SÂDÎ ÇELEBİ

(ö. 945/1539)

Osmanlı şeyhülislâmı.

Kastamonu Daday’da doğdu. Küçük yaşta babası Îsâ Çelebi ile İstanbul’a gittiği ve babasının Murad Paşa Camii’nde imamlık yaptığı belirtilir. Babasından ve diğer âlimlerden ders gördükten sonra Mevlânâ Muhyiddin Mehmed Samsûnî’ye intisap ederek onun hizmetine girdi ve mülâzemet aldı. Kendisi bir icâzetnâmede İbn Yahyâ el-Ensârî, Yûsuf b. Hasan el-Hüseynî ve Muhammed b. İbrâhim es-Samedinî’yi hocaları arasında zikreder. Kemalpaşazâde’nin talebesi olduğu ve ona fetva eminliği yaptığı hususunda Müstakimzâde’nin verdiği bilgiler kronolojik bakımdan doğru görünmez (Repp, s. 240-241).

Medrese tahsilinin ardından önce Başçı İbrâhim Medresesi’ne, daha sonra sırasıyla Edirne’de Taşlık, İstanbul’da Mahmud Paşa, Bursa’da Sultan medreselerine ve Sahn-ı Semân medreselerinden birine müderris oldu. Ardından kadılık mesleğine geçti ve 930’da (1524) İstanbul kadısı oldu. On yıl boyunca kaldığı bu görevde önemli hizmetler gördü, birçok olayda yer aldı. İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri’nde Sâdî Çelebi’nin İstanbul kadılığı sırasında onayladığı 200’den fazla vakfiye bulunmaktadır. Yine İstanbul kadılığı zamanında önemli bir sosyal ve dinî mesele haline gelen Molla Kābız’ın yargılanması konusuna müdâhil oldu. Devrin kaynaklarına göre divan üyesi iki kazasker mahkemede başarısız olunca padişahın emriyle yargılama işini Şeyhülislâm Kemalpaşazâde ile birlikte üstlendi. 940’ta (1533) azledildi ve yevmî 100 akçe ile yeniden Sahn-ı Semân medreselerinden birinde müderrisliğe başladı.

Kemalpaşazâde’nin vefatı üzerine (2 Şevval 940 / 16 Nisan 1534) şeyhülislâmlık makamı için Abdülvâsi Çelebi ile birlikte adı geçti. Ancak kendisini tutan Vezîriâzam İbrâhim Paşa’nın bu sırada Irakeyn Seferi’nde bulunması ve yerine vekil olarak ikinci vezir Ayas Paşa’nın bakması Abdülvâsi Efendi’yi öne çıkardı. Daha sonra muhtemelen İbrâhim Paşa’nın müdahalesiyle şeyhülislâmlığa tayin edildi. Tayin tarihi 3 Şevval 949 (17 Nisan 1534) olarak gösterilirse de hem padişah hem vezîriâzam İstanbul’da bulunmadığı için bu tayinin Kemalpaşazâde’nin ölümünün ertesi günü gerçekleşmiş olması şüphelidir. Sâdî Çelebi 2 Şevval 945’te (21 Şubat 1539) vefatına kadar beş yıl bu makamda kaldı. Kaynaklarda onun bu görevi sırasında ilmî tavrı ile öne çıktığı belirtilir. Mecdî, Sâdî Çelebi’nin eğitim, yargı ve fetva görevlerindeki dirayet ve başarısını uzun uzadıya anlatır ve sağlam akîdesi, kuvvetli lisanı ile kendisinden eksik bir davranış ve sözün çıkmadığını ifade eder (Şekāik Tercümesi, s. 444). Zengin bir kütüphaneye sahip olduğu, çeşitli ilimleri öğrendiği, güçlü hâfızası sayesinde okuduğu bütün ilimleri aklında tuttuğu, özellikle tarihe ve ulemâ menâkıbına derin vukufu bulunduğu bildirilir. Aynı zamanda şair olan ve şuarâ tezkirelerinde şiirlerine yer verilen Sâdî Çelebi, Fâtih Camii etrafında evi yakınında Mimar Sinan’a 1538’den az önce bir dârülkurrâ yaptırmıştır. Kabri Eyüp Sultan civarındadır.

Eserleri. 1. Ĥâşiye Ǿalâ Tefsîri’l-Beyżâvî (el-Fevâǿidü’l-behiyye). Başta İstanbul olmak üzere Türkiye’de, ayrıca Kahire, Şam ve Bağdat kütüphanelerinde birçok nüshası olan tefsirin çok okunduğu, bilhassa İstanbul medreselerinde tefsir derslerinde yardımcı kitap olarak takip edildiği anlaşılmaktadır. Sâdî Çelebi’nin Hûd ile Nâs sûreleri arasına hâşiye yazdığı, baş kısmını ise oğlu Pîr Mehmed’in çeşitli hâşiyelerden istifadeyle babasının üslûbu üzere derleyip tamamladığı belirtilir. Ancak baş kısmının sonradan talebesi Abdurrahman b. Ali tarafından yazıldığı şeklinde bir başka görüş de bulunmaktadır (Demir, s. 327). İstanbul’da hâşiyenin Fâtiha’dan Nâs sûresine kadar tam olan üç nüshası mevcuttur (Süleymaniye Ktp., Amcazâde


