SA‘D b. MUÂZ

(سعد بن معاذ)

Ebû Amr Sa‘d b. Muâz b. Nu‘mân el-Ensârî el-Evsî (ö. 5/627)

Ensarın önde gelenlerinden, sahâbî.

590 yılında Medine’de doğdu. Evs kabilesinin Abdüleşheloğulları kolundandır. Annesi, Hazrec kabilesinden Ümmü Sa‘d Kebşe bint Râfi‘ el-Ensâriyye’dir. Birinci Akabe Biatı’ndan (621) sonra Medineliler’i İslâm’a davet etmek için Hz. Peygamber tarafından gönderilen Mus‘ab b. Umeyr’in teklifiyle İslâmiyet’i kabul etti. Onun müslüman olması Medine’nin İslâmlaşmasında bir dönüm noktası sayılır. Medine’ye geldikten sonra Abdüleşheloğulları’ndan Es‘ad b. Zürâre’nin evine yerleşen ve davet faaliyetini buradan yürüten Mus‘ab b. Umeyr’in çalışmaları Sa‘d b. Muâz’ı rahatsız etmiş, kabilesinin önde gelenlerinden Üseyd b. Hudayr’ı ikna ederek Mus‘ab’ı Medine’den uzaklaştırmaya karar vermişti. Ancak Mus‘ab’ın güzel Kur’an okuyuşunu ve etkili konuşmalarını dinledikten sonra önce Üseyd, ardından Sa‘d müslüman olmuştu. Sa‘d İslâm’ı benimseyince hemen Abdüleşheloğulları’nın mahallesine gitti ve halkı toplayarak herkesin müslüman olmasını, kabul etmeyenlerle ilgisini keseceğini söyledi. Saygın kişiliği sebebiyle teklifi kabul edildi ve o gün Abdüleşheloğulları’nın tamamı İslâm’a girdi. Bu gelişmeler üzerine Mus‘ab b. Umeyr, Sa‘d b. Muâz’ın evine taşındı ve İslâm’a davet hizmetini buradan yürütmeye başladı. Kısa bir süre içinde Evs ve Hazrec kabilelerinin büyük bir kısmı müslüman oldu. Bu durum Hz. Peygamber’i ve Mekkeli müslümanları çok sevindirdi ve hemen hicret hazırlıklarına başlandı. Sa‘d b. Muâz ve Abdüleşheloğulları, İkinci Akabe Biatı’nda (622) verilen söze uygun olarak Medine’ye hicret eden Resûl-i Ekrem’e ve diğer muhacirlere sahip çıktığı için Resûl-i Ekrem bir konuşmasında ensarın bütün kabilelerinin üstünlüğünden bahsederken Abdüleşheloğulları’nın onların en değerli kolu olduğunu söylemiştir (Müslim, “Feżâǿilü’s-śaĥâbe”, 180). Muhacirlerle ensar arasında yapılan kardeşlik anlaşmasında (muâhât) Sa‘d b. Muâz, Ebû Ubeyde b. Cerrâh ile, bir rivayete göre ise Sa‘d b. Ebû Vakkās ile kardeş ilân edildi.

Hicretten kısa bir süre sonra umre yapmak için Mekke’ye giden Sa‘d müşriklerin önde gelenlerinden eski dostu Ümeyye b. Halef’e misafir oldu. Tavaf için Kâbe’ye gittiğinde Ebû Cehil, Hz. Peygamber ile müslümanları Medine’ye kabul edip barındırdıkları için onu tehdit etti. Sa‘d da kendisine bir zarar verildiği takdirde Kureyş’in Şam’a giden kervanlarının tehlikeye gireceğini belirterek bu tehdide karşılık verdi. Ebû Cehil’in karşısında bu şekilde konuşamayacağını söyleyen Ümeyye’yi de yakında öldürüleceğine dair Resûl-i Ekrem’den bir söz duyduğunu haber vererek korkuttu ve Mekke’den ayrıldı (Müsned, I, 400). Resûlullah, Buvât Gazvesi’ne giderken Sa‘d b. Muâz’ı Medine’de yerine vekil bıraktı. Bedir Gazvesi’nden önce Hz. Peygamber, Sa‘d b. Muâz’a ensarın savaşa katılıp katılmama konusunda ne düşündüğünü sordu. Sa‘d, Medineliler’in Akabe’de


verdikleri sözde durduklarını, Resûlullah’ın hiçbir emrine itiraz etmeyeceklerini söyledi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem savaş hazırlıklarını başlattı. Sa‘d, Bedir’de çarpışmaların en kritik anlarında Hz. Peygamber’in yakınından hiç ayrılmadı. Savaştan sonra esirler konusunda yapılan istişare toplantısında onların öldürülmesi gerektiğini belirtti, ancak Resûl-i Ekrem bu görüşe katılmadı. Uhud Gazvesi’nde de Medine’nin içeriden savunulması taraftarıydı. Bu savaştan önce birkaç gece Hz. Peygamber’in kapısında nöbet tuttu ve Uhud’a giderken güvenliğini sağlamak için onun önünde yürüdü, savaş boyunca da onu koruyanlar arasında yer aldı.

