SÂDEDDİN EFENDİ, Mehmed

(1798-1866)

Osmanlı şeyhülislâmı.

İstanbul’da doğdu. XVI. yüzyılın tanınmış tarihçisi, padişah hocası ve şeyhülislâmı Hoca Sâdeddin Efendi’nin soyundan gelir. Müderris Abdülhamid Efendi’nin


oğludur. Babasından ve dönemin diğer âlimlerinden tahsilini tamamladıktan sonra kadılık mesleğine girip Anadolu’da birçok kazada görev yaptı. Aydın kadısı iken Karaosmanoğulları ile olan bir ihtilâfı yüzünden bir süre Kütahya’ya sürgüne gönderildi. Ardından affedilerek Manisa nâibliğine getirildi ve uzun süre burada kaldı. Azledildikten sonra bir müddet bekleyip Tanzîmât-ı Hayriyye’nin uygulaması sırasında oluşturulan Güzelhisarıaydın muhassıllığına gönderildi. Ancak maaşı dışındaki gelirleri kesilen Aydın Valisi Çengelzâde Tâhir Paşa ile aralarındaki ihtilâfın giderilememesi sebebiyle durumları Meclis-i Vâlâ’da görüşülmek üzere İstanbul’a çağrıldı. Meclis-i Vâlâ’daki muhâkeme neticesinde haksızlığı anlaşılan Tâhir Paşa valilikten alındı ve Sâdeddin Efendi görevine iade edildi.

1841’de bazı eyalet ve kazalar birleştirilip defterdarlık olarak devlet erkânına verilmeye başlanınca Aydın eyaleti maliyesi İzmir muhassılı eski gümrükçü Sâlih Bey’e tevcih edildi ve Sâdeddin Efendi muhassıllıktan ayrılıp İstanbul’a döndü. Bir süre sonra İstanbul’da maliye hazinesinde mîrî kitâbetine getirildi. Bu memuriyet uhdesinde kalmak şartıyla Meclis-i Zirâat üyesi oldu. 1846 yılı başlarında memuriyetleri üzerinde kalarak mahreç pâyesiyle Doğu Karadeniz’de Çürüksu sahilinde sınır tayin ve tesbitiyle bazı meselelerin halli için görevlendirildi. Aralık 1846’da Evkāf-ı Hümâyun müfettişliğiyle Trabzon’a gönderildi. Burada teftiş görevini tamamlayıp İstanbul’a döndüğünde Mekke pâyesiyle taltif edildi. Sekiz yıl sürdürdüğü müfettişlik görevini titizlikle yürüttü. Bu başarısı sayesinde İstanbul pâyesini aldı, ayrıca Meclis-i Muhâsebe-i Mâliyye üyeliği verildi. 1856’da Anadolu kazaskerliği pâyesine ulaştı, 1858’de Meclis-i Vâlâ üyeliğine tayin edildi. Sağlam karakteri, liyakat ve dirayetiyle Sultan Abdülmecid’in takdirini kazanan Sâdeddin Efendi, Meşrepzâde Ârif Efendi’nin vefatı üzerine 27 Aralık 1858’de şeyhülislâmlık makamına getirildi. Cevdet Paşa’ya göre Meşrepzâde’den sonra meşihata en lâyık kişi Rüşdü Molla olduğu halde Sâdeddin Efendi’nin Meclis-i Vâlâ üyeliğine tayini ona şeyhülislâmlık yolunu açmıştır. Cevdet Paşa, Sâdeddin Efendi’nin ilim erbabından olmadığını, ancak büyük kadılardan sayıldığını, önemli görevler üstlendiğini, iş bilir, cerbezeli, düzgün konuşan bir kişi olması dolayısıyla meşihat için tercih edildiğini de belirtir. Nitekim ilmî rütbe olarak Şeyhülislâm Mekkîzâde Âsım Efendi zamanında “pâye-i mücerrede” almış, ardından Ârif Hikmet Bey zamanında kendisine mahreç mevleviyeti verilip durumu düzeltilmişti.