Hüseyin Paşa, nr. 41-42; Hacı Selim Ağa Ktp., Yâkub Ağa, nr. 8, Hacı Selim Ağa, nr. 114). Metot ve muhteva bakımından eserin kendine has bazı özellikleri vardır. Baş kısmındaki açıklamalarda Sa‘deddin et-Teftâzânî, Seyyid Şerîf el-Cürcânî ve Ekmeleddin el-Bâbertî’nin fikirlerine sıkça yer verilmiş, sûre isimleri, nüzûl yerleri ve âyet sayıları hakkındaki görüşlere temas edilmiş, Celâleddin es-Süyûtî’den nakillerde tercih edilen görüşler belirtilmiştir. Gramerde el-Kâfiye, lugatta el-Ķāmûsü’l-muĥîŧ, usulde et-Telvîĥ en çok istifade edilen kaynaklardır. Hâşiyelerde el-Keşşâf üzerine yapılan çalışmalardan faydalanılması, yer yer bunlara ilâveler yapılması esere ayrı bir değer kazandırmış ve ulemânın takdirine mazhar olmuştur (Keşfü’ž-žunûn, I, 191; Bilmen, II, 642). Sûrelerin Mekkî veya Medenî oluşuna, ayrıca bir sûre içinde farklı yerlerde nâzil olan âyetlere dikkat çeken Sâdî Çelebi, Beyzâvî’nin sûre sonlarında verdiği sûrelerin faziletine dair hadisleri tahrîc ederek değerlendirmiştir. Sarf, nahiv, lugat, iştikak ve belâgatla ilgili notlar üzerinde durmuş, kıraat vecihlerini belirterek bunlar arasında tercihler yapmıştır. Sâdî Çelebi hâşiyesinde bazı sûrelerin sonuna ne zaman tamamlandığını kaydetmiştir. Hûd sûresinin sonunda bu sûrenin hâşiyesini 1531’de tamamladığını belirttiğine göre eserini İstanbul kadılığının son yıllarında yazmaya başlamış olmalıdır. Eser 5 Cemâziyelevvel 944’te (10 Ekim 1537) tamamlanmıştır. 2. Fetâvâ-yı Sa‘diyye (Mecmûa-i Fetâvâ) (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 2680; Sâliha Hatun, nr. 112; Şehid Ali Paşa, nr. 1073). Sâdî Çelebi’nin ayrıca çeşitli eserlere şerh, hâşiye ve ta‘likat tarzında çalışmaları vardır. Bunlar arasında Manžûme fi’l-fıķh, Ĥâşiye Ǿale’l-İnâye fî Şerĥi’l-Hidâye (I-VIII, Kahire 1356; I-IX, Kahire 1306, 1319; I-X, Kahire 1970), Ĥâşiye Ǿale’l-Ķāmûs li-Fîrûzâbâdî ve Resâǿil TaǾlîķāt-ı Muħtelife sayılabilir. Şiirleri ve düşürdüğü tarihlere ait örnekler çeşitli tezkirelerde yer alır (meselâ bk. Latîfî, s. 306).

BİBLİYOGRAFYA:

TSMA, D.5781; İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 935 (1546), bk. İndeks; Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ, vr. 157a-158a; Mahmûd Süleyman el-Kefevî, Ketâǿibü aǾlâmi’l-aħyâr min fuķahâǿi meźhebi’n-NuǾmâni’l-muħtâr, Süleymaniye Ktp., Reîsülküttâb, nr. 690, vr. 399b-400b; Latîfî, Tezkiretü’ş-şu‘arâ ve tabsıratü’n-nuzamâ (haz. Rıdvan Canım), Ankara 2000, s. 305-306; Mecdî, Şekāik Tercümesi, s. 443-445; İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri: 1009 (1600) Tarihli (haz. Mehmet Canatar), İstanbul 2004, bk. İndeks; Keşfü’ž-žunûn, I, 191; Müstakimzâde, Devha-i Meşâyih-i Kibâr, Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 251, vr. 7b-8b; Devhatü’l-meşâyih, s. 18; Sicill-i Osmânî, III, 25; Osmanlı Müellifleri, I, 323; İlmiyye Salnâmesi, s. 355-360 (fetvalarından beş örnek verilmektedir); Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s. 177, 178, 197, 201, 202; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, İstanbul 1974, II, 642; Kehhâle, MuǾcemü’l-müǿellifîn, IV, 216; Ziriklî, el-AǾlâm (Fethullah), III, 88; R. C. Repp, The Müfti of Istanbul: A Study in the Development of the Ottoman Learned Hierarchy, London 1986, s. 240-244; Ziya Demir, Osmanlı Müfessirleri ve Tefsir Çalışmaları: Kuruluştan X/XVI. Asrın Sonuna Kadar, İstanbul 2006, s. 324-330; MuǾcemü’t-târîħi’t-türâŝi’l-İslâmî fî mektebâti’l-Ǿâlem (haz. Ali Rıza Karabulut - Ahmet Turan Karabulut), Kayseri, ts. (Mektebe Yayınları), II, 1190-1192, nr. 3183; H. Ritter, “Ayasofya Kütüphanesinde Tefsir İlmine Âit Arapça Yazmalar”, TM, VII-VIII/2 (1945), s. 38; Recep Akakuş, “Şeyhülislam Sa‘dî Çelebi ve Dârü’l-Kurrası”, Diyanet Dergisi, XXV, Ankara 1989, s. 96; Kāmûsü’l-a‘lâm, IV, 2570.

Mehmet İpşirli - Ziya Demir