Sa‘d, Hendek Gazvesi’nde de (5/627) önemli görevler üstlendi. Medine’yi müslümanlarla birlikte savunacaklarına dair söz veren Benî Kurayza yahudilerinin savaş sırasında ihanet ederek düşmanla iş birliği yaptığı duyulunca Hz. Peygamber durumu incelemek ve yeni bir anlaşma yapmak üzere Sa‘d b. Muâz ile birlikte dört kişilik bir heyet gönderdi. Ancak Kurayzaoğulları heyet mensuplarına hakaret etti. Resûlullah, Mekkeliler’in en güçlü ortaklarından olan Gatafân kabilesinin reisleriyle haberleşerek kuşatmayı kaldırdıkları takdirde Medine’deki hurma gelirlerinin üçte birini onlara vermeyi teklif etti. Olumlu cevap alınca Evs ve Hazrec kabilelerinin önderleri Sa‘d b. Muâz ve Sa‘d b. Ubâde ile görüştü. Sa‘d, Cenâb-ı Hakk’ın bu konuda bir emri yoksa düşmana hurma vermekten yana olmadıklarını ve düşmanla savaşmaktan korkmadıklarını söyleyince Resûl-i Ekrem bu düşüncesinden vazgeçip savaşa devam etti. Savaşın sonlarına doğru düşmanlar tarafından atılan bir ok Sa‘d’ın koluna isabet ederek damarlarını parçaladı. Hz. Peygamber çok kan kaybeden Sa‘d’ın tedavisiyle bizzat ilgilendi ve kendisini Mescid-i Nebevî’nin yanındaki hasta çadırına nakletti; hastabakıcı olarak da Rufeyde el-Ensâriyye’yi görevlendirdi. Hendek Gazvesi’nden sonra Resûl-i Ekrem, Benî Kurayza üzerine yürüyüp kalelerini kuşattı. İslâm’a girmeyi ve şartsız teslim olmayı kabul etmeyen Benî Kurayza kabilesi muhasaranın ardından İslâm’dan önceki dönemde müttefikleri olan Sa‘d b. Muâz’ın kendileri hakkında vereceği hükme razı oldu. Bunun üzerine Benî Kurayza topraklarına götürülen Sa‘d savaşacak durumdaki erkeklerin öldürülmesi, kadın ve çocukların esir edilmesi ve mallarının müslümanlar arasında paylaştırılması yönünde karar verdi (bk. KURAYZA).

Benî Kurayza topraklarından tedavi gördüğü çadıra geri getirilen Sa‘d’ın bu sırada yarası açıldı ve bir müddet sonra otuz yedi yaşında iken kan kaybından öldü. Cenaze namazını Resûl-i Ekrem kıldırdı ve Cennetü’l-bakī‘da defnedildi. Annesi Kebşe’nin onun için söylediği ağıtı duyan Resûlullah ağıtçıların genellikle doğru söylemediğini, fakat Sa‘d’ın annesinin söylediklerinin doğru olduğunu belirtti. Hassân b. Sâbit de onun için bir mersiye kaleme aldı (İbn Hişâm, III, 282-283). Hz. Peygamber’in Sa‘d’ın vefatı münasebetiyle arşın titrediğini, cenazesine yetmiş bin meleğin katıldığını ve onun cennet ehlinden olduğunu belirttiği nakledilmiştir (Müsned, III, 234; İbn Mâce, “Muķaddime”, 11). Hadisi rivayet eden Câbir b. Abdullah’a titreyen arşın tabut olduğuna dair söylentiler bulunduğu söylenince titreyen şeyin “rahmânın arşı” olduğunu ifade etmiştir (Buhârî, “Menâķıbü’l-enśâr”, 12; Müslim, “Feżâǿilü’s-śaĥâbe”, 123-125).

