, çıkması muhtemel anlaşmazlıkları önler, Türkmen reislerinin başkalarının mülklerini zaptetmelerine veya karışıklık çıkararak düzeni bozmalarına engel olurlardı. Türkmen reisleri nezdinde sultanı temsil etmek şahnenin önemli görevlerindendi. Sultan Sencer devrinde İmâdüddin Kamaç (Kumac) hem Belh valisi hem de Oğuz kabileleri üzerine şahne tayin edilmişti. Bağdat’taki Selçuklu şahnesi asayişten sorumlu olmasının yanı sıra halife nezdinde sultanın temsilcisi olarak görev yapardı; halife Selçuklu Devleti’yle ilgili konularda onunla istişare ederdi. Selçuklular tarafından Bağdat’a gönderilen şahnelerin en meşhurlarından Sa‘düddevle Gevherâyin, Alparslan zamanında Bağdat’ta çıkan karışıklığı engellemişti. Melik Kavurd Bey, Uman’a hâkim olduğunda vali Şehriyâr b. Tâfil’i yerinde bırakıp kendi adamlarından birini onun yanına şahne tayin etmişti.

Bazı şahnelerin yetkilerini kötüye kullanarak halkı soymaya çalıştıkları, Bağdat’taki şahnelerin halifelik divanından aşırı isteklerde bulundukları, divanın geliri bunların isteklerini karşılayamadığından borçlanmak zorunda kalındığı belirtilmektedir. Abbâsî halifeleri zaman zaman şahnelerin bu tutumundan şikâyetçi olmuş ve baskılarından kurtulmak istemiştir. Muktefî-Liemrillâh bu yüzden Selçuklu şahnesini ve sultanın diğer görevlilerini Irak’tan uzaklaştırmıştır. Şahne geçimini temin için şehir halkından belirli zamanlarda “mersûm-ı şahnegî” denilen bir vergi tahsil ederdi; Türkmen kabileleri de kendisine otlakiye öderdi. Şahnenin halka yeni bir vergi koyması yasaktı; ancak kendisine iktâ arazisi verilebilirdi.

Anadolu Selçukluları, atabeglikler, Fâtımîler ve Eyyûbîler’de de şahnelik kurumu mevcuttu. Anadolu Selçukluları döneminde şahne bir şehrin askerî valisi veya o şehirdeki garnizonun kumandanı durumundaydı. Selâhaddîn-i Eyyûbî ve ağabeyi Turan Şah Dımaşk’ta şahne olarak görev


yapmışlardı. Fâtımîler’de şahnelere tahsis edilen Dârü’l-maûne adlı binanın Selâhaddîn-i Eyyûbî tarafından yıkılıp yerine bir Şâfiî medresesinin yaptırıldığı bilinmektedir. Nûreddin Mahmud Zengî, “mükûs” adı verilen gayri şer‘î vergileri kaldırdıktan sonra şahneleri azledip onların görevini kādılkudâta devretmiştir (Şeşen, s. 119). Eyyûbîler’de emîrler arasından tayin edilen şahneler halkın güvenliğini sağlamakla görevliydi. Selâhaddîn-i Eyyûbî devrinde Kahire’de bu görevi Emîr Bahâeddin Karakuş’un, Dımaşk’ta Bedreddin Mevdûd’un yaptığı belirtilmektedir. Bu dönemde Türkmen kabilelerini kontrol eden bir şahnenin mevcudiyetinden bahsedilir. Ayrıca Cengiz Han ve halefleri işgal ettikleri şehirlere şahne tayin etmişlerdir. İlhanlılar, Delhi Sultanlığı, Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Timurlular’da da şahne tabirine rastlanmaktadır. İlhanlılar’da şahne yanında daruga, baskak ve nâib terimleri de kullanılıyordu. Osmanlı Devleti zamanında bir ara “şahnegî” (resm-i şahnegî) denilen bir vergi mevcuttu, bu vergi daha sonra kaldırılmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Nerşahî, Târîħu Buħârâ (trc. ve nşr. Emîn Abdülmecîd Bedevî - Nasrullah Mübeşşir et-Tırâzî), Kahire, ts. (Dârü’l-maârif), s. 147-148; Hilâl b. Muhassin es-Sâbî, Rüsûmü dâri’l-ħilâfe (nşr. Mîhâil Avvâd), Beyrut 1406/1986, s. 9; Muhammed b. Hüseyin el-Beyhakī, Târîħ (nşr. Halîl Hatîb Rehber), Tahran 1348, I, 20; II, 742; III, 976; Nizâmülmülk, Siyâsetnâme (Köymen), s. 25, 41, 59, 70; Kalkaşendî, Śubĥu’l-aǾşâ, V, 361-362, 364; Uzunçarşılı, Medhal, s. 50, 120,176, 201, 205, 238, 259, 264; Hasan el-Bâşâ, el-Fünûnü’l-İslâmiyye ve’l-vežâǿif Ǿale’l-âŝâri’l-ǾArabiyye, Kahire, ts. (Dârü’n-nehdati’l-Arabiyye), II, 623-626; A. K. S. Lambton, “The Internal Structure of the Saljuk Empire”, CHIr., V, 213-214, 240, 244-245; a.mlf., “Atebetü’l-Ketebe’ye Göre Sancar İmparatorluğunun Yönetimi” (trc. N. Kaymaz), TTK Belleten, XXXVII/147 (1973), s. 367-368, 371, 377, 381, 383-386, 389-392; a.mlf., “Ѕћiĥna”, EI² (İng.), IX, 437-438; Hasan-ı Enverî, Iśŧılâĥât-ı Dîvânî Devre-yi Ġaznevî ve Selcûķī, Tahran 2535 şş., s. 225; Ramazan Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, İstanbul 1983, s. 119-120, 151, 171; Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, Ankara 1984-92, II, 17, 45, 186, 273, 400 vd.; III, 55, 57-58, 187-188, 218, 220-221, 227-228, 234, 238, 243, 428; Erdoğan Merçil, Kirman Selçukluları, Ankara 1989, s. 18, 56, 156; a.mlf., Selçuklular’da Hükümdarlık Alâmetleri, Ankara 2007, s. 118, 200; S. G. Agacanov, Selçuklular (trc. Ekber N. Necef - Ahmet R. Annaberdiyev), İstanbul 2006, s. 88, 216, 246, 253, 293, 299-300, 316; G. M. Kurpalidis, Büyük Selçuklu Devletinin İdarî, Sosyal ve Ekonomik Tarihi (trc. İlyas Kamalov), İstanbul 2007, s. 34, 61, 92, 109-110, 112-114, 122-128, 161; W. Hinz, “Ortaçağ Yakın Şarkına Ait Vergi Kitabeleri” (trc. Fikret Işıltan), TTK Belleten, XIII/52 (1949), s. 779-780.

Erdoğan Merçil