SABÛR

(الصبور)

Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.

Sözlükte “tahammül etmek, kendini tutmak, sızlanmamak” anlamındaki sabr kökünden mübalağa ifade eden bir sıfat olan sabûr “çok sabırlı” demektir. Sabır terim olarak “aklın ve dinin yapılmasını gerekli gördüğü şeyleri yerine getirebilmek, yapılmamasını istediklerinden uzak durmak için nefsi kontrol altında tutma” diye açıklanmıştır. Sabûr Allah’a nisbet edildiğinde “günahkârları cezalandırma konusunda acele etmeyip lutfuyla muamele eden” mânasına gelir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “śbr” md.; Lisânü’l-ǾArab, “śbr” md.; Kāmus Tercümesi, “śbr” md.).

Sabır kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de sık sık geçer. İbnü’l-Cevzî, Kur’an’da yer alan sabır kavramının anlamlarını üç noktada özetlemiştir. Birincisi ve en çok kullanılanı “kendini tutma”dır. İkincisi, “Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin” meâlindeki âyette olduğu gibi (el-Bakara 2/45) “oruç”, üçüncüsü de, “Onlar cehennem ateşine karşı ne kadar sabırlıdır!” (el-Bakara 2/175) âyetinde yorumlandığı üzere “cüret”tir (Nüzhetü’l-aǾyün, s. 387-388). Kur’an’da sabır başta Resûlullah olmak üzere peygamberlere ve insanlara nisbet edilmiş, erdemli bir davranış olarak emredilmiş, çeşitli mükâfatlar, dünyaya ve âhirete yönelik iyi sonuçlar sabra bağlanmıştır (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “śbr” md.), ancak Allah’a izâfe edilmemiştir. Bununla birlikte çeşitli âyetlerde başta zalimler olmak üzere kötü insanların davranışlarından Allah’ın asla gāfil olmadığı (İbrâhîm 14/42), bozguncuların fiillerine hemen mukabelede bulunmayı murat etseydi yeryüzünde bir tek canlı bile bırakmayacağı, ancak onları belli bir zamana kadar ertelediği belirtilmekte, böylece sabır kavramının içeriği dolaylı olarak Allah’a nisbet edilmektedir (en-Nahl 16/61; el-Kehf 18/58; Fâtır 35/45). Sabûr, Ebû Hüreyre’den nakledilen esmâ-i hüsnâ listesinde sadece Tirmizî tarafından zikredilmiştir (“DaǾavât”, 82). Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’den rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber şöyle demektedir: “Başkalarından duyduğu eziyete Allah’tan daha çok sabreden bir kimse yoktur. İnsanlar Allah’a ortak koşup denginin ve çocuğunun bulunduğunu söyledikleri halde O yine de insanları rızıklandırmakta, kendilerine sıhhat ve âfiyet vermektedir” (Müsned, IV, 395; Buhârî, “Edeb”, 71, “Tevĥîd”, 3; Müslim, “Münâfiķīn”, 49-50).

Kādî Abdülcebbâr, sabır kavramında “belâ ve meşakkatlere göğüs germe” gibi beşerî mânalar bulunduğu gerekçesiyle sabûr isminin Allah’a nisbet edilmesini doğru bulmaz (el-Muġnî, XX/2, s. 224). Abdülkāhir el-Bağdâdî ise Mu‘tezile’nin bu titizliğine değindikten sonra İslâm âlimlerinin çoğunun yukarıda sözü edilen hadislere dayanarak sabûru ilâhî isimlerden saydığını belirtir (el-Esmâǿ ve’ś-śıfât, vr. 128b).


Gazzâlî, esmâ-i hüsnâ içinde yer alan isim ve sıfatların çoğunun gerçek anlamda Allah’a ait olup mecazi mânada kula nisbet edildiğini, sabûr ve şekûr gibi bazı sıfatların ise Allah’a mecazen izâfe edildiğini söylemek suretiyle iki görüşü telif eder (el-Maķśadü’l-esnâ, s. 84). Âlimler, “günahkârları cezalandırmada acele etmeyen” anlamındaki sabûr ile “sabırlı ve temkinli olup kızgınlıkla muamele etmeyen” anlamındaki halîm isminin muhtevalarında yakın bir ilişki görmüştür. Ancak sabûr, günahkârın ileride cezalandırılmayacağı hususunu kesinlik derecesinde içermediği halde halîm bu mânayı ifade etmektedir (Hattâbî, s. 97-98; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “śbr” md.). Kuşeyrî ve Gazzâlî gibi mutasavvıf âlimler kişinin sabır alıştırmaları yapmak suretiyle halîm mertebesine ulaşabileceğini söyler. Sabûr insanla ilgili kevnî isim ve sıfat grubunda yer almakta ve halîm ismiyle anlam yakınlığı içinde bulunmaktadır (ayrıca bk. HALÎM; SABIR).

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, IV, 395; Hattâbî, Şeǿnü’d-duǾâǿ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Dımaşk 1404/1984, s. 97-98; Kādî Abdülcebbâr, el-Muġnî, XX/2, s. 224; Abdülkāhir el-Bağdâdî, el-Esmâǿ ve’ś-śıfât, Kayseri Râşid Efendi Ktp., nr. 497, vr. 128a-129a; Kuşeyrî, et-Taĥbîr fi’t-teźkîr (nşr. İbrâhim Besyûnî), Kahire 1968, s. 95-97; Gazzâlî, el-Maķśadü’l-esnâ (Fazluh), s. 84, 161-162; İbnü’l-Cevzî, Nüzhetü’l-aǾyün, s. 387-388; Fahreddin er-Râzî, LevâmiǾu’l-beyyinât (nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa‘d), Beyrut 1404/1984, s. 353-354.

Bekir Topaloğlu