Sa‘d’ın soyu Amr ve Abdullah adlı oğullarıyla devam etmiştir. III. (IX.) yüzyılda Medine’de, VII. (XIII.) yüzyılda Dımaşk bölgesinde neslinden gelenlerin yaşadığı bilinmekte olup hekim, tabiat âlimi, düşünür ve şair İbnü’s-Süveydî (ö. 690/1291) bunlardan biridir (DİA, XXI, 213). Eyüp Sabri Paşa, XIX. yüzyılın ikinci yarısında Sa‘d b. Muâz ve kabri hakkında bilgi verirken Cennetü’l-bakī’da Hz. Ali’nin annesi Fâtıma bint Esed’e ait olduğu söylenen türbenin aslında Sa‘d b. Muâz’ın türbesi olduğunu ileri sürmüştür (Mir’âtü’l-Haremeyn, II, 988). 1947 tarihli bir Medine haritasında gösterilen, Mesâcid-i Seb‘a bölgesinde Ömer b. Hattâb’a ait mescidin güneybatısında Sa‘d b. Muâz adına inşa edilmiş mescid son yıllarda yıktırılmıştır (DİA, XXIX, 261).

Rivayetin henüz yaygınlaşmadığı erken bir dönemde öldüğü için Sa’d b. Muâz’dan fazla hadis nakledilmemiş, hadis kaynaklarında sadece bir rivayetine yer verilmiştir (Buhârî, “Menâķıb”, 25; “Meġāzî”, 2). Velîd el-A‘zamî SaǾd b. MuǾâź (bk. bibl.), İbrâhim Muhammed Abdül‘âl eś-Śaĥâbiyyü’l-celîl SaǾd b. MuǾâź (Kahire 1972), Mahmûd Şelebî Ĥayâtü SaǾd b. MuǾâź (Beyrut 1408/1988) adıyla birer eser kaleme almış, İbrâhim Azvez, Ĥükmü SaǾd b. MuǾâź adını verdiği küçük hacimli bir kitapta (Kahire, ts. [Mektebetü nehdatü Mısr]) Benî Kurayza yahudilerinin ihanetini ve Sa‘d’ın onlar hakkında verdiği hükmü hikâye üslûbuyla anlatmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, I, 400; II, 267; III, 71, 229, 234; VI, 56, 141-142, 329, 456; Buhârî, “Śalât”, 77; Müslim, “Cihâd”, 64-68; Tirmizî, “Menâķıb”, 51; Vâkıdî, el-Meġāzî, I, 7, 35-36, 48-49, 55-56, 106, 208, 213-215, 294, 315-317; II, 457-459, 469, 477-478, 510-512, 525-529; İbn Hişâm, es-Sîre2, II, 435-437, 613, 615, 620-621, 628; III, 104-105, 232-233, 234, 237-238, 249-251, 262-264, 282-283; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, II, 8, 14, 15, 37, 38, 43, 67, 73, 75, 77; III, 11, 17-18, 117, 140, 419, 420-436; Belâzürî, Ensâb, I, 271, 287, 293, 318, 328, 346-347; Taberânî, el-MuǾcemü’l-kebîr (nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî), Beyrut 1405/1985, VI, 5-14; Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), III, 226-229; İbn Abdülber, el-İstîǾâb (Bicâvî), II, 602-605; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, II, 373-377; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, I, 279-297; İbn Hacer, el-İśâbe (Bicâvî), III, 84-85; a.mlf., Tehźîbü’t-Tehźîb, Beyrut 1404/1984, III, 417-418; Yahyâ b. Ebû Bekir el-Âmirî, er-Riyâżü’l-müsteŧâbe (nşr. M. Abdülkādir Atâ v.dğr.), Beyrut 1409/1988, s. 117-120; Mir’âtü’l-Haremeyn, II, 988; Velîd el-A‘zamî, SaǾd b. MuǾâź, Bağdad 1384/1965, s. 18-20, 26-27, 40-42, 44, 49-53; M. Mahmûd Zeytûn, “SaǾd b. MuǾâź nemûźec min şebâbi’r-raǾîli’l-evvel”, ME, XLVIII/4 (1976), s. 469-477; K. V. Zetterstéen, “Sa’d”, İA, X, 20-21; W. Montgomery Watt, “SaǾd b. MuǾādh”, EI² (İng.), VIII, 697-698; Ali Haydar Bayat, “İbnü’s-Süveydî”, DİA, XXI, 213; Adnan Demircan, “Mesâcid-i Seb‘a”, a.e., XXIX, 261.

Mehmet Efendioğlu