Meşihat görevi sırasında bazı yeni daire ve meclislerin teşkiline gayret eden Sâdeddin Efendi, şer‘î mesele ve davaların çokluğu sebebiyle haftada iki gün toplanan huzur mürâfaası kâfi gelmediğinden başkan ve üyeleri ilmiye sınıfının fakihlerinden oluşmak üzere şeyhülislâmlıkta Tetkīkāt-ı Şer‘iyye Meclisi adıyla bir heyet teşkil etti (Lutfî, X, 93). Beş yıla yakın bir süre kaldığı şeyhülislâmlığı sırasında kabine üyesi sıfatıyla hükümette pek çok idarî ve siyasî sorumluluk üstlendi. Önemli mevkilere tayin ve azillerde rol oynadığını, bu arada taraf tuttuğunu çeşitli vesilelerle ifade eden Cevdet Paşa, kendisinin Mekke pâyesinin İstanbul pâyesine terfi ettirilmesi sadâretten meşihata bildirildiği halde bunun uygulanmadığını anlatırken Sâdeddin Efendi’nin “câhil-i cesûr, ilim ve maarifin kadrini bilmez, rüsum-perest bir kimse” olduğunu söyler (Tezâkir, II, 126-127, 158, 260-262). Esasen onun buna benzer ilmiye tayin ve terfilerinde sadâretin talepleri yanında Mehmed Emin Âlî ve Keçecizâde Fuad paşalar gibi devlet ricâlinin aracılığına bile direndiği (a.g.e., II, 155), hatta Âlî ve Fuad paşalarla geçinemediği ve onları alenî şekilde kötülediği (Ma‘rûzât, s. 47) bilinmektedir.

Şeyhülislâm olarak Abdülaziz’in cülûs törenine katılan Sâdeddin Efendi (Cevdet, Tezâkir, II, 152), Osmanlı eğitim sisteminde çok sıkıntılı bir uygulama olan bir ruûs imtihanı sonrasında 23 Kasım 1863’te görevden alındı ve yerine Âtıfzâde Hüsâmeddin Efendi getirildi. Tok sözlü ve dirayet sahibi olması Bâbıâli’de muhtemelen bazı kimselerin hoşuna gitmediği için araları açık bulunan Fuad Paşa’nın tesiriyle azledilmiş olabileceği de belirtilir. Kendisine tahsis edilen arpalık dışında aylık 25.000 kuruş maaş bağlanmıştır (Devhatü’l-meşâyih, s. 134). Azlinden sonraki iki buçuk yıllık ömrünü yalısında geçirdi ve 6 Ağustos 1866’da vefat etti. Kabri Karacaahmet Mezarlığı’ndadır. Cevdet Paşa’nın yer yer olumsuz değerlendirmesine karşılık Vak‘anüvis Lutfi Efendi onun işten anlayan, tecrübe sahibi, makamını dolduran bir kişi olduğunu, ancak ilmiye mesleğinin kaidelerini korumada biraz ifrata kaçtığını söyler (Târih, X, 103). İstanbul Aksaray Sofular’da Şeyh Ömer Efendi Dergâhı’na minber koydurup bazı gelirler tahsisiyle cuma namazı kılınır hale getirmiş, ayrıca başka hayır eserlerinin yapılmasına vesile olmuştur. Defter-i Pâk-i Erbâb-ı Dâniş adlı çalışması dışında eseri bilinmemektedir. Bir listeden ibaret bu eser dönemin meşhur hattatlarının, mücellitlerinin, kalemtıraşçılarının, hakkâkların ve dinî ilimlerde tanınmış âlimlerin isimlerini içermekte olup yedi varaklık tek nüshası bilinmektedir (İÜ Ktp., nr. 2821; Süleymaniye Ktp., Mikrofilm Arşivi, nr. 3801).

BİBLİYOGRAFYA:

Devhatü’l-meşâyih, s. 132-134; Cevdet, Tezâkir, II, 72-73, 126-127, 152-153, 155, 158, 260-262; a.mlf., Ma‘rûzât, s. 37-38, 46-55; Lutfî, Târih, X, 93, 103; İlmiyye Salnâmesi, s. 592-593; Behcetî, Merâkid-i Mu‘tebere-i Üsküdar, s. 61; Danişmend, Kronoloji2, V, 154; Abdülkadir Altunsu, Osmanlı Şeyhülislâmları, Ankara 1972, s. 192-193.

Mehmet İpşirli